6 entry daha
  • "sevmek acı çekmektir, sevmemek ölmek" demiştir, taktirimi almıştır aristo amcam
  • buyuk iskender, felsefenin duayeni sayilan aristo'ya bir mektup yazar.

    ''zaptettigim topraklardaki insanlari tahakkumum altinda tutabilmek

    icin neler yapmaliyim ''diye gorus beyan eder;

    1- ulkenin ileri gelen insanlarini surgune mi gondereyim?

    2- ulkenin ileri gelen insanlarini hapse mi atayim ?

    3- ulkenin ileri gelen insanlarini kilictan mi gecireyim ?

    aristo' nun cevabi :

    1- surgunde toplanip sana karsi baskaldirirlar,

    2- hapishaneler militan yuvasi olur, kontrolden cikar,

    3- onlardan sonraki kusak intikam hirsiyla buyur, tahtini sallar.

    cozum olarak su nasihati verir:

    ''insanlarin arasina nifak tohumlari ekeceksin,

    birbirleriyle savasinca hakem olarak kendini kabul ettireceksin,

    ama anlasmaya giden butun yollari tikayacaksin. '' diyen filozof...
  • "siyasetle ilgilenmeyen aydın insanları bekleyen korkunç bir akıbet vardır: cahiller tarafından yönetilmek!"
    aristoteles
  • aristoteles'e göre insanda bulunması gereken bazı özellikler vardır ve bunları insani erdemler olarak nitelendirir.

    1 - cesaret
    gözü karalık ve korkaklığın dengelenmesidir.

    2 - cömertlik
    savurganlık ve cimriliğin dengelenmesidir.

    3 - heves
    tembellik ve açgözlülüğün dengelenmesidir.

    4 - tevazu
    övme ve aşağılamanın dengelenmesidir.

    5 - dürüstlük
    ketumluk ve gevezeliğin dengelenmesidir.

    6 - mizah anlayışı
    goygoyculuk ve somurtmanın dengelenmesidir.

    7 - arkadaşlık
    kavgacılık ve yağcılığın dengelenmesidir.

    8 - ölçülülük
    bencillik ve kendine karşı ilgisizliğin dengelenmesidir.

    9 - itidal
    duyarsızlık ve duyar kasmanın dengelenmesidir.

    10 - kontrol
    kararsızlık ve dürtüselliğin dengelenmesidir.
  • akıllı insan düşündüğü her şeyi söylemez, fakat söyleyeceği her şeyi düşünerek söyler. - aristotales
  • "a tyrant must put on the appearance of uncommon devotion to religion. subjects are less apprehensive of illegal treatment from a ruler whom they consider to be god-fearing and pious."
    -- aristotle, 343 b.c.

    meali:
    "bir zorba görülmedik bir dindarlık görünümü koymalıdır. teba tanrı korkusu olan ve dindar bir liderden yasadışı muameleye pek tepki göstermez"
    --aristoteles

    mesela:
    http://www.hurhaber.com/…se-sikayetci-olmadi/244589
    sen türkiyesin çok düşünme bunları
  • bugün bir taksi şoförü çıkar da "kadınlar kötü araba kullanırlar abi/abla" derse bilineki bu aristotales'in etkisidir.
  • "aristoteles’in ortaçağ boyunca bu kadar tutulmasının sebebi tek tanrılı dinlere zemin hazırlamasından dolayı olabilir mi?" sorusu çerçevesinde incelendiğinde değişik bir tarafa çekilebilir düşün adamı imiş.
    sorunun karşılığı üzerinde faruk akyol hocam şöyle duruyor;

    "aristoteles’in hıristiyan kozmolojisine son derece aykırı bir kozmolojisi vardır. ama esas itibariyle ortaçağ’ı ikiye ayırıyoruz. birincisi, ‘patristlik dönem’ öbürü de ‘skolastik dönem’. ‘patristlik dönem’de vahyin akılsallaştırılması etkinliğinde aristoteles’in çok ciddi bir katkısı vardır. özellikle mantık’ıyla, çünkü çok ünlü bir ortaçağcının bir tespiti var; önce vahiy geldi, ondan sonra da vahiy akılsallaştırıldı. vahyin akılsallaştırılması gerekiyordu, çünkü, sonuç itibariyle her ne kadar islami vahiyle bir benzerliği olmasa da hıristiyan vahyinde de aslında, işaret edilmek istenen şey olay ile olay üzerinden anlatılmak istenen şey farklıdır. yani, aslında söylenmek istenen şeyin bir arka planı vardır. bunun ortaya çıkartılabilmesi için islami literatürde ‘kelam, tefsir’ gibi isimler verdiğimiz araçlara ihtiyacımız vardır. bunun için de felsefeye ihtiyaç vardır. ama felsefenin özellikle ‘sermokinal’ dediğimiz sözel kısmına ihtiyaç vardır. çünkü, ancak o sözel kısım aracılığıyla siz, vahyin insan aklı tarafından kavranılması gereken kısmını bulup ortaya çıkartabilirsiniz. yoksa kendi başına çıplak anlamda aklın fark edebileceği herhangi bir şey yoktur ortada. yani, hz. isa, kör birinin gözlerini iyileştirir ya da bir cüzzamlıya dokunur ve onu iyileştirir. bu bir hikayedir,ama bununla ne anlatılmak istendiği konusunda felsefenin, özellikle de aristoteles’in mantık eserlerinin içinde toplandığı kısmının çok büyük katkısı olmuş ortaçağda.

