• sinema tarihinin görüp görebileceği en belalı setlerinden birine sahip olan, coppola'yı ve setteki birçok insanı cinnetin eşiğine getiren "coppola'nın dünya üzerindeki cehennem yorumu" diye nitelenen başyapıt. neler olmamış ki sette; öncelikle coppola keyfine o kadar düşkündür ki, manila'da yapım ofisinin bulunduğu odayı geneleve çevirir, bol bol uyuşturucu ve alkol getirtir. 37. doğum gününde 8000$'lık kek, pasta ve burger ısmarlar. 1 aylık çekimlerden sonra harvey keitel'ı çıkartıp, martin sheen'i alır, aynı sahneleri tekrar çeker. istedikleri olmadıkça zıvanadan çıkar, kapıları tekmeler, etrafı dağıtır, yapımcılara, set görevlilerine dekorları fırlatır. haddi aşan kişisel harcamaları yüzünden ekibin günlük maaşlarını ödeyemeyince isyan çıkar. bunlar yetmezmiş gibi tayfun çıkar, 10 gün durmadan yağmur yağar, set çamur içinde kalır, çatılar uçar, elektrikler kesilir, çalışanların tüm erzakları tükenir. tüm bunlar sonunda programın 6 hafta gerisinde kalınıp bütçe 3 milyon dolar aşılmıştır bile. bu durumda coppola yapılacak tek şeyin çekimleri durdurup geri dönmek olduğunu söyler. temmuz ayında setler kurulduktan sonra çekimler tekrar başlar. brando'lu sahneler çekilmek üzereyken coppola onun heart of darkness'i okumadığını farkeder. böylece ikisi kitabı sesli okuyup prova yaparak geçirirken tüm ekip onları bekler. mart 1979'da martin sheen kalp krizi geçirir, coppola iyice çıldırır. linda carpenter ile yaptığı bir prova sırasında ağlamaya başlar, sinir krizi geçirir ve carpenter'a bir cadı olduğunu söyleyerek setten kovar. artık bilincini yitirmenin sınırındadır, george lucas'dan filmi bitirmesini rica eder. daha sonra yavaş yavaş toparlanır, 12 milyon dolar diye planlanan filmi 40 milyon dolara da olsa bitirmeyi başarır.

    meraklısı için tüm çekim aşaması, yaşananlar 1991 tarihli hearts of darkness: a filmmaker's apocalypse isimli belgeselde izlenebilir. coppola'ya dönüp niye işlerin sarpa sardığını sorduklarında şöyle cevaplar: " ormanın ortasındaydık, çok kalabalıktık, çok fazla para ve malzemeye sahiptik. böylece yavaş yavaş delirdik.."
  • toplumun her kesimini derinden etkilemis bir filmdir.. gecen sabah gevrek aliyorum firinci bana donup "sabahlari gevrek kokusunu seviyorum... gevrek kokusu zafer gibi kokuyor" dedi mesela.. aynen topukladim.. gevrek mi aliyoruz marlon brando ile sohbet mi ediyoruz arkadas..
  • joseph conrad'ın heart of darkness kitabının bir uyarlaması olduğunu belirtmiş idik. heart of darkness colonization döneminde deniz ticareti backgroundunda geçerken apocalypse now, setting'i vietnam savaşına taşıyan çok başarılı bir uyarlama olmuş. o kadar iyi uyarlanır yani.o derece.

    vietnam ortamını her zamanki çayır çimen ağaçlar yerine karanlık bir nehri kullanarak çok sürreal görüntülerle vermişler biz izleyiciye, açıklamaya gerek duymayan yönetmen tavrı copolla'ya pek yakışmış, film daha ilk sahneleri ile kült olmak için çekilmiş gibi.

    martin sheen'in depresif ötesi ruh hastası oyunculuğunu görünce anlıyoruz ki boynuz* kulağı her zaman geçemiyor. ayrıca başrollerdeki marlon brando, robert duvall ve denis hopper'ın yanında yan rollerde "morpheus" laurence fishburn'ün 15 yaşında tüyü bitmemiş yetim halini, karizma harrison ford'un muhasebeci kılıklı emireri tiplemesini görmek de mümkün.

