• başlığın başa kalması üzerine tanım: dinlemesi inanılmaz keyifli olan hikaye

    (bkz: siyah beyaz film gibi biraz)
  • kimisi ulaşılmaz aşklar kadar yorucudur.

    delikanlı üniversite için geldiği büyük şehirde bir ev tutar. bir aile apartımanıdır bu, sultanahmet'te. ailenin büyük oğlu ile de dost olur. yaz gelir, memleketten kızkardeşi gelir. o da üniversite hayalleri ile donatılmış biridir. bekar evini toparlar eder, arada da da abisiyle kolkola gezmelere gider. okulları gezer, atmosferi solur, sonunda bir okula kaydolur ve abinin yanına yerleşir. abi ile apartımanın büyük oğlu zamparalıktadır, çapkınlıkta, bizim kız ise defterinde kitabındadır. büyük oğlanla hiç karşılaşmazlar...

    ve fakat, büyük hanım apartımanın bu yeni çiçeğini çoktan fark etmiştir. ne yapıp ne ettiyse bu ürkek ceylanı ağına düşürememiş, oğluna da evlensen artık diyememiştir... * ve kader ağlarını örer. beklenmedik bir zamanda apartıman girişinde karşılaşır grek burunlu kız ve deli oğlan. deli oğlan ne yapar ne eder, kızı bir çay içmeye ikna eder. uzatmayalım; nişanlanırlar.

    abi ile deli oğlan kore savaşı'na gider, eder ve dönerler. düğün dernekler yapılır. evler bir türlü ayrılamaz bir şekilde ve bizim kız tam avukat çıkacakken hamile kalır. çocuk tersttir, zaman terstir, bebek doğumda ölür... bizim kız deli oğlanı boşar, mezun olur ve staja başlar.

    sultanahmet'te kaçan kovalanır bir aşk başlar. deli oğlan döktüğü binbir dille eski karısıyla yeniden evlenir ve bu sefer apartıman hayatından çok uzakta bir evde atlantis doğar. (ta ta taaa... işte baş belası geldi...)

    aynı ana babanın ikinci evliliğinden olma atlantis'e göre anne ve babanın aşk hikayesi çok ortadadır. evde akşam yemeği hazırlıkları. yemekten önce müzik dolabında çalınan plaklar eşliğinde edilen danslar. ilk televizyon, sonra ilk otomobil, sonra ilk tekne alındığı günlerdeki küslükler... formika ama tabloid olmayan günler ve gecelerde eş dostla geçen bol kahkahalı anlar. içi boş maaş zarfları...

    bazı aşklarda hayat zor geçer. şiir yazan babaya dönüşür balık tutan koca, gider... bizim kız... çiçeği burnunda dul kadın kalakalır.
    devamı için; (bkz: babanın ağlaması/@atlantis)

    * bu entry atlantis'in babasının huysuz ve tatlı kadınına armağandır. bunca yıl tek başına aynı aşkı yaşayan, aynı aşkı tek başına taşıyan anneye... *
  • sinemada çarpışma sahnesi ile başlayan romantik aşkın çocuğuyum:

    kız, önüne bile bakmadan yerinden kalkmaya hamle ettiğinde önünden geçmekte olan uzun boylu yakışıklıya çarpar. kızın annesi tersinden bakar, kız yerine oturur, yakışıklı geçer.

    ya da bir iddianın sonucu:

    kız, kardeşi ile sahilde oturmaktadır. sinemadaki yakışıklı da arkadaşlarıyla beraber birkaç masa ileride. yakışıklının arkadaşları "sen bu kızla gidip konuşamazsın" diye eğlence çıkarırlar. yakışıklı yerinden kalkar, kızın masasına gider, "oturabilir miyim?" der ve red cevabı alır. kısa vadede iddiayı kazanır, uzun vadede kızın kalbini.

    ya da kaç kovala oyununun gizem unsuru:

    kız, annesi ve kardeşleriyle yürümektedir. anne, arkadan gelen yakışıklıyı farkeder. evi öğrenmemesi için yolunu değiştirir. yakışıklı ise, değiştirilmiş rota üzerindeki bir evde ikamet etmektedir.

