• tariflere gore dunyanin en kolay yeri olmasi gereken bi apartmani bi turlu bulamaz ve bi deney faresi olarak ayni sokaklarda mutemadiyen dolanirken aniden bastirdiginda bile guzel olabiliyormus sehrin yagmuru,ben bugun bunu gordum.sonra converse'lerin guclu emis ozellikleri ve yanlarindaki iki adet delikten de mazgal mazgal su almalari sebebiyle sigindigim pastanede,fonda sacma sapan bi sekilde sevdigi bi sarki calarken ve ben uc gundur zaten pek de ara vermedigim aglamami surdururken,camlardan suzulen damlalara bakip tam da kendimi kasvetli bi fransiz filminde gibi hissetmeye baslamistim ki,bi otobus bi arabaya tamamen manasiz bi sekilde,sirf yagmur yagdigi icin yani,carpti,soforler sirilsiklam olarak kavgaya,yolcular her kafadan bir ses seklinde soylenmeye basladilar.o zaman farkettim ki olaylar şanzelize yerine kizilay'da cereyan ediyor,yedigim kurvasan degil en sahanesinde peynirli pogaca,ve ictigim de en ince bellisinden bir bardak cay.fransizlik hissi gecince kasvet de bitti aninda,ciktim apartmani buldum sevine sevine.
  • ankara sıkıcıdır. ankara taştandır, gridir. kimse farkında değildir ama kahvesi çok güzeldir. insanları ya fazlasıyla formal ya da fazlasıyla kopuktur. yasadışı madde kullanımı kimse farkında değildir ama ortalamanın üzerindedir. ankaralı müzik grupları ciddi bir atılım içerisindedir, kendilerine has bir elektrikleri vardır. ankara adamı depresif kılar, depresyon yaratıcılığı körükler. bir de bunca katalizöre, sonu gelmek bilmeyen, vıcık vıcık, yapışkan, buğulu, çöp suyundan yağmuru ekleyin; tek bir denklem kalır elinizde: ankara = seattle.
    kurt cobain'i kim ola ki bu şehrin? inci reçeli kavanozu ne vakit açılıp dökülecektir ki önümüze? ses bahçesinin küçük kapısı ne zaman kırılacaktır? alice'i zincirlere kim vurmuştur?
    nirvana'ya ne vakit ulaşacağızdır?
  • zaten karanlık olan evlerin daha da karanlık olmasına yol açar, ve tabi insanın içini karartır.

    dolayısıyla:

    en güzeli ankara da, yağmurda, sokakta olmaktır. yürürken bizzat ıslanmaktır o yağmurla.. bulutlarla beraber ağlamaktır.. rahatlamaktır akabinde.. ve gülümseyerek evin yolunu tutmaktır..
  • soyunup denize girme dürtüsünü eksik bırakan olay. eksiklik kısmı tabi ki ankara'dan kaynaklanmakta. ama baharı güzel ankara'nın. sen de çıkıp ağaçlara sarılırsın yağmur yağdığında.

    (bkz: alternatif)
  • şehrin çükü tuttuğunun resmidir.
    istisnasız her taraf göl olur, kızılay meydanı bile. yüzerek metroya ulaşınca o saçma salak ekranlardan melih gökçek el sallar. "ankaram ankaram canım ankaram bak ne güzel çalışıyoruz. her taraf fıskiye, her taraf abidik gubidik ışıklarla bezeli park, her hafta ayrı bir salak şarkıcı konseri, peluş hayvanat bahçesi de yolda geliyor" der gibi. alt yapıya dokunamazsınız tabi. o kadar zahmetli ve şovu olmayan bir işi niye yapasınız ki...
  • masa kahverengi. birileri aşk hayatımı soruyor. sevgilim yok, birisi var ama diyorum. yağmur yağıyor bir yandan. "o"nunla mesajlaşıyorum. telefonumun şarjının bitebileceğini söylüyorum. bir an duruyorum. sadece yağmur sesi geliyor. masaya bakıyorum. kahverengi. gözleri açık kahverengiymiş ama bence çok açık kahverengi, ela denilesi diye düşünüyorum. "peki ben o mesajı neden attım?" diyorum. niye o endişelenmesin istiyorum? onu nereye koyduğumu anlamaya çalışıyorum. yine masaya bakıyorum. hala kahverengi. masa 20 yıldır kahverengi. onun gözleri 23 yıldır.

    hala yağmur yağıyor. yağmur yağınca ıslanmalısın demişti.
    uzakta. onla ankara'da yağmurda ıslanmayı dilediğimi fark ediyorum. yenilgiyi kabullenişimle beraber gülümsüyorum; "sırılsıklam olmak, bu yağmurda, çok güzel olurdu."

    yağmur yağınca, ıslanmalıyım; ankara'da. onunla.

    karar veriyorum. o geldiğinde, karşıma geçtiğinde soran gözlerine vereceğim cevabı belli.

    zaman geçiyor. bir ekim cumartesi günü geliyor. yağmur yağıyor deli gibi. saçlarım o geliyor diye fönlenmişken durmaksızın yağan yağmur sayesinde, olağandan üç kat çirkin halde ona hediye etmek üzere aradığım kitabı bulmak için kitapçıları dolaşıyorum. bir türlü bulamıyorum. bir şiir kitabı görüyorum, adında yağmur var diye alıyorum. edebi beğenileri bir sözcük hatrına kenara itiyorum. kitabın ilk sayfasının üzerine bir not yazıyorum. o not bir soru olacak sonra, biliyorum, şaşırtacak.
    sırılsıklam karşısındayım.
    yağmur yağıyor.

    yağmur yağıyor, ıslanıyorum.
    bir doğa olayını biriyle paylaşmak istediğinde, o birinin yerini iyice düşünmek gerektiğini biliyorum.

    bu kasım öğleninde yine dönüp kahverengi masama, üzerindekilere bakıyorum. bana uzun uzun mektup yazdığı rulo şeklindeki kağıt gözüme çarpıyor, gülümsüyorum.
    hava güneşli, yağmur yok. bugün ankara'da yağmur yok. bu sefer kuru yaprakların üzerine basa basa onla yürümeyi düşlüyorum.

    biliyorum, söylemiyorum. söylemiyorum, biliyor.
  • ankara da yağmur baharda güzeldir. temizlenir şehir. toprak kokusu bile duyulur hatta.

    ama kışın yağan yağmur berbattır. pis bir yağmurdur çünkü. soğuk yağar, sert yağar. canını yakar insanın. üşütür. ankara sonbaharın şehridir. kış yağmuru ithal gibidir. başkasına, başka topraklara, başka şehirlere aittir. ama ankara'ya değil.
  • yorgun, karli ve buz gibi bir kis sonrasinda ilkbahari karsilamaktir.
    sanki sokaklarin icinden gecerek * evlerin acik pencerelerinden iceriye deniz kokusunu getirir yagmur ankara'ya... aslinda bugun ankara'da yagmur, bir kadin saci olmustur artik, yeryuzune dokulen...**
  • son bir saattir yağan ve az önce doluya çeviren, son günlerin en güzel doğa olayı.

    (bkz: küresel ısınma)
  • gri şehrin* tüm kirliliğini sokaklardan akıtıp götüren, şehri temizleyen, ruhu dinlendiren durumdur. hatta gri şehirin en güzel halidir.
hesabın var mı? giriş yap