    film aynı zamanda t s eliot'un "hollow men" isimli şiirinin bir kısmını da içeriyor. t s eliot, conrad'ın romanını okuduktan sonra yazmıştır bu şiiri, şiirin giriş kısmında, başlıktan sonra da "mistah kurtz-he dead." cümlesi alıntılanmıştır, gemideki zenci miço bay kurtz'ün ölüm haberini bu cümleyle vermektedir. "hollow men", heart of darkness ve apocalypse now, her biri farklı türden ve farklı sanatçıların elinden çıkma eserler olmalarına rağmen neredeyse bir üçleme olacak kadar yakın eserlerdir. colconel kurtz'ün yinelediği "the horror, the horror" kelimelerinin hamlet'de, hamlet'in babasının hayaletine ait bir replik olduğunu da unutmayalım.

    marlon brando, haftalarca geç kalarak sete geldiğinde kafası 0 traşlıymış, 20 kilo fazlası varmış. özellikle yüzünün fazla ışıkta aydınlıkta çekilmesine izin vermemiş, ayrıntılı görüntü aldırmamış, copolla'ya ayrı dert olmuş. fakat brando'nun filmdeki her karesi hafızamız için şenlik, demi-god'lar gibi bakmış gölgelerin arasından.

    filmin vietnam ve kurtz'ün karargahı bölümleri filipinler'de çekilmiş, kurulan dev set kanunlar sebebiyle çekim bitiminde yıkılmak durumundaymış, seti dinamitle yıkıp her saniyesini filme almışlar. copolla bu footage'ı kullanıp kullanmamakta kararsızmış, fakat filmin en sonunda vermek istediği mesaj görüldüğü de üzere "savaşsız, silahsız dünya" olduğu için willard hava kuvvetlerini çağırmazdı, bu filme ters düşerdi demiş ve bu yıkım görüntülerini kullanmamış. bu görüntüleri haspel kader gören basın ise filmin iki farklı sonu olduğunu yazmış. oysa yokmuş böyle bir şey.
  • efendim bu film hakkindaki en buyuk efsanelerden biri martin sheen'in otel odasindaki sahnelerde gercekten kalp krizi gecirdigi, coppola'nin cekimi durdurmadigi, yani kalp krizi geciren bir martin sheen'i ekranda izledigimizdir.

    hadi imdb'ye guveniniz sonsuz, orda "allah yoktur" yazsa bugun ateist olacaksiniz tamam anladik.
    ama hic mi kalp krizi geciren adam gormediniz be birader? oyle yatagin yanina comelip aglamak midir sizi "aha kalp krizi serefsizim" demeye iten?

    isin asli sudur ki martin sheen gercekten cekimler sirasinda kalp krizi gecirmistir, ama bu olay ne filmde ne de yonetmenin arsivlerinde yer almamaktadir.
    otel odasi sahnesine gelecek olursak, o sahnenin olayi sudur : martin sheen cekimler sirasinda sarhostur, oyle kafasina gore sacma sapan hareketler yapmaktadir, sonra yanlislikla aynaya bi gecirir ayna kirilir eli yarilir, yani elinin yarilmasi tamamen tesaduf ve gercektir.
  • ister yapıldığı yıl olan 79'da, ister şimdi 20'de izlensin, o pelikül tadının zevkine doyasıya varacağımız filmlerden. anlattığı temalar evrensel ve modası geçmez, ki ele aldığı yerel konuların bile devri geçmiş değil, paradigma hâlâ aynı paradigma. film, geçen asrın en önemli zaman dilimlerinden birinde, 1969'da geçiyor. geçen asır diyorum ama, o zaman atılan tohumların filizleri 2000'lerde görülmeye başladı. tarihin değirmeni, evimizdeki kahve değirmeni gibi şıpınişi öğütmüyor malum. charles manson'ın haberi dahi geçiyor, zaten bu tür filmler zamana tanıklıklarıyla daima sıkı bir belge niteliğinde.

