• matematikte 0 (sıfır) neyse anksiyete de odur, gelmesiyle beraber her şeyi sıfırlar hayatınızdaki. planlarınız vardır, mesela 15783 tane plan yapmışsınızdır ama o gelir ve bu planlarınızı sıfırla çarpmak zorunda kalırsınız. önemli bir toplantınız vardır, o gelir toplantıyı sıfırlar, gidemezsiniz. sevdiğiniz biri vardır, görmek istersiniz, o gelir kimseyi göremezsiniz. en kötüsü de insanlara açık açık bunu dillendiremezsiniz, yalanlar söylemek zorunda kalırsınız. o yalanları aklınızda tutmak zorunda kalırsınız. kimse bilmez, çeken bilir. eve kapanırsınız ama orada da rahat vermez size. sadece mal gibi durma hakkınız vardır. en sevdiğiniz kitapların kapağını açamazsınız, okumak istediğiniz o dergiyi okuyamazsınız, en sevdiğiniz müzikler size huzur vermez, evdeki birçok eşya ile yüzeysel ve mesafeli bir ilişki başlar aranızda. yatakta bile rahat rahat uzanamazsınız. mona hatoum'un homebound'u gibi sanki tüm eşyaların etrafından elektrikler geçer, öyle kolay kolay dokunamazsınız. evdeki her şey işlevselliğini yitirmiştir, siz de.

    depresyonda daha iyi üretenler varmış, bilmiyorum. bana pek mantıklı gelmiyor. belki de seviye farkı vardır, belli düzeydeki bir depresyon belki de gerçekten üretmeyi tetikliyordur. ben daha çok gözümden tek bir yaş gelmeden toprağın altına gömüldüğümü hissederim. bi kız arkadaşımın evinde içsel anlamda oldukça zorlandığım bir gece geçirirken sessizce yatağa uzanıp tavana bakmaya başlamıştım, inşallah anlamaz da rezil olmayız diye geçiriyordum içimden. o da yanıma yattı, beraber tavana bakmaya başladık. her şey yolundaymış gibi davrandığımı düşünüyordum, "soner" dedi. "efendim?" dedim. "sen ağlıyorsun şu anda, ama içine" dedi. yani birinin yanında gizlemeniz de zordur öldüğünüzü.

    aşık olanları kıskanırım, küçük şeyleri büyütenleri kıskanırım, sevip sevilmediği için ağlayanları bile çok kıskanırım. çünkü bunlar duygularınızın ne kadar canlı, ne kadar bu dünyada olduğunuzu gösterir şeylerdir. suratınızda 'devlet ciddiyetinde çaresiz' bir ifadeyle uyumazsınız, heyecanlı olmayı özlersiniz ve kimse bilmez önemsiz bir şeyi heyecanlı heyecanlı anlatmak ne kadar önemli bir şeydir aslında. geçen gün bir mekanda derbiyi seyrettim. ne çok heyecanlı geri zekalı insan vardı. onlar adına mutlu oldum. her pozisyonda ayağa kalkıp, hakeme küfrediyorlardı. müthiş bir dünyalılık ve varoluş gösterisiydi, son derece imrendim. erkek arkadaşına şirin gözükmek için fanatik fanatik hareketlerde bulunan formalı kızlar da vardı, çok antipatiktiler. açıkçası onların kıskanılacak bir tarafı yoktu, o kadar da değil yani. sorsan galatasaray'ın kalesinde kim var bilmez ama camide babasının hareketlerini taklit ederek namaz kılmaya çalışan çocuklar gibi erkek arkadaşı neye sinirleniyorsa sinirleniyor işte, o yaş için komik. ama siz yine de salak salak şeylerden duyduğunuz heyecanların kıymetini bilin, gerçekten.

