• zencilerle kavga konusunda engin bilgilere sahiptir..

    "..bak dedi zenciler en çok faça almaktan korkar. bir yerleri kesilirse o simsiyah derinin üzerinde benbeyaz bir iz kalır. beyazların teninde yara izi fazla dikkat çekmez ama zenciler de durum farklı. bir zenci ile başın derde girerse çek bıçağı. geri çekilecektir. çok korkarlar yara izi almaktan."
  • şu sıralar, tahminimce türkiye'nin en çok okunan yazarı olsa gerek.

    geçenlerde biri şahane bi yorum yazmış bunun romanının arasına:

    "bir de türk insanı okumuyor derler. bak işte adam gibi yazınca nasıl okunuyormuş!"

    doğru olsa ne yazar, yalan olsa ne yazar.
    seviyoruz.

    yürü be angutyus reyis. imla hatalarına kurban!
  • ot dergi haziran sayısında " bir sabah beyaz türk olarak uyanmak "başlıklı yazısıyla, olan ama bir türlü bitmek bilmeyen haksızlıklara, saçmalıklara, kokuşmuşluklara, mankurtluklara karşı duygularıma tercuman olmuş.
    iç çeke çeke dertlendiğim, unutma-mak adına satır satır okunası yazının, saygı duyulası sahibi...
    ***
    sabah yataktan kalkar kalmaz elimi yüzümü yıkamak için gidince banyoya, geçince aynanın karşısına şöyle uzun uzun kendime bakıyorum. son yılların modası olan gazetelerde, televizyonlarda ve sosyal medya dedikleri gavur icadında bas bas bağırarak bu halkı hor gören, aşağılayan, onlardan kopuk yaşayan, beyaz ne kelime adeta bembeyaz elit ve kaymak tabakadan, halkın tokadını yemiş bir beyaz türk olarak kendimi seyrediyorum. ayrıcalıklı, kaymak tabaka olmak güzelmiş ağa...kendi kendime sırıtıyorum böyle. haberlere göz gezdirirken bana ve benim gibi beyaz türklere kin kusan halka yakın kalemlerin, habercilerin, gazetecilerin ve televizyoncuların neden benden ve benim gibi elit kesimden nefret ettiğini daha iyi anlıyorum.

    sevmiyorum ben bu ülke insanını. onları hor görüyorum, yaptıkları vicdansızlıkları gördükçe, öğrendikçe, uzak durmaya çalışıyorum.

    mesela pedefoli denilen hastalığa, sapıklığa "çocuk gelin" diye bir isim uydurdukları için nefret ediyorum.
    mesela çocukları öldürdükleri, kadınları dövdükleri için nefret ediyorum onlardan.
    bir beyaz türk olarak benim kendim ile övündüğüm iki tane becerim var; çok iyi tavla oynarım, bir de ne bir kadına ne de bir çocuğa el kaldırmam. on dört yaşında bir çocuk bana ana avrat küfretse güler geçerim. öldürmek ne demek? sopalar ile dövmek ne demek! "eyvallah abim, sen büyüksün, sen yaparsın" der giderim yoluma. ulan, çocuğa kadına el kalkar mı? bayramda şeker toplamaya giden çocukları, babasına yemek götüren evlada tecavüz edip yakıp, çöplere cesetlerini atanların bu kadar korkusuz olduğu bir toplumdan nefret ediyorum.

    alanya'da yaşıyorum, çok seviyorum burayı, tam benim gibi elit kesimin yeri ama... ama'sı var işte. komşu esnaftan uzak duruyorum. canım sıkılıyor, içim kararıyor; bir turiste 200 euro'ya sikindirik tişörtü nasıl sattığını salyalarını akıta akıta, ağzını köpürte köpürte anlatırken ya da pazar sabah sekizde sokakta gezen yaşlı danimarkalı amca ve teyzeye halı satmaya çalışan manyağı gördüğümde. yok, hepsini anlıyorum da pazar sabahı insan neden halı ya da kilim almak için yola çıksın? uzak duruyorum bu insanlardan. adam ekmek makarna yemekten 1,60 boyu ve birbirine karışmış götü göbeği ile yanında 2 metrelik erkek arkadaşı ile gezen isveçli kıza bakıp "bu gavurlar iyi sikemiyor abi. kabuklu bunlar" dediğinde, en son ne zaman dişine fırça vurmuş, en son ne zaman bir deodorant kullanmış bilmediğim bu sıska herifin kendisini seyyar sikici olarak görmesini anlayamıyorum. sonra kapanıyorum kendi iş yerime, onlardan uzak durmak adına...

