• küçükken çok istediğim bir şeydi. annemin sürekli kavga ettiği kişi üvey babam değil de kendi babam olsun isterdim. babam sorumsuzluğun dibine vurmuş bir insandı ama bağırmazdı, şiddet uygulamazdı, en fazla ''git başımdan'' derdi anneme. hemen ardından da kendi çıkıp giderdi evden, ne zaman döneceği meçhul bir şekilde. bizimkiler -daha doğrusu annem kendi kendine- tartışırken hiç yüreğim hoplamazdı. ama üvey babam en ufak tartışmayı bile kavgaya dönüştüren, sonrasında ise acımasızca şiddet uygulayan bir insandı. kendi babamdan bir tokat bile yemedim ama annemi elinden almak için araya girdiğim anlarda bu adamdan çok darbe yedim. çürüklerin bir önemi yok. hepsi geçti gitti çoktan. diğer taraftan şimdi çok normal bir insan değilsem, üvey babamın payı büyük. belim kırıldığında, yerimden kıpırdayamadığım dönemde yan odada annemi döverken ''gelseneeee! girsene arayaaaa!!! hadii nerdesiinn?'' diye bağırması hala kulaklarımda.

    annemle boşanmalarından sonra tam beş yıl dişimi sıktım ve intikamım gerçekten çok soğuk oldu. içim hiç rahatlamamış olsa da o yaratığın bundan sonraki yıllarını bok gibi geçireceğini bilmek tek tesellim. gözümün önünde yavaş yavaş parçalara ayrılsa bile ne fark eder ki? benim bir allahın gecesi huzurla yatıp uyuyamadığım yıllarım geri gelmeyecek. sokakta yürüyorsunuz ve birden hiç alakan olmayan bir adam annene tekme tokat dalıyor. kurtarmaya gücün yetmiyor. şikayet edebileceğin kimse yok. başbakanın oğlu gibi bir konumda sana göre. sonra sokağa her çıkışında bir yerlerden o adam gelecek de yeniden annene saldıracak mı diye panik içinde oluyorsun. ki sık sık geliyor da. sekiz yıla yakın, benim için ''ev'' öyle bir sokaktı.

    şimdi dalga geçenler oluyor, ''kemalettin tuğcu gibi yazıyorsun'' diye. üvey baba içime çok işledi, belki ondandır. belki daha birkaç yıl önce bana ''sen olmasaydın, biz hiç boşanmayabilirdik'' diyerek, eski kocasını hasretle anan annem yüzündendir. doğru. köpeğimi kim olduğunu bilmediğim birine verdiğinde ya da öldürdüğünde -hangisi olduğuna hala emin değilim- her şeyi sineye çektiğim gibi, susmalıydım. boşanma olana kadar her gün adamın karşısına geçip dayak yemeyi göze alarak küfretmemeliydim. adamın yıllarca tacizine uğradığım oğluna tabak fırlatmak benim neyime? hele bıçak çekmek, öldürmekle tehdit etmek gibi bir kız çocuğuna hiç yakışmayacak çirkin hareketler... böyle böyle getirdim mükemmel evliliklerinin ve ''aile''mizin sonunu. belki babam beni yanında götürse, herkes mutlu olabilirdi. kimse boşanmayabilirdi. ama olmadı. çünkü babam ben o cehennemi yaşarken, gidip bir elin parmakları kadar yeni çocuk yapmayı tercih etti. ya da belki kimseyi suçlamamam lazım. belki ben beynim hasta bir şekilde doğdum. her şey o yüzden yaşanıyor. rahatsızlık verdiğim tüm insanlardan özür dilerim.
  • kız kardeşin bana en sonunda "boşanırlarsa sen babamda mı kalırsın? ben annemde kalmak istiyorum ama seni de bırakamam. sen de annemi seçsen?" demesi benim durumun ciddiyetini kavramama neden olmuştur. ben de kalktım bu sürekli kavga olayına "biz aramızda konuştuk, ben yetişkin olduğum için velayetim filan yok, dedik ki en iyisi beraber eve çıkalım. siz de artık kendi aranızda birbirinizi mi yersiniz yoksa ayrı evlere mi çıkarsınız çok sikimizde değil." dedim. sonra kız kardeşle ortamı terk ederken çocuk babama dönüp "sen kadın ruhundan anlamıyorsun!" diye bağırdı ve ortam şenlendi. dur bakalım bir dahaki sefere bu kadar gülebilecek miyiz kadın ruhuna.

