• avukat fethiye cetin'in metis yayinlarindan cikan yeni kitabi. 95 yasindaki anneannesinin ermeni oldugunu ogrenmesinden sonra 1915'te amerika'ya goc eden akrabalarinin izini surerek, hem ailesinin hem de anneannesinin oykusunu yazmis cetin. o gunler gitsin, bir daha gelmesin dilegiyle... o gunleri, yasananlari anlamak icin, bu cografyada herkesin su ya da bu sekilde bildigi ama uzerine konusmamayi tercih ettih sakli yasamlar uzerine cesur ve icten bir kisacik kitap... kisa ama acili, oz ve gercek...
  • fethiye cetin gercekten bu cabasiyla cok buyuk bir tesekkuru haketmistir tum seherler(heranuslar) adina. cunku yasanmis boyle binlerce oyku var ve cogu kulaktan kulaga oyunu oynarcasina anlatilip, bir yerde tikanip kaliyor. oysa ki burda anlatilan bir anadolu hikayesi, burda anlatilan bir neslin hikayesi, burda anlatilan bir cogumuzun dedesinin, anneannesinin hikayesi.
    ozetle bi solukta okudugum, edebi olarak cok da sahane bulmadigim ama ictenligine ve cesaretine hayran kaldigim bir kitaptir.
  • okuduktan sonra insanı yumruk yemişe çeviren kitap. bu kadar etkileyici olmasındaki en büyük etken yazarın kendi yakınlardan birinin başından geçenleri anlatıyor olması. tehcir mi soykırım mı tartışmaları, yaşananlarla ilgili yazılan makaleler, araştırmalar ve hatta romanlar insanı düşünmeye sevk ediyor, içini sızlatıyor belki ama şahsen beni hiçbiri bu anı-kitap gibi çarpmadı. çünkü burada herşey elle tutulurcasına gerçek. yaşananların vahşetinden ve acısından kaçılamıyor bu kitapta, insanlar birbirlerine bunu nasıl yapar diye, böyle acılardan nasıl sağ çıkılır diye düşünmeden ve sorgulamadan edilemiyor. heranuş’un sürgün boyunca yaşananları anlatığı bölümler kelimenin tam manasıyla dehşet verici, özellikle babaanne ve iki torunla ilgili bölümde ben okuduklarımı algılamakta güçlük çektim, karnıma bir sancı girdi, gözlerim doldu.

    dilini, dinini, ailesini, akrabalarını, yaşadağı yeri kısacası bir insanı o insan yapan herşeyi unutarak veya unutmuş gibi yapmak zorunda kalarak, tanık olduğu tüm acıları içine gömerek, her umut kırıntısının yeni bir hayalkırıklığına dönüştüğünü görerek, özlemle, çaresizlikle ve büyük ölçüde yalanla geçen bir hayat nasıl yaşanır onu anlatıyor bu kitap. fethiye çetin iyi ki vazgememiş ve yazmış. kendisine bir yerde denk gelsem gidip iki çift laf edecekmişim, iyi misiniz diye soracakmışım gibi hissediyorum. ya ben çok hassasım ya da bu kitap insanı yamultuyor, bilemiyorum.
  • heranus'un seher'lestirildigi aci bir hikaye, umarim bizi affetmissindir seher nine.
  • hrant dink, şimdi yalnızlık zamanı başlıklı yazısında bu kitabı anlatır.
  • madalyonun hep bir yuzunu gorebilmis bizlere bir oteki yuzunun daha oldugunu huzunle hatirlatan, insani dusunmeye sevk eden, cabucak okunup biten hos ani kitabi
  • utanç duyuyorum u okuduktan sonra elime geçen, fethiye çetin tarafından yazılmış ve metis yayınlarından çıkmış harikulade roman/anlatı.

    bir kere dili olağanüstü sade ve samimi.

    1915'te bu ülkede hiç bir şey olmadığını zannedenlerin yanılgısını kısacık bir kitapta çok net anlatmış fethiye hanım.

    kitabı baştan sona ağlamaklı okudum ama en son kılıç artığı kısmında, kendimi daha fazla tutamamdım.
  • fethiye çetin'in anneannem adlı kitabında yer verdiği 1915'e dair bir anı, her ne kadar tek bir köyde yaşananları ifade eder. ancak diğer anılar da, o günlerde anadolu'nun pek çok yerinde benzeri hadiselerin yaşanmakta olduğunu işaret ediyor olduğundan, bu tekil hadiseyi ilgili yok etme politikasının tipik bir örneği olarak okumak mümkün.

