• (bkz: carl gustav jung) arketip kavramı için; antik çağda (bkz: platon)' un ortaya koyduğu idea olgusu ile aynı anlama gelmektedir der.
  • mimarlıkta ileriki dönemlerde geliştiği bilinen bir mimarî ögenin henüz en yetkin biçimine ulaşmamış ilk örneği olarak kullanılır.
  • kolektif bilinçdışındaki kalıtsal eğilimlerdir. insanların benzer durumlarda benzer şekilde davranmasına neden olan zihinsel deneyimleri önceden belirlerler.
  • jung'a göre bazı eğilimler atalarımızın kuşaklar boyu yaşantıları sonucu bize aktarılmış ve beyin dokumuza işlenmiştir. ortak (kolektif) bilinçdışının içeriğini arketipler oluşturur.

    jung'un üzerinde durduğu dört temel arketip vardır. bunlar; persona, gölge, anima ve animus, ben arketipidir.
  • "esasen arketip bilimsel bir sorundan ziyade, acil bir ruhsal hijyen meselesidir." diyor jung ve bu düşüncesini şöyle açıklıyor:

    "arketiplerin var olduğuna dair her tür kanıttan yoksun olsaydık, tüm akıllı insanlar böyle bir şeyin olamayacağı konusunda bizi ikna etselerdi bile, en yüce ve doğal değerlerimizin bilinçdışına gömülmemesi için arketipleri icat etmemiz gerekirdi. zira bunlar bilinçdışında kaybolduğunda, ilk deneyimlerin tüm gücü de yok olur. o zaman da bunların yerini anne imgesinin saplantısı alır ve bu yeterince rasyonalize edildiğinde, insanın ratio'suna bağlı kalıverir, o andan itibaren de yalnızca mantıklı olana inanmaya mahkum ediliriz. bu bir yandan erdem ve avantaj, bir yandan da kısıtlama ve yoksullaşmadır, çünkü doktrinciliğin ve 'aydınlanma' nın ruhsuzluğuna daha da yaklaşılmış olunur."

    bunun sonucu en temelde yaratım süreçlerinin felce uğramasıdır. mantıksız, gereksiz, anlamsız, ahlaksız, pratikte faydasız bulunduğu için yazılmaz, gidilmez, aranmaz, bakılmaz, bulunmaz, denenmez...

    yazın, gidin, arayın, bakın, bulun deneyin. becerebiliyorsanız yaratın. arketiplere inanın ama hiçbiriyle özdeşleşmeyin diyor yani. bence. :)
  • buna ve diğer psikanaliz zırvalarına bayılıyorum.

    fikirler ilginç, araştırması zevkli ve daha da önemlisi akla da yatkın. ama zerre bilimsellik yok. safsatalar salatası mübarek.
  • modern dönem insanına dair bazı arketipler aşağıdaki gibidir.

    hâlsizler

    gün doğumlarını severler. ertesi günün bir öncekinden çok farklı olacağına dair planlar kurarlar. ama içinden geçtikleri gün onları ne öldürmüş ne de güldürmüştür, belki büyük bir tokat yeseler silkinip planlarına dört elle sarılacaklardır ama rutindeki ufak keyifler öyle büyük bir bağımlılık yaratır ki, tek kelimeyle uysallaşırlar ve gün batımında takatleri kalmaz. gece uykuda rüyaların yarattığı auranın etkisiyle, ertesi gün doğumunda şu basit rutinin zindanından kurtulacaklarına dair müthiş bir planla gelirler fakat günün sonunda rutindeki kolaylık kurbanını yine uysallaştırmıştır.

    sitemliler

    sitemliler uzaklara bakmayı severler. çevresindekiler izin verse dünyayı kurtaracak olan ama izin vermedikleri için kurtarılması gereken bir duruma düşenler bu gruptadır. ah o çevre yok mu, aile bir taraftan, arkadaşlar diğer taraftan seni hep geriye çeker. neden böyleler? sitemliler bu soruyu sürekli sorar. kendi egolarıyla çevresindekilerin egoları arasındaki sınır aşınmıştır. bu yüzden yönlendirilirler ama buna bir tepki olarak bazen çevresindekilerin en basit ve kabul edilebilir isteklerini yerine getirmezler. sanki beyinlerindeki karar odasının anahtarını onlara vermiş olmanın cezasını çektiriyormuş gibi. sonra da yaptıkları yüzünden pişman olurlar ve kefaret için o büyük isteği gerçekleştirirler. sonuç: yine sitem. hayır diyemeyen kahraman, hepsi bu.

    teyakkuzdakiler

    teyakkuzdakilerin yüzlerce planı bulunur, maymun iştahlılardır, dikiş tutturamazlar, daha doğrusu dikişin tutmayacağından ölesiye korktukları için bir konu üzerine uzun vadeli çaba harcayamazlar ve hemen diğer planına geçerler. her yeni plan, nihai ve son planları olur, olsa iyi olur yani, ama tabi bu gerçekleşmez. sürgit bir kovalamaca… teyakkuzdakilerin aradığı şey, kovalamanın kendisinden başka bir şey değildir. teyakkuzdaki kişi, kovaladığı şeyi değil, kovalamanın kendisini arzular, ama bunu kabul ettiğinde bile kovalama arzusu biraz olsun azalacağı için, bu itirafı bile gerçekleştirmekten kaçar, çünkü işte şimdi, tam şu an, en motive hâlde üstüne gittiği o yeni plan var ya o yeni plan, öyle bir çalışacaktır ki… oysa, teyakkuzdakilerin atladığı mevzu şudur: çalışan plan değil, o planı gerçekleştiren insandır.

