• "siz kayıt dışı ekonomiyi kötü birşey mi sanıyorsunuz ? ülkeyi ayakta tutan kayıt dışı ekonomidir."
    besim tibuk
  • ortada bir sürü yalan yanlış anlaşılma ve aktarma var, crash bandicot dışında dişe dokunur bir şey yazan yok. toparlayalım bari.

    anarko-kapitalizmin iki kısımdan oluşuyor: anarşizm ve serbest piyasa. anarko kapitalizmde iki ana kol var, deontolojik ancaplar ve utiliteryenler. deontolojik anarkokapitalistlerlerin ana argümanı "devlet, hangi biçimiyle olursa olsun (demokratik, monarşist, sosyalist vb) özgürlükle uyumsuzdur, baskı aracıdır." şeklindedir. devletten nefret etmek ana temadır. bunu en keskin biçimde murray rothbard'ın do you hate the state makalesinde görebilirsiniz. yani deontolojik liberteryenler için asıl sorun ekonomik değil ahlakidir.

    utiliteryen liberteryenlerin ana argümanı da "devletin sağladığı bütün hizmetleri özel girişimler çok daha verimli bir biçimde sunabilir"dir. utiliteryen liberteryenizmin en öne çıkan ismi milton friedman'ın oğlu david friedman'dır. machinery of freedom'da devlet dışında bir mekanizmanın sağlıklı olarak sağlayamayacağı düşünülen servisleri anarşist bir düzenin aslında nasıl devletten daha iyi sağlayabileceğine dair bir tablo çizmiştir. kısaca utiliteryenlerin derdi devletin ahlaki olarak yanlış olması değil ekonomik olarak verimsiz olması, anarşinin daha faydalı olması.

    utiliteryenler ve deontolojikler arasında bir çatışma yok tabii. genel olarak birbirlerinin argümanlarını da kullanıyorlar. benim takip ettiğim kol deontolojizm olmasına rağmen okumalarımda bolca utiliteryen argümana rast geliyorum. neyse, genel sorulara geçelim.

    soru: anarko-kapitalist bir sistemde adaleti kim sağlayacak? bir hukuk olmayacak mı?

    hukuk, insanların kendini güvende hissetmesi ve günlük hayatlarına rahatça devam edebilmesi için elzem. anarşist bir düzende adaletin nasıl sağlanacağını bilmiyoruz (çünkü görmedik henüz) ama birkaç farklı teori var. iki tanesinden bahsedelim.

    birincisi şu, şehirler/bölgeler kantonlara ayrılacak, her kantonun kendine ait yasaları, kendine ait mahkemeleri olacak. bunun uç bir örneği şu: diyelim a kantonunda tecavüz serbest, buraya girerken burada tecavüzün serbest olduğunu bilerek girmiş sayılacaksınız. bu bölge doğal olarak tecavüzcüler bölgesi olacak. tecavüz istemeyenler de b kantonuna gidecek, hatta misal c şehrinde tecavüzün cezası idam olabilir, isteyen de burada yaşayacak vb tabii gerçek dünyada muhtelemen tecavüzcüler şehri diye bir şey olmayacak çünkü hemen hemen kimse tecavüze uğrayacağını ve buna karşı bir şey yapamayacağını bildiği bir şehirde yaşamak istemez. bu sistemde muhtemelen daha akla uygun olur her bölgenin yasası. ha mesela eğer yeterince insan bulunursa bir kantonda şeriat kurallarına göre bile yaşanabilir. bu görüşü biraz tutarsız buluyorum, yani büyük bir devlet yerine mini-devletler şeklinde oluşumlar olacak. gibi.

    david friedman'ın önerdiği ve benim de hoşuma giden ise şöyle: hak uygulama ajansları (right enforcement agencynin berbat bir çevirisi işte) olacak. farklı ajansların önerdiği farklı yasalar olacak ve birey kendine uygun gördüğü yasaları olan paketi/ajansı seçecek ve ona tabi olacak. ajanslar da hangi (özel) mahkemelerde davaları göreceğini seçmiş olacak. yani a kişisiyle aynı ajansa kayıtlı b kişisi arasında bir anlaşmazlık çıkması durumunda önceden belirlenmiş mahkemelerde dava görülecek. ayrıca kişilerin güvenliğini de bu ajanslar sağlayabilecek.

    peki farklı ajanslara bağlıysalar ne olacak? bu durumda da ajanslar önce kendi aralarında anlaşmaya varmaya çalışacaklar, eğer varamazlarsa bu tür anlaşmazlıkları çözmek için hizmet veren arabulucu firmalarda bir anlaşmaya varacaklar. ajanslar anlaşmazlıkları çabucak halletmeye çalışacaklar çünkü ne kadar çok uzarsa o kadar masraflı olacak kendileri için.

