• sakince yürürseniz bir gece ankara’da, şehrin o karmaşasından, kalabalıklardan ya da artık eskisi kadar özenli olmadığınızdan farketmediğiniz tüm değişimleri -hele biraz alkollü biraz da düşünceli iseniz- tüm gerçekliğiyle yüzünüze çarpar bu şehir. sizin için anlam ifade eden her şeyin nasıl değiştiğini anlarsınız. (bakın ben bugün bunu yaptım tadında da olsa entrynin geri kalanı, kendimce anlatabilmek için bazı şeyleri, bunu yapmaya mecbur görüyorum kendimi, ankara’da gece vakti yürüyüp de aklımda kalanları yazıyorum.)

    “sıcak tuzlama çorbası ve alkol damarlarımda dolaşadursun, tunalı’dan aşağı inerken ve bestekar sokakta (yerfıstığı, corvus sonra hayyami ve aşağı doğru devam eder ya böyle) alabildiğine dönen dünya, kızılay'da fransız kültür civarında artık “yerine oturmuş” gibi. ve tübitak’ın terasından gördüğüm kadar hareketli değil artık sokaklar. ankara'ya özgü bir sakinlik yine, alışığım buna.

    happy days’in önündeyim. iki uzakdoğulu kız, memleketimin kır pidesini yiyerek geçiyorlar önümden. happy days, üniversite yılları’mın happy days'i. o günler ne güzeldi. unutmadan yazmak istiyorum ne varsa. kristal'in önünden aşağı doğru seyirtirken kolej'e, bir polis arabası görüyorum solda duran. derken bir daha, bir daha. mavi kırmızı ışıklar yoluma ve yüzüme vuruyor. iki uzun saçlı adam, soğuktan sarınarak paltolarına, kağıda sardıkları kutu biralarını içiyorlar karanlıkta.

    metro han - pink arasını hatırlamıyorum. pink el değiştirmiş bu arada. çiğköfte satıyordu içeride başörtülü bir teyze. laz fırın zaten yok olmuş. borcum vardı oraya. hüdaverdi'ye gelmeden, bir zamanlar film ve müzik cdleri aldığım kolej metro durağının taşları üzerinde bir çocuk görüyorum. paltosu ve ayakkabıları ona çok büyük. yaşam büyük geliyor çocuğa. metro durağının ışığı altında bir tartı, tartının üzerinde onbeş kuruş... o kadar... çalakalem yazıyorum. umarım bunları okuyabilirim sabaha.

    kolej'in önünden karşıya geçerken sağ tarafımda 3-4 katlı binaların arasından dev apartmanlar görüyorum. dikiliyorlar bir kilise (veya şapel) gibi. kurtuluş parkı sol tarafımda. ağaçlar daha büyük park daha karanlık. tam ortada alttan aydınlatılmış, bir türk bayrağı var yüksek bir gönderde. ben küçükken yoktu.

    eve gitmek istemediğim için bu gece arkadaşıma doğru gidiyorum. onun evine doğru yürüdükçe çocukluğuma dönüyorum. ne dalları kalmış ağaçların alçak, ne de o dallara tırmanan küçük çocuk. ağaçlar gibiyim, ise bulanmışım, üşüyorum ve kalabalıkta ve karanlıkta kayıp hissediyorum.

    sağ tarafımda marketin kırmızı neonlarından kayıyor gözüm ilerideki benzin istasyonuna. katkılı süper 0.000 ytl. bundan sonra katkılı süper alacağım. hem katkılı hem süper hem de çok ucuz. iki vitesli oyuncak ferrari de hediye (iki vitesli ve oyuncak olmasına rağmen ferrari sahibi olmayı istemek nasıl bir dayatmanın ve yozlaşmanın sonucu, şu an anlayamıyorum).

    ikiyüz metre kala eve üç tane sarhoş geçiyor yanımdan ellerinde biralar ama kağıda sarılı değil bu sefer. onlarla konuşuyorum biraz. soğuk işledi kemiğime ve bu sayede bilincim tamamen açık. ne bu bitmez yalnızlık ne de uçup giden hayallerim tutamaz beni. tek kelimesini unutmadan yazmak istiyorum ve hızlanıyorum kalan kısa yol boyunca.

    sokak lambasının ışığı kaçak kömür dumanı yüzünden puslu. altında durmuş taksicinin biri, kanyak şişesinden bir yudum daha alıyor taksinin içinde. tek ben değil; ankara sarhoş bu gece.