    bilgisayarı açıyorum, haberlere göz atıyorum. hayattaki tek başarısı, dedesinden kendisine miras kalan din ile her ne kadar kötü bir insan olursa olsun cennete gideceğine şartlanmış, en son okuduğu kitap ilkokulda "cin ali ve berber fil" olduğuna emin olduğum insanların; en güzel yıllarını bu ülkeye bir şeyler verebilmek adına, anne ve babasını gururlandırmak adına sınavdan tam puan alarak gittiği okulunda bu emekleri, bu gözyaşlarını hiçe sayıp fişlenmeyi, biber gazı yemeyi hatta ölmeyi bile göze alan odtü öğrencilerine vatan haini, terörist, ateist diye saldırması midemi bulandırıyor.

    beyaz bir türk olarak bu insanlardan rahatsız oluyorum. namusu için karısını delik deşik edip ölmeye ya da öldürmeye hazır adamın, almanya'ya kapağı atmak için altmış yaşında bir alman teyze ile davullu zurnalı düğün yapacağından emin olduğum için sevmiyorum bu insanları.

    bu ülkeye tek katkısının, babasının taşaklarından aldığı döl ile "en büyük türk benim" diye böbürlenmesini anlamıyorum.

    benim vergilerim ile maaşını alan ve işi bana hizmet olan bürokratların karşısında el pence durup, yaltaklanarak "devlet büyüğü" demelerini sevmiyorum.

    ağaçları sökmelerini, sokak hayvanlarını tekmelemelerini, bisiklet ile gezen bir kadının arkasından "yollu la bu mına goyuumm" diye taslamalarını sevmiyorum.

    tek hayali pilot olmak olan bir çocuğun it gibi o sınavdan bu sınava sürüklenerek, en güzel yıllarını heba ederek sanat tarihi okuyup, bir bankada rezil bir iş bulduğunda sevinmesine anlam veremiyorum.

    mazot, gübre, ilaç fiyatları yüzünden köydeki tarlasını süremeyen, iyice bitmiş turizmde esnaflıktan çok dilencilik yapan, ülkesi hiç bir teknoloji üretmeyen adamın "imf'ye borç bitti" diye sevinmesi; adana'dan istanbul'a sebze meyve, trabzon'dan izmir'e hamsi taşıyan binlerce kamyon yerine üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkede "neden deniz taşımacılığı yapmıyorlar da otoyol yaptık diye seviniyorlar" diye sorgulamaması bana cahilce geliyor. arabasını üretemeyen bir ülke neden "şu kadar yol yaptık, bu kadar köprü yaptık" diye gurur duyar anlamıyorum. benim gibi beyaz türklerin en büyük sorunu bu galiba; kafa duruyor, mantık duruyor....kesilmedik ağaç, kurutulmadık göl, bitirilmedik dere ve yakılmadık orman bırakma, sonra yağmur duasına çık. ben de senin bu kadar mal olduğuna isyan edeyim. beyaz türklük böyle bir şey işte.

    çocukluğumun en güzel hatırası olan; ilk orhan gencebay filmini izlediğim, vakıfbank'ta veznedar olarak çalışan eniştemin getirdiği biletler ile ilk defa gittiğim çocuk tiyatrosuna ev sahipliği yapan "akün sineması"nı yıkanları yok edenleri alkışlayanların, hiç gitmesem de hiç bilmesem de "emek sineması" için üzülmemi komik sandıkları için kızıyorum.

    ağacın tepesinde kalmış bir kedi için seferber olan itfaiyeye küfür eden adamdan nefret ediyorum. "bu kediye kafayı takana kadar" diye lafa başladığında ya da "buna ağlıyorsun da ona ağladın mı" diye laf başladığında ölsün istiyorum.

