• ben ilk okuldayken sobalı bir evde oturuyorduk. soba salonda, salonda karşılıklı iki çekyat var; babam benimle, annem abimle yatıyor geceleri. sabah okul için yedide falan kalkıyoruz. annemle babam her sabah bizden en az bir saat önce kalkar, babam sobayı yakar, annem kahvaltıyı hazırlar salona getirirdi. ayrıca bir leğen ve sobanın üstünde ısınmış su, yüzümüzü banyoda yıkayıp üşümeyelim diye. ve her akşam okuldan eve geldiğimde aynı sobanın yanında bir tabak meyve olurdu, ben geldiğimde ısınmış olsunlar diye.

    biri için bunları sadece anneyle baba yapar.
  • 14-15 yaşlarındayken hep dua ederdim, annemle babam ya ölsünler ya da boşansınlar diye. ikisi de birdi gözümde, kardeşlerime de ben bakacaktım, ne anneme ne de babama muhtaç etmeyecektim hiç birini. annemle babam o derece uyumsuzdular işte. annem ayrı, babam ayrı bir huydaydılar ve biz 6 çocuk nasıl büyüdük hiç bilmiyorum. yanımızda asla kavga edip tartışmadılar; ama birbirinden nefret eden bir çifttiler ve biz çocuklar hepimiz ayrı bir çatlak, kırık, manyak bireyler olduk. ortak yönlerimiz, asabiyetimiz, güvensizliğimiz ve inadımız oldu. birbirlerinden bağımsız bakıldığında mükemmel, beraberken dengesiz ve öfke dolu bu ebeveynler sayesinde de kendi mutsuzluğumuza mahkum olduk gittik.

    ömür geçti, geçiyor.

    geriye dönüp baktığımda şöyle baba başlığında yazanlar gibi bir vecizli sözü bırak, örnek alacak bir davranış bile sergilememiş bu kişi, yani babam. her sözü bir açık aramaya meyilli, söylediğimiz hiç bir şeye asla inanmayan, dinleme özürlü bir adam, en büyük derdi laf dokundurayım da utandırayım olan bir adam. ha evet gerçekten de karnımız tok, sırtımız pekti, hiç eksiklik çekmedik o açıdan. ama içmeye giden bir baba, içmesini istemediği için her eve geldiğinde sinirden kudurmuş bir anne, beraber bir yere gidildiğinde yanyana durmayan, elele tutuşmayı geçtim kolkola bile girmeyen, biri ileride biri geride yürüyen iki insan. erkek olanına baba dedik, o gitti babalığını tek oğluna yaptı. ayrımcılığın kitabını yazdı da, evlatlarımı ayırmam dedi durdu her yerde. gözümüzün içine baka baka hem de. düşünün taşındığımızda bile evdeki eşyaları annemle ben taşırdık katlara, babam ya kenarda durup direktifler verir ya da ortalarda olmazdı hiç. ilkokuldaydım...

    annemse başlı başına bir hikaye. tüm entry'leri toplasanız onu anlatmaya kesinlikle yetmez. öyle bir kadın.

    yine de anne ve baba bildim işte, annemizdir, babamızdır dedim ve isyan etmemeye, ses etmemeye çalıştım. ama tabi bana söylenen hiç bir şeyin de altında kalmadım, bir yerde ben de susmadım...

    son zamanlarda daha bir üzerime varıyorlar, annemle tek birlik oldukları nokta bu oldu. beraberce beni hizaya getirmek yani. söz dinleyen, onların bulduklarıyla evlenecek, kızını onların doğrusuna göre yetiştirecek biri olmam için elele verdiler ve üzerime vardıkça varıyorlar. 14 yaşıma döndüm yeniden, o ergeni dize getirmeye çalışıyorlar hâlâ. anlatamadığım bir dünya şey var aslında; ama laf uzar. gerek yok oysa, uzasa düzelecek mi sanki? ya da bir mucize olup, burayı okuyup da anlayacaklar mı hatalarını? sanmam, hayat o kadar kolay değil.

    yaklaşık iki haftadır, isyandayım. kavgaysa kavga ediyorum onlarla, kaçınmıyorum bundan. yeter artık yani değil mi? ben de insanım bir yerde, neyi doğru yaptılar ki bana bir de akıl veriyorlar, değil mi?

