• yazacagim cok sey var ama süt-gaz-bez üçgeninde üç dört saat arayla dönendiğim için oturup yazamıyorum, bir tek şunu deyip gideyim: anne olmayan kimsenin hiçbir şey kaçırmadığını anladım. ciddiyim, bu o kadar daha önceki hayatında yaşamadığın bir duygular yumağı ki, konunun uzmanı olsan yine tahayyül edebileceğinden çok daha farklı bir deneyim, çok şahane ya da çok kötü demiyorum bak, ama yaşadığın deneyimlediğin hiçbir varoluşsal duruma benzemiyor, hakikaten dönüştürücü tarafı var, bildiğin hayvana dönüyorsun, şu an üstüme gelene dişlerimi gösterip hırlayabilecek kadar hayvan, tüm insanlığı affedebilecek kadar yufkayım, ben böyle bir hormon demeti görmedim arkadaş. başka bir insanın gaz çıkartmasına, bildiğiniz altına sıçması ve geyirmesine ve uykusunda gülümsemesine gözlerin dola dola sevineceksin deseler go fly a kite derdim. dememek lazımmış, hormonlar dinsin diye bekliyorum ki "aaa anne ol anlarsın" demeyeyim, nefret ettiğim karılara dönüşmeyeyim.

    çok güzel duyguymuş ebeveynlik güzel kardeşim. yazarken ellerim titreyip gözlerim doluyor bak, bir başka canlıyı, bu kadar değil, ama bu biçimde sevebileceğini tahayyül edemiyor insan, farda kalmış geyik gibi kalakalıyorsun. bunun içinde negatif duygu yok diyeni allah çarpar, tam bir yaklaşma-uzaklaşma çatışması yaşıyorsun, hem köklerini daha derine salıp daha güçlü tutmak çocuğunu, hem her şey iyi gitse de artık hayatta yapamayacağın şeyler olduğunu yavaş yavaş anlamak, bunlar garip kafalar. allahtan endorfin ve oksitosin var, birkaç dakikalığına gelip aynı hızla gidiyor bu düşünceler, devamı tavşanlık ve şevkat.

    bir buçuk yaşına doğru benlik sınırı oluşup anneden babadan farklı bir canlı olduğunu anlıyor bebekler, anne babaların bunu anladığından emin değilim, tehlikeli sular çok dikkatli olmalı çocuğun hayatını zehretmemek ve çocuk senin uzantınmış gibi davranmamak için.

    karnımdan çıktığı an üçümüzün de hüngür hıçkırık ağlaması bu hayattaki en güzel anım, allah ömür versin, kalan süre de açılmasından en heyecan duyduğum sayfa. daha iyi ya da daha kötü değil, ama hakikaten dönüm noktası, kendinle ilgili bir şalteri kapatıp hiç bilmediğin başka bir şalteri kaldırıyorsun, içimde ayrı bir salon salomanje kat varmış da haberim yokmuş gençler, ben burayı ne döşerim şimdi. temel his bu, çok seninle ilgili, çok varoluşsal, yepyeni bir boyuta ışınlanmışım gibi, çok heyecanlı. çok sevdiğin bir kitabı, filmi, bir sevgiliyi bulmayı al, üstüne kendini şımartan tüm kafaları ekle, üstüne güvenlik tanımın neyse onun garip dingin huzurunu koy, belki bunların toplamina yaklaşır.

    ben bu yeni salonu döşemeye başladım başlayalı, ay ne heyecan ne heyecan, ellerimi şıkı şıkı yapıp oynuyorum hepbirlikte burada ne eğleneceğiz kimbilir diye düşündükçe. kuzguna yavrusu da eklenince arka fona tadından yenmez oluyor, senin için dünyanın güzeli, gerçek olsa ne yazar olmasa ne?