    imkansız olduğunu bile bile bankamatikten 5 tl çekmeye çalışan bir halkı soyanları, mantı yapabilen, künefeyi icat edebilen, dünyanın en güzel kebaplarını yapabilen, her durumda gülümsemeye çalışan bu ülke insanını felaketlere sürükleyenleri alkışladıkları için kızıyorum.
    benim çocuğumun namus bekçiliğini yapmalarına, benim vatan sevgimi sorgulamalarına, benim acılarımı kendi acıları ile karşılaştırmalarına dayanamıyorum.
    benim saçım, giyimim, içtiğim, sıçtığım neden onların derdi oluyor, bunu anlamıyorum.

    bunları sevmediğim, bu saçmalıkları kabullenemediğim ve bu hastalıklı beyinler ile yaşamak istemediğim için beyaz türk diyorlar bana galiba.

    rahmetli dedem üç köyün imamıydı, hakeza anam, babam namazında niyazında insanlar. ama ağzını yaya yaya "kurtuluş islam ümmetinin birlik olmasında. başına da biz osmanlı torunları geçecek, dize getireceğiz dünyayı" diyen sığıra "lan suudi arabistanlı, katarlı, bruneili ve kuveytli'ye desen ki biz sizi kurtaracağız. bi siktir git mına kodumun fakiri der sana" dediğimde; elit, ateist, din düşmanı diyorlar bana, bu yüzden sevmiyorum bu insanları.

    osmanlı evladı olmak ile övünüp yaptıkları ucube binalar ile mimar sinan'ı mezarında ters çevirenleri, fatih'in torunu olduğunu iddia edip yeşili katledenleri, piri reis'i bile bilmeyip "bu ülkeden bilim adamı çıkmaz" diyenleri alkışladıkları için onlarla aynı havayı solumak istemiyorum.

    ali linç edilirken, elinde pala ile kadın tekmeleyenler ellerini kollarını sallayarak dolaşırken.
    kuytularda çocuklar hayvanlar gibi dövülürken,
    engelliler tomalar ile kovalanırken.
    çocuk tecavüzcüleri hiçbir cevaz almazken,
    engelli çocuğa tecavüz ederken yakalanan badem bıyıklı görmezlikten gelinirken.
    şaibeli sınavlar ile cemaatçiler en iyi okullara yerleştirilirken.
    şehzadeler gemiler alıp, tv kanalları sahibi olup, danışman olurken.
    badem bıyıklı belediye başkanları şehirlerin köklü takımlarına tecavüz ederken.
    göller, sahiller, ormanlar, dereler... yeşile ve tarihe ait ne varsa kodamanlara peşkeş çekilirken.
    gizli tanıklar, gizli deliller ile kurulan sirklerde düşman bildikleri herkes kodeslere tıkılırken.
    sivas katliamını "hayırlı olsun" diyerek zaman aşımına uğratırken.
    suriye'nin teröristleri ülkemde cirit atarken.
    reyhanlı'da patlayan bombalar görmezlikten gelinirken.
    uludere katliamı için parası neyse veririz denilirken.
    şehit ailelerine "farz edin ki çocuklarınız trafik kazasında öldü" derken.
    üç beş mehmetçik için meclisi toplayamazken.
    şikeyi, dopingi, sporda ırkçılığın üzerini örterken.
    vatandaşa "takla at da görelim" derken.
    darbe darbe diye ağlayarak duygu sömürüsünün dibine vurup, darbenin en büyük simgesi y.ö.k. ve seçim barajının kaymağını yerken.
    ne içeceğime, ne kadar çocuk yapacağıma, ne izleyeceğime karışırken.
    kirli siyasetinizi kirli spor ile harmanlarken.
    türbandan nemalanarak mağdur olup, türbanı hep elinizde koz olarak tutarken.
    deprem vergisi adıyla bu ülkenin vatandaşını söğüşleyip, peşinizdeki koyunlara hizmet adı altında duble yol masalları anlatırken.
    size karşı ağzını açanı vatan haini ilan ederken.
    gecenin bir yarısı torba yasalar ile bu memleketi talan ederken.
    tek işi kafa sallamak, el kaldırıp indirmek olan vekilleriniz eğitim sistemini kevgire çevirirken.
    kendi polis teşkilatınızı kurup vatandaşa, halka bu ülkenin insanına kan kustururken.
    ellerinde sopaları, palaları ile kuytularda ava çıkan kuduz köpeklerinizin marifetlerini,
    mayolu sporcuları döven, haremlik-selamlık yüzme havuzları düşünen,
    kadını bir tehdit, gençleri potansiyel suçlu gören zihniyetin pis siyasetine alet olanları sevmiyorum.
    uzak duruyorum.