    final cut, o muhteşem vittorio storaro görüntülerini sindire sindire seyretmeyi sağlıyor ve konuya hâkimiyeti güçlendiriyor. evvel kurgu da iyiydi*, şimdiki aliyülâlâ olmuş. sinema tarihine geçmiş o epik açılış, doors ve jim morrison'un the end'i, marloncuğumuz, badlands'ten sonra aklımıza iyice kazınmış martin sheen; sevdiklerimizi yerli yerinde görmek ne güzel. hele hele artık iyice dijitale gark olmuş gözlerin organik pelikülü hissetmesi ise paha kabul etmez.
  • bu filmi göklere çıkartanlar çoktur, görselliğe ve kurguya övgüler dizen çoktur. son bölümde kahramanımız kurtz'ü bulduğunda izlediğimiz sahneler bugün bile çekilememektir, desek yeridir; ama bu film için söylenecek en önemli şey bu filmin çekim tarihidir. o tarihte bu filmi çekmek ve hala konuşulmasını sağlamak az iş midir?
  • bu film çekildikten yıllar sonra abd ırak'ı işgal etti. onbinlerce sivil ve asker öldü. işte biz buna "sanatın bi sike yaramazlık ilkesi" diyoruz. izledikçe bi yerlerde utanan insanlar vardır ama. işte buna da "sanatın yarattığı utançtan kaçamazlık ilkesi " diyoruz. ilkelere gel.

    "tarihteki en büyük hiç için savaşıyoruz".

    "ben onların korkak ahlaksızlığının ötesindeyim. umursamanın da ötesindeyim".
  • marlon brando nun, oynamadığı ilk 2 buçuk saat içinde bile sinema tarihinin en iyi oyuncularından biri olduğunu gözümüze sokan, son yarım saat içindeki bir kaç dakika süren akıl almaz oyunculuğunun ise hayrete düşürdüğü film.

    aslında film, marlon brando görünmeden önce ve marlon brando göründükten sonra diye ikiye ayrılabilir. çünkü film, izleyenlerin de bileceği üzere karanlıklar içinden çıkan marlon brando ile birlikte bambaşka bir hal alıyor, aşıyor, kopuyor, abartıyor, sinema ve oyunculukla ilgili bilinen her şeyi silip süpürüyor, yerle yeksan ediyor.

    film, çoğu filmin finaliyle bile yapamadığı etkiyi, daha en başta açılış sahnesiyle yapıyor. bununla birlikte, filmin genelindeki oyunculuklar, diyaloglar, manzara sahnelerindeki görsel şölen, özellikle marlon brando lu sahnelerdeki ışık gölge oyunları ve soundtrack dudak uçuklatan cinsten. izlemeden ölmeyin.

    son olarak;

    (bkz: marlon brando)
  • francis ford coppola'nın bu filmi, bir kült olarak sinema tarihine geçmiş, ismi, sahneleri, konusu bir çok muhabbete ve temaya kaynak olmuştur, türkiye'de kiyamet diye bilinir...

    filipinler'de çekilen film'e çawuş willard rolü için önce harvey keitel seçilmiş, 1 aylık çekimlerden sonra coppola keitel'le tartışıp onu kovmuş yerine martin sheen'i almış ve onu da böylelikle sinema tarihinin en önemli rollerinden birinde oynatarak adam etmiştir.

    çekimlerin yapıldığı bölgede amarkan donanmasının da tatil yapıyor olmasından dolayı ortalık bayağı karışmış... herkes habire kafa çekiyormuş, oyuncular sarhoş geziyorlarmış ortalıkta, hatta coppola'nın ofisinin alt katı genelevmiş, kopola'da pompacının hasıymış o aralar... marlon brando'da filmde albay kurtz rolüyle dimağ uçuran sapık bir portre çizmiştir.
  • bu filmde çok çarpıcı bir diyalog vardır. filmi geçtim, vietnam savaşı'nın iki cümlelik özetidir adeta.

    yüzbaşı willard, sadece yakıt almak için tekneden inmiş ve kendisini çatışmanın ortasında bulmuştur. oradaki birliklerle hiçbir ilgisi yoktur. bir sipere yanaşır. siperde bir asker makineli tüfek ile çılgınlar gibi mermi yağdırmaktadır. arada bir aydınlatma fişeği atılmasını ister ve yeniden mermi yağdırmaya devam eder. willard yanına yanaşır:

    - asker! buranın komutanı kim?
    - (şaşkın bir şekilde) sen değil misin?

    koca bir savaş iki cümleye sığar mı? muhtemelen sığmaz. ama sanat da zaten olanı biteni kendi diliyle aktarmakla ilgilenir. amerika'nın vietnam'da rezil rüsva oluşu çeşitli şekillerde anlatılmıştır. bunu sinema diliyle anlatmak istediğinizde ise o başıboşluğu, ilgisizliği, kontrolsüzlüğü ve disiplinsizliği iki repliğe sığdırabiliyorsunuz.
hesabın var mı? giriş yap