    "psikilojimizi bozdunuz! ablam zaten normal değil!" dedi lan bir de... bu çocuk tek başına mı eve çıksa acaba?

    bizim evi analiz edecek olursak "sürekli" kavga dönemi 2002 yılında bitmişti aslında. uzun süre ufak tefek şeyler oldu ama üzerinde kimse durmadı. 90larda evde sandalyeler koltuklar havada uçuştuğundan benim kavga eşiğim oldukça yüksektir. ağlarım mağlarım kendi kavgalarımda ama biri önümde koltuk kıracak olsa verdiğim tepki kitlenip kalmak olmaz. sadece bu görütülerin verdiği bir "koltuk kırılmıyorsa kavgayı uzatıp karşı tarafın ebesini sik" stratejim var. (kurtulmaya çalışıyorum hâlâ) yalnız kız kardeş koltuk davalarında yoktu. onun bildiği en büyük kavga babamın kadın ruhundan hiç anlamadığı ve annemin "git kendine bir ev tut ve orda rahat rahat surat asıp sus" diye bağırdığı kavga. bir de ayrı odalara geçip ağlamaları ve ertesi gün ikisinin de bana birbirlerine duyduğu aşkı anlatmaları var(dı). son olayda annem aşktan falan değil "ayrılırsam kardeşin çok etkilenir mi sence? önce bir psikologla mı konuşsak?" gibi şeylerden bahsetti.

    sevgili anne babalar,
    ayrılın canlarım. hatta bu kadar da beklemeyin. sonra oturup "bu çocuk niye böyle oldu?" diye beraberce ağlıyorsunuz çünkü. "bu çocuk neden bu kadar çok ilaç kullanıyor? neden bu halde?" önce aynaya bakalım, sonra çocuğa üzlelim olur mu? daha bilmediğiniz ne travmalar oluyor... sevgililerimize sarıyoruz, aynı kavga dövüşlerin olduğu ilişkiler yaşıyoruz ve -bak burası önemli- size benzeyen adamlara/kadınlara aşık oluyoruz. sonra otur düşün hayatım annem/babam gibi mi geçecek diye.

    boşanmış ailenin çocuğu olmak geceleri yatak odasının kapısından içeriyi dinleyip "şimdi de masayı kırdı babam. şimdi kapıyı çarpıp gitti. annem ağlamaya başladı sanırım" diye düşünmekten iyidir. ya da sabah kalktığında hiçbir şey olmamış gibi davranan babana kızıp suratı ağlamaktan şişmiş annene sessiz bir savaş verdiği için öfkelenmekten iyidir. boşanmak iyidir yani. ikisiyle de ayrı ayrı kaliteli zaman geçirirsin. ha dersen ki baba siktir etti para vermiyor vs. orası ayrı bir konu. ama bence hep beraber yemeklere gitmeseydik de annemle oturup bu ay sonunu nasıl getireceğiz diye düşünseydik. babama akşamları eve gelmeseydi de telefonla konuşsaydık.

    şimdi kim bana bağırsa veya ben birine bağırsam aynı anda kafamın içinde annemin sesi yankılanıyor "çocuğumu korkutma!" belki de her kavgamda buna ağlıyorum... ne bileyim... sevgilim ağlatırsa annemin ağlamadıklarını da aradan çıkarıyorum.
  • yaş 25. an itibariyle yaşadığım şey. artık kavganın cıkış noktası ben ve kardeşim olmasına rağmen sonrası yıllardır duyduğum şeyler. iki insan birbirlerinden 24 yıl boyunca nasıl nefret eder ve birarada yaşar?
  • sevgisiz ve zoraki evliliklerin sonucu. yoksa aynı yatakta, yan yana yatan iki insan 30 yılın ardından neden kavga etsin ki...
    bir damla sevgi olsa bu kadar acımasız davranmazlardı birbirlerine, eşşek kadar olmuş çocuklarından utanıp yine susarlardı belki de... ama yok işte. sevgi yok kalplerinde.