    o gözünüze batan rakı kadehini ben ezan sesi duyduğumda bırakırken, bana "allahsız, alkolik" diyenlerin "bakara, makara" muhabbetini görmezlikten gelmeniz midemi bulandırıyor.

    işin garip tarafı; benim babam yıllarca kapıcılık yaptı, annem yıllarca ev temizlemeye gitti. annemin okuma yazması yok. ali korkmaz'ın resmini gösterdiğimde "nasıl kıymışlar bu yavruya, elleri kurusun" diye haykırmıştı.
    babam, odacılık yaptığı türkiye kömür işletmeleri'nde memur olmak için dışarıdan sınava girerek ortaokul diploması aldığında nescafe' yapmıştı annem bana ve kardeşime. tadını pek sevmemiştim ama "zenginler içiyor la bunu" demişti babam. ben de aktaş endüstri meslek lisesi ı'den terktim. şimdi biz ailecek beyaz, elik, kaymak tabaka türk olduk. o kadar sevinçliyiz ki..
    ama milyon dolarlık yalılarının kredi borcunu ödemek için ekranlardan, gazete köşelerinden göt yalayan mına koyduğumun omurgasızları halkın sözcüsü olmuş.
    çocukları amerikalarda, avrupalarda okumuş, torunları amerika'da, ingiltere'de doğmuş, ceplerinde amerikan, ingiliz pasaportu taşıyan böcekler kin kusuyor bana, halktan kopuğum diye.
    eskiden yalakalık yetiyordu yağlı kemik kapmak için. artık iftira atmak, yalan söylemek, çocukların cesetleri üzerinde zıplamak da lazım.

    beyaz türk oldum ya sonunda. öldürmeyin, dövmeyin, iftira atmayın, bizi rahat bırakın...
    bu ülke bizim değil çocuklarımızın, bize acımadınız bari onlara insaf edin dedikçe, tatar ramazan'ın o meşhur repliği geliyor aklıma "ben köpeği bile aşağılamam, allah yaratmış ama insanların köpekleşmesi beni çıldırtıyor"...

    ot dergi. haziran 2014. angutyus

    * *
  • normalde oturduğum yerden insanları eleştirmek huyum değildir, ama artık fakir edebiyatı yapması can sıktı.
    hele belli bir dönem neslin çoğunun yaşadıklarını yalnız kendi başına gelmiş gibi anlatması, 'ben okumadım ama siz okuyanlar boşuna okuyosunuz' tavırları hoşuma gitmiyor şahsen.

    samimi olacağım derken edebiyatın bokunu çıkarmamak gerektiğini düşünüyorum, ot gibi bi dergide böyle bir üslup iğreti duruyor. değil ekşi inci sözlüğe yazar gibi yazıyor.
  • son zamanlarda okumadığım kadar yazı okuttu bana, helal olsun adama. demek ki yazarlığın gelişimi böyle bir şey olacak sanırım. bir de şöyle bir aforizması var ki, bu herifle rakı da içilir, gerisi de yapılır.

    --- spoiler ---

    bir erkeğin yapabileceği en büyük alçaklık karşısında ki kıza arkadaş ayağına salça olması ve kendisini keşfetmesini beklemesidir.
    bu orospu çocukluğunun en yoğun halidir. çünkü eziklik ile yoğrulmuştur.