    edit: sevdigim bir yazarla konusunca belirtme geregi duydum: eski ben'e devam edebilmek icin besinci gunden itibaren her gun bir saat olsun cikiyorum disari, bazen kendimi zorlayarak da olsa cikiyorum hatta, bebek bakimi zor bir is, hic cikmadan evde kalsam cok bunalirdim herhalde. artik hayatta yapamayacaklarim dedigim gunluk rutinler degil, daha cok artik kalkip bir sene kimse olmadan arjantine gidip orada yasayamam gibi hayaller, hic yapmayacak olsan da ihtimalinin oldugunu bildigin ozgurlukler daha cok. daha bes haftayi gectik cok basindayiz, bakalim su boyu hangi noktada gececek. ilk derin su denemesini bu yaz bebekle bir konferansa giderek yapacagim, boguluyor gibi olursam kesin yazarim, zaten sozluge aglamayacaksam nereye aglayacagim?
  • seçilerek yapılan en zor meslek gibi.
    bugün iş arkadaşlarımdan biri 1.5 yaşındaki oğlunu getirdi ofise. bildiğin küçük bir adam. boyutları sayesinde her yere girip, çıkıyor. annesi birkaç kere iki dakikalığına bana emanet etti çocuğu. ben böyle korku yaşamadım arkadaş. saniyelik zaman dilimlerinde başına bir iş açıyor velet. elini zımbalıyor, raptiyeleri yemeye çalışıyor, düz yolda yürürken düşüyor. sanki şansına hayatta kalıyor.

    bir ara annesini onu bir sandalyeye oturttu ve gözünü çok kısa bir an ondan ayırdı. o anda çocuk kayboldu. yere düşmüş meğer. kıyameti koparttı. biz çocuksuzların eli ayağına dolaştı, ölecek kesin, beyin kanaması geçiriyor, ne yapsak diye koştururken annesi kucağına alıp iki pışpışladı, anne olan başka bir arkadaş da gelip sandalyeyi dövdü. çocuk da sustu, hemen unuttu.

    kırk yıl düşünsem o sandalyeyi dövmek aklıma gelmez. bu kesinlikle tecrübe ve eğitim meselesi. sanırım göbek bağı kesilirken annelik formasyonu yükleniyor. çok muhteşem bir şey olmasa kimse bu eziyeti çekmez.
    elinde başka bir kalp atıyor gibi, yanlış bir şey yaparsan bir daha atmayacak gibi. bunun aşkla bir alakası olmalı. kesin.
  • ingilizcedeki "one thing at a time" mantığı ile en iyi açıklanır kanaatindeyim gençler. acele etmeden, siga siga, kendi kaygıların dahil her şeye kulağını kapatıp doğru bildiğini yaparak, ama kendine ve bebeğine şevkatli olarak, ama illa ki eşinle işbirliği yaparak yürünecek bu yol, başka türlüsü hakikaten zor.

    1) bebeğinizin ilk ağlama sesini duyduğunuz anla başlayan süreçte zaman hem çok yavaş, hem çok hızlı akacak. oğlum şimdi dokuz aylık oldu, tam bir tombolişko olduğundan emeklemeyi pas geçip ufaktan tutunarak ayağa kalkma ve yürüme denemeleri yapıyor, eliyle belirli şeyleri ya da yerleri işaret edip istiyor, beş küsur aydan itibaren sözcüklere başladı şu an anne, baba, ayak, cüce (nereden öğrendiyse yalanına giriş), bir iki üç dört beş, ve daha nice sözcüğü var. garip biçimde geri dönüp belirli hecelere takılıp aynı heceyi tekrarladığı günler haricinde sözlü tepkiler inanılmaz. şimdi dönüp bakıyorum, allahım ne çabuk uçtu zaman, o hastane odası hala dünmüş gibi her ayrıntısıyla aklımda. fakat bir tarafıyla da bu dokuz ayda on yıl yaşadım sanki, bu çocuğu yıllardır tanımıyorsam bu hayatta hiçbir şey bilmiyorum hali. burada "ay en bebeklik halleri nasıl da uçtu gitti"ye çok girerseniz ikinci çocuğa koşar, ne yavaş geçtiye takılırsanız da hiçbir ilerleme yok hayatım hep böyle aşırı yoğun olacak hissine yenilirsiniz. bir kerede tek şeye odaklanmaya çalışın derim canım ebeveynler. bir kere gittikçe kolaylaşan bir iş, hah bu iş çözüldü dediğin an (örneğin uyku düzeni) sarpa sarmayan hemen hemen hiçbir şey yok. bu iş mehter marşı ritminde, öğrenirken arada söküp tekrar dikecek, bu çok normal.