    genlerimde romantizm var işte, oyalamayın beni modern aşk oyunlarıyla, yemezler!
  • kızımız güzel ve çalışkan delikanlı ise bıçkın, mert ve haylazdır. lisede tanışırlar kızımız delikanlıya "abi" diye hitap etmektedir. dedikya delikanlı biraz haylaz diye... 3 senelik liseyi 6 yılda bitince elbet sınıfın birinde kızımıza denk gelir, ama yaşı yaşına denk tutmaz dolayısı ile... delikanlı vurulur ilk önce, nice mahalle kavgasında çok darbeler almıştır ama aşkın sillesine ilk defa maruz kalmaktatır. zamanla kızın da aklını çeler filizlenir aşk tomurcukları... sonra kız çalışmaya başlar belediyede.. bizim oğlan hala okul yollarında tabi sorunlar yaşanır kavgalar edilir bir gün bıçak kemiğe dayanır kızımız bitti der..... vayyyyyy bunu diyen sen misin? delikanlı takar beline beyliğini gider belediyenin önüne.. kulubeden arar santrali haykırır kızımızın arkadaşına... "ben peygamber allah'ı bağlayın bana" santrai alır bi telaş koşarlar kızımıza.. korku ve aşk galip gelir kaprislere.. haa iyimi olur kötümü sormak lazım lakin sonunda ben olduğuma göre pek hayra alamet olmasa gerek...
  • yoktur...aralarında aşk olsaydı anne-baba olmazlardı...

    edit: brehhh brreeeeh brehhhh, nasıl da hunharca kötülenmiş, herkes leyla ile mecnun'un çocuğu sanki... onlar evlenemediler bile yav...zaten bu sebeple onların aşk hikayeleri aldı başını yürüdü de, bizimkilerinki sadece hikaye olarak kaldı... aralarında aşk mı kaldı ki hikayesi olsun...
  • 4 yaşındayken bir gece yatağınızdan kalkıp salondan gelen zayıf ışığı görmek, aralık kapıdan kafayı uzattığınızda bir yemek masası, bir mum ve karşılıklı oturmuş birbirlerinin gözlerinin içine bakan bir kadın ve bir adam görmek.
    30unuzu geçtiğinizde tanju okan'ın sesini niye bu kadar sevdiğinizi sorgulamayın sakın, o gecenin minicik bir kasetçalardan yayılan fon müziği kazınmıştır bilinçaltınızın en "aşk" köşesine.
  • çoğu zaman oldukça fantastiktir. en azından bizimkilerin öyle... efendim böyle '70'li yıllar... bizimkiler aynı iş yerinde çalışıyorlarmış. babam müdür, annem memur... ahahhah.... ulan baba.... neyse.... babam feci kesikmiş anneme... deli gibi hastaymış. annem de -gerçi şimdi de öyledir ama- tam monaco prensesi modunda... kimseye yüz vermiyor. babam annemin dikkatini çekmek için süper bir yöntem bulmuş. şimdi bunu yazınca bendeki tuhaflığın kökenini de anlayacaksınız.

    evet ne diyordum? ha babam annemin dikkatini çekmek için süper bir yöntem bulmuş. arabası olmasına rağmen annemlerin servisine binmeye başlamış. ama bulduğu süper yöntem bu değil tabii... lan bunu yazsam mı acaba? neyse lan yazıyorum. babamın annemin kalbine girmek, onun beyaz atlı prensi olmak için bulduğu yöntem şu hanımlar beyler:

    her gün servisi bir büfenin önünde durdurmak. evet, babam servise biniyor memurlarıyla... ondan sonra her gün ama her gün bir büfenin önünde "sigara alacağım" diyerek servisi durduruyor. inerken de servisin şöförüne "sen beni bekleme usta, ben koşarım... size ışıklarda yetişirim" diyor. şöför "aman efendim... abi olmaz" falan dese de ı-ıh. olmaz diyor babam. sigarasını alıyor ve servisin peşinden koşuyor. 8 ay boyunca her sabah... sebep: annemi atletikliğiyle etkilemek... ahahhaha....

    annem o dönemlerde "müdür müdür palyoço mudur?" diye bunu arkadaşlarıyla tartıştıklarını söylüyor. babama tüm çalışanları uyuz olmuş bu yüzden... sonuç ne peki? sonuç nesi var mı? ben olmuşum işte...

    babam bu hikayeyle ilgili bir de sır verdi bana: yanında sigarası da varmış aslında...

