• arada gözden geçirilmesi gereken sosyal ilişki türü. bağlayıcı bir sözleşme olmadığına göre, feshetmekte sakınca da yok.

    yaş ilerledikçe ihtiyarlar vakfı mütevelli heyeti üyesi üslubu dışında birkaç kazanım daha otomatik yükleniyor. bunları şöyle sıralayabiliriz:

    - ikili diyaloglarda 'iyi de bundan bana ne' eşiği (siz bunu ortamlarda 'eeeh skerler eşiği' olarak duyacaksınız)

    - 'gözaltı kremi kullanmaya başlamalıyım' kabullenişi (bunu belki de hiç duymayacaksınız, duyduğunuzu iddia edince şizofreni şüphesi ile takibe alınacaksınız çünkü hepimizin yaşımızdan küçük göstermemiz (?) kayıtlara geçmeyen bir kitlesel halüsinasyondur ve az önce okuduğunuz cümle aslında hiç yazılmadı)

    - duygusal vampirlerin kalbine inşaat demiri saplama cesareti (onları sürekli yardıma muhtaç kedi yavrusu gibi bakmalarından tanıyabilirsiniz)

    - toksik insanlara tahammül etmek zorunda olunmadığının algılanması (siz onları manipülatif olmaya çalışıp beceremeyen salaklar olarak göreceksiniz)

    - tüm hayatını asla sebze dışı karbonhidrat, gluten, şeker, alkol tüketmeden geçirdiğini söyleyen insanların şahitliğinin kabul edilmemesi gerektiği (yalancı veya uzaylı olabilirler, siz onları her güzel yemeğe burun kıvırırken göreceksiniz)

    kişi seri olarak aydınlanınca paralelinde bazı yüklerden kurtulmak istiyor. arkadaşlık güzel, hoş hisler uyandırması gereken bir kelime ama insanda kendini döküm tavayla dövme isteği yaratan insanlarla heidi ve peter gibi el ele dağlarda koşulmuyor. sürekli ayağa bir taş takılıyor, heidi düşüyor ve götü görünüyor.

    konuyla ilgili fırından yeni çıkmış örneğimi de anlatayım ki gerçek bir ihtiyar heyeti üyesi olduğumu kanıtlayayım:

    geçenlerde uzun zamandır her türlü saçma fikrine, saçma olduklarını bildiğim halde destek verdiğim arkadaşım (eski arkadaşım) tüm tembelliğinin suçlusu benmişim gibi başarısızlığından beni sorumlu tuttu.

    - solucan gübresi işine girip zengin olmak
    - sülükle tedavi işine girip zengin olmak
    - bitcoin alıp köşeyi dönmek
    - karavanda kahve satıp köşeyi dönemese de keyfi yerinde yaşamak
    - yurt dışına gidip dadı olmak, sonra orada kendi işini kurmak ve gurbetçi şaban başarısıyla ülkesine dönmek

    gibi sürüngenlerle başlayıp 35 yaşında ve sıfır ingilizce bilgisiyle sınırdan geçmesi bile zor olan bir hayale ulaştı. aklıma gelmeyen, hatırlamak istemediğim daha onlarca iş fikri var ve neden senelerdir buna tahammül ettiğimi düşündüm: arkadaşlık.

    kelimeler bazen pranga gibi takılıyor insana, gerçek olup olmadığını sorgulamadan itaat ediyorsun. böyle saçma arkadaşlık mı olur? en sonunda, organlarını veya bütün olarak kendisini satmak dışında hiçbir amacı olamayacak, nereden çıktığı belirsiz bir insanın vaatlerine, kendisine ayda yüz bin milyorlar kazandıracağına inanıp elindeki her şeyi hibe etmeye çalışırken ben oyundan çıktım çünkü daha fazla enerjim kalmadı. yıllarım bu 'arkadaş' adlı yaşam formunun garip işler yapmasına engel olmaya çalışarak geçti ve üstelik hep de ben suçlu bulundum çünkü karamsarmışım. gerçekçi olsam ondaki potansiyeli görürmüşüm. bıraksam trakya'da bir bodrum katından ev yapımı rakı değil çalışanlarına happy hour düzenleyen, bütün duvarlarında italik yazıyla "be bold" yazan startup çıkacakmış herhalde.