    --- spoiler ---
  • eylül ayı ot dergisi'nde yine döktürmüş:

    fatih hoffman ya da fatih el aziz

    avrupa tarzı yaşamı hiçbir zaman sevmedim. avrupalılara hiç özenmedim. mesela birçoklarımızın hayalini süsleyen norveç vatandaşı olmadığım için şanslı hissediyorum kendimi. -30 derece soğukta bisiklet ile işe gidiyor olmaktansaon beş dakika kar yağdı diye işi, okulu sallama hakkım olan bir ülkede yaşamak daha çekici geliyor. almanya'da yaşamak istemem mesela., sabahın beşinde karşıdan karşıya geçerken yeşil ışık yanmasını bekleyecek kadar beynimi yıkayan, beni yirmi senede araba, seksen senede ev sahib yapacak olan bir sistemin kölesi olmaktansa; doğru ya da yanlışları ile bu ülkede yaşamak daha akıllıca. mesela fransız da olmak istemiyorum. kibarlığın bokunu çıkararak yaşamak zor. dünya'nın fransa'nın etrafında etrafında döndüğüne inandırmış kibirli, manyak dolu bir ülkede mutlu olacağımı hiç sanmıyorum. avrupalı olmak istemiyorum ben. saat kaç olursa olsun içip içip saçmalayacağım, omzunda ağlayacağım dostlarım var bu ülkede. sabahın dördünde uyandırmaktan, rahatsız etmekten çekinmeyeceğim arkadaşlarım var. bir isveçli olmak istemiyorum. saat dokuzda arayacak, dertleşecek kimseleri olmayan.

    beni avrupalı yapmaya çalıştı bu ülke. bana müslüm, orhan, ferdi baba'yı yasakladı. çankırı'dan göçmüş gelmiş adama pazar sabahları italyan operası mı dinletilir? ben ne anlarım, kocaman bir orkestranın önünde boyalı bir kadının çığlıklarından?, neşet ertaş, özay gönlüm ya da selda bağcan dururken... neden yasaklıyorsun bana benim değerlerimi. benim sülalemin yarısı başörtülüyken sen ne hakla başörtülü kızların okuma hakkını elinden alıyorsun. sen avrupalı olacaksın diye fakülte birincisi kız çocuğunun saçlarına saldırıp, ne hakla kürsüden indiriyorsun? benim eğitim almam gereken günlerimde neden elime tank, tüfek, füzelerin gölgesinde bana gösteri yaptırıyorsun?

    ben avrupalı olmak istemiyorum. ben fatih olsen, fatih wilson, fatih leppart olamam. olmam için zorlayamazsın beni. hele ki çakma avrupalı olup dünyayı kendime güldürmeyi hiç istemiyorum.

    dağ komando olarak askerlik yaparken benisveçli kız arkadaşım ile havalı havalı ingilizce konuşurken, sonradan şehit olan erzurum/hınıslı kürt çavuşum türkçe bilmeyen annesi ile konuşamıyordu bile. bunun vebalini, günahını kim ödeyecek?

    ben bunları haykırdığımda vatan haini olurum, bölücü olurum, atatürk düşmanı olurum...

    bunlar gitti. bu ruh hastaları devretti ellerindeki sopayı, şimdi de öbürleri geldi.

    arap tarzı yaşamayı da sevmiyorum arkadaşım. benim çocuğumun namusu, giyimi, kız ya da erkekler ile hangi ortamlarda olacağı seni neden ilgilendiriyor? elektriğini, suyunu, kirasını benim ödediğim evimde nasıl yaşarsam yaşarım, bu seni neden bu kadar rahatsız ediyor? kadınlardan neden bu kadar çok korkuyorsun? gençler seni neden rahatsız ediyor? sana ne benim ibadetimden, vatan sevgimden?parasını benim ödediğim içkimden sana ne?

    şu ülkenin pırıl pırıl beyinleri kaçarken ilgilenmiyorsun da; allah'ın gariban bangladeşli, kenyalı çocukları "sarı gelin" türküsü söyleyince kendin ile gurur gurur duyuyorsan duy. bana ne? ama senin yüzünden bu ülkenin geleceği olan bilim insanlarını, sanatçılarını, gençlerini neden kaçırıyorsun bu ülkeden?

    ben arap olmak istemiyorum. ben fatih el-aziz, fatih el-kadı olamam. olmam için zorlayamazsın beni.

    bak güzel kardeşim... bir sığıra, bir kütüğe anlatır gibi anlatayım...

    evet, alkol kötü bir şeydir. aklı başında hiçbir insan alkolü savunmaz. kaldı ki senelerdir bazen iki tek atan, bazen de götü dağıtacak kadar içen ben bile alkolü savunacak değilim.