    - o da mı numaraydı baba?

    - numaraydı tabii oğlum... ama iyi koşardım ha...

    - usain bolt gibi mi?

    - kim???
  • herkese anne babasın aşk hikayesi tatlı gelir, hoş gelir. ama bizimkilerinki torunlara hatta birkaç kuşak sonrasına bile anlatmaya değer bir hikaye. eh, buraya da yazılmayı hak eden türden tabii.

    seneeee 1976. o dönem annem bir bankada çalışıyor. iş dönüşü eve döndüğü vakit, babası tarafından yıllarca kardeşi gibi gördüğü amcasının oğluna sözlendiğini öğreniyor. ona fikri sorulmamış bile. ama anlıyor ki amcası oğlu pek bi niyetli bu işe. dünya başına yıkılıyor anneciğimin. derdini anlatmaya çalışıyor, onu dinleyen yok. annemden büyük 3 kardeşi gibi o da akraba evliliği yapmaya zorlanıyor.

    bir yıl bu kabusla geçiyor. bu süre içinde annem sözü tanımıyor, amcasıyla ve onun oğluyla görüşmeyi kabul etmiyor. eninde sonunda paşa paşa kabul edecek düşüncesiyle hem kız hem oğlan tarafı düğün hazırlıklarını bir taraftan sürdürmeye devam ediyorlar.

    … ve seneee 1977. babam, annemin çalıştığı bankaya geliyor. bankanın müdürüyle samimi oluyor. işlerinden dolayı da sürekli bankaya gidip geliyor. eee babam da anasının gözü tabii. bankada çalışan hoş bir hatunu (ki annem diye söylemiyorum, meşhur bi güzelliğe sahiptir kendileri) gözden kaçırması mümkün değil. müdüre annemi soruyor, kimdir nedir diye. o da annemin yakında evleneceğini ama bu evliliği hiç istemediğini, kısaca içinde bulunduğu kötü ruh halini anlatıyor. babama ters böyle şeyler. çünkü o, yıllardır birbirine müthiş bir aşkla bağlı bir çiftin çocuğu. ailesinden öyle görmüş: “kadın dediğin sevilmeli, mutlu edilmeli.” esas oğlan çalıştırıyor kafayı ve sürekli annemin ilgileneceği işler yüklüyor bankaya. samimiyeti kuruyor bi şekilde işte... ve şu hazin hikayeyi bir de annemin ağzından dinliyor. ağlaya ağlaya anlatıyor annem. gönlünü de kaptırmış babama her halinden belli. artık onun üzerine vazife olmayan işleri bile o yapıyor, babamla daha fazla görüşebilmek için. eyy aşk…

    tak ediyor bizimkinin canına. bi akşam, annemin bile haberi yokken, dedemi de alıyor yanına, dayanıyor sevdiği kadının kapısına. “seni babandan istemeye geldim” diyor.
    … sene 1977.
    … annem başkasına, amcasının oğluna sözlendirilmiş.
    … evde dedem ve iki ızbandut gibi dayım.
    bu nasıl cesaret? adamı lime lime ederler yahu… ama babamın da bildiği var tabii: çok güvendiği ve onu hiçbir zaman yarı yolda bırakmamış olan “dili”.

    öyle bir ikna kabiliyeti ki gecenin sonunda annemi hem o istemediği evlilikten kurtarmış, hem de ailenin yeni damadı sıfatını yüklenip, öyle dönmüş evine.

    çok geçmeden de evlenmişler…

    hikayeyi noktalarken “yıllarca mutlu mesut yaşamışlar” desem yalan olur. çünkü bu aşk hikayesine yakışır bir evlilikleri olmadı ne yazık ki. ama 30 yıldır da bir kere olsun yalnız bırakmadılar birbirlerini, kopan onca fırtınaya rağmen. ayrılmama konusundaki kararlılıklarının temelinde bu hikayenin de büyük bir etkisi olduğunu düşünürüm hep.

