• "...bir maceraperestle intihara kalkışan insan arasındaki temel fark, maceraperestin kendine kaçış payı bırakmasıdır (bu pay ne kadar küçük olursa macera o kadar büyük olur); eni ve boyu bilinmeyen faktörler tarafından belirlenebilecek olan, ancak başarıyla atlatılması maceraperestin asabı ve zekası tarafından belirlenen bir kaçış payı. insanın asabına bağlı olarak ya da zekasının zirvesini zorlayarak yaşaması her zaman heyecan verici. bütün bunları hiç utanmadan itiraf ediyorum size."
  • "...gerçek oyunbozanlık, evrenin bir anlamı olduğunu ancak biz "zavallı ölümlüler"in bu anlamı bilmekten aciz olduğumuzu söylemekmiş gibi geliyor bana. gizem, doğanın üslubunun bir parçası, hepsi bu. sonsuz yanılgı. hiçbir anlamı olmayan anlam. bu paradoks, anlamın anlamının anahtarı. birtakım şeylerde anlam - ya da anlam yokluğu - aramak, sınırlı bilince sahip insanlar tarafından oynanan bir oyun. hayat içerisindeki her şeyin ardında, anlamın ötesinde olan bir süreç var. dikkatini çekerim, anlamanın ötesinde değil, anlamın ötesinde."
  • "...boğulmak, başlangıçta marx harikulade'nin hoşuna gitmedi. ciğerlerindeki su ağırdı, doğal değildi. babasının bir seferinde annesinin doğum günü için pişirdiği pastayı düşündü. sanki o pasta, ciğerlerinin içine girmiş gibi hissetti kendini. fakat boğulmak, tıpkı diğer şeyler gibidir. insan zamanla alışır.

    debelenmekten vazgeçmek rahatlatıcıydı. debelenirken ciğerleri aşırı ısınmış, paslanıp çürüğe çıkmış gibi oluyordu; tıpkı bisiklete binemeyecek kadar büyüdükten sonra baltimore sun gazetesini dağıtırken kullandığı eski ford kamyonunun egzoz susturucusu gibi. bu hal geçti. debelenmeyi kesince ciğerleri de karşı ateşi kesti. huzurluydu...

    ...boğulmak uzun sürer. insanın bir çırpıda yaptığı bir şey değildir. öyle olduğunu zannetmeyin. düşünecek kadar zaman vardır."
  • "arabayla nehir yolundan yukarı doğru giderken görüp de dokunmadığım altmış bin ağaç var. tıpkı benim gibi, amanda da süratle giden cipin içine hapis, ama o, her ağaca dokunuyor"
  • "özgürlük. bence siz, diğer şeylerin yanı sıra, yitik bir varoluş modelini, nesneyle özne arasında, doğal olanla doğaüstü olan arasında, uyanmakla rüyalara dalmak arasında hiçbir sınırın olmadığı bütünlüklü bir yaşam tarzını yeniden yakalamaya takmışsınız kafayı. bir şekilde yaşam ve sanatın, yaşam ve doğanın, yaşam ve dinin yeniden soydaş olmalarıyla ilgili - bir zamanlar tüm toplumların ortaklaşa yaşadıkları, ritüel, efsanevi düzeyde bir yaşam bu. ritüellerinizin amacı, bence, insanoğlunu birtakım klişe imgelere ve tahmin edilebilir tepkilere köle etmiş, yaşantı yelpazesini acınası bir biçimde - en azından sizin görüşlerinize göre - daraltmış uzlaşımlardan kurtulmak."
  • "özgürlük. bence siz, diğer şeylerin yanı sıra, yitik bir varoluş modelini, nesneyle özne arasında, doğal olanla doğaüstü olan arasında, uyanmakla rüyalara dalmak arasında hiçbir sınırın olmadığı bütünlüklü bir yaşam tarzını yeniden yakalamaya takmışsınız kafayı. bir şekilde yaşam ve sanatın, yaşam ve doğanın, yaşam ve dinin yeniden soydaş olmalarıyla ilgili - bir zamanlar tüm toplumların ortaklaşa yaşadıkları, ritüel, efsanevi düzeyde bir yaşam bu. ritüellerinizin amacı, bence, insanoğlunu birtakım klişe imgelere ve tahmin edilebilir tepkilere köle etmiş, yaşantı yelpazesini acınası bir biçimde - en azından sizin görüşlerinize göre - daraltmış uzlaşımlardan kurtulmak."
  • "...beni ilgilendiren üç ruh hali var...bir, hafıza kaybı; iki, kendini aşırı derecede zinde hissetme hali; üç, vecd hali.

    ...hafıza kaybı, insanın kim olduğunu bilmemesi ve kim olduğunu öğrenmeyi delice istemesidir. kendini aşırı derecede zinde hissetme hali, insanın kim olduğunu bilmemesi ve bu duruma aldırış etmemesidir. vecd hali, insanın kim olduğunu tam olarak bilmesi ama yine de aldırış etmemesidir."
  • geniş zaman, boş kafayla okunması gereken kitaplardan.

    her cümle alabildiğine bilgi, her tasvir hayalgücünü zorlayan unsurlar içerir. dur ulan arada şunu da okuyayım diye alıp da vincinin şifresi muamelesi yaparsanız her paragrafın üstünden en az 3 kere geçer, açık ağızın kenarından akan salyayla sayfalarda lekeler yaparsınız o olur.
  • tom robbins'in birbirinden güzel romanlarının ilki.

    --- spoiler ---

    amanda dişlerini her zaman dövülmüş çilekle fırçalardı. çilek özü, dişlerini beyazlatıyor, dişetlerini pembeleştiriyordu.
    ölüm, herkesi çektiği gibi sonunda onu da tahliye borusundan aşağı çekince amanda, banyo küvetinin içinde ışıl ışıl bir halka bırakacak geriye.