    ben, beni bildim bileli sigara içerim mesela. üç sene önce bıraktığım halde tekrar başladım. neden? keyif olsun diye, iş olsun diye. severim sigarayı. yolda yürürken, yatmadan önce, uyandığımda, mutluyken, sinirliyken içerim ben bu zıkkımı. büyük konuşmayayım ama geberene kadar da içeceğim.

    kapsamlı sigara yasağı getirdiğinde en çok ben sevinmişimdir. neden? benim üç kuruşluk keyfim yüzünden uzun yolda, kapalı alanda, hamilesi, yaşlısı, astım hastası çıkardığım duman yüzünden zarar görmesin diye. çocuklar bir yemek sonrası keyif ile sigara içtiğimi görüp özenmesin diye bu sigara yasağına en çok ben sevinmişimdir. sonuna kadar da destek oldum kendi çapımda.

    finlandiya, amerika, rusya ve diğer avrupa ülkelerinde alkol problemi vardır. neden vardır? finlandiya'nın ya da rusya'nın kışlarını bilir misin ya da isveç falan... ben iyi bilirim. uzun, karanlık, soğuk ve ülke kültürlerinden gelen yalnızlık. mesela isveç'te gebersen, gece saat dokuzdan sonra öz ananı bile arayamazsın. insanlar yalnızdır ve geçim derdi, gelecek kaygısı olmadığından rahattır. ne olur sonra? tipik avrupa ya da amerika, bilemedin rusya'nın en büyük sorunlarından birisi olan alkolizm çıkar ortaya. bu yüzden bu devletler mümkün olduğu kadar alkolü sert kurallar ile sınırlar. kızabilir miyiz? hayır.

    gelelim türkiye'ye...

    türkiye ne arap ne avrupalıdır. italya, yunanistan, ispanya gibi akdeniz kıyıları olan; biraz tembel, çenesi düşük, aile yapıları sağlam ve kendi yemek kültürü bulunan bir ülkedir. tam olmasa da, çok yobaz yerler hariç, genelde bir akdenizli tadında yaşar hayatı.

    mesela... yarım saat kar yağsa işe gitmez. bunu bir alman'dan bekleyemezsin ya da eksi 30 derecede işine giden bir norveçli ile kıyaslayamazsın bizi, çünkü biz avrupalı değiliz.

    onlar gibi içmeyiz mesela. genelde alkol ihtiyaçtan değil; muhabbet için, ortam için, iki lafın belini kırmak için içilir. türkiye'de hayat, avrupa'daki gibi hafta içi saat dokuzda bitmez. yalnız insanlar değiliz biz. mangal, balkon sefası gibi içimize işlemiş geleneklerimiz var. bizler avrupalılar gibi yalnız, kuralcı, iki hafta sonrasını bilen insanlar değiliz. dostları, sevdikleri ile bir dere kenarı, bir masa, bir balkon, bir kaldırımda iki tek atan insanlarız.

    zeki müren var mesela, neşet ertaş, müslüm baba var. kavun var, beyaz peynir, tavuk kanadı var. bunlar bir kültürdür. içmek bu ülkenin bir kültürüdür. bir finli ya da rus gibi bir şişe votka ile oturulmaz masaya. saatlerce hazırlık yapılır rakı için, ya da maç seyrederken bir bira değildir mesele. beraber küfür edecek arkadaş lazımdır.

    korkma; ağzına değil götüne içen adamlar da bir zıplar, iki zıplar, indiriverirler aşağıya. bu ülkede otokontrol vardır. kimse içip içip, seni yerlerde sürükleyip kafana işemez. çocuğu ile yürüyen bir kadına bulaşacak kadar gözü kararmış bir sarhoşun paçasını indirecek delikanlılar her zaman vardır bu ülkede.

    anlayacağın bu ülkeyi avrupa ya da amerika ile kıyaslayan, suudi arabistan ya da iran'a özendirecek zihniyetin aklına şaşarım. hele ki bu soğuk ve tek eğlencesi hafta sonu içip içip anıran mutsuz insanlara dayatılan kuralları bize dayatmaları ya da çöllerde gözleri, gönülleri kör olmuş bir toplumun gerçeklerini ben kabul etmem.

