• etliye sütlüye karışmamak değildir.

    değil siyasetin içinde, normâl yaşamda da "eti de yerim, sütü de içerim, hükmümü de her şekilde yürütürüm" şeklinde hareket eden insan(lar)ın hırsına ibretle bakıp, kenara çekilmektir.

    zîrâ "dünya âhiretin tarlasıdır" buyurmuş rasûlullah (s.a.v.); hırs ekersek hırs biçeceğiz, ibretle el çektiklerimizden ise (inşaallah) imtihan olunmayacağız.
  • en güzeli. huzur hakim. gezi-akp-erdoğan-din-ayrımcılık-kin-nefret kavramlarından bir süredir uzağım.
    seçim sonrası edit: tutamadım kendimi ama yine maneviyata ve insanlığa girmek lazım. şu 40 gün çok eğlenceli olacak napayım?
  • siyasetten uzak durma eylemidir. öyle ki günümüzde bu ne kadar mümkün tartışılır. lakin iki ay kadar ülkenizle aranıza mesafe koyduğunuz zaman, devlet devran işlerinden uzak kaldığınızda anlıyorsunuz ki enerjinizi tüketmişsiniz bugüne kadar. üretkenliğiniz azalmış ve meselelerle yoğrulmuş gitmişsiniz. bu duruma her ne kadar özenilse de mevcut şartlarda tarafsız olmak, siyasetten uzak durmak pasiflik ve acziyettir. bir nevi kabullenmek ve yapacak bir şey yok, şartlar ne gösterirse yaşansın demektir. sorgulamayan bireyler kolay yönetilirler, sorgulayan bir toplumda yaşamamıza ihtiyaç var.
  • jeopolitik konumu itibariyle, her gün yeni bir büyük haberle uyanıp toplumun da bu olayların büyük çoğunluğundan etkilenmesi, (siyasi yakınlık ve uzaklıkların ekonomik ve sosyal bağlamda yaşamı etkilemesinin de etkisiyle) türkiye'nin halkı için bu eylem neredeyse imkansız kılınmıştır.
  • orhan veli "bedava" nam şiirinde şiirin kişisine «bedava yaşıyoruz, bedava» dedirtir ama dere-tepeyi, otomobillerin dışlarını, sinemaların kapılarını, camekanları bedava gezip seyreden şiir kişisinin yaptığı "bedava yaşamak" değil, "bedava ölmek"tir. kendi ölümünü yaşayan bu insanın ekonomik nesneler arasında bedavadan sürdüğü hayat kendisine pahalıya patlamakta ve onun bu eylemsiz eylemi hayatı uzun vadede daha da pahalı kılmaktadır. ki kendisi de az-çok farkındadır hürriyetini kelle parasına aldığının ki açıkça da söyler bunu, hem de «esirlik bedava» diye de ekleyerek. fakat «bedava yaşıyoruz, bedava» diyerek başladığı ve çok geçmeden karamsarlaşan şarkısını aynı çaresiz havayla «bedava ölüyoruz, bedava» diyerek bitirmez. bunu gözlerinin gördüğü gerçek gönlüne ağır geldiğinden mi yoksa "en kötü yaşam" fikri kulağa "en iyi ölüm" fikrinden daha güzel geldiğinden mi yapar, orası bilinmez.

    kendisini bir "apolitik" olarak niteleyen insanın yaşadığı sanrı da, orhan veli'nin "bedava ölen" şiir kişisinin yaşadığı sanrıdan pek de farklı sayılmaz. new york city'nin lüks gökdelenlerinde şaşaalı yaşamlar sürenlerden amazon ormanlarında her türlü teknolojiden bihaber yaşayanlara dek istisnasız bütün insanlar dört tarafı politikayla çevrili bir adada açtıkları gözleri, bu adada geçen politik bir yaşamın neticesinde yine bu politik adada kapıyor. insanın kendisi ve insanı çevreleyen her şey, bin yıllar evvel bizzat insan tarafından "politika parantezi"ne alınmış bir halde: bunları yazarken yararlandığım klavye "politik"; üzerinde oturmakta olduğum ve tembelleşmeme izin vermesin diye en rahatsız olanından seçtiğim sandalye "politik"; gün geçtikçe daha da ısınan nemli havanın altında susuzluktan ölmemek adına yanımdan ayırmadığım bir litrelik su matarası "politik"... bir p(klavye) ile, bir p(sandalye) ile, bir p(matara), bir p(masa), bir p(lamba), bir p(kulaklık), bir p(fincan) ile çevrelenmiş bir halde olan ben, bizzat politiğim; devletlerarası dünya politikasının politik bir nesnesiyim.