    son derece sakin bir şekilde doodle çizmeye devam edip seneler önce yapmam gerekeni yaptım, "artık sana tahammül edemiyorum" dedim. her gün birbirinden saçma bir fikirle geldiğini, hepsinin başarısız olacağının baştan belli olduğunu, yine de hatasını kabullenmeyip çevresindekileri suçladığını söyledim. insan kendi beceriksizliği için çevresindekilere saldırmamalı.

    uranyum gibi sürekli ışıma halinde ve çevresini zehirliyor, az daha dursam beşinci kafam falan çıkacaktı (ilk dördü bir işe yaramıyor). neden bunca zaman beklemişim hiç bilmiyorum, günlerdir durup durup kendimi tebrik ediyorum. aferin bana, ikimizi de bu eziyetten kurtardım! illa ki radyoaktiviteyi problem etmeyecek bir arkadaş bulacaktır. ben de yoluma fazla detaycı (mızmız?) ve her olasılığı hesaplamak isteyen sinir bozucu hallerime katlanabilenlerle devam edeceğim.

    herkesle arkadaş olmak zorunda değiliz; velev ki olduk, her arkadaşlık ömür boyu sürmek zorunda değil. bir tür boşanma gibi düşünün, olmuyorsa zorlamayın. ne siz mükemmelsiniz ne karşınızdaki berbat. herkesin dengi, benzer hayat görüşüne sahip olduğu birileri var. slim fit pantolona sığmaya çalışan tombul gibi orasından burasından çekiştirip durmaya hiç gerek yok. (gerçekten berbat insanlar da var ama onlar bu yazının konusu değil.)

    erken fesih halinde ceza yaptırımı bulunmayan, taraflardan en az biri için eziyete dönen bu sosyal sözleşmeyi sonlandırmaktan çekinmeyin. ideal arkadaşlıklar zaten ayrı bir organizma gibidir, bir şekilde yolunu bulur, yaşamaya devam eder. (gdo'suz.)
  • 20. yüzyılın en etkili sanatçılarından gustav klimt ve egon schiele'nin sanatın sınırlarını zorlayan sıra dışı arkadaşlığı: klimt ve schiele çalışırken (1914)

    henüz 17 yaşındayken, kendisinden 28 yaş büyük olan klimt'e çizimlerini göstermeye giden schiele'nin çalışmalarını “benden daha iyi çiziyorsun, takdirime ihtiyacın yok.” diyerek öven ve vienna secession'un önde gelen üyelerinden biri olan klimt, en büyük hayranı schiele'nin yanı sıra, onun önderlik ettiği viyana ekspresyonizmini de derinden etkilemiştir.

    1907'de klimt'in atölyesinde ilk karşılaştıkları andan, 1918'deki ispanyol gribi salgınında iki sanatçı da hayatını kaybedene kadar süren kısacık arkadaşlıkları, ortak tutkuları sanat sayesinde güçlü bir bağa dönüşmüştür.

    ~ egon schiele - mavi önlüğüyle gustav klimt, 1913

    aralarındaki yaş farkına rağmen, schiele'nin hem yakın arkadaşı hem de akıl hocası olan klimt'i mavi önlüğüyle ilk gördüğü anı kendine has stiliyle ölümsüzleştiren schiele, bu arkadaşlığı tuvaline birçok kez taşımıştır.

    ~ egon schiele - the hermits (gustav klimt ile otoportre), 1912 ~ detay

    genellikle fiziksel deformasyon yoluyla insan formunu etkili bir şekilde resmeden ikili, çalışmalarında kendi yaşamlarından ve romantik deneyimlerinden de aynı ölçüde etkilenmiştir. özellikle klimt'in 1908 tarihli öpücük eserine, 1912 tarihli kardinal ve rahibe adlı eseriyle gönderme yapan schiele, arkadaşı ile benzer bir sahneyi kullanır, ancak klimt'in resimleri gösterişli ve enfes bir hassasiyete sahipken; schiele'nin resimleri ham, acı dolu ve saldırgandır.