    en büyük gelir kaynaklarımızdan biri turizm. insanlar buraya içmeye geliyor. senin ülkene yıllık gelen turist sayısı, o örnek verdiğin finlandiya'nın nüfusundan fazla. ama bu kadar kontrol altın alırsan bu zıkkımı, kendi bacağına sıkarsın. tabanına yaranacaksın diye turizmden bu kadar ekmek yiyen insanların bacağına sıkmak art niyettir...

    daha uzar gider bu... örnek çok ama neresinden bakarsan bak elinde kalıyor.

    madem bu kadar bizi, gençleri, sağlığımızı düşünüyor devletimiz. bana avrupa ya da arap kültürünü dayatacağına, obez, embesil bir nesil yetiştiren börgır, makdanılts, kola gibi şirketlere ağzını açıp bir kelime et, kontrol altına al ya da bu ülkeden def et! sana söz, eşek gibi anıracağım sokaklarda. bu amerikan tarzı gıda satan yerler inan iki bira ya da bir şişe rakıdan daha zararlı bu ülke için.

    anlayacağın düşündüğüm ve rahatsız olduğun için alkolü, gençleri kadınları anlatıyorum. yoksa çocuk tecavüzlerini, çocuk işçileri, kafayı sınavlardan ve ucube sınav sisteminden sıyırmış çocukları anlatsam anlamazsın. görmüyorsun çünkü. görebilsen; el ele dolaşan çocuklara kafayı takmaz, kız arkadaşı ile çimenlere uzanan gençten rahatsız olacak zamanı bulamazsın bu dertler ile uğraşmaktan. ama görmüyorsun, görmek istemiyorsun bu ülkenin gerçek sorunlarını. öncekiler de görmedi, şimdikiler de görmüyor.

    benim kendi ürettiğim taze sebze ve meyveyi ucuz yiyebilmem için onu rusya'nın gümrük kapısından çevirmesi lazım. neden? kontrolsüz kullanılan ilaç ve hormon yüzünden. o gavur, komünist, allahsız diye höykürdüğün rusya'nın kendi vatandaşına yedirmediği ilaçlı, hormonlu sebzeyi sen bana yedirince vicdanın rahat mı?

    neyse... anlat anlat bitmez!

    devletin görevi çocuk yetiştirmek değildir. devletin görevi çocuklara özgür, yaşanabilir, yarınlarından korkmadığı bir ülke için uğraşmaktır. beni avrupalı ya da arap yapmaya harcayacağın zamanı, bu ülkeye harcasan belki de burası birbirini seven insanlarla dolu, daha yaşanır bir ülke olur.

    ne dertmiş bizimki de! sırası gelen sopayı eline alıyor, vuruyor da vuruyor kafamıza. çember sakallı yobaz ile mini etekli yobaz arasında pek fark yok. sırası geldiğinde kendi doğrularını dayıyor. benim ya da onun doğrularına saygısı yok. "saygı göster" dediğimde de eline alıyor sopayı. mesela ne sağ ne sol, ne de başka bir zihniyet. kimse kimsenin renklerine, doğrularına, inançlarına, sevinçlerine ve üzüntülerine saygı duymuyor bu ülkede.

    ben bunları haykırsam alkolik, ayyaş, din düşmanı ve vatan haini olurum.

    üç tarafı denizlerle çevrili, her bölgesinin kendisine göre farklı kültür ve yaşam biçimi olan, yer altı, yer üstü zenginlikleri, dört mevsimiyle her yıl mülyonlarca insanın gezmeye doyamadığı bu ülke insanı sırf sizin hastalıklı düşünceleriniz ve dayattığınız yaşam biçiminizden dolayı avrupalı ya da arap olmak zorunda değil. siz dayattıkça çocuklar ölüyor, gençler kaçıyor, anneler ağlıyor bu ülkede.