    neden arabulucu firmalar veya ajanslar haksızlık yapmasın veya devletten daha adil olsun? çünkü tanım gereği bir tekel olan devletin aksine bu firmalar için saygınlık ve rekabet önemli. işlerine devam edip etmeyeceklerine, iflaslarına veya kazanmalarına kendilerine ödeme yapacak olan tüketiciler karar verecek. eğer yeterince adil olduğunu düşünmezse insanlar bu ajanslara kayıt olmayacaklar. tıpkı diğer ürünler gibi adalet de sıradan vatandaşın kararına bağlı olacak.

    yasa, güvenlik tamam da peki dış saldırıya karşı ne yapabilir piyasa?

    burada devreye sigorta şirketleri giriyor. nasıl ki insanlar arabaları için, evleri için, hayatları için vb sigorta yaptırıyor, güvenlik için de yaptırabilecek. sigorta şirketleri gelirlerinin devamı için müşterilerine dikkat etmek zorunda, bu yüzden de gelirleriyle savaş uçağı, silah, özel güvenlik vb alacak. bu geliri de hem sıradan vatandaşlardan hem de güvenli bir ortamda iş yapmak istediği için buna kayıt olan şirketlerden elde edecek. tabii uçak, zırhlı araç vb piyasası oluşacağı için şimdikinden daha ucuza sağlayacak sigorta şirketleri bunları.

    sınırsız kapitalizm olunca şirketler istediğini yapar hale gelmez mi? ayrıca tekelleşmeye kim dur diyecek?

    biz laissez-faire kapitalizmi dediğimizde düzenlenmemiş bir kapitalizmden bahsetmiyoruz aslında. bu büyük bir safsata. devlet tarafından düzenlenmemiş bir kapitalizmden bahsediyoruz. serbest piyasada aslında iş sivil topluma düşüyor. serbest piyasanın en önemli özelliklerinden piyasanın işleyişine asıl karar veren tarafın şirketler, kapitalistler değil parayı ellerinde tutan ve her alışverişte aslında kimin piyasada kalıp kimin gideceğine karar veren tüketiciler. hatta bu yüzden jeffrey tucker kapitalizm yerine consumerism (tüketicilik) kelimesinin de kullanılabileceğini söylüyor. çünkü serbest piyasada asıl egemen tüketicidir. yani eğer ortada yanlış görülen bir durum varsa bunu insanlar tüketim gücünü kullanarak engelleyebilir. sivil toplum deyince tabii bir de sivil toplum kuruluşları var, yani insanlar daha temiz bir çevre için vb stk oluşturup şirketlerin davranışlarına etki edebilir (ki şu anda da ediyor zaten)

    tekelleşme devlet eliyle olmadıktan sonra imkansıza yakın aslında. çünkü bir işin kazandırdığı görüldüğü anda oyuna hemen yeni oyuncular giriyor. buna bir itiraz şu: "ya bir şirket fiyatları diğer oyuncuların pazarda kalamayacağı kadar düşürür, diğerleri iflas ettikten sonra yükseğe çekerse?" anti-tröst davalarının hemen hiçbirinde böyle bir davranış yaşanmadı yanılmıyorsam. (armentano onlarca anti-tröst davasını incelediği bir kitabında bunu diyordu en azından) çünkü monopol şirket diğerlerini iflas ettirdiği zaman onların tekrar oyuna girmesini engelliyor çünkü finansal durumları buna elverecek kadar iyi olmuyor. şimdi burada sorun şurada, bu şirket fiyatları tekrar yükseltmeye başladığı zaman piyasaya girecek olanların finansal durumu iflas edenler iyi durumda olacak. yani ne zaman bu predatory pricingi uygulamaya kalksa sözde-tekel sürekli daha varsılların piyasaya girmesine neden olacak.

    neyse, entriyi daha da uzatmaya gerek yok. further reading verip bitirelim:

    for a new liberty-murray rothbard
    man, economy and the state-murray rothbard
    the problem of political authority-michael huemer
    the privatization of roads and highways-walter block
    chaos theory-robert murphy
    machinery of freedom-david friedman
    politically incorrect guide to capitalism-robert murphy
    the private production of defense-hans-hermann hoppe
    organized crime-thomas dilorenzo
    bourbon for breakfast-jeffrey tucker
    anti-trust case for repeal-dominick armentano
    defending the undefendable-walter block
    ethics of liberty-murray rothbard

    not: ayn rand'a anarko-kapitalist diyen ya hiç ayn rand okumamıştır ya da dayak yememiştir. net.
  • distopya.
  • çok dar fikirlerle eleştiriliyor. devlet fikrinden kurtulmadan üzerine fikir yürütmek çok saçma.