    değil işte, beşbin kere söylediğim bir şeyi bana tekrar sorduğunda ve bunu babama söylediğimde boynunu büküp "kızım artık unutuyorum ben hep." dediğinde ya da ettiğimiz bir tartışma sonucu o gece annemin sabaha kadar rahatsızlandığını duyup telaşla kalkıp yaptığım ilaç getirme ya da doktora götürme teklifini yüzüme bile bakmadan reddettiğinde bitiyor isyan. anne ya da baba küstüler mi bir anda bitiyor hem de.

    haklılığımın peşinde değilim, hiç bir vakit olmadım da. bazen, bir meselenin haklısı ya da haksızı olmaz; farklı farklı bakış açılarıyla olaya bakanı olur. annemin benimle ilgili söylediği bir şey var: "seni ben doğurdum; ama kim büyüttü bilmiyorum." der hep. bizim olayımız da bu galiba, bir türlü aynı pencereden bakamadık hayata.

    neyse, uzuyor yine kelimeler... ne dertliymişim arkadaş...
    kısaca diyeceğim odur ki, anne ve baba dediğimiz kişiler, ne olursa olsun bir türlü bağımızı koparamadığımız kişilerdir ve şimdiye kadar olanlar sebebiyle bir çocuk olarak onları hiç affetmesen bile, yaşlılık sebebiyle mazur görmeye meyilli olursun. anne ile baba vicdani yükümlülüktür ve en sevmediğinizi sandığınız anda bile bir bakarsınız ki, onlara bir şey olacak diye dört dönmektesinizdir.

    anne ve baba, bir zamandan sonra üzülmemesi gereken kişiler oluyorlar.
  • onlar buradaydılar, yaşadılar ve şimdi sanki hiç yaşamamışlar gibi beni kendi ölümlerine hazırlıyorlar. ne kendi hayatlarına sahip çıkıyorlar ne de kendi hayatıma sarılmam için yüreklendiriyorlar beni. hayat dediğimiz şu "fani dünya" onlar için üzerinde durulması, oturup düşünülmesi bile gereksiz bir ayrıntı sadece. ne tuhaf, korksalar da ölmek istiyorlar.

    onları her gördüğümde gözlerinin içine bakıyorum. orada küçücük bir hayal kırıklığı, anlamsız, onları yiyip bitiren gereksiz bir öfke, çok eski yıllardan kopup gelen bir özlem, (çökelekle sarılmış bir yufka dürümü kokusu mesela) bir yaşama tutkusu arıyorum ama yok! (yaşamayı sevmek utanılması gereken bir zaaf onlar için.)

    sanki onlar hiç olmamışlar, arkalarında koca bir ömür bırakmamışlar gibi bakıyorlar bana. "sen hiç olmadın, o gün geldiğinde arkanda hiçbir şey bırakamayacaksın." der gibi bakıyorlar.

    ben ölmek istemiyorum, onların da ölmesini istemiyorum. küçümsüyorlar beni bu yüzden, eline verilen oyuncakla kendinden geçen salyalı bir çocukmuşum gibi bakıyorlar bana. öyle değil oysa. dünya kötü, biz kötüyüz ama yaşamak gerek; hatırlamak, özlemek, hayal etmek, mutsuz ölmek gerek.

    "bana neden böyle bakıyorsun baba" diye sorar kızım sık sık. suçlu hissederim her yakalandığımda. dünya kötü evet, burada iyi bir şey bulmak zor, ama yine de "hayal et" diyorum ben o kız çocuğuna. "yüreğini mutluluktan patlatacak coşkulara, aşka, korkuya, hayal kırıklıklarına, geçmişin gözlerini toprakla dolduran izlerine ve geleceğe sahip çık. düşünme ölümü, çünkü ölüm diye bir şey yok. hem korkma, varsa bile ben hiç ölmeyeceğim."
  • ömrünün en güzel yıllarını geçirebileceğin ikili.
  • varlıklarını hissettikçe, hatırladıkça huzur bulduran yaşam kaynaklarıdır.