    aristoteles’in fiziği, çok ciddi anlamda bir faciadır. nesnelerin hareketiyle ilgili, onların özgül ağırlıklarıyla ilgili, ivme ile ilgili, yerçekimi ile ilgili öyle şeyler ortaya koymuştur ki hatta, kendisinden sonra okulunun başına geçen bir öğrencisi var, ‘teofrastos’ (midilli’de, assos’ta da beraber bulunmuşlar) tarafından bile eleştirilmiştir. ama buna rağmen aristoteles bir mit haline gelmiştir. üstelik çok enteresan bir durum da vardır. mesela aristoteles’in eserleri aşağı yukarı bir 80 – 100 sene kadar ortadan kaybolmuştur. sonra bir tesadüf eseri bulunuyorlar. ama bulunduklarında son derece kötü durumdalar. bu okunamayacak derece kötü durumda olan folyolar bazıları tarafından tamamlanıyor.‘metafizik’ kitabı bunlardan bir tanesidir. metafizik bütünüyle aristoteles’in bir eseri değildir ama o şekilde okuyoruz. böyle eklemeler yapıldığı halde aristoteles baş tacı ediliyor. mesela, ‘ibni rüşt’ şöyle bir şey söyleyebiliyor, aristoteles tanrı tarafından bu dünyaya gönderilmiş insanların sahip oldukları akılların içinde en yüce akıldır. onun söyleyebildiği bir şey varsa eğer bu mutlak anlamda doğrudur. eğer söyleyemediği bir şey varsa zaten hiçbir insan aklı bunu bir daha söyleyemeyecektir. dolayısıyla, o ne derse felsefi bir anayasa haline gelmiştir ve mutlak anlamda inanılmıştır. bu yüzden de bütün bir ortaçağ boyunca aristoteles’in adı çok az geçer metinlerde, genellikle hep filozof denir, ‘filozofus’ büyük f harfiyle filozof denir, oradan aristoteles’i anlarız metinlerde.. “üstat” anlarız. demek ki, bir kere bir şeyin özüne sahip olduğumuz anda artık onunla uğraşmamıza pek de gerek yoktur, çünkü o zaten bulunmuş, bilinmiş demektir. zaten bildiğimiz bir şey hakkında daha neyi bileceğiz ki?.. onun özünü biliyoruz artık. bu bakımdan araştırma, ölçme, tecrübe neredeyse ortadan kalkmıştır.