    "senin ailen - benim ailem" kapışmasından bir adım öteye gidemeyen, dün evlenmiş gibi çocukça hareketler sergileyen ama orta yaşı çoktan geçmiş ebeveynler. size yalvarıyorum... kavga etmeyin artık.
  • kavga etmedikleri mutlu bir pazar sabahı kahvaltı masasında yaşım daha çok küçükken beni ''acaba hep böyle mutlu aileler var mıdır ya. yok lan ama kesin yoktur. olamaz ki böyle bişey'' şeklinde düşüncelere salmış hayatımın büyük kısmının gerçeği.
  • çoğunlukla para'dan kaynaklanan kavgalardır.
    aile'nin reisi olarak adlandırılan baba, eve para getirmeye çalışır. anne de parayı dikkatli bir şekilde kullanıp, kıt kaynaklar ile geçinmeyi sağlar.
    ancak baba'nın eve para getirmemesi yaşanacak kavgaların belirtisidir. eve para getiremeyen baba kendisini alkol'e vurur. ancak bu para belki bir kahvaltı parası olabilir di. sonrasında evde para yok iken, alkol alınmasının kavgası. ve sonrasında gelen küfürleşmeler.
    bu 5 yaşında da böyledir, 15 yaşında da.
    kavgalar ve kavgalar. baba'nın eve sarhoş gelmesi, sonra eşi'ni dövmeye kalkışması. anne'nin dayak yememek için çırpınışları ve kaçışları. bu olayları gören 5 yaşında ki korumasız ve hiçbir şey yapamayan çocuk.
    nedir bu çocuk için en kolay korunma yöntemi, yorganı kafasının üzerine çekip, gürültülerin, küfürleşmelerin arasında uyumaya çalışması.
    bu olayların bitmesi, babanın uyması için ettiği dualar.
    bu olayın 5 yaşında ki boyutu.
    çocuk büyükdükçe artık çevreye karşı rezil olma dürtüsü ortaya çıkıyor.
    evde ki küfürleşmeler dışarıya kadar yanısıyor. ve belki sevdiğin kıza rezil oluyorsun.
    ve büyüyorsun. ama geçen seneler hiçbir şey değiştirmiyor. yine aynı kavgalar ve küfürleşmeler. artık umursamaz oluyorsun. üniversiteyi bitirip, bir işe girip kaçmak istiyorsun. ancak kimi bırakıyorsun, bırakabiliyorsun ?
    küçüklüğünden bu yana hergün bu kavgaları gören birey'in evlenmesi için direkt şartları ortaya çıkıyor. nedir o ? para...
    ev olmadan evlenmem.
    bankada param olmadan evlenmem.
    ancak bunları yaşamamış bir birey için, herşey güzel olabilir. sevdiği kız ve kendisi çalışıp, tuttukları evin kirasını birlikte ödeyip, yaptıkları taksitleri de pekala ödeyebilirler.
    ancak küçüklüğünden beri bu olaylar ile büyüyen bir birey bunları göze olmak istemez.
    sonuç para'dır, efendim.
    paran varsa huzurun vardır; paran yoksa huzurun yoktur. ( orta gelirli bir aile için konuşuyorum )
  • hayatınız boyunca size biraz güleryüz gösteren, sizi önemsediğini ve sahiplendiğini hissettiren herkese tüm kapılarınızı sonuna kadar açmanıza, ortada hiçbirşey olmamasına rağmen canınız gibi sevdiğiniz ve onların da sizi sevdiğini bildiğiniz arkadaşlarınızı kaybetmekten deli gibi korkmanıza, en alakasız insanlarla dahi aranızda geçen en ufak bir soğukluğun sizi uykusuz bırakmasına ve en kötüsü yaşadığınız her mutluluğun anne ve babanızın beraberken eğlendikleri anlar kadar kısa süreceğine inanmanıza neden olan durum. bir de, 5 yaşındayken odasında annesi ve babasının boşanması için dua edişine şahit olduğunuz küçük bir kardeşe sahipseniz, suçlu gördüğünüz tarafı günün birinde affetmeniz artık olanaksız gibidir.
  • kim haklı, kim kime hayatı dar ediyor banane lan. ben sizi çekmek zorunda mıyım? arkadaş her allahın günü kavga olur mu bir evde. keşke boşansalarmış ama yok onların amacı hayatı çocuklarına zehir etmek. takmayım dersin, ne haltları varsa görsünler dersin ama bi yere kadar dayanabiliyor insan. ne diye kavga ediyorsunuz diye çıkışınca da suçlu siz oluverirsiniz bir anda. lan yirmi yaşına geldim ve tek hayat gayem okulu bitirip şu evden kurtulmak. hani derler ya anne babanın hakkı ödenmez diye, bakalım onlar benim hakkımı ödeyebilecekler mi? böyle hastalıklı, özgüvensiz olmamın sorumluları olarak hesabını verebilecekler mi?
  • ruh hastası bireylerin yetişmesinde en büyük etkendir. nasıl mı? şöyle ki...