    her şey bu denli politikken insanın kendisini apolitik sayması, hastalık teşhisi konulmamış bir insanın kendisini sağlıklı sayması gibi. hastalık orada; teninin üzerinde ve altında, kalbinde ve damarlarında, ciğerlerinde ve bağırsaklarında. seni içten dışa yeyip tüketiyor ve teşhis geç konulduğu için nihai sonun seni hazırlıksız yakalıyor. politik insanın kendi politikliğine dair farkındasızlığı ya da bu farkındalığı reddedişi de benzer bir süreci yürürlüğe koyuyor: p(çevre)ye karşı kusursuz bir saygı halinde olduğunu sanıyorsun çünkü kullandığın p(otomobil)in p(egzoz)undan çıkan p(duman) p(göz)üne görünmüyor. o p(otomobil)i satın alırken ödediğin p(ücret) ile kendini yalnızca o p(otomobil)e bağladığını, hatta onu kendine bağladığını sanıyorsun ama hayır, bu p(eylem) seni birbirinden politik politikacılar tarafından şekillenen p(ekonomi)ye bağlıyor. p(otogaleri)deki p(otomobil)ler arasında yaptığın p(seçim) ise senin bir sonraki politik hamleni ve alacağın politik pozisyonu belirliyor. bu, sen farkında olsan da olmasan da gerçekleşiyor.

    üstelik burada bir metafora dahi ihtiyaç yok: insan birbiri ardına sıralanan her bir anda sürekli olarak "ölüm" ile "yaşam" arasında seçim yaparak sürdürüyor ömrünü. kendisini "apolitik" addeden bir insanın herhangi bir ehemmiyet yüklemediği bu ikiden seçmeli sınav, kursağından geçen lokmaların politikliğini kavramış bobby sands gibi idealist kimselerin midelerinde politik bir güç halini alıyor. tohumu ekenlerin, buğdayı biçenlerin, taneyi çekenlerin, unu eleyenlerin, hamuru karanların, ekmeği pişirenlerin verdiği emeğin karşılığının ekmeği satanların kazancı karşısında hiçleştiğini gören ve tüm bu süreçteki politikliği fark edenlerin porselen tabakta altın kaşıkla sunulan lokmaları geri çevirmesi, kuma gömülü mahmur gözlerin görmeyi başaramayacağı üstün bir politiklik taşıyor.

    apolitikliğin bir "seçim"den ziyade güçlü bir "inanç" olduğu gerçeğinin inananları tarafından fark edilmesi ise kimi zaman hiç de hoş olmayan vakaların akabinde gerçekleşiyor. dante alighieri'nin "la divina commedia"sında «cehennemdeki en sıcak yerler, büyük toplumsal buhran zamanlarında tarafsızlıklarını koruyanlar için ayrılmıştır» demesine neden olan vaka neydi bilmiyorum ama theodore roosevelt'in 1941 senesinin aralık ayında «son birkaç sene içinde—özellikle son birkaç günde—yaşananlar bize korkunç bir ders verdi. bundan sonra kendimizi insanlığın geri kalanından soyutlayabileceğimiz sanrısından bütünüyle kurtulmamız gerek» demesine neden olan vaka-i şerriyenin ne olduğunu gayet iyi biliyorum: pearl harbor baskını.

    evet, henüz üzerimizde japon uçakları dolaşmıyor; evet, yaşamlarımızı kıskacına almış bir savaş söz konusu değil. fakat, öyle mi sahiden? istanbul'un birer konserveden hallice toplu taşıma araçlarına binerken hangimiz kendisini güvende hissedebiliyor? hangimiz bir haber sitesini yeni bir ölüm haberi alacağı endişesi duymaksızın açabiliyor? hangimizin kulağı, burnu, teni patlayan bir bombanın sesine, taze bir kurşun yarasından sızan kanın kokusuna, gün geçtikçe devasa bir tabut halini alan ülkenin tüyler ürpertici etkisine karşı kayıtsız kalabiliyor? yahut, bunu başarabilen az sayıda "mutlu insan", ne kadar daha koruyabilecek bu mutluluğunu? huzursuzluğun kol gezdiği, kedilerin, köpeklerin dahi korkuyla dolaştığını hissettiğim sokaklarda daha ne yaşanması gerekiyor insanın kendisine ve çevresine dair politik varlığının ve etkisinin ayırdına varıp politik tepkiler vermesine?