    eve girip yatağın üzerine atlıyorum. bunları yazarken arkadaşım battaniye getiriyor, ev soğuduğu için üstümü örtmemi söylüyor. “mektup mu?” diye soruyor yazdığımı görünce. mektup . anlayana mektup, anlayana yardım çağrısı bu.

    odamın çocukluğumdaki hali gibi çivit mavi boyalı bir odada yataktayım. fransız kültür'ün önünden beri aklımdan geçenleri, yürüdüğüm şehri düşünüyorum. onbeş dakika soğuk gecede yürüdükten sonra açıldı alkollü benliğim. hava çok soğuktu, kıpkırmızı oldu yüzüm. geceyarısını geçtim. yazmayı bırakmadan bir iki not daha alıyorum unutmamak için hiçbir şeyi, artık bir karşılık beklediğim bu şehirden.

    ayaküstü konuştuğum o üç sarhoş aklıma geliyor;

    "- abi artık bir çorba parası atarsın..
    - niye trafik polisi mi oldunuz?"

    gülüyorum.
  • sürekli yağmur yağıyor son günlerde mevsim gereğiyle. iş çıkışı iyi bir ıslanıp eve giden yolda üşüdükten de sonra tokat yemiş gibi oluyor insan. hem de iyisinden bir tokat, iliklerde beş parmaklık iz bırakan. inanmayın o şarkıda söylendiği gibi "yağmurun küçük elleri" olduğunu savunanlara, onlar ankara yağmurundan tokat yememişlerdir daha.

    yine de ankara'da yürümenin yağmurda daha güzel olduğu gerçeğini değiştiremiyor, yediğimiz bu "gri" dayaklar. ve gülü seven dikenine katlanır da değil bu aslında, hem şarkı nasıl devam ediyordu hatırlasanıza: "bütün güllerden derin…"

    neyse, başlayalım ilk adımla. şu güzel coğrafyada kime "ankara" derseniz size "kızılay" der mutlaka. en "gri" ve en sadık "bir kelime bir çağrışım testi klişesi" bile olabilir bu hatta. her neyse, bir zamanlar yerinde semte ismini veren tarihi kızılay köşkü’nün bulunduğu, şimdi ise yıllardır beklediği yedieminde duran bitmemiş iş merkezinin tam önü yürümeye başlamak için -hem de bu yazıda kullanmak için- güzel bir nokta. google earth'e kızılay yazınca size göstereceği noktadan başlayarak simit fiyatının gittikçe düştüğü sıhhiye istikametine yürüyelim mesela ilk başta.

    atatürk bulvarı'nın bu kesitinin anlatılması gereken özellikleri sol taraftaki o pasajlar, mağazalar, bankalar ıvırlar zıvırlar değildir, bir melih gökçek icraati olan "halk otobüslerinin otobüs duraklarında duramaması"dır. bir de bu yolun orta refüjü fatih sultan mehmet'in ankara'yı da fethi engellenmek istenmişçesine zincirlenmiştir. biraz da geometik bilgi verelim; kızılay binasından sıhhıye orduevine kadar olan bu alanın tam ortasında izmir caddesi girişi ve izmir caddesi'ni yolun karşı tarafındaki tuna caddesine bağlayan dar merdivenli üst geçit vardır. bu mevki her daim kalabalıktır, simit kokuludur, kazıkazancılıdır.

    zincirlenmiş "gri haliç'e" paralel yürüdüysem, sıhhiye orduevine geldiysem, artık ulus tarafına doğru gitmem ben, u dönüşü yapıp necatibey caddesi'ne girerim ve gmk ile kesiştiği yere kadar yürürüm. yol boyu her iki yandaki telefoncu vitrinlerine bakip "benim telefon da eskidi ama bu ay olmaz, önümüzdeki ay değiştiririm artık" kendimi kandırmaları arasında gmk'dan geri dönüp izmir caddesi'nin bitişine kadar tekrar gelir ve ters yönden izmir caddesi'ne girerim. bu caddeyi hep sevdim ben. yürürken gülmesi kolay bir cadde bu, ben pek yürürken gülemem de. hele çevremde adı lazım değil baş harfi i şahsına oy verenlerin olduğunu düşündüğümden genelde achilles abimizin zıplayıp kılıç geçirme hareketini yapıp, hiçbir şey olmamış gibi yoluma devam etmek isterim. yine neyse, geldik en civcivli yere: izmir caddesi'ne necatibey'den girip tekrar atatürk bulvarı'na kadar yürüyünce, siz şu ana kadar farketmeseniz de kocaman bir a harfi çizmiştir bu aylak bacaklar. evet, deli emin akıllı olsun: kocaman bir a harfi. aklıma geldi de; "esasında o kadar büyük olduğu zaman f de güzel olur. *"