    çoğunluğun ne istediği beni ilgilendirmiyor. seçim, referandum, sandık şu bu beni ilgilendirmiyor. ben sana "kapımın önüne işeme!" dediğimde sen bana "mahalleye soralım, onlar olur derse salonun ortasına bile sıçarım!" diyemezsin. yirmi daireli bir apartmanda on beş dairen var diye balkonda zurna da çalamazsın. benim inancıma, dinime, yaşam biçimime saygı duymak zorundasın. fazlasın diye bana kendi doğrularını dayatıp, senin gibi yaşamam için beni zorlayamazsın. ister başımı kapatırım, ister götümü açarım.

    bırak kardeşim yakamı! alevi olurum, dindar olurum, ayyaş olurum, ermeni olurum size ne?!

    boş ver benim karımın, kızımın namusunu. yediğimi içtiğimi. sen önce şuna cevap ver. kadınlardan ne istiyorsun? gülmesi, hamile kalması, konuşması, eteği, yapacağı çocuk sayısı seni neden geriyor? kadınları neden hedef gösteriyorsun? ne yaptı kadınlar size? hadi bizi adam yerine koymuyorsunuz. sizin karınız, kızınız, anneniz, teyzeniz sormuyor mu "sizin kadınlar ile alıp veremediğiniz nedir?" diye.

    kadın tecavüzleri, öldürülen kadınlar, şiddet gören kadın meselelerine şiddet gören kadın meselelerine neden biraz olsun kafa yormuyorsunuz? en acısı d; hiç mi utanmıyorsunuz?

    senin ibadet ve yaşam tarzının beni cennete götürmeyeceğini biliyorum ben. sen de benim günahlarımdan sorumlu olmadığını bir anlasan, o kadar güzel olacak ki.

    bırakın fatih emmerson ya da fatih el muhtalip olmayayım ben. sadece fatih olarak kalayım. biraz tanısanız, biraz dinleseniz belki beni bana bırakırsanız, beni böyle daha çok seveceksiniz..

    (copy paste değil, alınteri. yazım yanlışım varsa affola.)
  • yayın evinden her baskı için bana gönderilen kitaplar diyarbakır’dan, edirne’ye kadar adini, ismini bilmediğim bana bir şekilde ulaşabilen birçok insana gönderdim.
    kendime sadece her baskıdan birer adet ve birkaç arkadaşıma ya da benim ile tanışmak için yanıma uğrayıp bir selam verene dağıtıldı.
    sanal alemin asosyal ergenlerine laf yetiştirecek ya da kendimi ispat edecek kadar dibe vuracağımı hic tahmin etmezdim ama kahpe’nin erkeği, kadını olmuyor maalesef.
    ulan kansız gavat.
    ben bu kitabin reklamını bile yapmaya tenezzül etmedim burada. birçok kişi bilmez bile kitap su bu.
    ulan vicdansız , allah'tan kormaz, kuldan utanmaz omurgasız kahpe bari sunu oku.

    korsan kitap/@angutyus
  • kapitalizm ve hayat üzerine "derin" fikirlere sahip kişi.

    --- spoiler ---

    sauna var, havuz var, terliyorsun keseleniyorsun. sonra kendine geliyorsun gidip bir daha sikiyorsun çok afedersiniz.
    daldık içeri.
    olm manyakmısın ne güzel kız yapmışşın kendine ne işin var paralı orospu ile.
    dedimya kardeşim ben insan değilim ki. paskalda zaten piçin bayrak sallayanı.

    girdik içeri. taktık peştamal tarzı bir havlu. aldık biralarımızı. bu saunalara her hürlü adam gelirdi. stress atma mekanlarıydı buralar. çoğu üniverste öğrencisi kızlar çalışırdı.
    siktiğim kapitalizmi kendi çarklarını döndürecek beyinleri önce kendi kurduğu düzen de bi güzel sikiyordu.

    --- spoiler ---
  • kanayan bir yaraya parnak basmistir;

    "lan bide bu tom curuse denen o lavuğun kokteyl filmi harbiden sikti bizim jenerasyonu. gavatın oğlunun gazi ile barmen olma furyası başladı amnk. ben de bu rüzgara kapıldım galima. ananı sikim tom cruse."
  • hikayesinin tamamını okumak için bütün gecemi ayırıp, sabaha kadar 192 sayfa dolusu entry okuduktan sonra (lan artık kafayı yiyecem anlatmam lazım/@angutyus) şeklinde aratarak da başlıktaki angutyus entry'lerini okuyabileceğimi fark etmem de ayrı bir olay amınakoyim.

    edit: inci sözlük'teki başlıktan bahsediyorum, ekşi sözlük'teki /@ fasilitesini biliyoruz tabi.
hesabın var mı? giriş yap