aynı isimde "arayış (dizi)" başlığı da var
  • hevesi sökülüp alınmış insanların alınyazısı olmaz. onlar içine düştükleri durumlarla baş etme duygusundan çoktan uzaklaşmıştırlar. yaşam ve ölüm arası bir çizgide yazgının kırılgan yaprağını, bir nilüferi ve çokluk kimsenin önemsemediği ve hiç kimse için yapılmamış ama yine de varlık sahasında kendine yer bulmuş kimsesiz şeyleri sevmeyi bilirler. kimsesizlikleri utanç verici bir şey olmanın ötesindedir artık. bu toplumdan kaçmak, saklanmak anlamına gelmemeli. orada öylece duran varlıkları hiçbir yere gizlenmiyor. gölgelere dans etmiyorlar. orada tüm açıklıklarıyla duruyor olmaları onları görünmez kılıyor. bu iyi bir kamuflaj değilse nedir?

    gizleyecek bir şeyi olmayan insanları sevmeyiz. yaşama dair bu tür net bir açıklık bizleri korkutur. hazır olmadığımız bu türden bir ilişki biçimi duygularımızın zalim filtresine takılır çokluk. ve karşımızda anlamı giderek büyüyen bir insan bulduğumuzda ilk iş ondan kaçmak için yola koyuluruz. kendi yazgısına bakmayı bilmeyen insan korkar, korku sahte bir gülümseme ve karakter yaratır. öğrenilmiş her şey boş bir duvara tosladığında varlığın kavranamaz gerçeği bir anlığına da olsa sizi o gri bölgeye çektiğinde geriye dönüş özlemi başlar. ama özlemi, nostaljiyi yaratan şey korkunun hülyasıdır. hayal kurduğu için farklı değildir insan, hayal edebilmeyi becerebildiği için belki. ama korku insanı durduran ve soluklaştıran bir tek düzelik yaratır. heves ateş böceklerini solgun ışığına takılıp uzaklara seyrettiğinde deneyim yalnızca geçmişin tortusunu çalkalamakla kalmaz zihin bardağında, ondan uzaklaşan tada, kokuya ve anlama düşmanlaşır. ve insan büyük sözler etmeye hazırlandığı her vakit kendine yaraşan bir utancın güncesini tutmaya koyulur. utanç bizi daha koyu bir arayışa hazırlamalıdır oysa.

    bütün kelimeler tek bir ağızdan dökülürcesine berraklaşıyorsa, etrafınızdaki her şey birbirine benzeyip, birbirini tekrar eden bir labirentin parçasına dönüşüyorsa, yaşamın yüceliğine dair kanıtlar giderek soluklaşıp, izler havaya karışıyorsa arayış bitmiştir. aynılık tükettiği her şeyi sıradanlığın zindanına hapseder. kötü bir hapis değildir bu. sükuneti öğreten bir yarara bile yorulabilir. ama tüm bu sessizliğin ardında büyüyen çığlık oyuncak düdüklerin itaatine boyun eğerse, aynılık kapladığı alanı genişletip bizleri körleştirirse kendimize yaraştırdığımız sessizlik zalimliğe dönüşür. yaşama, kendine, deneyime ve sadakate karşı zalimlik.

    arayışın hülyası körleşmenin şafağıdır. kişi kendine dönüp baktığı her vakit geride bıraktıklarını görüyorsa yazgısı onu çoktan terk etmiştir. kalıcı heves yalnızca körleşmeye doğru seyreder ve insanın ufkunu kaplayan manzara anlamsızca bir anlam kazanır…
  • "arayışlardan asla vazgeçmeyiz
    ama tüm arayışlarımızın sonunda
    başladığımız yere geri dönmüş oluruz
    ve orayı yeniden keşfetmeye başlarız."
    (bkz: t.s. eliot)
  • bazen gecenin bir yarısı, düşünceler içinde denizi izlerken dahi, aynı soruları düşünen bir başka insanı arar. var mıdır, varsa kimdir, nerededir..

    ----------

    "odaya tekrar döndüğünde akşam bütün soğukluğuyla hissediliyordu. odasındaki sinmiş sigara kokusunu kanıksamıştı, umursamadı. bir şarkı açtı, eğlenceli olan bir şeyler dinlemek istedi. eğlenemedi. camdan baktı uzağa.