    mesela blackwater'ın, anarko-kapitalizmin kötü bir sonucu olduğu ileri sürülüyor. oysa abd'nin pis işlerini yaptırmak için kullandığı bir şirket. dikkat edilmese gereken pis işleri yapılan tarafın abd olması. yani devlet ve hükumetten bahsediyoruz. şirkete parayı devlet ödüyor ve devlet de parayı halktan alıyor. "ay devlet kontrolü olmadan her şey çok tehlikeli" demeden önce bu örneğe dikkat etmek gerek. sizin "barışçı" olduğu için seçtiğiniz hükumet politika değiştirip başka bir ülkeye savaş açtığında, savaşı durdurmak için elinizden bir şey gelmez ve savaş için harcanan para sizin cebinizden çıkar. ancap'te ise paranızın neye harcanacağı sizin elinizdedir*.
    anarko-kapitalizm savaş karşıtıdır çünkü savaş halkı etkiler.

    corporatocracy denen hikaye kapitalist devletin bir sonucudur. yandaşların desteklenmediği sistemde rekabet çok güçlüdür ve tekelleşmek zordur.
    sosyalizm devletle birleştiğinde nasıl sikko bir ortam ortaya çıkıyorsa aynısı kapitalizm için de geçerlidir.

    eminim ki ekşi sözlük'ün çoğunluğu, devlet elindeki polisin ve yargının haksızlığa yol açtığını düşünüyordur. en azından gezi olaylarında böyleydi. haksızlığın temeli adalet yaratması için para ödediğiniz kurumun size karşı adaletsizlik yapmasıdır.
    örneğin gezi olaylarında türk halkının çoğu protestolara karşıydı ve polis şiddetini haklı görüyordu. ancap'te özel bir güvenlik şiddeti size böyle bir müdahalede bulunamaz. eğer ki kontrolcülüğe aşık bir kitle varsa(örneğin şeriat isteyenler), kendi içlerinde şeriata uyabilirler ve bu sözleşmeye bağlı olanlar suç işlediklerinde asılarak/taşlanarak öldürülebilirler. ancak bunu size dayatamazlar çünkü sizin sigorta/özel güvenlik şirketleriyle kendinize özel anlaşmanız vardır.

    tüm bu farkların sebebi, paranızı sizin üzerinizde hak iddia eden devlete vermek yerine dilediğiniz şekilde harcama hakkınız olmasıdır. suriyeye asker gönderen insanlara destek olmama hakkınızın olması.

    -anarko kapitalizm tabii ki anarşizm'den farklıdır. anarşizm sosyalisttir. zaten bu yüzden adı anarşizm değil, anarko-kapitalizm. yarı anarşist olmasının sebebi devleti reddetmesi. "apple is not pear."
    onun dışında "devletteki hiyerarşiyi reddediyorsun ama başkasının altında çalışmayı kabul ediyorsun" iddiası haklı. ancak şu var: anarşizmde kural yok. ancak ben en baştan iş kurmak yerine birisinin kurduğu işte çalışmak istersem bu anarşizme ters. e hani yasak yoktu? bu sefer saçma toplum kuralları olacak ki bireyci-anarşist felsefeye ters.

    o yüzden her şey gönüllülük esaslı. ayrıca şirketler arası rekabet sadece ürün fiyatı değil, çalışma şartlarında da var. örneğin hiyerarşi istemeyenler fabrikayı ortak bir şekilde işletebilirler, bunu engelleyen bir yasa yok. kötü şartlar altında çalışmak istemeyen birey kendini geliştirip arzu edilen işçi haline de gelebilir, kolektivist bir şekilde de çalışabilir.

    faq

    (bkz: liberteryenizm)
    (bkz: voluntarizm)
    (bkz: agorizm)
    (bkz: komünist yaşam tarzı/@crash bandicoot)
    (bkz: sosyalizm/@crash bandicoot)
    (bkz: kolektivizm/@crash bandicoot)
  • bildiğin faşist ve otoriter bir yapı olan 'şirket' hiç gözlerine batmaz. para iktidar verir, ve elbette zenginler devletleşir. ha zaten, zenginler devletleşmiştir, biz çakmasak da.
  • yarim saattir konusuyoruz bir kere adam smith dememisiz.
    diyelim kurtulalim.
    (bkz: invisible hand)
  • (bkz: küreselleşme)

    marx diye popper anlatan süper devrimcilerden "devlet yok işte sol bu" vb. yorumları duyar gibiyim...
  • 1 - özgür toplumda -anarko kapitalizmde- para
    a-) para nedir?
    b-) özgür toplumda para basma şirketleri
    2 - özgür toplumda güvenlik ve hukuk
    3 - özgür toplumda hiyerarşi
    4 - özgür toplum fikrinin bir şey vadetmesi?
    5 - özgür toplum -anarko kapitalizm- ütopya mıdır?