    2) uykusuzluk ciddi iş, hatta bana sorarsanız çocuğun genel bir sağlık problemi yoksa en önemli potansiyel sorun. her şeyin mükemmel olduğunu varsayalım, eşinizle hayatınız uyumunuz harika, çocuk iyi, genel hayat iş vs güzel, fakat düzenli olarak olmasa da haftada 2-3 kez biri sizi üç saatte bir araba alarmıyla uyandırıyor. üstelik geri de uyumak yok, evde yangın çıkmış gibi bir mecburiyet, ya kalkacaksın, ya kalkacaksın. uyumamaya çalışarak git emzir gazını çıkar altını değiştir geri yat, bir saat gitti mi sana? geri yattın diyelim hemen uyudun şanslıysan en çok üç saat sonra tekrar, ilk üç ay zaten böyle de, sonrasında da çeşitli sıkıntı yaşadığı geceler de böyle. yanisi, birbirimizi yemeyelim, peygamber olsan dayanamazsın canım kardeşim. ki bizimki yine oldukça kolay bir çocuk, ona rağmen çıkardığı sekiz dişin mahvettiği 4-5 gün var bir haftada son dört aydır, hesabını siz tutun nasıl bir kafayla yaşıyoruz. çocukla ilişkini sevgi-nefret döngüsüne sokmamak adına bu durumu çözmek durumundasınız.

    bu konuda tavsiyem şu:

    a) bakıcınız varsa alıştırın, o çıkmadan eve bir saat önce gelebiliyorsanız uyuyun. çalışmıyorsanız veya izindeysiniz, zaten derdiniz ne deli misiniz, hemen uyuyun. insan bu fırsatları iyi kullanıca, uykusuz kalma işi tamamen çözülüyor. özel hayat vs. uyku, kesinlikle uyku, uykusuzluğun sersemliğini sürekli ve norm haline dönüşmemeli.

    b) hep aynı saatte yatırın ve bir rutininiz olsun, abartmayın ama. mesela çocuğu her akşam banyo-pijama-masal-emzirme ve dönence ile uyutacağım diyorsanız, ya obsesifsiniz, ya manya bünyeyi sarmış. biri ya da birkaçını seçin. ama bizim yöntemde şaşmaz ve en işleyen şey şu oldu: tam sekizde odaya girdikten sonra dünya yansa o odadan çıkmak yok. ağlarsa kucağına al, çok mu ağladı ışığı aç oyuncakla oyna vs, ama salona geri gitmek yok. bana odada bırakıp ağlatmak çok insafsızca geliyor, ama hep yanında kalarak bu sisteme geçiş beş gün aldı. sekizde odaya götürmezsem o beni zorluyor hadi artık diye. ha arada dışarı çıktınız pusette dışarıda uyumaya da alışsın, uyutmak için hiç uğraşmadık dışarıdayken, bu ev kuralı. harika işliyor.

    c) odası iyice karanlık olmalı, gece lambası olmamalı, mümkünse ses yalıtımı iyi bir odada uyumalı, bu iyi uyku gece de zor uyandırıyor.

    d) son olarak eşimle bildiğiniz 24 saati ikişer saatten 12 dilime böldük, bakıcı olmadığı zamanların hepsinde çocuğa sırayla bakıyoruz, ne kadar iyi geldi ikimize de anlatamam, o arada git uyu, küvete gir rahatla, artık ne istersen.