    ancak bu berbat ruh halinin iyi bir tarafı da vardır. çünkü bazen rahat bırakır sizi, o sıra dünya sizindir. yeryüzü ile aranızda yatay değil, dikey bir ilişki başlar. olduğunuz yerde kıpırdamadan seyahat edebilirsiniz, sarının tüm tonlarını görebilirsiniz ve her şeyden zevk duyabilirsiniz. madde falan kullanmadan, tamamen doğal bir hissiyattan, yüksek bir algı düzeyinden bahsediyorum. rüzgar erkoçlar ile röportaj yapan birisi ona "çok zor zamanlar yaşadınız, bi ara fırıncıda işe girdiniz, yerleri silerken çekilen fotoğraflarınız var, çok zor günlerdi dimi?" falan dedi. çocuk da ona "o anlar benim hayatımdaki en mutlu anlardı" dedi. röportajı yapan anlamadı. rüzgar fırıncıda ilk kez hissettiği gibi kabul edilmişti. kimse ona acayip acayip bakmamıştı, ilk kez hissettiği bedendeydi ve fırıncı onu tanımamıştı. aksine, rüzgar erkoçlar ped reklamlarında hayatının en zor günlerini geçiriyordu ama hiçbirimizin haberi yoktu.

    depresyon, anksiyete vesaire..uzun ve istikrarlı biçimde sürdüğü zaman bir tür detoks yapar vücudunuza. mutsuzluk detoksu. zerre mutluluk kalmaz içinizde. "madem unutacaktın, beni neden yarattın?" kıvamına gelirsiniz. ama o detokstan sonra, yani tünelin ucundan çıktığınız zaman bir sonraki tünele kadar dünyanın en mutlu insanı artık siz olursunuz. çok acayip bir andır. bunu da kimse bilmez, çeken bilir. en güzel şeyleri siz üretirsiniz. ve önemli olan; iki tünel arasındaki mesafeyi olabildiğince uzatmaktır. başaranlara tebrikler.
  • tedavisi dört aşamalıdır

    1- böyle bir hastalığınız olduğunu kabullenme
    2- bu hastalıktan size bir bok olmayacağına tüm benliğinizle inanma
    3- ilk iki maddeye kendinizi inandırma
    4- 3. maddeyi koşulsuz kabul etme ve anlama...

    kişi kendini disipline edebilirse hastalığı siklememe durumuna geçiyorsunuz otomatikman. buna istinaden de 1 yıl içerisinde etkisi çok hızlı bir biçimde azaldığını gönül rahatlığı ile söyleyebilirim...

    savaşmak gerek...
  • haber vererek gelse keşke... gelmiyor ama. böyle pat diye geliyor. uzun yıllar geçirince anlaşılabiliyor az çok geleceği ama yine de insan böyle bir şeye nasıl hazır olabilir ki yani. dalga dalga, tsunami gibi geliyor. 'o kadar hızlı yaklaşmıyor dalgalar kaçabilirim' diyorsunuz ama her seferinde hop suyun altında hissedilen o ciğer yangısı. o sırada ben: annemin gündelik yaşamından kesitlere gülümsüyor, işlerimi hallediyor, arkadaşlarımla hoş beş ediyorum halbuki. dışarıdan günlük güneşlik, içerden kar kıyamet havalar. bizim de çekecek çilemiz varmış demek. göreceğimiz gün yokmuş.

    dışımdan anneme: canım seni çok seviyorum!
    içimden: beni doğurduğun güne lanet olsun! bu kadar sorumsuz olmayı nasıl başardın hain kadın!
  • abi dünyanın bütün kaygıları, bütün yükleri senin omuzundaymış gibi geliyor. elin ayağın uyuşuyor. yüzün, gözün, burnun hem uyuşup hem karıncalaşıyor. korkudan ne yapacağını bilemez hale geliyorsun. özellikle gece uyumadan önce gelirse, sabaha kadar uyutmuyor. midenizin ağzına sıçıyor, bazen kusturuyor. ertesi güne iştahsız ve zorla yemek yiyerek başlıyorsunuz. bir lokma ağzınızda dönüp dönüp duruyor. zorlayınca yine kusuyorsunuz. dünyanın bütün kaygıları, gelecek korkusu, yaşam korkusu, her türlü korku sarıyor bedenini. fiziksel etkileri bazen bir haftayı sürüyor.
  • o ana kadar, psikolojik hastalıklara inanmıyorsanız, her şeyi kendinizin çözeceğine inanıyorsanız ve ilaçların placebo etkisi yarattığına inanıyorsanız; aslında ne kadar yanıldığınızı gösterecek olan ataktır.