    ~ gustav klimt, ölüm ve yaşam, 1915
    ~ egon schiele, ölüm ve kız, 1915

    ölüme olduğu kadar sekse de hayran olan bu iki yakın arkadaş, erotik sanatta da bir hayli cesurdur:

    ~ gustav klimt, uzanan yarı çıplak (mastürbasyon), 1913
    ~ egon schiele, uzanan çıplak (mastürbasyon), 1918
  • insanlara katlanmak mı zorlaştı, bana mı öyle geliyor? herkes bi alem. önceden böyle değildi bu işler. gerçekten konuşmak mümkündü çoğu şeyi. şimdiyse kendimize sakladığımız şeyler çoğaldı. onlar çoğaldıkça sabrımız azaldı. küsenin peşinden gitmez olduk misal, onun gelmesi gerekir dedik. önceden kalp de kırmazdık ki, o ne demek istediğimizi bilirdi zaten. evlenince değişti sanki. onca işi gücü arasında unuttu bir diğeri, öbürü zaten faydasız köyün papazı. kimse de kalmamış lan esasen. benim arkadaşlık diye ettiğim bir avuntuymuş, sessiz sinema oynarken köstebek'i anlatmak için masanın altına girmen kadar komik değilmiş senden hiç haber alamamak. yoğun kar yağışında yürümeye debelenirken duraktaki insanların şaşkın bakışları altında "ölmeyeceksin...buna izin vermeyeceğim...hayır..." diye doğaçlama takılmıyor kimse. artık herkes metne sadık: memnun oldum. ben de.

    nesine memnun oldun lan? neyimi biliyorsun? çekilmez adamın biriyim, sen yarın surat yap diye ben kaprisler edindim yirmi altı yıldır. değirmende ağıran saçlarımı kapatmıyor hiçbir boya. senin de açıkların var. konuşmak ister miyim? bilmem. belki yarın. şu an sadece kendimi düşünüyorum. önceden senin notlarını da temize çekerdim ya, ben artık hızla kirleniyorum.

    kimselere yer yok o kocaman dünyamda. ararsa bikaç kişi var, mesajsa turkcell. indirimden etkilenmiyorum ben hiç, hayat çok yükseklerde seyrediyor. ve seninle aynı filmi seyretmek kadar keyifli değil hiçbir şey. altını çizdiğin yerleri okuyorum bazen, nesini beğendin allasen? onları sana ben de yazardım.

    ben herkese yetiyorum bilemezsin. şıp diye anlıyorum her şeyi, gözünden tanıyorum adiyi, bütün niyetleri beş saniye öncesinden seziyorum, üç deyince ağlıyorum. hatırlarsan, sertap erener'in şarkısını günlerce prova ettikten sonra tam minik gösterimizi sınıfa sunacakken "biir, ikii, üç!" denildiğinde "çalgıcı karısı binnaz"ı söylemeye başlamıştın. ben hala ağlıyorum. kızmıyorum ama hiç, arkadaşlık böyle bi şey çünkü: sana kızmıyorum.

    bir sürü gölge var ama sen tam yanıma düşüyorsun. sanırım ben, hep bunu arıyorum.
  • zaman, arkadaslik, emek, tek basinalik, yalnizlik, bireysellik, uzerine dusunuyorum uzunca bir zamandir. evet, hepsine iliskin ve hepsini birlikte dusunuyorum. bence hepsi birbiriyle baglantili cunku.

    kendimi insanlar konusunda sansli sayardim hep. hem annem babam hem de icine dogmus oldugum cevre bana insanlara guvenebilecegimi ve onlarla guzel baglar kurabilecegimi ogretti. insanlarla iliskilerimi zamana yaymam ve baglarimi emekle olusturmam gerektigi soylendi bana. kimseyi kendi degerlerime gore yargilamamam gerektigini, kimsenin kusursuz olmadigini ve sozcuklere degil niyete bakmayi ogrendim zaman icinde. bu nedenledir ki bir “merhaba” tanismaya yeterli olsa da arkadas olmak emekle ilmek ilmek islenen, zamana yayilmis bir surecin sonucudur benim icin. bir baslangic degil bir sonuctur. bu nedenledir ki insanlarla baglarimi pek kolay kuramam. benim icin bir insana acilmasi ve guvenmesi zaman alir; ama bunu bir kere yaptigimda da o insani kolay kolay birakmam. “kos gel” dese kosa kosa giderim. yardim istese ikinci kere dusunmem. tabii dusununce boyle kac insan olur ki insanin yasaminda? birkac kisi en fazla; cunku bir insani tanimak zaman alan ve emek isteyen bir surec. hani dusunuyorum da basi sonu belli bir omurden, insanin kendisi icin ayirip cok sey yapabilecegi bu zaman diliminden (ki hayatta kalmak icin calisilan saatleri degil de butunuyle bireye ayrilmis saatlerden soz ediyorum) bir parca koparip da bir baskasina vermek buyuk, hem de dusundugunuzden cok daha buyuk bir anlama geliyormus.

    biz turkiye’de kendi zamanimizdan koparip baskalarina verdigimizin pek farkinda degiliz. ben degilmisim en azindan.