    3) doğduğu andan itibaren binlerce insandan binlerce tavsiye duyacaksınız. kısaca derim ki, fak it. cidden, başka çıkış yok, kendi anan baban olsa, aklınıza yatmayana ok demeyin. bu iş herhangi bir ilişki gibi, kendi dinamikleri var, bir insanda işleyen başkasında işlemiyor, hele bir de ebeveyn-bebek mizacının kesişimi söz konusu olunca, dünyada o ilişki tipi sadece sende var'a bağlanıyor iş. o nedenle en iyisini siz bilirsiniz, sizin hayatınız, sizin çocuğunuz, kimseyi kırıp dökmeyeceğim derdine de çok girmeyin, ilk yılda hiç akıl işi değil.

    4) maternal gate keeping denen annenin çocuk bana ait ruh haline girip babayı dışlaması noktasına geldiyseniz, tebrikler sıçmak üzeresiniz. bu işte gönüllü veya gönülsüz baba hiç farketmez, hormonlar vesaire ne derseniz ilk aylar vahşi hayvan gibisin. ama ilk üç ay geçince bebeğin anne olarak size ait olduğu kadar babasına da ait olduğunu ve tartışmak uğruna her kararı birlikte almanın uzun vadede ilişkiniz açısından yararlı olduğunu kendinize sıkça hatırlatın.

    5) geri kalan hayat, sürekli size geride mi kalıyorum hissi yaşatacak. eski temponuza birebir geri dönmeyi beklemeyin kısa zamanda, öyle bir hayat varsa bir ihtimal çocuğunuza ya siz bakmıyorsunuz (yatılı bakıcı opsiyonu olabilir) ya da ihmal ediyorsunuz. eski hayata geri dönerken vitesi düşürün, hızı kesin, minimumla başlayın gerekirse arttırırsınız.

    6) buna tek istisna, her gün yarım saat de olsa dışarı çıkmak. her şey eşit de paylaşılsa, annede doğumun yorgunluğu ve hormon fazlası var, ve bildiğin hayattan tamamen kopup süt-gaz-bez üçgenine öyle bir dalış yapıyor ki insan, eskiden ben kimdim'i unutmak çok kolay. gerekirse dışarı çıkıp evin etrafında dönün ama çıkın, doğumdan beş gün sonra ameliyatlı halimle her allahın günü çıktım, şimdi bakıyorum, kendim için ve dolayısıyla bebek için yaptığım en iyi şey bu olabilir.

    7) eşinizle odaları ayırmayın. biz denemedik bile ama çok örneğini duyuyorum ve daha kötü bir çözüm düşünemiyorum. cinsellik değil bahsettiğim, birlik. ertesi gün işe gidecek de olsa bu işte birliktesiniz, bu tip bir ayarlama ile adamı zaten sistem dışına ilk günden itiyorsunuz, hem kendinize, hem eşinize haksızlık.

    8) mümkünse ilk haftadan sonra bebeği odasında uyutun. zor ama odasını tanıması, sevmesi, alışması ve kendi kendine zaman geçirme becerisi kazanması adına çok önemli, ve bunlar 6 aydan sonra başlayacak olsa bile baştan bu düzeni oturtmak geçişi kolaylaştırıyor.

    9) kiloyla aklınızı yemediyseniz, göbeğiniz ilk bir yıl olacak, çok takmayın. vücudunuza da çok takılmayın, çabuk topluyor.