    evet, ne işe yarar bilmem ama kocaman bir a çizdim ankara'ya. isteyene ankara'nın a'sı. isteyene aylaklığın, avareliğin a'sı. aşkın a'sı belki de, kimbilir. ve bunun gibi başka harfler de çizdim ben, yukarıdan bakınca bir şeye benzeyen, anlamlı bir kelimeye tamamlanan. onlara, o her bir harfe, bu yazıda anlattığıma -yazdığıma değil yürüdüğüme- avarelik dediler, aylaklık dediler yıllarca.
    hem de hiçbir şey bilmeden;
    (bkz: #10914944)
  • aksam saatlerinde esattan baslayacaksin, hava cok soguk olacak, her yerde kar ve ankara ayazi.

    tunaliya ineceksin kalabaliga karisacaksin, sonra kugulu parkta soluklanacaksin. segmenlere dogru yokusu cikacaksin, o en yukardaki bufeye ugrayip tost yiyip, cay iceceksin. segmenlerin icine dalip bi sigara yakacaksin. kari, etrafini izleyeceksin.

    sonra da nereye gitmek istiyosan oraya devam edeceksin.
  • ankarada yedek subaylığımı yaptığım dönemde hem işsiz güçsüzlükten hem de haftada 100km yurumek konusundaki takıntımdan dolayı yaklaşık 13 ayda sokak sokak tüm ankarayı gezerek tamamladığım eylemdi. yıl 1996 ekşi sözlük o zaman var olsaydı güzel bir sokak sokak ankara patlatırdım tabii *

    ankara da aynı zamanda kişisel "bir günde en fazla yürüme rekorumu da" kırmıştım. yaklaşık 50 kmlik parkur balgattan başlıyarak önce dikmen tepesinin arka tarafında gölbaşı manzaralı araziden geçiyor, yıldız mahallesinden geçerek türkili mahallesine iniyor, orada çok arkalardan dolanarak cebeci kızılay ulus tandoğan bahçelievler ve dikmen olarak sona eriyordu (eeee bu 50 km etmezki demeyin) bu 42 km lik kısmıydı tam yatıp uyuyacakken arkadaşın dürtüklemesi ile sinemaya (tunus caddesi girişine) git gel ile o gün 50 km'yi tamamlamıştım

    ankarada yürümek kışın ayazda yazın tozda yürümektir ama hiç terletmez diyerek bitireyim
  • tunalı'da, bahçeli'de, sabahın sessiz başlangıcında ya da ayın parlattığı bir gecede sevgiliyle elele yapılan haz verici eylemdir.. ilk keşfedilen ankara'da her yerin 10 dakikalık yürüyüş mesafesinde olduğudur.. tunus'dan tunalı'ya, ankaray'dan 7. cadde'ye cinnah'tan kuğulu'ya.. yürüyüş bittiğinde ayaklarınızda hissettiğiniz hafif sızı yerini sakin ve huzur dolu bir benliğe bırakır..
  • sevgi soysal'ın yürümek romanında yapılandır biraz; ama daha çok yenişehirde bir öğle vakti'ne tekabül eder. can dündar'ın bir sohbetinde söylediğine göre ise, istanbul'dakininin tam tersine sırtını duvara vermeden yapılabilendir. benim için ise askerliğin sıkıcı çarşı izinleridir sadece.
  • çankaya'dan yokuş aşağı bir kaptırırsın, kızılay'da hızını alamayıp yoluna devam eder de kendini ulus'ta bulursun. daha öteye de gitmek ister ama yolun bundan sonrası pek keyifli değildir yürümek için.
  • ciddi ciddi sabir ve calisma gerektiren bir istir; tecrube etmek isteyenler hemen kizilay-karanfil sokaga gidebilirler mesela. zira orada kimse duz yurumek nedir bilmez gibidir; insanlar tuhaf ve ani hareketlerle size carpip durular. bu yuzden sinirliyseniz "bari yuruyuse cikayim" diye bir secenek ankara'da soz konusu olamaz.

    zaten dusunuyorum da, bir ankarali (sehrin merkezinde yasiyorsa) kafa dagitmak icin yuruyuse cikmaz sanirim..
  • emek için hak için kolkola yapılanı da sıkça görülür, makbuldür.
hesabın var mı? giriş yap