    1 - özgür toplumda -anarko kapitalizmde- para

    a-) para nedir?

    özel mülkiyetin ve paranın ne olduğunu iyi kavramak gerekir. özel mülkiyeti daha önce açıklamıştım. şimdi de paraya değineyim.

    mülkiyetin el değiştirmesi üç yöntemle olur: a) ilk sahiplenme, b) gönüllü alış-veriş, c) güç kullanma (zorlama). burada bizi ilgilendiren nokta b şıkkı, yani bireyler arası gönüllü ilişkilerdir. portakal yetiştiren ama elmaya ihtiyacı olan bir insan, elma yetiştiren ancak portakal ihtiyacı olan insanla takas işlemine girişir. burada ürünlerin dolaysız takası söz konusudur. birbirlerinin yetiştirdikleri ürünlere ihtiyacı olan insanlar için durum karmaşık değildir. elma yetiştiren insanın portakala değil de limona ihtiyacı olursa yukarıdaki örnekteki takas gerçekleşmez.

    işte bu sorunun çözümü için insanlık tarihinin en önemli keşiflerinden biri olan "para" olmazsa olmazdır. para sayesinde insanlar dolaysız takası bırakır, dolaylı takasa geçer. elmayı satan insan karşılığında para alır, o parayla gidip bir başkasından mandalina satın alır. aynı işlem her birey için devam eder.

    genellikle altın-gümüş gibi değerli, stabil ürünler para olarak kullanılmıştır. insanlar altını direkt olarak elden ele geçirerek ticaret yapmıştır. bir süre sonra altının taşınması, madeni para olarak işlenmesi gibi zorluklar sebebiyle yeni bir fikir ortaya çıkmıştır. altınlar belli bir depoda muhafaza edilmiş ve o altınlara karşılık gelen kağıt ve madeni paralar basılmıştır.

    bu noktadan sonra ticaretin mantığı basit örnekle şudur: 100 altınım var ve bunun tamamını bir kişiye (banka) depo ediyorum. banka bana kendi çıkardığı paradan 100 birim veriyor. edindiğim 100 birimlik paranın karşılığı, depoda duran 100 adet altın. manavdan biber aldığımda karşılık olarak 5 birim para veriyorum. manav bu 5 birim paranın, bankada 5 altına karşılık geldiğini biliyor. ekonomi bu şekilde işlemeye devam ediyor. bir insan para sahibi olmaktan vazgeçerse elindeki tüm parayı ilgili bankaya götürüp karşılık gelen altını alarak teorik olarak piyasadan çekilebilecek durumda oluyor.

    burada kilit nokta insanların para adını verdiğimiz kağıt parçasını kabul etmesinin gerekçesidir. sattığım bir şey karşılığında para alırsam o paranın bankada bir karşılığı olduğunu bilirim. temel mantık budur.

    devletler bir süre sonra altın standardını kaldırmış, commodity-backed moneyden vazgeçerek itibari paraya yönelmiştir. bu şu anlama gelir: piyasada dolaşan paranın devletin güvencesi dışında herhangi bir yerde herhangi bir karşılığı veya güvencesi yoktur. herkes "sonuçta devlet basmış bu parayı" mantığıyla parayı ticarette kullanmayı kabul etmeye başlar. işte bu adım bireysel özgürlükler bakımından bir felaketin başlangıcı olmuştur. devletler makroekonomi, para politikası gibi soyut kavramlara sığınarak devletlerin diledikleri zaman para basma yetkisini ve hatta para basma tekelini elinde bulundurmasını bütün insanlara benimsetmiştir.

    normal şartlarda 100 birimlik para 100 altına karşılık gelmekte ve piyasada da bu şekilde değer görmektedir. ancak altın (veya paranın karşılık geldiği ürün) miktarını artırmadan dolaşımdaki para miktarını artırırsak (enflasyon), yani örneğin para miktarını iki katına çıkarırsak artık 200 birimlik para 100 altına karşılık gelmektedir. her bir para ünitesinin karşılık geldiği değer azalmıştır. dolaşımdaki para miktarı artmasına rağmen refahta herhangi bir artış olmamıştır. elinde 50 birim para olan insan daha önce 50 altınlık refaha sahipken, para arzının karşılıksız artmasıyla birlikte artık 25 altınlık bir refaha sahiptir.

