• (ara: eski sevgili)
    (ara: delikanli)
    (ara: yakismaz)
  • (bkz: burada olsa yüzüne söylerim) lafıyla beraber kullanıldığında neredeyse sevap olan uygulama.
  • gorgusu ve bilgisi nufus cuzdanindaki dogum tarihinden beklenenin kat kat altindaki insanlarin ya$amlarinin kacamadiklari bir parcasidir.

    kah toplum icerisinde zaten bin tane kic yalayip guc bela edindigi uc kuru$ itibardan da olmamak adina, kah insanin yuzune kar$i konu$maya gotu yemedigi icin, firsat bulamasa da yaratir bu organizma.

    dunyayi kurtarma iddiasinda olup, bu ha$erata sava$ acmaktansa, yolunuza ciktiklarinda ezip diger zamanlarda arayip bulmaya kasmamak mantikli bir hareket olacaktir.. nitekim, hicbir olumlu onlara dogumlarinin attigi kadar buyuk bir kazigi zaten atamayacaktir.. haddini de bilmek lazim yeri geldiginde..
  • o an sozlukte bulunmayan* bir suser icin sozluge, birseyler karalamak da bu baslik altinda incelenmelidir fakat asla ve kat'a kotu amacla yapildigi dusunulmemelidir.
    bu cihetten, sozluk ortamında biri icin yazilan ifadeler o kisinin arkasından konusuldugu sonucuna getirilemez. ha ben ibi$im, ben suzmeyim getiririm derseniz karışmam, kisisel olayınızdır.
  • kendilerine veya yakınlarına yapılınca insanların bir ahlakçı, bir ahlakçı kesilip ayıplamaya doyamadıkları eylem; fakat sevmedikleri biri sözkonusu olduğunda birden bütün bu ahlak polisliklerini unutuverip arkasından konuşmaktan çekinmezler nedense. en sevdikleri mazeretler de "sen arkadaşımsın ondan sana söylüyorum" ve "yüzüne de söylerim ne var yani!"dir.
    doğru mu yanlış mı, yararlı mı zararlı mı olduğu apayrı bir konu ama maalesef insanların ikiyüzlülüklerini böylesine ortaya çıkaran bir davranıştır.
  • bir cezmi ersoz yazisidir...