    ağır depresyon'un bir sonraki aşaması olarak nitelendirilebilir anksiyete ve çağımızın en yaşanması güç psikolojik rahatsızlıklarından biridir.

    bir anda, ortada hiçbir sebep yokken önce nefes alışverişleriniz güçleşir, vücudunuz titremeye ve soğumaya başlar. istiyorsanız o an dünyanın en mutlu insanı olun, sebepsizce ağlarsınız. "noluyo lan?" demeye kalmadan düzensiz nefes alışverişleriniz size bulunduğunuz ortamı zindan eder. baskı, ezilmişlik, boğulma duygusunu takip eden fiziksel belirtileriniz çevreden de fark edilmeye başlanır.

    sonra durur düşünürsünüz; neden bunca zaman ego kastım da, bütün problemlerimi kafamda çözmeye çalıştım dersiniz. inatlaştığınız gerçeklik size tokat gibi vurduğu anda, bilinmezliğin getirdiği korku, sizi daha da kötü bir noktaya sürükler. tedavi olmazsanız ataklarınız sıklaşır, mutsuzluğunuz artar ve içinizdeki korku büyümeye başlar. (bkz: gelecek kaygısı)

    psikolojik rahatsızlıklar, sanılanın aksine güçlü insan hastalıklarıdır, bunu unutmayın. kafasına takan, içselleştiren, duyguları olan dirençli, sorgulayan, çok fazla düşünen empati sahibi bireylerin başına gelir. sorun sizin çözememeniz değil; bilinçaltınızın üzerinde kontrol sahibi olmamanızdan kaynaklanır. bu yüzden tedavi olmayı sakın ihmal etmeyin.

    ve en önemlisi, utanmayın.

    edit: anksiyete ile ilgili daha çok bilgi almak istiyorsanız;
    (bkz: #76894500)

    edit: entry numarasının değişmesi.
  • bir insanın yaşayabileceği en kötü psikolojik deneyimlerden biri. bende de alkol ertesi yaşanmaya başladı. öyle modu bozuk olma falan değil. bildiğin kriz geçiriyorum. kalp atışlarım hızlanıyor, normalde 60 olan nabzım 120'lere çıkıyor, inanılmaz bir suçluluk duygusu içimi kaplıyor, çok kötü bir şey yapmışım, herkes benden nefret ediyor, rezil olmuşum duygusu içimi kaplıyor. büyüyor büyüyor. sonra ağlama nöbeti. ama sanırsınız annem öldü. öyle katıla katıla.
    düşman başına vermesin. çok çok kötü.
  • her geldiginde neden geldiğini düşünmeme neden olan bela.
    artik alıştım dersiniz ama her seferinde ilk defa oluyormuscasina telaslanirsiniz.
    genelde ölüm korkusu olduğunu düşünüyor disaridan bakanlar. ama tam tersi. zaten ölüm gibi bişey oluyor. hatta ölümden beter olabilir. o kadar korkunç birşey ki ölüm tatli gelebiliyor. narkoz verilse de uyutulsaniz, şikayet etmeyecek kadar çaresiz hissediyorsunuz.
    yillar geçtikte duyguların hissedilmesinde artma veya azalma olmuyor, yalnizca suresi kisalabiliyor. yani telkin yardimi ile eskisinden daha kisa bir surede sakinlesebiliyorsunuz.
    hersey nerde başladı, kayış nerde koptu diye dusunmenize sebep olur sonra. kurtulmak icin bir tedavi yöntemi arar durursunuz. bugun beni bu beladan kurtarmak için hayatım boyunca calisip kazandigim ve kazanacagim tum paraları isteseler hic düşünmeden veririm. o derece.
  • yaşamdan koparır sizi. bedensel ve duygusal faaliyetlerinizi sağlıklı bir şekilde devam ettiremezsiniz.
    ölseniz daha iyidir yani

    en mutlu anınızın bile baştan ayağa ve ışık hızı ile ağzına sıçabilen durumdur.