    turkiye’den ayrilirken en cok uzuldugum seylerden biri geride biraktigim insanlardi. biliyordum nasil bir surec olacagini; cunku liseden mezun olup da universiteye baslamak icin sehir degistirdigimde cok sevdigim lise arkadaslarimla kurdugum baglar hep ayni kalacak saniyordum. kalmadi. her dondugumde hem onlari hem de kendimi biraz daha degismis buluyordum. ailem bile degisiyorken (ya da belki herkes ayni kaliyor ama ben degisiyordum) arkadaslarimin ayni kalmasini beklemek gercekti degildi belki de ama, daha 18 yasindaydim. bilmiyordum ki. bu benim ilk hayal kirikligimdi. sonra kabullendim. o zamanlar hepimizin cocuk oldugunu, buyumeninse kacinilmaz oldugunu anladim. universite ve yuksek lisans arkadaslarimla boyle olmaz diye dusunmustum. ne de olsa ve birlikte buyumus ve yetiskinlige birlikte girmistik. giderken boyle dusunuyordum. yine de yuregim aciyordu. onlarin anilarinda yer almayacaktim. onlar da benimkilerde yer almayacaklardi. baslarda daha cok arayip soruyorduk birbirimizi. once aramalarin sayisi azaldi, ardindan da konusmalarin derinligi.
    yani, evet, tek basina olan ve yalnizligi daha cok hisseden bendim belki ama, salt bunun icin degil, arkadasim olduklari, onlari sevip onlara deger verdigim icin ariyordum. camasir odasinda makinenin basinda beklerken yaptigimiz varolussal sorgulamalar, kisin kantinde titreye titreye ictigimiz caylar, devrim’de otururken kurdugumuz hayaller, sabahlayarak calistigimiz dersler, birlikte oturdugumuz sofralar… paylasilan her ne varsa uzaklarda kalmis.

    biriyle birlikte bir zamani ve mekani paylasmayi birakmanin insanlarin once yakinligini azalttigini, ardindan da yabanci dusurebildigini gordum ben; cunku deneyimler de farklilasiyor. deneyimler farklilastikca ogrenilenler degisiyor ve o insan sizin tanimadiginiz birine donusuyordu. ben gordum ki o insan ayni kalsa bile siz baska biri oluyorsunuz bazen; cunku yas almak yeni deneyimler edinmek, deneyimlerden ogrenmek ya da gelismek anlamina gelmiyor herkes icin. biriyle birlikte bir zamani ve mekani paylasmayi birakmak, duygusal oldugu kadar dusunsel olarak da ayrilmakla sonuclanabiliyor kisacasi. yalnizca farkli dusunmekten soz etmiyorum. insanin bilissel duzeyi, dusuncenin ne denli derine inip ne kadar otesine gidebilecegi de degisiyor zamana ve mekana, edindigi deneyimlere, bu deneyimlerden cikardiklarina ve kendi cabasina da bagli olarak.

    yani ne oldu derseniz, fark ettim iste. kimseyle kopmus degilim ama, uzak dusmus hissediyorum ve bir parca da yabancilasmis, itiraf etmek gerekirse. hani bunu kimseye ofke belirtmek icin soylemiyorum ama insanlar pek aramiyorlar. zaten onceden de pek aramiyorlarmis da ben aramayi surdurdugum icin fark etmemisim ya da bilip umursamiyormusum. simdi ben de biraktim aramayi eskisi gibi. arada bir belki. sanirim dogru olan bu. burada da pek kimseyi aramiyorum zaten. sahip oldugum bu kisitli zaman diliminde gercekten kendim icin kullanabilecegim saatleri -cogu insanin yaptigi ve belki de yapmasi gerektigi gibi- kendim icin kullanmaya karar verdim.

    burada insanlar bizim insanimiz kadar yakin degiller; cunku tek baslarina cok daha fazla zaman gecirip kendi istedikleri seyleri daha cok yapiyorlar. bizim insanimiz ise bir “merhaba” ile arkadas oluyor ve zamaninin cogunu baskalariyla gecirirken kendisi icin kullanabilecegi zamandan aliyor. ara sira bir araya gelince gozune batmayacak bir davranisa, bir soze ya da bir aliskanliga surekli maruz kalinca hosgorusu azaliyor. tartismalar yasaniyor. arkadasliklar bitiyor sonunda.