    öz kavramına gelince, öz kavramı bu varlığı belirleyen çok önemli bir durumdur.. greklerde tanım terimi, sınır terimi ile yakından ilgilidir. yani tanım terimi, sınır teriminden türetilmiştir. bunun bir nedeni vardır; aristoteles’e göre bir şeyi bilebilmemiz için bilmek üzere kendisi üzerine yoğunlaştığımız şeyin sınırlarını belirlememiz gerekiyor. eğer sınırını belirleyemiyorsak, o taktirde aklımızın bir nesnesi haline getiremiyoruzdur. bir şeyi düşüncemizin nesnesi yapabilmemiz için onun sınırlarının kesin olması lazımdır. o nesne gibi olmayan nesnelerle bir var oluş sergilememesi lazımdır. eğer bir şey karışık durumdaysa, onu muhakkak kendisi gibi olmayan şeylerden ayrıştırmamız lazımdır. bunun için de bir çok mantıksal süreç vardır. bu süreçler aristoteles tarafından uygulanmıştır. nesnenin kendisine sorular soruyoruz. nerede olduğunu, nasıl bir ilişki içinde olduğunu, hangi zaman içinde olduğunu soruyoruz. bu şekilde dokuz tane soru soruluyor. bu sorular, hep özün kendisini belirlemek için soruluyor. bu sorular sonucunda ortaya çıkan şey özün kendisi oluyor. az önce belirttiğim gibi, bu hep sözeldir. herhangi bir nicelik, yani sayılama tekniği katılmaksızın yapılır. elbette ortaçağ’da bu tekniğin katıldığı yerler de vardır ama esas olan böyle bir durumdur. bu soruları sorarak özü ortaya çıkarıyoruz ancak bu soruları yönelttiğimiz bir şey daha vardır; var olan, orada duran bir şey vardır. başlangıçta bu önemli bir problem değildir; ortada duran bir şey var, biz ona sorular soruyoruz ve cevapları alıyoruz. bu şekilde onun özünü saptamış oluyoruz. dolayısıyla onunla ilgili bir enformasyon ortaya çıkıyor. konuştuğumuz zaman da bu enformasyona başvuruyoruz. ama bir de orada var olan bir şey var; daha sonraları, yani aristoteles’ten sonra insanları rahatsız eden bir şey bu. aslında aristoteles de buna bir parça değiniyor ama açık bir şekilde değil. özün yanında var oluş da vardır. bunların aynı mı, yoksa farklı mı olduklarına dair bir soru ortaya çıkıyor. ortaçağ’da öz ve var oluş bir birinden ayrı kavramlar olarak ortaya çıkıyor. kabaca tarif edersek, öz varoluşu belirleyen, hatta ölçen; var oluşun yeteneğini ortaya koyan bir durum olarak karşımıza çıkıyor. yani o şeyi, “o” yapan nedir diye sorulduğunda o özün tarifiyle, bir şekilde kendini ilişkilendirmiş oluyor. insan söz konusu olduğunda öz ve varoluş birbirinden farklı oluyor; çünkü öz aslında insana verilmiş bir durumdur. ama tanrı’da öz ve var oluş birbirinden farklı değildir; tanrı’nın özü de, var oluşu da bir ve aynıdır. bunun birkaç sebebi vardır: tanrı kendi var oluşu içinde herhangi bir ikiliği kabul edebilecek bir yapıya sahip değildir. hiçbir şekilde ikilik söz konusu olamaz. bu, bilme bakımından da böyledir. mesela ortaçağ’da bir filozof“tanrı bilebilir mi?” diye bir soru soruyor; bunun üzerine de kıyamet kopuyor. tartışmalar sonunda birisi son noktayı koyuyor: tanrı bilemez; insan gibi bilemez. çünkü bir şeyin bilinebilmesi için söz konusu olan nesne ile bilen özne olması gerekiyor. yani bir bilen, bir de bilinen olması lazımdır. bu durum insanda bir parça anlaşılabilir bir durum, çünkü insan sadece kendi özüne sahiptir, başka özlere sahip değildir. örneğin çay bardağı benden ayrı, benim dışımda duruyor; benim onu bilebilmem için ona yönelmem lazım; burada bir problem yoktur. ama tanrı söz konusu olduğunda problem vardır, çünkü yönelebileceği ve kendisi olmayan bir şey yoktur. bir şeye yönelebilmek için kendimizden olmaması gerekiyor ve burada da bilme söz konusu oluyor. ancak tanrı’nın kendisi dışında gidebileceği bir yer yoktur. dolayısıyla, tanrı’nın bilebilmesi için hem bilen bir varlık olarak düşünülmesi lazım; hem de o varlığın bilebileceği bir nesnesinin olması lazım. böyle bir düalite tanrı’da asla düşünülebilecek bir durum değildir, çünkü o zaten bütün var oluşu kuşatan bir özelliğe sahiptir. bütün var oluşu kapsadığı için, hatta augustinus der ki, “seni seslendiriyorum”. latincede bir şeyin adını anmak ile, o şeyi çağırmak aynı şeydir. abelard dediğimiz zaman hem bunun adı nedir, bu nasıl adlandırılır, nasıl seslendirilir sorarsınız, hem de birini çağırırken kullanırsınız. augustinus bunu bildiği için böyle bir şey demiş: ben seni çağıracağım, ama sen nereye geleceksin? eğer sen her yerde isen, o zaman aynı zamanda bendesin de; ben seni çağırdığım zaman, seni adlandırdığım zaman seni nereye çağırmış oluyorum? sen neredesin ki, nereye geleceksin? böyle tuhaf, komik şeylerle uğraşıyorlar. verdiğim bu örnekten hareketle bir şey söylemek istiyorum. augustinus’a göre; tanrı her yerdedir, dolayısıyla tanrı benim içimdedir ve dolayısıyla hakikat de benim içimdedir; çünkü tanrı eşit hakikattir; dolayısıyla hakikat insanın içindedir. benim evrenin nasıl bir şey olduğunu anlamam için kendi içime dönmem yeterlidir. çıkıp da orayı burayı araştırmama gerek yoktur; çünkü hakikat benim içimdedir, tanrı benim içimdedir. o yüzden ben kendi içime dönerek tanrı’yı bulabilirim şeklinde bir kanıtlamada bulunuyor.