    her şey normal ve seyrinde giderken aniden üzerinize hucum eden o kara bulutların gelişini hissedersiniz elbette. yavaş yavaş içinizin de gözlerinizin de kararması ve gerçeklikten kopmak an meselesidir artık.
    duygular ile birlikte fiziksel etkileri de hissedilmeye başlar.
    ilk önce boğazınızdan yukarı doğru alevler çıkmaya başlar, eller titrer hemen ardından terler, bacak sallanır ve elbette gözler dolar. panik ve korku ele geçirir bütün vücudunuzu.
    gerçeklikten soyutlar sizi.
    siz mi?
    istemsizce bu hisse sebep olan o olayın gerçekleşmesini beklersiniz cenin pozisyonunda bir ileri bir geri sallanırken. çünkü bir şey olacaktır. başka türlü içinde olduğunuz bu durumun hiç bir açıklaması yoktur.
    ya sevdiklerinizin birinin başına çok kötü bir şey gelmiştir.
    ya aldatılıyorsunuzdur.
    ya anneninizin veya partnerinizin canı fena halde sıkkındır.

    sonra aramaya başlarsınız bir bir. her telefon çalma sesi sonrasında karşınızdakinin cevap vermesini kalbiniz ağzınızda beklersiniz. sonra açar telefonu ve sorarsınız;
    "nasılsın? iyi misin? bir sorun yok di mi?"
    sorudan sonraki o cevabı beklediğiniz o 1-2 saniye aklınızdan geçenlere siz bile şok olursunuz.
    hele bir de aradığınız kişi telefonu açmasın. işi olsun vs.
    işte ondan sonraki süreç için hissedilenler az da olsa şu şekilde açıklanabilir belki;
    "çin işkencesi hissettiklerim yanında cennet kalır"

    çoğu zaman neden olduğunu bile anlamazsınız.
    gelir ve hayatınızın merkezine yerleşir.

    ondan başka hiç bir şeye odaklanamazsınız.

    işinizi yapamazsınız. sevdiklerinize zulüm edersiniz. çünkü her şey artık tehlikedir. ve işin acı tarafı da, atak ile yoktan var olan kaygıları o kadar çok hissedersiniz ki her bir hücrenizde, yoktan var olan kaygılar gibi gerçek kılarsınız korkularınızı.
    sizden uzaklaştığından kaygılandığınız sevgilinizin üzerine gitmeden bu durumun gerçek olup olmadığını öğrenmeye çabalarsınız. kaygı ile birlikte bu süreci elinize yüzünüze bulaştırırsınız ve sizden uzaklaşmamış olan sevigilinizi kendi ellerinizle her şeyin içine sıçarak ve de sıvayarak uzaklaştırırsınız kendinizden.
    soğuduğunu çok net hissediyorsunuz di mi? zaten şimdiye kadar soğumadıysa da sizin bu saçma ve anlamsız hal ve hareketlerinizden sonra soğumaya başlayacaktır.

    şöyle de olabilir mesela; patronunuz veya müdürünüz her an atabilir sizi işten. zaten işinizi de doğru düzgün yapmıyorsunuzdur. ve hatta müdürünüz bir kaç zamandır size bir garip davranıyordur belki, memnun olmayabilir mi yaptığınız işten acaba? kesin kovulacaksınızdır en kısa sürede. bu kaygı geçirdi mi bir kere bedeninizi ve duygunuzu eline, zaten kaygı duyduğu her bir madde bir bir gerçek olmaya başlar. kaygılandıkça daha geç kalırsınız işe, kaygılandıkça bulaşır her şey elinize yüzünüze. unutursunuz her şeyi. berbat edersiniz.

    geri dönüşü var mı tüm bunların? dağıtılanları toplama şansı? elbette ki yok. her şey çok kötü ve daha da kötü olacak.