    zaten “ben” olmayi bencil olmakla bir tutuyor bizim toplum. oysa “ben” olmak, “birey” olmak demek ve “birey” olabilmek icin “tek basina” kullanacagin zamanlar gerek. kendini dinlemen ve kendi kendine dusunmek gerek. kendi kendine karar verip yapman gerek. kendi kendine denemen ve gormen gerek. tek basina.

    biraz zorunluluktan baslayan tek basinaligim bilincli tercihime donusuyor sonunda. tek basinaligim, yakinligi unutturacak ve yalnizligi icsellestirecek kadar uzun surdu. alistim. gittigimden beri cok dusundum. kendimle ilgili pek cok sey kesfettim ve ozerkligimi gercekten kazanarak birey olmayi yavas da olsa basarabildigime inaniyorum.

    bu surecte arkadaslik uzerine de cok dusundum. ulkeden gittigimden beri uzerine dusunuyorum aslinda. burada neden turkiye’dekine benzer baglar kur(a)madigimin yanitini az cok vermis oldugumu saniyorum. kimsenin bir baskasina ayiracak o kadar zamani ve enerjisi yok. herkes kendisiyle ugrasiyor. sanirim, sonunda, ben de. yeni baglar kurmak zaman ve emek istiyor. var olan baglari surdurmek bile bunca zaman ve emek isterken yenilerini kurmak icin nereden ve nasil baslayacagimi kestiremez haldeyim. hem zaten zaman harcayip emek vermek karsilikli olmadiktan sonra bir anlam da tasimiyor.

    biraz umutsuz konustum sanirim ya da biraz kirgin. eh, degilim desem yalan olur. uzak dusmek, hem de bu kadar sever, deger verir ve ozlerken uzak dusmek biraz aci verici. hala seviyor, deger veriyor ve ozluyorum ama, akisina biraktim bir suredir. baska ne yapabilirim bilmiyorum. belki de yalnizca bana boyle geliyordur. onlar benimle ilgili neler dusunup hissediyorlar acaba? ya da bir sey dusunup hissediyorlar mi? bilmiyorum ki. hala duzenli olarak konustugum birkac arkadasim var bu arada, bunca uzakta da olsak uzak dusmedigimiz ve bir zamani ve bir mekani paylasmadigimiz halde birlikte buyuyebildigimiz. onlar da olmasa arkadasligin ne oldugunu butunuyle yitirmis olurdum.

    yine de arkadasligin ne oldugu uzerine biraz daha dusunmeye ve yeniden tanimlamaya gereksinimim var. bir baslangic olmadigi gibi bir sonuc da degildir belki. yoldaslik oldugunu dusunuyordum daha cok. ne oldugunu tam kestiremiyorum artik.

    zaman degerli ve nelere harcayacagina iyi karar verip dengeyi iyi tutturmali insan. yalnizca bunu biliyorum.

    kendime bakinca bir filmi ortasina kadar izleyip birakmis, bir baska filmi de ortasindan itibaren izlemeye baslamis gibi hissediyorum bazen. sonra beni bir gulme aliyor. her neyse. “sunu da yazayim” derken her seyi siraladim yine. ic dokmeye donustu. aklimda upuzun bir zamandir donup duran cogu seyi derleyip toplayip tek bir yazida yazmaya calisinca biraz karmasik bir yazi oldu ama, umarim bir parca da olsa anlatabilmisimdir icimden gecenleri.
  • önceden tahmin edilemeyecek imzalar attırır insana..

    iki arkadaş düşünelim.. üniversitede aynı sınıfı, aynı sırayı paylaşıyorlar.. sonra da aynı evi.. hayatı; acı, tatlı ne barındırıyorsa beraberce paylaşıyorlar beş yıl boyunca.. üniversite bitiyor, evler ayrılıyor.. herkes memleketine dönüp, hayat gailesine dalıyor.. eskiden her an'ı beraber yaşayan adamlar büyüdükçe, sorumlulukları da büyüyor.. eskisi kadar sık görüşemiyorlar belki ama hep haberdar oluyorlar birbirlerinden..

    içlerinden biri evlenme kararı alıyor bir gün.. nikah için gün alıp, arkadaşının memleketine gidiyor.. davetiyeyi elden vermenin dışında, o'nu nikah şahidi olarak görmek istediğini de söylüyor.. hayatlarının dönüm noktalarından birini daha beraber yaşıyorlar.. biri evleniyor, diğeri buna şahitlik ediyor.. nikah defterine atılan imzalar, arkadaşlıklarına daha büyük bir mânâ yüklüyor..