    10) hayatınızda her iyi ve her kusurlu tarafınızla bu kadar sıkça ve yoğun yüzleşeceğiniz başka bir ilişki yok, emin olun. gözünüzün içine bakıyor ve sizi aynalıyor bebek, ve her anlamda size muhtaç. sabırlı olmayı öğrendim meselesi burada devreye giriyor zaten, hiçbir şey öğrenmiyorsan kendini eğitmeyi öğreniyorsun. öğrenmezsen çocuğunu yakacaksın çünkü, artık bencillik ve kişilik özelliklerine göre türlü çeşitli gidişatı var bu işin.

    11) belki de en önemlisi, kendinizi yargılamayın. hamilelikte hayalini kurduğunuz annelikle olduğunuz anne iki farklı kadın modeli. bu işin ideali yok, mükemmel olayım derken batıranı da çok. her gün duş aldıramıyor musun? salla. sabırsız mı davrandın? şit hepıns. her yere götürürüm çocuğu derken evden çıkartamadın mı yine? eminim ilk sen değilsin. arada aynada kendinizden makas alın, uzun maraton koşucusu gibisiniz, maşallahınız var, o kadar ter olacak artık, o makyaj tabii ki biraz akacak, o ev dağılacak, o etkinlik de gidilmemiş kalacak.

    12) yine en önemlilerden: ayda iki kez olsun birilerine teslim edip eşinizle dışarı çıkın, zamanla rutine bindikçe hayat motivasyonunuz bu çıkışlarla nasıl artıyor anlatamam.

    son olarak da, cidden gittikçe kolaylaşıyor. arada geri düşüş olsa da geri kalkılıyor, hepsi halloluyor, ayrıca sizin düşündüğünüz kadar bu meseleyi düşünen az insan var çok takıyorsanız da bunu hatırlatın kendinize, arada kaytarsanız annelikten çocuğa hiçbir şey olmaz. mutlu ebeveyn mutlu bebek demek, kendinize iyi bakıp iyi davranın, çocuk onun uzantısı oluyor zaten.
  • anneliğin ne kadar yüce duygular barındırdığını tahmin ettiğiniz için, yıllar yılı uğraşırsınız anne olabilmek için... sonunda mucize gerçek olur... artık anne'siniz... uykusuz geceler, acılı emzirme seansları, mama hazırlamak, evdeki herşeyi hijyen hale getirmek, ek gıdalar, sebze çorbaları, meyve saatleri, emeklemeler, ilk adımlar, o muhteşem iki heceyi duymak "annn neee"... o kadar kaptırırsınız ki kendinizi, gece kalkıp düzgün nefes alıp veriyor mu diye takip edersiniz, bazen kabuslar görürsünüz, bebeğiniz kaybolmuştur vs... kırk derece ateşli halinizle bile önce yavrularınızı düşünürsünüz, karnı aç mı, tok mu, parka mı götürsem, çok mu bunaldı diye... sonunda ufaklıklar büyür, üç yaşına gelir ve en çok nazı size geçtiği için sizi üzerler ama kim sorarsa da "en çok annemi seviyorum" derler... siz de gözlerinizde biriken sıvıları akıtmamaya çalışıp, tebessüm edersiniz... eee, benim gibi ikiz annesi iseniz biraz da gururlanırsınız... işte annelik böyle bir şey...