    hem dünya'nın kendisi çok boktan değil mi zaten? insanlar kötü. hepimiz kötüyüz. yaşamak çok anlamsız. saçma sapan kalıplar ile yetiştiriliyoruz. doğ, büyü (büyürken ölmemeye veya tecavüze uğramamaya çabala), oku (saçma sapan bir yarış içerisinde başkalarının yani ailenin egolarını besle), çalış (bir yarış içerisinde haksızlıklara uğra, emek harca fakat asla karşılığını alama), evlen (hayatındaki insan ile alakalı milyonlarca kaygı ile yaşamaya çabala), çocuk yap (bence kesinlikle yapmamalısın, sana da yazık doğmamış çocuğa da) öl.

    dünya'daki herkes çok bencil değil mi? gerçekten kendi hayatlarımıza o kadar gömülmüş haldeyiz ki kafamızı kaldırmıyoruz. hiç bir şeyin farkında değiliz. hem dur bir saniye senin bunları hissetmeye hakkın var mı? bir kadın seni olduğundan bir tık az seviyor diye kahrolurken ya hayatta kalma mücadelesi içerisinde yok olan onca insan? kime yardım ettin şimdiye kadar? ne yaptın? neden varsın? saçmalık. varoluşun bile saçmalık.

    her şey çok saçma.

    dünya çok kötü

    insanlar çok kötü.

    hiç bir şey eskisi gibi olmayacak. ve sen asla bir daha mutlu olamayacaksın.

    anlıyor musunuz?
    bence kesin anlamıyorsunuz ve hatta anlamaya dair de bir çabanız yok.
    ve hatta sizce bu okuduklarınız, hayatı boyunca doğru düzgün acı çekmemiş bir kadının dikkat çekmek için yazdığı cümlelerden ibaret. samimiyetten uzak.

    anlıyor musunuz?
    bence anlamıyorsunuz ve anlamayacaksınız da.
  • tam tüm günün yorgunluğunu atmak için bir sigara yakmışsınızdır , işte o an sizi bulur. bu allahın belası şeyin tedavisi de yoktur. istediğiniz kadar psikoterapi, ilaç neyin tedavisi görün, genlerinizde varsa hep ordadır. geldiği an nasıl siktiredeceğinizi öğrenmişseniz, benim gibi birkaç satır entry girerek de rahatlayabilirsiniz.
    ne ilk ne de son demek işe yarıyormu bilmiyorum ama her seferinde aynı şeyi söyleyerek kendini biraz olsun avutuyorsun. altında yatan sebebi google'da tansiyon düşmesi, `düşük tansiyonlu insanlar hangi besinlerden uzak durmalı` gibi türlü biçimlerde ararsın, sonra hiçbir fiziksel sorun olmadığına kendini inandırırsın ve kalp atışları normale döner. kafanın içindeki o öküz oturduğu yerden kalkınca bir rahat nefes alırsın ve herşey normale döner...
    edit : durun! tedavisi yok yazmışım halt etmişim!!! psikoterapi ve eşzamanlı olarak ilaç tedavisi uyguladım. ilaçları 1 aydır kullanmıyorum. bakalım gelecek ne gösterecek. kabusumdan uyandığımı söylemek istiyorum. tekrardan o kabusları görmemek ümidiyle..
  • berrrbat bir sey, su dunyada icinde olunabilecek en boktan durumlardan biri, hele de insan arasindaysan.

    kendi kendineyken geldiginde en azindan deli gibi yurumeye baslayabiliyorsun ve kendinle konusmak cok ise yariyor bu anda, dusunmek, aklindan gecirmek degil bayagi bayagi konusmak, sesinin kulaklarina carpmasi.

    ben ozellikle adimi kullanarak konusuyorum bu durumlarda, gececegini soyluyorum ust uste ust uste, genelde ise yariyor ama o kalbin bir anda oyle bir saha kalkiyor ki, o kalp atisini kulaklarinda duydugun an daha cok panikliyorsun, panikledikce daha da cok atiyor kalbin, ve o donguden cikabilmek icin iste o kendini telkin sart.

    eskiden yasayanlari duyardim da anlayamazdim, insanin kendini sakinlestirememesi garip gelirdi ama gercekten allah dusman basina vermesin, kabus gibi geliyor bu ve artik bir noktadan sonra ne zaman gelecek diye korkmaktan odaklanamiyorsun normal hayatina.
hesabın var mı? giriş yap