    hemen hemen bir yıl geçiyor aradan.. bir haber geliyor bir yıllık evli genç adama.. acı bir haber.. nikahına şahitlik eden arkadaşının, merdivenlerden düşüp, ağır yaralandığını öğreniyor.. bir yıl önce mutlu bir haber vermek için çıktığı yola, bu sefer kara bir haber almama ümidiyle çıkıyor.. bir yıl önce heyecanla çıktığı o yol, yıl gibi uzun geliyor bu sefer gözüne.. varıyor arkadaşının memleketine, kavuşuyorlar.. ancak bu kavuşma uzun sürmüyor.. bir gün daha dayanabiliyor yoğun bakımdaki arkadaşı, kadim dostu, kardeşi..

    mutluluklarını, üzüntülerini her daim paylaşan bu iki arkadaş, yine "kardeş payı" diyorlar.. bir yıllık aradan sonra, imza atma sırası diğerine geliyor bu sefer.. bir yıl önce nikah defterine imza atan arkadaşının vefatı sonrası hastaneden verilen ölüm kağıdına atıyor o da imzasını..
  • yakin arkadasliklar icin allahin emri bir düzen var. arkadaslik yakin olana kadar sürekli bir ciki$ var ili$kide. her gecen gün daha uzun, daha icten, daha öz(n)el muhabbetler ediliyor. payla$ilan ayrinti o kadar cok oluyor ki, ottan boktan gülünecek malzeme ve hatira cikariliyor uzunca bir süre. kakara kikiri veya zor günler gelip gecerken bakiyorsunuz ki yakin arkada$lar olmu$sunuz. dost da diyor kimi insanlar buna. ben hepisine diyemiyorum.

    ve sonra, eger bu arkadasliklar uzaklik, mesguliyetler, bir/er sevgili vs vs gibi sebeplerden görüsme sikligini koruyamiyorsa o ciki$in bir zirvesi oluyor ve ordan basliyor dü$ü$e gecmeye. dü$ü$ derken, mümkün degil küüt diye olsun. yavaa$ yava$, hissetirmeden; payla$ilan ayrintilar azaldikca kendini farkettiren bir gerileme ya$aniyor. nasil olsa birbirimizi cok iyi taniyoruz, cok iyi anliyoruz, cok cok seviyoruz; bizim aramizda böyle $eylerin lafi olmaz diyerek ihmal etmeler/ertelemeler ba$liyor. eger bir$eylerden vazgecilecekse arkada$in anlayi$ina, aradaki o yakinliga güvenip o ili$kiden ödün veriliyor.

    yine de! araya cok uzun zaman/ cok tatsiz bir olay girmedigi müddetce cok kiymet verilen arkada$lar olarak kaliyorsunuz. bir araya gelindiginde "eskiden ne cok konu$acak $eyimiz vardi" diye hayiflanacak azicik vaktiniz oluyor muhabbet arasinda, ama oldugu kadarinin tadini cikartiyorsunuz. allah bereket versin..

    hatta bak anlamayanlar icin grafigini cizeyim:

    |
    |..........__
    |........./....\__
    |......../..........\____...
    |....._/
    |..../
    |._/
    |/
    |__________________
  • "arkadaşlık denen ilişki, korktuğumuz ya da üzüldüğümüz şeyleri paylaşmaya cesaret ettiğimizde gelişir. bunları yapmadan yürütülen arkadaşlık, gösteriş sahasından başka bir şey değildir." *
  • çoğunlukla bitmeden önce bitebilen bir olay olduğu bilinmez.. bazen bittikten sonra bile bittiği bilinemez. anlaşılamaz.
  • martin mystere'nin arkada$lar arasindaki etkile$im uzerine soyledigi $u sozleri aktarmak istiyorum:
    "insanin ba$kalarinin etkisinde kalarak 'degi$ecegine' inanmiyorum. ancak, ki$inin her zaman birlikte olduklari sirada karakterinin olumlu yanini mi yoksa olumsuz yanini mi sergilemesine firsat verecek ki$ilerle birlikte olmayi secebilme hakki vardir."
  • aşk ve arkadaşlık bir gün yolda karşılaşırlar. aşk küçümseyici bir şekilde sorar: “ben senden daha candan ve daha yakınım; sen niye varsın ki bu dünyada?”
    arkadaşlık tevazu ile cevap verir: “sen gittikten sonra, ardında bıraktığın gözyaşlarını silmek için.”
hesabın var mı? giriş yap