    "neden para basıp borçlarımızı ödemiyoruz?" şeklindeki yarı ciddi yarı esprili sorunun cevabı burada gizlidir. karşılıksız para basmak, her bir para ünitesinin alım gücünü düşürmektedir.

    karşılıksız para basılıp piyasaya sürüldüğünde başlangıçta insanların refahı artmış gibidir, çünkü miktar olarak daha fazla paraya sahiplerdir. bu noktada bu insanlar ürün ve hizmetlere taleplerini artırırlar. talebin artması sonucu arz aynı kalırsa eğer, doğal olarak ürün ve hizmetlerin fiyatları artacaktır. buna fiyat enflasyonu denir. yani enflasyon (para arzının karşılıksız artması), fiyat enflasyonunu beraberinde getirir.

    önceden 5 birimlik parayla biber alabiliyorken, para arzının artması sonucunda biber fiyatları yükselir ve ben artık biber için 7-8 para ödemek zorunda kalırım. daha az çalışmadığım, yanlış bir şey yapmadığım halde oturduğum yerde alım gücüm azalmıştır. peki para arzının artması kime yarar? elbette ki parayı ilk elde eden insanlara. bu insanlar devlet görevlileri, bankalar ve devlete yavşayan gruplardır. henüz fiyat enflasyonu ortaya çıkmamışken ürünleri eski fiyatları üzerinden satın alabilirler. belli süre sonra fiyat enflasyonu ortaya çıkar ve para basma işleminden fayda sağlamamış olan sıradan insanlar fakirleşmiş olur.

    bunun sebebi şudur: para, diğer ürün ve hizmetlerden bir yönüyle ayrılır. normalde ürün ve hizmetlerin miktarı ne kadar artarsa (arzın artışı) fiyatlar o derece aşağı düşme eğilimi gösterir. talebin aynı kaldığı varsayımında arzın artışının doğal sonucu fiyatların azalmasıdır. ancak para diğer ürünler gibi kullanılamadığı için (basit bir kağıt parçası olduğu için) aynı prensip parada geçerli olmaz. paranın miktarının artması, paranın karşılık geldiği değerin düşmesine sebep olur.

    görüleceği üzere devletlerin bu şekilde para basması ahlak dışıdır, mülkiyet hakkını ihlal eder.

    b-) özgür toplumda para basma şirketleri
    peki özgür bir toplumda (anarko-kapitalizmde) bu işlemler nasıl olur?

    diğer ürün ve hizmetler gibi, para basma işlemi de özel şirketlerin işidir. bu şirketler altın, gümüş veya herhangi bir değerli-stabil ürünü çıkartarak ve/veya müşterilerden ürün alıp depolayarak bir sistem oluşturur. bu ürüne karşılık gelen parayı basarak müşterilerine verir. müşteriler x bankasına güvendikleri için (günümüzde herhangi bir özel şirkete olan güven gibi) o şirketin parasını kullanır. manavdan biber alıp da x bankasının bastığı 5 birimlik parayı verdiğimde manav bu güvenle o parayı kabul eder. manav, o 5 birimlik parayı x bankasına götürdüğünde karşılığında o kadar ürünü alabileceğini bilir.

    özel bir şirket devletler gibi karşılıksız para basarsa ne olur? devletlerden farklı olarak özel şirketler hiçbir bireyi herhangi bir şeye zorlayamaz. şirket ile tüketici arasında gönüllülük ilişkisi vardır. ben x bankasının parasını kullanmak istemiyorsam kullanmam. günümüzde kötü ürün veya hizmet sunan bir şirketin piyasadan silinmesi gibi, özgür toplumda da bu şekilde para basan şirket piyasadan silinir. zira o paranın değeri azalmıştır, insanlar o parayı değişim aracı olarak kullanmak istememektedirler.

    bu şekilde birbiriyle rekabet eden şirketler daha kaliteli para (yani alım gücü yüksek olan veya en azından düşmeyen, oynak olmayan para) basmaya çalışır. özgür toplumda para basan şirket sayısı belki de 2-3 tane olacaktır, belki de tek bir tane olacaktır. ancak her ihtimalde bu durum gönüllülük ilişkisi içerir. tekel bir şirket parayı kötü yönetirse insanların o şirketle devam etmek için herhangi bir zorunlulukları yoktur. yeni şirket(ler) ortaya çıkar ve piyasa yeniden dengeyi bulur.

    para basan şirketler arasından daha iyi olan şirkete yönelme eylemi, günümüzdeki para birimlerinde olan duruma bu yönüyle benzemektedir. birey, türk lirasının değersiz olduğunu veya olacağını düşünüyorsa bunu elinden çıkarıp amerikan doları alabilir, kripto para vs. alabilir. işlemlerini dilediği para birimiyle devam ettirmekte serbesttir. özgür toplumda da benzer şekilde, alım gücü en yüksek olan ve değeri oynak bir şekilde sürekli değişmeyen paraya talep olur ve bu tip paraları piyasaya sunabilen şirketler ayakta kalır.