    ayrıca tüm bu zevkli ama yorucu maratonu, kendi doğurmadığı, evlat edindiği çocuk için göğüsleyen kadınlar vardır ki, onlar bence her türlü takdirin üzerindedir... annelik bir bebeği dokuz ay karnında taşıyıp doğurmaktan ibaret değil, karşılıksız sunulan sevgi ve emektir öncelikle...
  • dünyanın en hızlı yemek yeme statüsüne erişmiş,
    çok uzun süre çişini tutabilen,
    çocuğu yıkandığında yıkanmış hissi yaşayan,
    çocuğu yediğinde yemek yemiş hissi yaşayan,
    yemek yemeden doyan,
    en büyük savaşını terli atletlere, pişik popolara, soğuk havalara, cereyana ve klimaya karşı veren,
    evrimleşip bir üçüncü kola en çok ihtiyaç duyan,
    yazın geldiğini fark edemeyen,
    teletabilere sempati duymaya başlayan,
    baby tv, yumurcak, trt çocuk gibi tv kanalları izleyen; hatta şarkıları ezberleyen,
    müzmin köfte yapıcı ve de makarna,
    ninni repertuarı üst düzeyde,
    yerlerde sürünmede oldukça başarılı,
    en ufak seslere duyarlı,
    en büyük hobisi gece kalkıp üst örmek olan,
    rekor sürede biberonda temizliği ve süt ısıtma yeteneğine sahip,
    muhtelif dolap ve çekmeceleri günde 7-8 kere düzeltme sabrına sahip,
    en büyük korkusu hastalık, ateş ve düşme olan,
    ilaç isimlerini, etkilerini hatta yan etkilerini bilen,
    en nefret ettiği şey zamansız kapı ve telefon çalmaları olan,
    çocuğundan gelen ufacık bir zeka pırıltısına oturup ağlayan,
    çocuğu yemediğinde ağlayan,
    çocuğu uyumadığında ağlayan,
    çocuğu ağladığında ağlayan,
    çocuğu diş verdiğinde ağlayan,
    çocuğu yürüdüğünde,
    öpücük verdiğinde,
    el çırptığında yahut baybay yaptığında ağlayan,
    boş zamanlarında zevkine ağlayan
    psikolojisi yerlebir olmuş olsa da, çocuğuyla sürekli şaka halinde olan,
    hani sanatçılar der ya, içimiz kan ağlasa da işte burada sahnedeyiz,
    hah işte bu vecizeyi çook iyi anlayan

    böyle yorucu, abuk subuk, iyi mi kötü mü tam olarak anlaşılmayan bir kadın mesleği.
  • oğlunun entrylerine hiç okumadan şukela vermektir.
  • soyle uykusuz kaldim, boyle yoruldum... vs bunlar alisilabilen ve gecen durumlar. beni en cok yipratan duygusal boyutu anneligin. yuregim her an hamur gibi. gozleri isil isil parlayan minicik bir insan var evimde. gecen sene bu zamanlar yoktu. kimsin sen ? nerden geldin ? diyorum. ne dedigimi bile anlamiyo. sadece bakip guluyo. cok kucuk , cok masum , cok muhtac. bu durum cok korkutuyo beni.
    beni gordugune onun kadar sevinen baska bir canli yok. ona layik bir anne olabilecek miyim bilmiyorum. en kiymetli misafirim, emanetim o benim. allahim acisini gostermesin. tum evlatlarin.
    alisamadim annelige. gecer mi bu duygu durumum yoksa hep mi boyle olacak bilmiyorum. ama hep boyle hissedeceksem cok agir benim icin.
  • elimi sıkı sıkıya kavramış iki yaşlarında bir kız çocuğu. karşıdan karşıya geçiyoruz birlikte. yukarıdan görebildiğim yalnızca dağılmış sarı saçları ve minik bir burun. bir de durmaksızın konuşuyor, durmaksızın.. bana anlatıyor, dinlediğimden emin olduğu bana. o beş saniye, yanımdaki küçük şeyin elime değen eli ve onu korumak ihtiyacı , ona karşı içimden taşan ve hiç tanımadığım o his, o güne kadar hiç bir yerde, hiç bir şeye, hiç kimseye karşı duyulmadı. uyandığımda emindim ki, bu his annelikti ve dünyada bu hissi karşılayacak bir kelime henüz keşfedilmemişti.