    hayat yoldaşlığında ortaya çıkan zorluklarda birbirlerinin eksik olanlarını tamamlamaya çalışırken, o durumda bile sizi düşünmeye çalışanlardır...
  • hayatı, hayatımı zindan etmelerine rağmen, bir başkasının asla laf edemeyeceği iki insan olur kendileri. birbirlerini de bizi de yiyip bitirseler, yine de sadece bu dünyaya getirip, ama iyi ama kötü bir şekilde besleyip büyüttükleri için, okutup meslek sahibi edindirdikleri için saygı duyulup, ona göre muamele edilmesi gereken kişiler aynı zamanda.

    bu söyleyeceğim belki acımasızca ve merhametsiz hatta vefasızca gibi gelebilir okuyana. söyleyeceğim yine de.

    yüreğimi özürlü bıraktıkları için suçluyorum onları. evet ve hâlâ kendilerini sevip sevmediğimi bilmiyorum. sanırım bunun cevabını, sadece tam anlamıyla onları kaybettiğimde alacağım. tabi ben onlardan önce ölmezsem.

    bu düşündüklerim ve burada yazmadıklarım için, allah beni affetsin.
    ve onları da affetsin, kendilerini birbirlerinden korumak için doğru bildikleri şeyi yaptılar. can havliyle akıllarına geleni yaptılar. olan sevme/sevilme özürlü bize, yani çocuklarına oldu.

    kendi kızım için umarım bir şeyleri doğru yapmışımdır sevgi adına, sevgimi ona verebilme adına.

    *
  • ve diğer ölümcül şeylerle birlikte çocukların kabusu.
  • aklın anneden, ruhun babadan gelen genlerde kodlandığına inanıyorum. bilinçli ya da bilinçsiz bir tercih yapmadıysanız anne ve babanız arasında, demem o ki özgürse ebeveynlerinizle ilgili eleştirel yönünüz, düşünce ve alışkanlıklarınız da annenizin gölgesini, içinizde daha derinlerde babanızın sesini bulursunuz. o yüzdendir ki, anneyle kırgınlıklar yaşanır, babayla bildiğin kırmalı dökmeli kavgalar. annelerin haklılığı her daim aklın süzgecinde doğrulanır, amma velakin babanın haklılığı için yaşın kemale ermesi, tecrübe edilmesi yani ruhun eğitilmesi gerekir. hayatta ki tezatlık burada da kendini gösteriyor, göründüğü gibi olmayan her şey gibi, zamanla çıkıyor ortaya. metayla ilişkilenen baba figürü ve maneviyatla ilişkilenen anne figürü, insanoğlunun yanlış algılamalarından biri daha olabilir kanımca. en çok baskılanan tarafın daha çok sürgün vermesi gibi. yüzünüz ve gözleriniz ruhunuzun izlerini taşır.
  • kendi yarattıkları dünya içerisinde evladına/evlatlarına bir yaşam şeklini dayatmaya çalışan çift. anne babanın çocuklarına karşı vazifeleri var mıdır? vardır. kendi doğurduğun aciz yaratığı ayaklarının üzerinde durdurmaya mükellefsin. hatta hangi standartlara göre yetiştirdiysen o standartların altında bir gelecek de temin etmek olmaz. üstelik tüm bunlar evlada verilmiş bir lütuf değil, bir borçtur. bu şuur insanoğlunun nesillerce medineleşebilmesinin kaynağıdır. her birey özgündür, anne ve babası bir kısıt içerisine sokmadığı sürece...
  • bebeğimi aylık kontroller için hastaneye götürdüğümde randevu kontrol yapılırken anne adı:bıdı bıdı bıdı, baba adı: bıdı bıdı bıdı mı dediklerinde gözlerim doluyor. ama her defasında. birisi bu bebeğin annesi olduğumu teyit edince içim coşuyor aptal gibi. sanki bir tek ben mi anneyim ama doluyor gözler işte. acayip duygulanıyorum. evet evet benim annesi benim. babası da o. o bizim.

    allah akıl fikir versin bana. amin. sadece mutluyum başka hiçbirşey değil aslında bunun sebebi.
    çoook harika bir dünyaymış anne-baba dünyası. allah isteyen herkese nasip etsin.
hesabın var mı? giriş yap