    bastıranlar

    bastıran kimse içine atar, heyecansız, ifadesiz bir tonda içinde kopan fırtınaları bastırır, hatta bazen öyle bastırır ki, böyle bir fırtınadan kendi haberi bile olmaz. pervasız değil, fazlaca sorumluluk sahibidir, bu yüzden bir kaçış çizgisini imkânsız görür. oyunu kurallarına göre oynamasının getirdiği tahmin edilebilirlik içinde bulunduğu durum sükûnet değil, boşluktur. sonra gelsin sebepsiz yere alınan antidepresanlar. “beynimde mutluluk hormonu çekiliyor benim, sebepler tamamen kimyasal, antidepresan onu tamamlıyor.” aynen öyle sayın gerçekçi, artılar eksileri götürür, ama sıfır da yutan eleman, bunu dikkate alıyorsundur umarım.

    sürgündekiler

    duygusal bir sürgün bu. yaptığın şeyi tutkuyla yapıyorsundur fakat çevrende insan bulamazsın. sürgündekiler, ıssız adaya düşüp başarılı şekilde hayatta kalan birine benzerler. bir sürgünün çevresindekiler, onun yaptığı şeyi neden yaptığını anlamaz ve ondan uzaklaşırlar. kendi başının çaresine bakabiliyordur ama düzeni yoktur. pokerde parayı kırıyordur, misal. sonra 6 ay boş takılır. başta çevresindekileri imrendirir. hatta büyük bir iş başarınca, kıskandırır. ama nereye kadar? bir süre sonra sabah ezanından hemen sonra beliren sıçtın mavisine bakıp kimsenin geçen gün başardığı işi kutlamadığını fark eder. böyle nereye kadar gidecek? sorusu sürgündekilerin boğazındaki tatsız düğümdür. rutinin hapishanesinden özgürleşmişlerdir ama, her yeni sıçtın mavisi, demir parmaklık rengidir onun özgürlük hapishanesinin.

    tamamlayamayanlar

    sıfırdan yüze çıkışın hikayesidir. sıkı iş çıkarmak, ruhuna sinmiştir. peki sıkı iş çıkarmasına artık gerek kalmayan bu sistemde, meydan okuma bitince ne olacak? işte o yüzden meydan okuma bitmeyecek, peki nasıl? konumunu korumaya çabalamak artık tamamlayamayanın yeni meydan okumasıdır. basamakları çıkmak için sahip olmak, ya da en azından sahip olduğu izlenimini vermek gereken güven duygusu artık yerini kati bir güvensizliğe bırakmıştır. işte tam bir ceasar sendromu... yalnız bu sahnedeki diğer herkes ancak brütüs olabilir. hayatı tamamlanacak bir oyun olarak gören tamamlayamayanlar hep bir bölüm sonu canavarı ararlar ve bulurlar, ya da yaratırlar mı demeliyim? oysa hayatın dokusu mandelbrot'un fraktallerine benzer. kaosta detaya indikçe aynı örüntüyle karşılaşmaktan bir türlü kurtulamayız. tamamlayamayanlarda bu bir eksiklik örüntüsüdür. başa çıkıp gidereceği bir eksiklik. üstesinden gelip başaracağı bir eksiklik, bu bir başarı hapishanesi. böyle hapse can kurban diyenleriniz olduğunu duyar gibiyim. oysa en lanet tuzaklardan biridir. yapılması gereken her şeyi yapmana ve sahip olunabilecek her şeye sahip olmana rağmen mutlu olamadığını düşünsene. tamamlayamayanların hatası, eksikliği elde ederek giderebileceğine tam anlamıyla inanmalarıdır, oysa hayatın kökeninde yer alan eksiklik tamamen kimlikle ilgili olup kimlik de toplumla ilgilidir. tamamlanmak işin doğasına terstir ama en azından içindeki boşuğun karadeliğe evrilmemesi için, asgari bir şükran duygusu ve katkı elzemdir.
  • ebeveynlerin veya kardeşlerin, ikiz alev arketipi olduğu söylenir.

    anneme derdim ki "babam gibi biriyle bırak evlenmeyi, sevgili olmayı; arkadaş bile olmazdım. sen, evlendiğin yetmezmiş gibi iki de çocuk yapmışsın."

    ikiz alev'im olduğunu düşündüğüm kişinin, babama çok benzediğini, ortada hiçbir sebep yokken iletişimi bıçak gibi kesmesinden sonra anladım.

    muhtemelen, babamı anlatırken kullandığım cümlelerde kendini buldu ve bu onda bir şeyleri tetikledi.

    gevşek uçkur.

    bağımlılıklar (alkol, madde, kumar, sex)

    sorumsuzluk

    negatif özellikler olarak onda mevcutken buna ek olarak küçük bir çocukken babamın yanında nasıl güvende hissediyorsam onun yanında da öyle güvende hissediyordum ve bu hissi başkasıyla yaşamamıştım.
  • basitçe söylemek gerekirse, arketip belirli bir davranış biçimidir. platon, arketiplere önceden var olan "ideal şablonlar" veya "planlar" demiş ve "form" olarak tanımlamıştı. arketipler carl jung'un “ilkel görüntüler`” ve “insan aklının temel birimleri” olarak adlandırdığı şeydir. televizyonda ve filmlerde gördüğünüz her karakter bir arketipi temsil eder. ortamınıza verdiğiniz hemen hemen her tepki - davranış biçiminiz - bir arketipin ifadesidir. hemen hemen tüm insan davranışlarına arketipler rehberlik eder. jung, ruhsallığın yapısı ve dinamiği'nde şöyle demişti: “bireyin hayatını görünmez yollarla belirleyen canlı tepkiler ve yetenekler sistemidir.
  • kurtlarla koşan kadınlar.
hesabın var mı? giriş yap