    --- alıntı ---

    heranuş, o yıl üçüncü sınıfı da başarıyla bitirmişti. çok çabuk öğrenen ve sorumluluk sahibi bir çocuk olduğundan ev işlerinde annesine yardım etmekle kalmıyor kardeşleri ile ilgileniyor, onlarla oyunlar oynuyor, okulda öğrendiklerini onlara da öğretmeye çalışıyordu. onun üzerine aldığı işler konusunda kimsenin gözü arkada kalmazdı.

    havaların ısındığı ekinlerin büyüdüğü günlerden bir gün, jandarma köyü bastı. çok iyi türkçe konuştuğu için o güne kadar vergi tahsildarlarıyla ve diğer yetkililerle köylüler adına ilişki kuran köy muhtarı nigoros ağa, köy meydanında toplanan köylülerin gözü önünde öldürüldü. daha sonra, köy meydanında toplanan yetişkin erkeklerin hepsi götürüldü. jandarma erkekleri götürürken onları ikişer ikişer birbirlerine bağladı. heranuş’un dedeleri, iki amcası, dayısı da götürülenler arasındaydı. bu erkeklerin palu’ya götürüldüğü söylendi. ancak, gittikleri yerden bir daha dönmedikleri gibi akıbetleri hakkında kesin bir bilgi edinilemedi.

    artık sadece kadınlar ve çocuklardan oluşan köy ahalisi, bütün erkeklerin, yaşlı-genç demeden dipçiklenerek, tartaklanarak toplanıp götürülmesinin dehşetini uzun süre üzerlerinden atamadılar, evlere giremediler, işlerine dönemediler, köyün meydanında toplanıp olan biteni konuştular, ağlaştılar, bağrıştılar, ağıtlar yaktılar, yaşlılara sordular, tartıştılar. kimse, erkeklerin nereye ve niçin götürüldüklerini, ne zaman döneceklerini bilmiyordu ancak rivayet muhtelifti.

    heranuş’un babaannesi diğerlerine, “kaygılanmayın, her şey düzelir, gidenler geri gelir,” dedi ve devamla, “siz o zaman çocuktunuz, çoğunuz bilmezsiniz, yirmi yıl önce de köylerimiz böyle basıldı, boşaltıldı. hepimiz sürgün edildik,” diye açıkladı.

    başka bir kadın araya girdi. “yollarda, dağlarda çok kişi öldü, dağlara gömdük.”

    babaanne devam etti:

    “aramızda ölenler oldu ama çoğumuz uzunca bir süre dağlarda yaşamayı başardık. sonra bir gün köyümüze dönmemize izin verildi ve döndük.”

    “döndüğümüzde kiliselerimiz, okullarımız, evlerimiz yıkılmıştı, yakılmıştı.”

    “yıkılan, yakılan evlerimizin ve okullarımızın yeniden yapımı birkaç yılımızı aldı ama gördüğünüz gibi herbirini daha güzel daha sağlam inşa ettik,” dedi babaanne. diğer yaşlı kadınlar ona katıldıklarını başlarını sallayarak belirttiler.

    genç kadınların çoğunluğu ise, babaanne kadar iyimser değildi. bu saldırıların yirmi yıl öncekilere benzemediğini, toplayıp götürdükleri erkeklerin bir daha dönemeyeceklerini söylüyorlardı. heranuş, babaannesinin söylediklerinin gerçek olması, dedesi, dayısı ve amcalarının geri dönmesi için bildiği bütün duaları sessizce mırıldanıyor, götürüldükleri dağları tahmin etmeye çalışıyordu. köyün diğer çocukları gibi, bütün dikkatini konuşulanlara veriyor, olanları ve olacakları anlamaya çalışıyordu.

    kaynanasının sözünü ettiği sürgün olayını dokuz yaşında yaşamış olan heranuş’un annesi isguhi de, çocukluk deneyimlerine dayanarak yaklaşan tehlikenin öncekilerden farklı olduğunu öngörmüş olmalı ki, kız kardeşlerini topladı ve onlardan saçlarını kesmelerini, yüzlerini çirkinleştirmelerini, dikkati çekmeyecek kötü elbiseler giymelerini istedi.

    en küçükleri olan siranuş dışında diğerleri, beş örgüyle topladıkları saçlarını kestiler, ablalarının diğer isteklerini de yerine getirdiler. siranuş, saçlarını kesmeyi de kötü giyinip suratını çirkinleştirmeyi de reddetti.