    bunun şirketleri devletleştirdiğini ve devletçi sistemden farkı olmadığını iddia etmek en hafif tabiriyle ağır cehalet halidir. 100 kere söyledik ama gerektiği kadar söyleyebiliriz. devletler zorlama üzerine kuruludur. devletlerin eylemleri tek taraflıdır, gönüllülük ilişkisine dayanmaz. devlet bir faaliyette bulunursa bireyin bunu reddetme imkanı yoktur, silah zoruyla kabul edecektir. özgür toplumda böyle bir şey yoktur. özel şirketler açısından bu zorlama ve tek taraflılık yoktur. birey, sözleşme kurup kurmamakta tamamen özgürdür. şirketin faaliyetlerine katılmaz ise evine gelecek vergi veya icra memuru yoktur, parasını misliyle elinden zorla alacak ve gerekirse onu hapse atacak devlet görevlileri yoktur.

    demek ki para basma işini devlet olmadan tahayyül edemiyor olmanız, devlet olmadan para sisteminin işlemeyeceği anlamına gelmez. sizin bu konular üzerine düşünmediğiniz, bunu sorgulamadığınız anlamına gelir.

    2 - özgür toplumda güvenlik ve hukuk

    öncelikle hukuki faaliyetlerin de bir hizmet olduğunu, birileri tarafından yerine getirildiğini (piyasaya arz edildiğini), ücretsiz olmadığını unutmamak gerekiyor. vergi olmadan ülkenin bir yerinden bir yerine nasıl ulaşabiliriz? özel satılık araçlar, kiralık araçlar, otobüsler, uçaklar ve sistemi karmaşık hale getiren bir sürü unsur tamamen karşılıklı gönüllü ilişkilerle yapılır. bunların hepsi zamanında devlete aitti ve vergilerle finanse ediliyordu. o zaman da birileri çıkıp "vergi olmadan nasıl yaparız?" diye sormuştur. hukuk sistemi de aynı mantığa sahiptir.

    örneğin; sizin telefonunuzu çaldım ve kameradan beni tespit ettiniz. bağlı bulunduğunuz güvenlik şirketi benden telefonu ve belli bir miktar parayı (tazminat amacıyla) size ödememi ister. ben ödemem ve kendi güvenlik şirketime durumu bildiririm. ikimizin güvenlik şirketi farklı olduğu halde çözüm bulmak amacıyla ortak bir hukuk şirketiyle anlaşır. bu hukuk şirketi (mahkeme) aramızdaki uyuşmazlığı çözer.

    en başta siz benim hırsız olduğumu anlayınca birbirimize saldırıp öldürmeye çalışır mıyız? hayır. peki neden? çünkü ölüm, yaralanma gibi yıkımlar pahalı ve refahı azaltıcıdır. kimseye faydası olmaz. birimiz öldürsek bile daha sonra bu kan davasına dönüşebilir, öldüren kişi de tehlike altına girer. aynı şekilde güvenlik şirketlerimiz de silahlarını kuşanıp savaşmaz, aynı mantık onlar için de geçerlidir. bir güvenlik şirketi birini öldürürse daha sonra müşteri alamaz, üstüne müşterilerini kaybeder. hangi insan sorunu çözmek yerine daha da kötüleştiren bir güvenlik şirketini tercih eder?

    günümüzdeki sigorta sistemi gibi düşünelim. sizin arabanıza çarpsam siz sigorta şirketinize gidip zararı tazmin edersiniz. sigorta şirketiniz ise bana yönelir ve zararı tazmin etmeye çalışır. kaldı ki tahkimler de yaygındır ve devletin tekelinde olmayan uyuşmazlık çözüm yollarıdır. alternatif uyuşmazlık çözüm yolları bütün dünyada gittikçe yaygınlaşmaktadır.

    güvenlik ve hukuk şirketlerinin bu şekilde rekabet etmesi kalite ve ucuzluğu beraberinde getirir. yıllık cüzi bir aidatla güvenlik ve hukuk sigortası yapılabilir. bu şirketler müşterilerin parasıyla ayakta kaldığı için kalite ve ucuzluğa yönelmek mecburiyetindedir. bir tane güvenlik veya hukuk şirketi kötü veya yavaş çalışırsa kimse tercih etmez, o şirket piyasadan silinir.

    günümüzde ise mahkemelerin böyle bir derdi yoktur. çünkü vergilerden finanse edilir. ömrünüz boyunca mahkemeye işiniz düşmese bile bu sistem için zorla para vermeniz gerekmektedir. mahkemeler hızlı ve kaliteli olmak için çaba harcamaz, çünkü tekel konumundalar. basit bir davanın yerel mahkeme, istinaf, yargıtay gibi aşamaları toplamda 4-5 yıl sürebilmektedir.