    --- spoiler ---
  • (bkz: #35474471)
  • sürekli gülümseyerek ve neredeyse her sayfasını hayranlık içinde, "evet evet" nidaları eşliğinde okuduğum, başucu eserim oluvermiş olağanüstü bir roman. doğa, doğanın işleyişi, hayat ve ölüm, varoluş, din, devlet ve toplum kavramlarının bu kadar keskin, bu kadar net -gerçek mi desem ya da- böylesine oyunbaz cümlelerle anlatıldığını görmemiştim daha önce hiç.

    --- alıntı ---

    "tüm evren, ritimlerden kurulu bir karmaşa. her birimiz kendi bedensel ritimlerimizi kozmosun ritimleriyle özdeşleştirmek gibi bir ihtiyaç duyuyoruz. deniz en büyük ritim ustası. rüzgarda savrulan tohum tanecikleri, yörüngede dönen atomlar da ritmik. kaslı, güçlü bir organ olan rahim, çocuğun doğmasıyla birlikte kasılır, ritmik kasılmalar, aslında bebeğin dünyaya teşrifini sağlayan önemli teşviklerdir. her şey ritimle başlar."

    "benim saygı duyduğum tek otorite, kelebeklerin sonbaharda güneye, baharda kuzeye uçmalarını sağlayandır."

    "somuttan ziyade soyut olanla başa çıkmak çok daha kolaydır; doğrudan, kişisel bir katılım söz konusu değildir soyut şeylerde. soyut bir düşünceyi kafanda sabit tutabilirsin, oysa gerçek şeyler genellikle akış halinde olur ve her zaman değişir."

    "birbirimize saygı duyarsak, hayvanlara saygı duyarsak ve toprağa saygı duyarsak o zaman yasalardan kurtulabilir, ahlak aracılarını kaldırabiliriz."

    "eski günlerde, insanlar daha somuttu. yani soyutlamalarla, maneviyatla fazla işleri olmazdı demek istiyorum. bir ceset çürüdüğünde ürünlerin büyümesini sağladığını biliyorlardı. gübrenin bitkilerin yetişmesine katkıda bulunduğunu da kendi gözleriyle görebiliyorlardı. bitkileri yemenin büyümelerine, kendi hayatlarını sürdürmelerine yardımcı olduğunu anlamak için adelle davis'e ihtiyaçları yoktu. böylelikle kan, bok ve bitkiler arasında -hayvanlar, bitkiler ve insanlar arasında- bağlayıcı ilişkiler olduğunu yaşayarak öğrendiler. mısır hasadı için hayvan kurban ettiklerinde ölüm ve bereket arasındaki bariz ilişkiyi kabul etmiş oluyorlardı. bundan daha az mistik ne olabilirdi ki? elbette tören zımbırtısı yapılıyordu ama azıcık gösteri herkesin moraline iyi gelir. bitkilere bağlıydık. bitkiler aleminde hiçbir şey yok olmaz. yalnızca bulunduğu yerden kopar ve sonra geri döner. enerji asla yok olmaz. tohumlarımızı ektiğimiz gibi ekerdik ölülerimizi. bir süre dinlendikten sonra, cesedin ya da tohumun enerjisi şu veya bu biçimde geri dönerdi. ölüm daha çok hayatı doğururdu. yeryüzünü severdik, güzel anlar nedeniyle. ondan 'arındırılmamız' gerekmiyordu. cennete kaçış planları kurmazdık hiç. ölümden korkmuyorduk; çünkü doğaya ve onun döngülerine bağlıydık. doğaya bakıp ölümün, yaşamın ayrılmaz bir parçası olduğunu gözlemliyorduk. birtakım insanlar -başlangıçta yahuda kabileleri- toprağı işlemeyi bırakıp da bitkilerin döngülerine yabancılaşınca bedenin madde olarak dirilişine duydukları inancı yitirdiler. ölü boğalarını ve ölü koyunlarını toprağa ektiler, mezardan bir şeylerin fışkırdığını fark etmediler: ne yeni bir boğa ne de yeni bir koyun. böylelikle korkuya kapıldılar, bitkilerden aldıkları dersi unuttular, ümitsizliğe düşüp manevi yeniden doğuş kavramını geliştirdiler. manevi -görünmez- varlık fikri, doğal olmayan yeni ölüm korkusunun sonucuydu. ve yüce manevi varlık fikri de doğanın işleyişine yabancılaşmanın sonucudur: insanoğlu, yaşamın elle tutulur, maddi süreçlerini gözlemleyemez, onlarla özdeşleşemez hale gelince, yaşamın nasıl gerçekleştiğini ve ölümün neden gerçekleştiğini açıklamak için tanrı'yı icat etmek zorunda kaldı."

    "yaşam yaşamdan üretilir, oysa diriliş -tohumların yeniden doğması, sonbahada düşen yaprakların baharda geri dönmesi- maddeye dairdir, ruha değil. kaba mı? dağlara hürmet etmek, nehirleri kutsal addetmek belki de kabadır ama, insan doğal çevresini kutsal gördüğü sürece ona saygı duyacak, onu satmayacak ya da onun rezilini çıkarmayacaktır. kaba mı? hayatın, bir sahil kıyısındaki bir kaya girintisine sıkışmış, amonyak molekülleri içeren bir fincan dolusu deniz suyunun güneşten gelen morötesi ışınlarla anormal derecede ısınmasıyla başladığını saptamak birkaç bin yılını daha alır bilimin. oysa biz paganlar, insanoğlunun köklerinin inorganik olduğunu baştan beri sezmiştik. taşlara bile saygı duymamız bu nedendendi."

    --- alıntı ---
hesabın var mı? giriş yap