    erkeklerin götürüldüğü günün akşamında, köy birtakım adamlarca basıldı. bu adamlar, köyün güzel, genç kızlarını, kadınlarını kaçırdılar. kaçırılanlar arasında siranuş da vardı. siranuş ve diğer kaçırılanlardan ertesi gün ve öbür günler haber alınamadı. görenler, siranuş’u kaçıranların onu örüklerinden kavrayıp ellerine doladıklarını ve böylece sürüklediklerini söylediler.

    isguhi, jandarmaların komşu köylerden bazılarını, bu arada eltisinin köyünü de basmadıklarını, bu köylerin ahalisine bir şey yapılmadığını öğrenir öğrenmez üç çocuğunu, heranuş’u, horen’i ve hırayr’i yanma alıp, eltisinin köyüne gitti. ancak, çok geçmeden jandarma bu köye de geldi ve bu kez köyün kadın-erkek bütün ahalisini toplayıp palu’ya götürdü. palu’ya götürülenler arasında heranuş, annesi ve iki kardeşi de vardı.

    palu’da kadın ve erkekleri ayırdılar. kadınları kilisenin avlusuna soktular. erkekler dışarda kaldı. bir süre sonra dışarıdan canhıraş çığlıklar gelmeye başladı. kilise avlusunun duvarları yüksek olduğundan içerdeki kadınlar ve çocuklar, dışarıda olanları göremiyorlardı, ancak korkudan kocaman olmuş gözbebekleri ile bakışları buluşuyor, buluşan bakışlar birbirine öylece takılı kalıyordu. anneler, neneler, çocuklar, birbirlerine sokulmuş titriyorlardı. avlu, titreşen yumak yığını gibiydi.

    diğer kardeşleri ile birlikte annesinin eteğinden ayrılmayan heranuş, bir yandan korkuyor diğer yandan merakını da yenemiyordu. bir genç kızın dışarıyı görebilmek için ötekinin omuzuna tırmandığını görünce, onların yanına gitti. arkadaşının omuzuna basıp duvarın üstünden dışarıya bakan kız, aşağıya indikten epey sonra, gördüklerini söyleyebildi. bu kızın ağzından duyduklarını heranuş ömür boyu unutmayacaktı: “erkeklerin boğazlarını kesiyorlar, sonra da nehre atıyorlar!”

    sesler kesildikten bir süre sonra iki kanatlı büyük kapı açıldı ve avludaki kalabalığı, iki sıra oluşturmuş jandarmalar arasmdan geçirip palu dışına çıkardılar. burada, köylerine dönmeleri için izin çıktığını, bu nedenle herkesin kendi köyüne dönmesi gerektiğini söylediler. köye döndüklerinde, evlerinin yağmalandığını gördüler. evleri, hiç vakit kaybetmeyen civardaki müslüman köylülerce yağmalanmış, yatak-yorganları dahi götürülmüştü.

    köye gelen kadınlar, erkeklerin yasını tutma lüksüne sahip olmadıkları gerçeğini anlayarak, aç karınlarını doyurmak için tarlalara, bahçelere koştular. olgunlaşmış ekinlerin birkaç gün yemelerine yetecek kısmını elbirliği ile topladılar, damlarda dövüp bulgur yaptılar ve kaynatıp karınlarını doyurdular.

    bundan sonra yapacaklarını düşünmeye fırsatları olmadı. çünkü jandarma tekrar köye geldi ve köyde kalan bütün nüfusun, yatalak kadınlar dahil olmak üzere sürgüne gönderileceğini söyledi ve hemen toplanmalarını emretti. işte bundan sonra o uzun, acılı ölüm yürüyüşü başladı.

    çermik hamambaşı’na geldiklerinde azalmışlardı. küçülen kafile, orada mola verecek, ertesi gün yola devam edecekti. küçük oğlu hırayr’i bir bohça ile sırtına bağlayan isguhi, yol boyu, arkalara düşmemek için adeta koşturarak yürüyor, diğer çocukları heranuş ve horen’i de ellerinden sımsıkı kavramış iki yanında sürüklercesine çekiştiriyordu. yol boyunca pek çok çocuk ölmüştü ama o, çocuklarını buraya kadar sağ salim getirmeyi başarmıştı. yorgunluktan, açlık ve susuzluktan adım atacak mecalleri kalmamıştı. oldukları yere yığılıverdiler sonunda.

    o sırada, etraflarını saran çermikliler, ekmek ve su veriyorlar, karşılığında altın ve ziynet eşyası istiyorlardı. oysa açlıktan avurtları çökmüş bu insanlar, bütün paralarını, altınlarını ve takılarını ölüm yolculuğunun daha ilk günlerinde yitirmişler ellerinde bir şey kalmamıştı.