    üstelik ben, tüm bu fikirlerin, cümlelerin ve yargıların vicdani sorumlusu olarak herhangi bir politik taraf işaret ediyor, herhangi bir politik yöntem gösteriyor, herhangi bir politik söylem dikte ediyor da değilim. bunları john fowles'un "the collector" nam romanında müstakbel katili "apolitik" caliban'a şunları söyleyen "politik" miranda'nın da taşıdığına inandığım düşüncelerle yazıyorum:

    «bir arkadaşım essex'teki amerikan havacılık istasyonunda düzenlenen bir eyleme katılmıştı. elbette istasyonun kapısında durdurulmuşlar ve bir süre sonra nöbetçi bir çavuş gelip onlarla tartışmaya başlamış. tartışma git gide hararetlenmiş çünkü çavuş amerikalıların eski romanslardaki başı dertte olan genç kadınları kurtarmak için yaşayan şövalyeler gibi davrandıklarını, hidrojen bombasının ise kesinlikle gerekli olduğunu düşünüyormuş. arkadaşım tartışma uzadıkça çavuşu sevmeye başlamış çünkü hiçbirine katılmıyor olsa dahi adam düşünceleri hakkında son derece hassas ve dürüstmüş. üstelik yalnızca arkadaşım değil, diğer eylemciler de sonrasında böyle düşünmeye başlamışlar. arkadaşım ise kendisini o çavuşa, eylemi yol kenarında asık ve aşağılar suratlarla izleyen tüm diğer aptallardan daha yakın hissetmiş. bence bu durum bir futbol maçına benziyor. her iki taraf da oyunu diğerini alt etmek için oynuyor; hatta bazen bir taraf diğerinden nefret ediyor ama üçüncü bir taraf gelip onlara yaptıklarının ne kadar aptalca olduğunu, uğraşmaya ve ilgilenmeye değmez olduğunu söylese tüm düşmanlıklarını unutup kendilerini birlikte hissederler. ki önemli olan da bu histir.»

    evet, önemli olan bu histir. önemli olan, bireysel fildişi kulelerde tesis edilmiş yapay ve sanal gerçekliklerin oluşturduğu "apolitiklik" nam matrix evrenini reddetmek, tüm politikliğine, tüm dayanılmazlığına, tüm karanlığına karşın gerçek dünyada nefes almakta ısrar etmek, insanı bir sanrının sözde huzurunda yaşamaya itenleri tahlil ederek bunlara neden olanlara karşı koyma iradesi gösterebilmektir. bir yusuf atılgan karakterinin duvara «yaşanmaz» yazıp intihar etmesine neden olan politik gerçekliğe karşı, haksızlık karşısında susanın da haksızlığa paydaş olduğunu unutmadan yaşamak, yaşatmak ve konuşmak ve konuşmak ve konuşmak çünkü;

    «insanoğlu milyonlarca yıl boyunca tıpkı diğer hayvanlar gibi yaşadı.
    sonra hayal gücümüzün zincirlerini kıran ve onu özgür bırakan bir olay yaşandı:
    konuşmayı öğrendik.
    ve dinlemeyi öğrendik.
    konuşma yetisi fikirlerin iletimine izin verdi.
    insanlara imkansızı mümkün kılmak için birlikte çalışma imkanı verdi.
    insanoğlunun kaydettiği en büyük başarılar konuşmanın, en büyük başarısızlıklar ise konuşmamanın eseriydi.
    dünya savaşlarla, anlaşmazlıklarla ve nefretle yerle bir olmak zorunda değil.
    tek yapmamız gereken konuşmayı sürdürmek.»**
  • olmayı isterdim. ama bu tarzda bir hayat sürmek, anahatlarıyla başkalarının sizin yaşam sınırlarınızı çizmesine izin vermek demektir. hayatınızın kontrolünün elinizden çıkması ve başkaları tarafından sınırları çizilen bir labirentte, sözümona bir ödülü aramaktır bunun sonucu.
    önemli olan, politize olmakla radikal olmak arasındaki farkı anlayabilmek...
  • bu ülkede zor olan durumdur. en apolitik nesil dediğimiz bu nesil bile canavara döndü. ha sen apolitik olabilirsin ama insanlar buna izin vermez. mutlaka bir sınıfa sokarlar seni. hiçbir şey bulamazlarsa liboş derler. yani zor işler bu işler. neyse.
  • bilinçli oluyorsa şapka çıkarırım, zoru başarmıştır. bireysel fayda maksimizasyonunu ancak böyle sağlayabilir; bizim gibi boş boş siyaset tartışmakla zaman kaybetmez. kaldı ki kırk yılda bir yorum yapacak olursa, bizim gibi sürekli fikir sallayanlardan daha başarılı fikirler ve gözlemler öne sürer; birinci elden gözlemimdir.