    özel hukuk sistemi, devletçi hukuk sisteminden bu sebeple çok daha üstün ve adildir.

    şu anda haklı olduğu halde zarara uğrayan bir insanın eline silah alarak insanları öldürmüyor olması ne ise anarko kapitalizmde de aynısı olur. her bireyin meşru müdafaa hakkı olduğuna göre birisi karmaşa çıkarırsa o kişi diğerleri tarafından öldürülebilir bile. dolayısıyla insanlar buna yanaşmaz, her sorunu ilgili hukuk şirketinin çözmesini kabul eder. bunu kabul etmeyenler azınlıkta olacağı için toplumun geri kalanı tarafından rahatça bastırılır.

    başkalarına saldıran insanların tarihin her döneminde ve her sisteminde var oldu ve ileride de var olmaya devam edecek. bunu sıfırlamak imkansıza yakın. önemli olan bu insanları bu eylemlerden vazgeçirecek en doğru sistemi bulmak.

    anarko kapitalizmde suç miktarı azalır, çünkü günümüzdeki gibi saçma sapan suçlar üretilmez. ancap'te tek suç başkasının mülkiyetine saldırıdır. uyuşturucu gibi mağdursuz suçlar oluşmaz. ekonomik, kültürel suçlar düzenlenemez, ifadeleri yüzünden insanlar hapsedilemez. günümüzde yüzlerce suç çeşidi aslında "devletin bekası" adına uydurulmuştur. özgür toplumda e üstüne bir de vergi kesen tekel bir örgüt de olmayınca insanlar ekonomik ilişkilere yoğunlaşır. böylece hem toplum gelişir, hem suç azalır.

    günümüzde aralarındaki uyuşmazlığı özel mahkemelerde çözen özel şirketler vardır. hiçbiri de silahları kuşanıp diğerlerini öldürmeye girişmez. para basma meselesinde olduğu gibi, özgür bir toplumda özel mahkemeleri tayahhül edemiyor oluşunuz sizin bu konu üzerine düşünmediğinizi gösterir.

    hiçbir özel mahkeme hiçbir insanı bir şeye zorlayamaz. "özel" kelimesini öcü gibi kullanıyor olmanız yine sizin sorununuzdur. halbuki özel demek, birey demektir. evinizin yanındaki bakkal "özel" bir yerdir. hayatınız boyunca aldığınız ürün ve hizmetlerin büyük çoğunluğu "özel" şirketler tarafından piyasaya arz edilir. milyarlarca doları olan bir "özel" şirket, siz o şirketle iletişime geçmediğiniz sürece sizin için bir hiçtir.

    güvenlik ve hukuk şirketlerinin uyması gereken kuralları kim belirleyecek? günümüzde özel bir şirketin ürün veya hizmetinin standardını asıl olarak kim belirliyorsa o: tüketici. unutmayınız ki kapitalist sistemin belirleyicileri ve yönlendiricileri tüketicilerdir. zorlamanın olmadığı yerde (devletsiz toplumda) şirketlerin (piyasaya ürün veya hizmet arz edenlerin) tavrını tüketiciler belirler. nokia tüketiciler sayesinde müthiş bir refah elde etmiştir. gelişmelere uyum sağlayamadığı zaman yine tüketiciler tarafından piyasadan silinmiş ve rakipleri tüketicilerin tercihleri sayesinde yükselmiştir. bugünün dev şirketleri de özgür bir toplumda aynı akıbeti yaşayabilir.

    özel bir güvenlik veya hukuk şirketi torpil yaptığı anda tüketicilerin artık o şirketle çalışması için bir gerekçe veya zorunluluk kalmaz. bir şirket sırf parası olduğu için veya sadece ırk-dil-din-akrabalık gibi sebeplerle haksız olan biri lehine karar verir mi? piyasadaki varlığını düşünen şirketler vermez. elbette böyle bir şey gerçekleşirse o şirket piyasadan silinir. evinizin yanındaki fırın size neden zehirli ekmek satmaz? devlet adında bir örgüt var olduğu için mi yoksa asıl sebep başka mı?