    çok fena duygulandım…

    sonsöz: “ sevmek, sahiplenmenin en güzel biçimidir herhalde, sahiplenmek ise, sevmenin en kötü biçimi ” *
  • saygı ve sevginin var olduğu, dünyada sadece bir insana karşı hissedilen ve ömür boyu süren aşktır.

    gelelim hikayeye..

    annem, öğretmen okulu mezunu, kolejde sınıf öğretmenliği yapan, sarışın taş bir hatun. 3 erkek kardeşi var. kıyafetlerini bile kendi dikiyor. o denli becerikli. babam ise devlet memuru, almanya görevi filan yapmış (hatta almanyadan bir sevgilisini türkiyeye getirmiş), 4 erkek kardeşten en küçüğü. babam diye söylemiyorum hakkaten de yakışıklı. annemin de babamın da evlilik yaşları gelmiş hatta annemi az daha almasa babam evde kalma pozisyonuna gelecek. velhasıl bizimkilerin hikayesi bundan sonra başlıyor.

    babaannem annemin resmini buluyor bir yerlerden ve elinde annemin resmiyle anneannemin kapısına dayanıyor. diyor ben sizin kızı benim oğlana istiyorum. bu arada annemi ne doktorlar ne mühendisler ne milletvekilleri istemiş ama bu yan kıvırmış. annem bunu duyunca, o zamanlar samsun'da liman inşaatında olan abisinin yanına kaçıyor. diyor ki ben evlenmek istemiyorum. dayım alıyor annemi: "bak güzel kardeşim evlilik yaşın geldi, benden sana açık çek, adamla bi tanış, görüş, beğenmezsen evlenme". annem bu açık çek ile birlikte ankara'ya dönüyor. babamla randevulaşıyorlar. buluşma yerine geldiklerinde annem babama vuruluyor. diyor ben bu adama aşık oldum,evlenmek istiyorum. babam da anneme aynı şekilde vurulunca 3 aylık bir flört dönemi geçiriyorlar ve nişanlanıyorlar.

    eski fotoğraflar ortaya çıktığında annem, rahmetli babamı anarken hatıralar dilinden dökülüyor. annemin mini etekli, babamın ispanyol paça pantolonlu fotoğrafları bu güzelim aşk hikayesinde her defasında başka anılar anlatıyor. bir gün (daha flört dönemindeyken) babam annemi eve götürüp aile ile tanıştıracak. bu arada tüm kuzenlerim babama aşık ve evlenmesini kati suretle istemiyorlar. hepsi babaannemin gençlik caddesindeki evinde balkonda hizalanmış merakla gelecek olan gelini bekliyorlar. babam annemi getiriyor. dik merdivenleri ağır ağır çıkarlarken, babam annemin güzelim bacaklarına bakmamak için duvarla yüz yüze yukarı çıkıyor. daha sonra hep beraber gezmeye gidecekler ancak babamın eski yandan vitesli ford taunus arabasına sıkış tepiş binmek zorundalar. annem neredeyse babama yapışmış vaziyette. babam vitesi değiştirirken sırf annemin bacaklarına dokunmamak için direksiyonun içinden elini geçirerek akrobatik hareketler yapıyor. ve daha niceleri... insan bir düşününce şimdiki gençliği, bir tuhaf oluyor tabi bu hareketlere...

    hastalıkta ve sağlıkta birbirlerine yemin etmiş bu güzel çifti 18 yıl önce bir hastalık ayırıyor. babam genç yaşında vefat ettikten sonra annem bir daha kimseye bakmıyor ve hatırasını yaşatıyor. her fırsat bulduğunda mezarını ziyeret edip, tek başına büyüttüğü iki kızını da eşinin ailesinden asla ve asla soğutmuyor.

    bu hikaye, birbirini ilginç şekilde tanımış ve hayatlarını bağlamış iki insanın ölünceye kadar sadakat ve aşkla bağlılıklarının sadece ufak bir kısmını anlatıyor. keşke bizler de öyle olabilsek...
hesabın var mı? giriş yap