    bilinçsiz apolitik ise, samimiyetimiz derecesinde bilinç kazanması için uğraşır ya da temennide bulunurum: günümüzde ne yazık ki siyaset çok şeyin içinde ve apolitik insanın bile bilmesi gereken bazı temel bilgiler var. bundan sonrası ise tamamen "niyet"tir: eğer küçük bir çocuğun ölümüne üzülemeyen bir insan ise bunu apolitikten başka bir şey olarak açıklarım mesela -geçmişte yaşanan örnektir-. ve evet; buna hakkı da vardır ayrıca.
  • hiç kimse hiçbir tartışma sonucunda fikrini değiştirmediği için bu anlamsız siyasi tartışmalardan uzak durmak için ardına saklanılan olgudur belki de.

    mesela ben bıktım usandım artık sığ, derin düşünmekten uzak, boş beleş kimi insalara bir şeyler anlatmaya çalışmaktan. o yüzden kimseye bir şey anlatmaya çalışmıyorum. apolitik miyim? hayır. politik görüşümü insanların arasında dile getirir miyim? asla.
  • normal insanlardan farklı düşündüğü için susan, ilgisiz görünen insandır.

    arkadaşım, herkes sizin gibi sürekli siyasi görüşünü paylaşmak zorunda mı? sosyal medyada bununla ilgili görüşlerini ifade etmek zorunda mı anlamıyorum. biz de bu ülkede yaşıyoruz, oy kullanıyoruz. bizimde bir siyasi görüşümüz, yaşananlara dair söyeleyecek iki çift sözümüz var elbet. yok ona üzülmedin, yok buna duyarsız kaldın, yok düşünceni paylaş insanlarda belki bir farkındalık yaratırsın cümleleri sürekli. kardeşim kimsenin kendi görüşüyle, cümleleriyle başkalarında farkındalık yarattığı falan yok. ahanda gördük yaratılan farkındalığı 1 kasım 2015 tarihinde. ayrıca, ben siyasi görüşümü paylaşsam, iki tweet atsam ne olacak, dünya mı kurtulacak? hayır. klavye kahramanı olurum en fazla. birde o kadar hassas ki bu konular. ne yazsan birinin kanına, canına dokunuyor söylenenler. kimin neye tepki gösterdiği de belli değil. neden, ifade edeyim arkadaşım görüşümü, deli miyim?

    hayır bir de söyle bir argüman var, bir yorum yapıyoruz hemen bir tarafa iteleniyoruz. taraf seçmesek zaten bertaraf oluyoruz. öyle demişti ya eski başkakan şimdinin cumhuru. bertaraf oluyorum kardeşim var mı? taraf da tutmuyorum. hem taraf olmak ne demek arkadaşım? takım mı tutuyorsun? o an devletin menfaatine kim, hangi parti uyuyorsa ona oy verirsin? haksız mıyım? haksızım dimi. doğru.

    apolitik bir tip olmama ve görüşlerimi kendime saklamayıntercih eden biri olarak, ilk ve son kez görüşlerimi burada kusayım da rahatlayayım. sonra ebediyen apolitik olarak hayatımı yaşamaya devam edeyim.

    üniter devlet anlayışı ile yönetilmek zorunda mıyız arkadaşım? yönetilemeyeceksek federal yönetim ile yönetilsek ne olur? (asla monarşi değil)

    devlet halk için değil midir ya da hükümetler? kendi ana dilimi kullanamayacağım bir devlet neden devlettir. bu "devlet için devlet" mantelitesi/anlayışı olmuyor mu? kürtsem, kürtçe konuşabilmeli, çocuğuma kürtçe isim koyabilmeli, ana dilimde hizmet alabilmeliyim. alamıyorsam da devlet elini taşın altına sokmalı, boş beleş milliyetciliği bırakmalı. halk için çalışmalı.