    baştan söyleyeyim, psikoloji falan filan okumadım, bu gibi durumlara ne denir bilmem. ben yaşadıklarımı biliyorum, bana etkilerini görüyorum. bundan sonraki bütün yazdıklarım haliyle subjektif olacak. "o öyle değil olum" demeyin yani. ben kendimi bildim bileli ailemle yaşıyorum. üniversite veya başka bir şey için şehir dışında kalmadım hiç. ve yine kendimi bildim bileli evde her gün tartışma olur. bağırıp çağırmalar hat safhada. insan küçükken çok etkileniyor da -mesela ben, sadece kendi aralarında tartışıyor olsalar bile başka odaya geçip ağlar dururdum mal gibi- büyüyünce etkisi azalır sanıyorsun. zamanında aklın yetmediği için üzüldüğüne inandırıyorsun kendini, "bir gün gelecek, bu kavgalar etkilemeyecek beni" diyorsun. ama o öyle olmuyor işte. büyüdükçe zararları daha net bir şekilde görülüyor. bu zararları minimuma indirmeye çalışıyorsun; olmuyor, çuvallıyorsun.

    belki tek değişken sen olsan tartışmanın etkilerini tolere edebilirsin. kendi aralarında didişip durmaları etkilemez ama bir sorun var: sen büyürken onlar da yaşlanıyor. en ufak şeyde sinirler geriliyor, tahammül etme yetileri kayboluyor, yaptığın tek şey o an oradan geçmek bile olsa ucu mutlaka sana dokunuyor. sonuç: herhangi biri sesini çok çok az yükselttiği an gözlerde yaş, evin gerginliğinden kaynaklı sinir harbi, buna bağlı olarak sosyal çevrede asabi biri olarak tanınmak, o dolmuş ruh haliyle insanların çok da önemli olmayan hatalarında patlamak ve en önemlisi ankara aşığı insanın bile -ki bu ben oluyorum- ilk fırsatta şehri terk etme fırsatı kollamasına neden olmak, bu şehirden siktir olup gitmeyi istemek.

    gideceğim sözlük. bir gün karşıma beklediğim o fırsat çıkacak ve ben arkama bakmadan gideceğim. buradan ayrılacağım için tek bir gözyaşı bile dökmeden, içimde en ufak burukluk olmadan...
  • yaşamayanlara anlatılmaması gereken olaylar silsilesi. yaşamayan anlamıyor çünkü. suratınıza anlamadığı bi dilde konuşuyormuşsun gibi bakıyor. sanki hikaye anlatıyorsun. daha çok canın yanıyor... karşındakini de suçlayamıyorsun. bilmiyor çünkü. ne kadar sinir bozucu olduğunu, yıprattığını, yorduğunu ...
hesabın var mı? giriş yap