    yolculuğa... o uzun, o zorlu, ama bizi iyileştirecek acıya doğru yolculuğa çıkarız umuduyla gitmiştim yanlarına bu gün de.. heyecanlıydım, sabırsızdım, çocukluğun kutsallığından renkler kuşanmıştım üzerime...
    ama yanlarına vardığımda yüzlerinde sanki beni ıssız, karanlık ve balçıktan bir göle itmişler, sonra kurtarmayı çok isteseler de kurtaramamışlar gibi kirli gölgeler ve hak etmedikleri 'suçlu zevklerin' çürümüşlüğü vardı...
    yine benimle ilgili gerçek düşüncelerini ben yokken konuşmuşlardı... yanlarına geldiğimde ise benimle ilgili bütün gerçek düşüncelerini söyleyip bitirmişlerdi. hayatına ortak oldukları, kararlarını etkiledikleri, dostluk oyunu oynadıkları birini arkasından kötüleyip, orada yokken onu balçıktan simsiyah bir göle atmak onları birbirlerine bağlayan, yakınlaştıran tek ortak şeydi neredeyse... şimdi birlikteyken bana 'umutsuz bir hasta' gibi bakmaları biraz önceki suç ortaklığının tadını biraz daha uzatmak içindi sanki...
    ne tuhaf, onlarla birlikteyken biraz önce beni önce mahkum edip, ardından balçıktan karanlık bir göle attıklarını hissediyorum, ama böyle yapmaları sanki çok doğalmış gibi bunu onlara ya söyleyemiyorum. neden ben çekip gitmiyorum yanlarından? neden ihtiyaç duyuyorum onlara? beni tekrar yok etmelerine neden katlanıyorum? kurban olmaya alışkanlık mı bu? yoksa onların benim celladım olduklarına mı inanmak istemiyorum bir türlü? ya benim kaç kurbanım var? yoksa şöyle ya da böyle ben de onlardan biri miyim?
    ben bu sorularla boğuşadurayım, onlarsa beni balçıktan, ıssız, karanlık bir göle atmış ve oradan gelmiş, ama yaptıkları bu infazı sanki biraz fazla ağır bulmuşlar gibi yüzüme bu hayata özgü çürümüş bir acıma duygusuyla bakıyorlar. ben yanlarında yokken, karanlık bir gölde infaz edilme kararımı verirken bildikleri her şeyi, hayallerimi, yorumlama yeteneklerini koşuşturmuş, iç dünyalarının derinliklerine dalmış, şimdiyse yorgun ve yüzeye çıkmış gibi bir halleri var.
    bana ölümümü unutturmak için basit, günlük, sıradan şeylerden bahsediyorlar. güldürmeye ve eğlendirmeye uğraşıyorlar akılları sıra. içlerinde gururumu okşayan, bana umut vermeye çalışanlar bile var. daha biraz önce karanlık ve ıssız bir göle attıkları birine umut vermek bu hayata özgü bir şey olsa gerek...
    bütün bu olup bitenleri bildiğimi hissettikleri halde davranışları hiç değişmiyor. korkuyorum onlardan. garip bir ürküntü veriyorlar bana. söyledim ya, yine de ayrılmıyorum yanlarından. garip, hastalıklı bir duygu yanlarında tutuyor beni. belki de aralarından biri bu korku ve ölüm oyununu bir yerden bozar diye bekliyorum. belki de herkes o kişiyi bekliyor sanıyorum... ama sonra bu bekleyişimin balçıktan bir göle atılmama sebep olan yanılgılarımdan biri olduğunu anlıyorum. çünkü artık biliyorum ki, bu oyunu hatırlatacak, yani bozacak kişiler gülüp oynuyor...
    anlaşılıyor, onlar burada bu hayatta kalacaklar. yola çıkmak istemedikleri, asıl acıyla buluşmak istemedikleri çoktan belli. çocukluklarından gelen o uzak, o sahici, ama artık kısılmış çığlığın sesini artık birçoğu hemen hiç duymuyor. duyanlarsa bu tedirginlikten işledikleri bir iki cinayetten sonra kurtulacaklarını tahmin ediyorlar. kendilerine bu çığlığı hatırlatan bütün insanları, anlamları ve duyguları bu hayattan kaldırmaya ant içmişler sanki.
    kötülükleri bile öyle gizli, öyle yorgun, öyle bencil ki, içlerinde saklı kalmış ve yaşayan tüm duygularını bir başkasının itilmişliğinde ve yenilgisinde yok etmeye çalışıyorlar ve sonra ona: biz her şeyi senin iyiliğin için yaptık, diyorlar. kendi ölümlerini bile başkasına taşıtıyorlar. en yakın davrandıklarında bile son kez görüşür gibi bir halleri var. ruhlarında bir atom savaşı sonrasındaki ölümcül ıssızlığa bile alıştırmış gibiler.
    yola çıkmak isteyenleri ise ısrarla, gidilecek yerde artık düşlenen hiçbir şey olmadığını, bu hayatın bütün hayatlardan daha güzel ve iyi olduğunu söylüyorlar. gitmeye kalkanların dayanılmaz felaketlerle karşılaştıklarını, birçoğunun çıldırdığını anlatıyorlar..
    kim gözlerini kamaştırır, kim bu hayatın alternatifsiz olduğunu söylerse, onu 'en büyük sanatçı' ilan ediyorlar. aldırmamak gerekiyor, çoğu zaman donuk ve kayıtsız gözüktüklerine; bu hayatta kalmak için hiç bu kadar kararlı hissetmemişlerdi kendilerini.
    her gün bir başka zehirli cemiyet yasaları yapıyorlar aralıksız. tuzaklarla dolu yeni günlük hayat haritaları çiziyorlar durup dinlenmeden.
    ve asıl olarak düşünceleri, düşleri, bilinçleri ışık sızdıranları, kurtuluş yollarının üzerinin sürekli olarak kapatıldığını söyleyenleri, bu hayata uyum gösteremeyenleri büyük tehlike ilan edip onları en yakın çevrelerine yok ettiriyorlar... çünkü her şey oluyorlar: arkadaş oluyor; sırdaş, komşu, akraba, okul arkadaşı, iş arkadaşı oluyorlar.... içimizdeki kompleks, ihtiyacımız, takıntılarımız, umutlarımız, zaaflarımız, her şey, ama her şey oluyorlar...
    önce biz hep beraberiz, biz güçlü ve yakın bir çevreyiz duygusu uyandırıp sonra sanki gizli bir yerden emir almışçasına ansızın kayboluyorlar. onca beraberliğin, onca yakınlığın bir anlamı, bir sürekliliği olduğunu yadsımamak istercesine. sonra yine eskisi gibi ortaya çıkıyorlar. sistemin ta kendisiyken, sistemden zarar gören, ezileni oynuyorlar...
    ve bütün bu maskeler, şaşırtmacalara, asıl acıya doğru yola çıkmak isteyenleri düşlerini, çocuksu umutlarını, çabucak ayaklanan duygularına karşı mahcup durumuna düşürüyor. birçokları bu mahcubiyeti insanda soyluluk uyandıran bir akşamüstü hüznüne dönüştüremeyip tiksinti veriyorlar. bir kalemde düşlerinden, umutlarından, duygularından...
    bu basit, bu kaba, bu derinlikten yoksun görünen hayatın arkasında süren o korkunç, o karmaşık ve amansız savaşı gizlemek için suçlarına ortak etmedikleri kimse kalmasın istiyorlar. ve hayat, hayat olalı hiç bu kadar güçlü olmadıklarını da biliyorlar... hiç bu kadar egemen...
    ama ne tuhaftır ki, gördükleri düşleri hiç unutmayan ve bizleri kurtaracak olan asıl acının bu hayatın dışında bir yerde olduğunu isyan dolu bir aşkla söyleyen çocuklardan gittikçe daha çok korkuyorlar...
  • konuşulan kişinin arkasındayken gerçekleşen olay. misal:

    -yahu şu belini biraz daha indirsen diyorum
    -ay, yok olmaz rahat olamıyorum öyle, ay
    -yavrucum bari dizlerini kır az daha
    -ay, tamam tamam, ay
    -güzelim olmadı bak sekiz olduk burda
    -e arkadan konuşması kolay, sıkıysa sen domal ben geçeyim oraya bak nooluyo
  • sadece pislik... yapacak isi gucu olmayan birisinin tenezzul edecegi bir hareket.. dedikodu..
    yuzune soyleyecek kadar cesareti olup olmamasi degildir esas mesele, herkes herseyi birbirinin yuzune de soyleyebilir. bu sorun degil.. bazi insanlar mumkun oldugu kadar bagirarak hakli da ciktiklarini zannedebilirler yuzyuze konusmalarda.. ama iste bu degildir mesele..
    mesele, vaktini bir kisi hakkinda konusarak, ve onun yanit vermesine imkan olmayan bir ortamda onun hakkinda bilgi vererek (dogru ya da yanlis) gecirmektir.
    cok aciz bir hareket.
    bir sorun varsa yuzyuze halledilir. bir sorun yoksa zaten halledilecek ne vardir ki?
    hala anlayamadigim iki kisinin bir ucuncunun arkasindan konusarak ne urettigi, kendisine ne kattigi, ne sekilde bununla kendisini gelistirdigi?
    sevmedigin birisinin arkasindan konusmazsin, onun anlayacagi ve cevap verecegi bir platformda kendini ifade edersin, sartsa yani.. sonucta hic kimse arkasindan konusacak kadar kendini kucultmene degmez, neden boylesi asagilik bir seviyeye inesin ki, hele sevmedigin birisi icin?
    sevdigin birisinin arkasindan konusuyorsan zaten soylenecek birsey kalmamistir, bu sevgi degildir.
    yalan kadar anlamadigim, o kadar hak vermedigim bir eylemdir bu.
    hem de iletisim ile ilgili en ciddi sorunlardan biridir. arkasindan konusulan kisi asla ne konusuldugunu butunuyle bilemeyecek ve duyduklarina hayal ettiklerini de ekleyecektir. sonucta ucurumdan baska bir sey olusmaz iki kisi arasinda arkadan konusulan bir ortamda.
    saglikli olan, normal, akilli, medeni insanlarin yapacagi, o kisi ile yuzyuze, ve yalniz halletmektir meseleyi. eger ortada bir mesele varsa..
    eger yoksa sadece birbirini sevmeyen iki kisilerse, birbirlerinin hayatlarindan sonsuza kadar yokolup gitmelidirler. bunun icin de ilk sart arkadan konusmamaktir. arkadan konusan kisi, hakkinda konustugu kisiyi ister istemez hayatinin bir parcasi yapar, cunku bu kisi eninde sonunda arkasindan konusuldugunu ogrenir, ve yeterince gelismemisse, ayni sekilde karsilik verir..
    bu boylece surer gider..

    hayat zaten yeterince igrenc, hepimiz sevdiklerimizi, arkadaslarimizi, ailemizi, bir sekilde bir gun kaybediyoruz, zaten yeterince aci, hayal kirikligi ve umutsuzluk var dunyada. buna birseyler daha katmak, bir kisiyi yaralamak, uzmek, mutsuz etmek bu kadar mi onemli? herkes zaten aci icinde, kan icindeyiz hepimiz. deger mi bir insani uzmek veya oyalanmak icin (bazi karikaturlerdeki ev hanimlari gibi) kendini kucultmeye ve arkadan konusmaya tenezzul etmeye?

    en iyisi unutmak ve devam etmek. kimse hakkinda konusulmasina degmez, degerli olan kimse de arkadan konusmaz.
  • lafi gotunden anlayan birine karsi dogru durus ve konusma sekli.
  • birinin gölgesine bıçak saplamaya çalışmaktır. oysa kimse gölgesinden bıçaklanmaz.
hesabın var mı? giriş yap