    arkadaşım, üniversiteye, meclise neden başım kapalı giremeyeyim? neden sosyal statümle, sosyal yaşantımla, dini kimliğim, yaşantım çatışsın? neden gittiğim yerlerde özgürce ibadet edemeyeyim; cem evi, mescit, abdesthane neden yan yana olmasın? neden çoğunluğa göre inşa edilsin ibadethaneler?

    neden kütüğümdeki memleketten utanmak zorunda bırakılayım. rizeliysem faşist, hakkariliysem terorist olayım? chp'ye oy verdiysem laik, demokrat; akp'ye oy verdiysem şerihatçı, dinci olayım.

    ne faşisttim, ne terörist, ne laik, ne dinci, ne demokrat, ne atatükçü, bertaraft oluyorum. apolitiğim ben mis gibi.

    akp'yi tebrik ediyorum hollanda'da %70 oy aldığı için. sen evlere "bize oy verin" diye mektup gönderdin mi? yurtdışındaki seçmenini hatırlayıp, onu değerli hissettirdin mi? hayır. akp yaptı. akp'ye yaptığı çalışmalardan dolayı kızamazsın, olsa olsa hakkını verirsin. tebrik edersin. ben öyle yaptım. neden sempatizyanı olayım arkadaşım. apolitiğim ben apolitik.

    hdp barış barış diye bağırmadı mı meydanlarda, "inadına barış, inadına özgürlük" demedi mi, 7 hazirandan bu yana öyle ya da böyle, iyi bir politika yürütmedi mi? sesini duyurmadı mı? biz de buradayız demedi mi? nasıl tebrik etmem. ederim de bal gibi. iyi ki barajı geçtin hdp iyi ki… sen mecliste olmalısın bir kere!

    gel gelelim, ne kadar iyi - kötü olduğu tartışılır ama 12 yıldır devletin başında olan bir hükümette yönetim körlüğü oluşmaz mı? oluşur. ister beğen, ister beğenme! birinin bu körleşen gözleri açması gerekiyordu. bunu yapacak tek parti vardı. o da 7 haziran'da yaptı. tebrikler hdp. yine hoş geldin tbmm'ye. he ama sen de "sayın öcalan" dersen o adi serefsize, sen de iyiki oy kaybettin hdp.

    bak akp tek başına iktidar olunca, "neden üzülmedin? oyunu akp'ye mi verdin?" diyenler var. bu neyin kafası arkadaşım. ben senin kadar fanatik olmak zorunda mıyım? oyumu chp'ye, akp kazansın diye vermiş olabilir miyim? olamam. ama kendimi de kahredemem. 7 haziran'da burun kıvırdılar, koalisyona yanaşmadılar, oturup bir masaya konuşmadılar. şimdi kimse de tutup, akp'nin bu başarısına "hede hödö" demesin. niye kendimi paralayayım arkadaşım. bu zamana kadar yaşadık evet, şimdi de yaşarız elbet. ne yapayım intihar mı edeyim. günümü sizin gibi zehir mi edeyim. duyarsızım ben apolitiğim. he ama şunu da demeden edemeyeceğim. mhp keşke o 41 milletvekilini de sokamasaydın meclise de, ldp girseydi meclise senin yerine.

    apolitiğim arkadaşım. apolitiğim. almıyor aklım, evet basmıyor beynim. sizin kadar da fanatik olamıyorum. chp'yi de destekliyorum, akp'nin hakkını da veriyorum. hdp bu ülkenin rengiyse, o da olmalı mecliste diyorum. cumhuriyetle yönetilemiyorsak, yönetilmeyelim diyorum. türkçeyi adam gibi konuşamazken, kürtçe'ye burun kıvırmayalım diyorum. apolitiğim işte apolitik. objektif görünen subjektif, taraflı, acımasız, faşist, seviyesiz, empati kurmadan kurduğunuz cümleleri de, görüşleri de alın ne yapıyorsanız, nerede paylaşıyorsanız, paylaşın. biz apolitiklere dokunmayın. bizi duyarsız, bencil, umursamaz, asimile olmuş gençlik olarak da yorumlamaktan bir vazgeçin. belkide bu ülkede görüşlere saygı duyulmadığı için apolitik olmuşuzdur, ya da öyle davranıyoruzdur. olamaz mı? olabilir.

    şimdi bir akıl zengini çıkar, ne boş konuşmuşsun ne saçmalamışsın der. sen demeden ben diyeyim sözlük yazarı. sağlam saçmaladım. hadi eyvallah.

    edit: imla
hesabın var mı? giriş yap