    3 - özgür toplumda hiyerarşi

    gönüllü ilişkinin olduğu yerde günümüzdeki anlamıyla hiyerarşi olmaz. özgür toplumda herhangi bir birey, herhangi bir bireyle ancak rızası karşılığında iletişime geçebilir. özgür toplumda bir şirketin çok zenginleşmesi hiyerarşi anlamına gelmez; sadece tüketiciler gönüllü olarak o şirketin ürün ve hizmetlerini satın almıştır. diledikleri zaman o şirketi yok saymakta özgürlerdir. böyle bir durumun hiyerarşi olmadığı barizdir. asıl hiyerarşi devletçi sistemde olur. devlet adlı örgütün bütün üyeleri, diğer üyelerden (seçmenden) üstündür. zira silah zoruyla seçmenin mülkiyetine el koyarlar. hiyerarşi üzerinde eleştiri yapacaksınız doğru başka kapıya.

    4 - özgür toplum fikrinin bir şey vadetmesi?

    solcu kafanın alışık olduğu şeyler hep vaatler, güzel ve hoş sözlerdir. fakirliği bitirmeyi vadetmek, mutluluğu, gelişmeyi, huzuru, eşitliği vadetmek kolektif fikirler için olağandır. teoride bile çuvallayan bu fikirler uygulamada felaket ve sefaletle sonuçlanır, orası ayrı.

    özgürlük fikri işte bu tip vaatlerde bulunmaz. zira bireyin tek hakkı mülkiyet hakkıdır; yani başkaları tarafından saldırıya uğramama hakkıdır. bunun dışında hiçbir şey hak değildir. sağlık hakkı diye bir şey olmaz, zira o sağlık hizmetini sunan biri vardır. o hizmet havadan gelmez. sağlık hizmetini bir insandan talep eden kişi, o insanla gönüllü ilişki kurmalıdır. ancak sol kafa bu gibi meseleleri çok güzel manipüle eder. eğitim haktır der, sağlık haktır der, her şey bedava olacak der. bunlar kulağa hoş gelir ve sol zihniyetin müritleri bu yüzden bu fikirleri benimser. çünkü birey olmayı becerememişlerdir. bireyin özerkliği hakkında oturup 5 dakika düşünmemişlerdir. eğitimi bedava yapmayı vadetmek, toplumdaki her insandan zorla para almayı vadetmektir. yani insanlar istese de istemese de mülklerine el koymaktır, bir nevi köle olarak çalıştırmaktır. özgürlükçü birey bu yüzden "vaatlere" kanmaz. vadedilen şeyin arkasını görmek ancak özgürlükçü bir zihinle olur.

    hala anarşizmde özel mülkiyet olmaz diyenler var. inanılır gibi değil. cehalet her zaman kötü olmayabilir, ancak cehalette ısrarcı olmak makul bir seçim değildir. anarşizm kimsenin tekelinde değildir. ilk olarak sol görüşlü anarşist fikirlerin büyümüş olması anarşizmin sadece bu şekilde gerçekleşebileceğini göstermez. özel mülkiyeti ahlaki olarak benimseyen bir toplum sadece bu fikir üzerine bir sistemi kabul ettiği takdirde bal gibi de anarşizm olur. anarşizm, bir insanın veya devlet gibi herhangi bir örgütün diğer insanlara zorla üstünlük sağlamasını reddettiğine göre, anarko-kapitalizm sapasağlam, tutarlı bir fikirdir. anarko kapitalizmi anarşizm üzerinden eleştirecekseniz önce anarşist görüşleri öğrenmeniz gerekir. anarşizm bakunin, kropotkin, proudhon'dan ibaret değildir.

    5 - özgür toplum -anarko kapitalizm- ütopya mıdır?

    değildir. saldırmazlık prensibi ütopya olamaz. hiçbir insanın başka bir insana zorla üstünlük sağlayamadığı bir sistem ütopik değildir. "bana saldırma, ben de sana saldırmayacağım" fikri ütopya değil, en temel ahlaki değerdir. asıl ütopya, devlet adlı örgütün bütün toplumun iyiliği için bir şeyler yapacağı iddiasıdır, devletin refahı artıracağı sanrısıdır. özgür toplumu "tekelleşme olur" diye reddedip akabinde devletçi sistemi kabul etme tutarsızlığıdır. şirketlerin tekelleşmesinden endişe edip devlet adlı örgüte tam tekel hakkını vermektir.
  • noam chomsky'ye göre, abd'de kullanılan anlamıyla: libertarianism.

    ha, kendisi kavramın bu anlamına katılmıyor.
  • serbest piyasa anarşizmi.anarko kapitalist toplumda; serbest piyasa işleyişini, toplumsal kurumları, yasa uygulamalarını, güvenliği ve altyapıyı, devlet yerine kar amaçlı rekabete dayalı şirketlerin, yardım derneklerinin veya gönüllülüğe dayanan birliklerin düzenlemesi öngörülür.
    (kaynak:wikipedia)
hesabın var mı? giriş yap