    --- alıntı sonu ---

    kaynak: çetin, fethiye. anneannem. istanbul: metis. 43-46.

    tema:
    (bkz: ermeni soykırımı/@derinsular)

    ana tema:
    (bkz: soykırım/@derinsular)
  • -baştan sona spoiler içeriyor-

    öyle ağladımki heranuş nana...

    seni; geçmişini, annenden koparılışını, kardeşinle ayrı düşüşünü, yengenin gebeyken süngüyle öldürülüşünü, sürgün yolunda başınıza gelenleri, hala ve teyzelerinin örgü belikli saçlarını kesişlerini, köyünüzün erkeklerinin başlarının kesilip nehre atılışını,,

    heranuş nana, inşallah huzurla uyuyorsundur şimdi. ben çok, dayanamadım okumaya. kaldıramadım, tarifsiz üzüldüm.

    uzun zaman önce olmalı, şu özür diliyoruz kampanyasının yapıldığı sıralardı, evet o dönem. bir röportaj okumuştum. hangi gazetede olduğunu anımsamıyorum. hatrımda kalan şu: bir teyze ile röportaj yapılmış, teyze yaşlı. teyze kürt ve fakat teyze ermeni. bende bilgi sıfır, bende merak sıfır ve bende konfor sonuna kadar, empati yok denecek kadar az o dönem. ya yeni gebeyim ya gebe kalmaya uğraşıyorum, herneyse; röportajda teyze çocukken askerler tarafından kaçırıldığını anlatıyor, bildiği bir ermenice ninniyi söylüyordu. ve teyze ağlaya ağlaya o röportajı veriyordu. diyordu ki, sürgünde beni annemden ve kardeşlerimden koparıp kaçırdılar. bir kürt aileye evlatlık verdiler. ermeniceyi unuttum kürtçe öğrendim. bundan bir arkadaşıma bahsettiğimi ve arkadaşımın bana bunun politik bir oyun olduğunu, yörenin kadınlarına ezberletilen birkaç ermenice ninni ile bu oyuna gelinmemesi gerektiğini, anlatılanların koca bir yalandan ibaret olduğunu söylediğini hatırlıyorum.

    şimdi bu kitap; fethiye hanım'ın anlattıkları, heranuş ninenin gerçek hikayesi. ben nasıl desem: boğazım düğüm düğüm oluyor. anlatılanlara yüreğim dayanamıyor.

    baba ve piç'de elif şafak'ın diliyle sonrasında okuduklarım da var mesele ile ilgili elbet; şöyle düşünmeye başlamıştım: ermeniler mağdur edebiyatını bırakmadıkça, türklerde geri adım atmadıkça bu iş çözülmez. yerinde sayar. şimdi heranuş nana'nın hikayesinden sonra diyecek kelime bulmakta zorlanıyorum. aynısı benim başıma gelseydi nasıl bir öfke duyardım diye düşünüyorum ve aklıma balkanlarda yaşanan zulmler geliyor:

    mübadele sonrası balkanlardan memlekete kaçan nanamın büyükanneleri neler neler yaşamışlar. nanamlar hep anlatır, yollarda mısır tarlalarına saklanmış büyük büyük nanamlar. erkeklerin tecavüzünden korunmak için. günlerce aç kalmışlar ve çıktıkları yolda dört çocuklu iken büyük büyük nanam, sadece bir çocuk gelebilmiş memlekete. kalanlar yolda ölmüş. birini saklandıkları bir mısır tarlasında yılan sokmuş hatta. sonra çok çok yeni bir katliam misal: srebrenica soykırımı. oranın erkeklerinin mezarları bile, hey allah'ım.

    bir devletin bir azınlığa ettikleri,,

    bazen bir mezar taşının olması bile ne kadar önemli diye düşünüyor insan!

    ve rahmetli büyük büyük nanam şöyle derdi: gavur elde bal börek yiyeceğime memleketimde kuru ekmeğe razıyım.

    kafam karmakarışık!
  • suat baturun romanı
hesabın var mı? giriş yap