    şu büyük su kütlesi, adına deniz dedikleri, büyük su göleti, ne kadar esrarlı duruyordu. gece denizin rengi siyahtı, sabaha doğru siyahın tonu azalıyordu, koyu gri - lacivert, açık gri, yeşilimsi... üzerine güneş doğunca kızıl bile oluyordu. değişiyordu sürekli. dalgalanıyordu, duruluyordu, kirleniyordu, temizleniyordu, insanlara gülüyordu, insanlara ağlıyordu. sırtında taşıyordu gemileri, balıklara nefes oluyordu, kaptana ise hasret oluyordu ve belki aşk. dertlinin derdine ortak oluyordu, manzarasını seyretmek isteyene güzelliğini cömertçe sunuyordu. üstelik sigara dumanını kendisine doğru üfleyenlere bile kızmıyordu. "ayna" gibiydi ruh haletine. nasıl görülmek istenirse öyle görünüyordu.

    düşündü, "birisi daha var mıdır acaba aynı anda bu suya benimle bakan, benimle aynı duyguları yaşayan birisi.." diye. muhakkak vardı birileri. ama kimbilir neredelerdi.." ` :yıllar önce yazılan minik bir öykü`

    ----------
  • "hatta ben kendi dışımda kalan birçok şeyi bilmediğim gibi, ne yazık ki insanın aradığını hiçbir zaman, hiçbir yerde bulamayacağını da bilmiyormuşum. bulamazmış oysa...ona benzer birtakım şeylerle karşılaşabilirmiş belki, çoğu kez bunlardan bazılarını aradığı şeyin ta kendisi sanabilir, hatta onlara bir an için sımsıkı, hiç kopmamacasına sarılabilir ve işte böylece, insanın algılama zayıflığından doğan tatlı bir yalanın içinde bir süre de olsa oyuncağına kavuşmuş bir çocuk gibi avunabilirmiş ama nedense aranan asıl şey hep insanın içinde kalırmış... hem de kimi zaman kılık değiştirip kendini başka bir şeymiş gibi kabul ettirerek, kimi zaman sesini soluğunu kesip kısacık bir dalgınlığa dönüşerek, kimi zaman da bir el hareketinin nedensizliğine, bir bakışın bulanıklığına, bir iç çekişin derinliğine ya da bir soluk alış verişin alışılmışlığına gizlenerek kalırmış. bu yüzden, olsa olsa bu arayışın sonunda ben, eğer tat alma kapılarımın hepsi ardına kadar açıksa, ancak arayış boyunca çekeceğim zevkli bir ıstırabın damaklarımda kalan tadını bulabilirmişim. ama olsunmuş; gene de bir an bile yılmadan aramayı hep sürdürmeliymişim. herkesin nicedir aramayı unuttuğu bir şeyi, farkına bile varmadan herkes adına arıyor olabilirmişim çünkü..."*
  • "aramak mı?
    öyle bir şeydir ki bu arayış,
    kendini bile bulabilir insan."
  • bir hışımla "bulması ne zormuş, aramak kolay da." dedi akıllı. neyi aradığından hiç bahis açmaksızın ilişti huzurunun yamacına delinin, anlaşılmaktan emin.

    deli, "aramakla bulmak arasındaki neden sonuç ilişkisi katiyen kusurludur." dedi tereddütsüzce.
    "aradığında bulursun yahut bulamazsın. o, işin belkisi. ama, aması da var. bulmayı unutup aramayı bulmak. arayışı bitiren bulma mıdır, buluşun başlangıcı mı yoksa o aramak? ve hem bu isteği başlatan ne? ne o ihtiyaç?"

    "fare kapanı arıyor o zaman, öyle ya." dedi akıllı.
    "yok kapan fareyi buluyor." dedi deli.
    tıkanınca düşünüşü akıllının, "peynirin umarı ne?" dedi.
    "sahibinin uğultulu, bilinçsiz, güçsüz köleliğini pekiştirmekten başka mı?" dedi deli.
    derin derin sustu... lakin için için konuştu akla ve aklın, akıllıların icadı, insanı rahmani olmaktan öte yollarla bencilleyen mantıklarına inat cümleler kuracaktı yine besbelli.

    sonra akıllı, "peyniri," dedi, "bir hazine olarak görmeli mi yahut kapandaki fareyi? bulan için en azından." dedi ürkek bir tonda.

    "peki," dedi deli, "hazineyi gömen buluşu kesin olmayan bir arayışı başlattığını bilse zenginliği dışında neyini kaybeder?"

    akılla zeka arasında azametli bir susuş başladı...
  • sürekli yapılan, ara veril(e)meyen, kabul edilen veya edilmeyen devamlılık konusunda umuda ihtiyaç duyan, kimi zaman vazgeçme engeline takılan ama hep bir şekilde var olan,
    çoğunlukla zamana yenik düşen fakat buna rağmen ayakta kalandır.
  • buluşa gebedir her zaman ve yine en etkin buluş kontrol yöntemidir. bulmayın demiyorum ve fakat yetinmeyin diyorum.
  • kimileri için erken yaşta biter ki işte onlar şanslı olanlardır; kimileri için ise bir ömür boyu sürer.

    artık hayattaki yerimi bulmak istiyorum.
  • bülent ecevit'in 1981'de çıkarmaya başladığı ve tam 1 yıl 1 ay sonra kapatılmış ve toplatılmış dergi. toplam 50 küsür sayısı çıkmıştır.
hesabın var mı? giriş yap