    henüz anne olmadım. ama bazen anneme bakıyorum ve o beş saniyeyi anımsayıp, kiminde kıskanıyorum onu, kiminde imreniyor, kiminde endişeleniyor, ama o günden sonra en çok da anlıyorum. biliyorum ki o duygu, ancak kadın gibi güçlü bir varlığı çıldırtmaz. ancak, bir kadın, içinde bir canlıyı taşımaktan da ağır ve daha güçlü o duyguyu taşıyabilir her hücresiyle.
  • oğlumla ilk girdiğim diyalog, bundan üç ay önce bir gece, "herkes uyumuş, hadi artık sen de uyu" dememe sebep olan bir saattir odada esir kalmamın çaresizliğiyle başlamıştı, kolumda yatarken kocaman gözlerini kırpıştırarak bana bakıp "baba?" diye sormaya başlayıp hayatındaki tüm önemli insanları sormuştu. geçen hafta ise ilk defa bana gelip bildiği tekli kelimeler, sesler ve el hareketleriyle soru sormak dışında bir konuşma başlattı; gelip anneannesiyle dedesinin kedisini şikayet etti.

    büyük lokma ye, büyük laf söyleme güzel kardeşim, bugüne kadar eleştirdiğim tüm "ev-la-dımmmm kurban olurummmm" diye çığıran buram buram annelik kokan kadınları sevgiyle kucaklıyorum, serde annelik çalışıyor olmak da var içimde patlıyor coşkum. demek ki annelik, bir nevi büyük sözlerine gelmekmiş, yapacak bir şey yok.

    da, kadınları kadınlık ve annelik kavramı üzerinden en iyi ayrıştıran da bu" kur-ban oluruummmm!" kafasını ne derecede şaşaalı yaşadığı bana sorarsanız. uzun yılların eski bekarı ve çocuksuzu olarak garanti veriyorum, bu yaşadığınız coşku anlatıp kitlediğiniz insanların yüzde doksan dokuzunu zer-re ilgilendirmiyor, dinleyenler de sizi sevdiklerinden kırmamak için dinliyor. sağda solda da arkanızdan "ayy gene ne baydııı!" diyorlar, benden söylemesi, kaç sene bunu diyen arkadaş masalarında oturdum, cani gönülden söylüyorum çocuğunuzu yakın çevreye her övüşünüzde bekarlar evlilik ve çocuktan tiksiniyor, deneyin, birkaç aya tiksinmezlerse kesinti olmadan ürün iadesi garantili. şaka ayol şaka. iade yok ihale size kaldı. o göt göbek de cabası, boşuna spora gitmeyin kolay da erimiyor. annelik, gerektiğinde spor hocasını tartaklamaktır, yarın adamın kafasına dumble'ları atayım dur gidip. annelik çok güzel vallahi bak, çevresi kötü, çevre yağları, yoksa his güzel. yatıyorum.
  • ben daha anne değil iken ve dahi anne olmaya ilişkin de en küçük bir planım, isteğim yok iken yakınlarda bebeği olmuş bir arkadaşım bebiş sünnet olacağı gün bir ileti paylaşmıştı, beklemek ne kadar zormuş, yavrumun çok canı yanmaz umarım tadında bir şeyler, "ayyy bunun da iyi ki bir bebeği oldu, sanki açık kalp ameliyatı olacak, mercimek kadar bir deri kesecekler alt tarafı, şu karı milleti de ne garip" demiştim kendi kendime.

    devran yaklaşık bir yıl kadar sonra döndü ve ben de bir erkek evlat dünyaya getirdim, yavrumun minicik topuğundan, incecik elinden kan alınırken ve daha 6 günlükken sünnet için kucağımda ameliyathaneye inerken anladım o kızcağızın ne demek istediğini, annelik bir insanoğlunu gerçekten, ama gerçekten kendinden çok sevmek imiş meğer, ne en büyük aşkım ne arkadaşlarım; en tutkuyla sevdiğim kim ve ne varsa daha dünyaya geleli dakikalar olmuş olan miniğimi kucağıma verdiklerinde ve yanağı yanağıma değdiğinde her şeyin anlamı yeniden yazıldı...
hesabın var mı? giriş yap