    başka türden bir tanrı kanıtlaması daha vardır; o da fizik evrenin kendisinden hareket ediyor. şöyle bir akıl yürütmede bulunuyor; diyor ki, gözlemlediğimiz bütün nesneler hareket ediyor. yani nereye bakarsak bakalım hep hareket eden şeylerle karşılaşıyoruz. her şey hareket halinde ve her şey bir başka şeyin hareketinin nedeni. örneğin ben çay bardağını aldım, biraz önce buradaydı ve şimdi şuraya koyuyorum; bardak hareket ediyor. hareketinin nedeni var; bunun nedeni benim iradem. onun burada değil de, şurada durmasını istedim ve dolayısıyla hareket etti. ben de hareket ediyorum. örneğin düşünme en temel hareketlerden biridir. bir çocuğun babası oluyorum, bir kadın bir çocuk doğuruyor, o çocuğa bir hareket vermiş oluyor. kısacası yeryüzünde, bu evrende her şey hareket halindedir. her hareket edenin bir hareket ettiricisi varsa, o taktirde bunun sonsuza dek geri gitmesi bir saçmalıktır; bu böyle sonsuza dek geri gidemez; mantıkta ‘reductio ad absurdum’ dedikleri, saçmaya indirgeme türünden bir şey olur bu. bu böyle sonsuza dek devam edemeyeceğine göre bir ilk hareket ettirici vardır. ama, bu ilk hareket ettiricinin kendisi hareket ettirilmemiş bir ilk hareket ettiricidir. bu evren, kendisi hareket ettirilmemiş bir ilk hareket ettirici tarafından harekete başlamıştır ve bu hareketi de yok olana kadar, kendi sonunu görene kadar devam edecektir. peki, bu hareket nasıl ortaya çıkar? bu hareketin ortaya çıkması, biraz önce söylediğim gibi öz ve varoluş arasındaki ilişki bakımından da önemlidir. ortaçağ’ da ‘impetus’ diye bir teori vardır. o teori ortaya çıktıktan sonra bir kırılma oluyor ama genel olarak şöyle izah etmek mümkün; ben bir var olan ve yaratılmış olarak bir sürü potansiyel duruma sahibim. mesela doğduğumda büyük insan olma potansiyeline sahiptim ve büyük insan olduğumda da bu potansiyel aktüel hale geldi. benim böyle pek çok olanaklarım vardır. bu olanaklardan bazıları uygun koşullar söz konusu olduğunda ortaya çıkıyor, gerçekleşiyor. bir elma tohumunu uygun bir ortamda bulundurursam o elma tohumundan bir elma ağacı olabilir. dolayısıyla o tohumun içinde elma ağacı olma ve meyve verme potansiyeli, olanağı vardır. hareket dedikleri şey de o potansiyel durumun aktüel hale geçmesi durumudur. daha kabaca şöyle izah etmek mümkün; bu elimdeki çay bardağının bu konumdan, şu konuma geçebilmek gibi bir olanağı, böyle bir potansiyeli vardır. bu gerçekleştiği anda, bu potansiyel durum aktüel hale geldiği anda, hareket meydana gelmiş oluyor. işte bu şekilde izah ediyorlar. şimdi, bir insanın ya da bu çay bardağının hareket etmesi ya da ettirilmesi son derece doğaldır. çünkü potansiyellikleri var ve bu potansiyelliklerinden bazıları uygun durumlarda aktüelleşiyor, gerçekleşiyor. öyle bir ilk hareket ettirici olmalı ki kendisi hareket ettirilmemiş olsun demiştik. tanrı, kendisi hareket ettirilmemiş bir ilk hareket ettiricidir. neden? çünkü tanrıda her hangi bir potansiyellik durumu yok. eğer tanrıda herhangi bir potansiyellik durumu olmuş olsaydı o zaman harekete; bir fizik harekete ve bir fizik zamana tabi olan bir varlık olması gerekirdi ki o takdir de yaratılışı gerçekleştirmekten uzak düşecekti. dolayısıyla ortaçağ’dakiler tanrıya ‘saf edim’ ‘actus purus’ diyorlar. saf aktüellik, yani, onda herhangi bir potansiyellik durumu yoktur. "

    http://www.osmanfarukakyol.com/node/3#comment
  • "güçlü duyguların etkisi altındayken, kolayca aldanırız. korku etkisi altındaki korkak ve aşkın etkisi altındaki aşık öylesine illüzyonlara kapılır ki korkak baktığı her şeyde düşman, aşık da baktığı her şeyde sevgilisini görür."

    aritoteles
  • insan kendinden asla bahsetmemelidir; kendini överse şarlatanlık, yererse budalalık etmiş olur. aristo

    (bkz: kendinden hiç söz etmemek asil bir ikiyüzlülüktür)
380 entry daha
hesabın var mı? giriş yap