• şahsımca en ilginç, fakat bir yandan diğer eserleri ile kıyaslanınca da ilginç gibi durmayan self-portrait with death playing the fiddle adlı otoportresidir.

    black death yani kara veba dediğimiz hastalığın yaşayanları kasıp kavurduğu vakitlerde, ölümlerin de bu hastalığın neticesinde çoğalması ile, "ölüm"ün iskelet şeklindeki tasvirleri belirmeye başlamıştı. hızlı ölüm artışları ve artık bu "ölüm" denilen olgunun günlük yaşantının merkezine oturmuş olması, her köşede bir can kaybının yaşanıyor olması, insanların kitleler halinde yok oluşu elbette ki ölümün sembolleştirilmesine, somut bir nesne haline dönüştürülmesine sebebiyet vermişti.

    ölümün sembolleştirilmesi hususunda memento mori kavramı çok daha faideli bilgiler sunacaktır.
    şu da onunla bağlantılı olarak aklıma gelmişken (bkz: carpe diem)

    *

    konu daha fazla sapmadan resmimize döner isek, burada ilginç olan, bir ressamın kendi portresini hangi sebeplerden ötürü bu şekilde betimlemek istemesidir.

    böcklin bu resimde diğer otoportrelerden farklı olarak doğrudan resme bakana odaklanmak, daha doğrusu "bakmak" eyleminden sıyrılmıştır adeta. klasik otoportlerde bu doğrudan temas genellikle hep mevcuttur.

    lakin bir de böcklin'e bakınız. doğrudan bir bakma eyleminden ziyade, resimde bu "bakma"nın yanı sıra "dinleme" unsurunu ne kadar da güzel yansıtmayı başarmış. resim bir anda duyular bakımından daha boyutlu bir ortama açılmıyor mu? böcklin'le göz göze geldikten sonra onun kulağını verdiği, sese yöneldiği başı ile birlikte bizim de gözlerimiz o güzergahı takip ediyor ve böylelikle iskelet ile karşılaşmayı gerçekleştiriyoruz. otoportrenin de anlamı yitmiyor böylece, evet ilk bakışta, ilk önce ressamın kendisi ile buluşuyoruz daha sonra ise o bizi başka bir yöne davet ediyor duruşu ile.

    burada ölümü simgeleyen iskelet bir yandan tek telli bir kemanı çalmakta, bir yandan sinsice gülmekte hatta bir şeyler fısıldamakta böcklin'e. yalnız böcklin'de ise korkudan, dehşete kapılmışlıktan ziyade hem şaşkınlık, hem merak, belki biraz "anlamaya çalışan" ya da "çözmeye çalışan" bir insan hali mevcut. iskeletin sinsi tasviri ile böcklin'in tutumu alışılagelmiş ölüm betimlemelerinin dışına çıkıyor böylece. ayrıca ölüm ile ressam arasında hiçbir boşluğun olmaması - adeta deyim yerinde ise - "ölümün soğuk nefesini ensesinde duymak" hadisesinin gerçekleşmiş hali gibi. lakin tek farkla, böcklin'de herhangi bir ürperti belirtisi bulunmamakta.

    işte bu durum ise ressam ile ölüm arasında bir korku ilişkisinden ziyade, bir yakınlık, bir "temas" ilişkisi. ölümün kabullenişi, onun "içeriden" biri olduğunun görüşünü oluşturuyor belki de. ölümü ötelemek, onu dışlamaktan ziyade, yanı başında olduğunun, "tek bir tel" uzağında olduğunun göstergesi.

    kemanda da tek bir tel kalması ise aklıma şunu getirdi. resimdeki kemanda kalan tek tel "sol" teli, ki kendisi en kalın sesli teldir kemanın dört teli arasında. yani yazar en ince tel mi ile başlayarak belki de çocukluğunu, onun bir üstü la ile gençliğini, sonrasında re ile orta yaşlılığını ve en son kalan tel sol ile yaşlılığını simgeliyor olabilir. yani sol telinin de kopması ile hayatının son bulacağını söylüyor olabilir. zannediyorum ki böcklin bir yandan da klasik müzik icra ediyordu, o yüzden bu benzetme çok absürd kaçmayabilir.

    işte öyleyken böyle.
  • 1827 isvicre - basel dogumlu, 1901 yilinda olmus olan sembolist ressam. ilk donem resimlerinde daha cok romantizm etkileri gorulur. roma'da yasadigi uzun sure boyunca antik roma kulturunden de alacagini almis ve 1880'de en unlu resimlerinden olan "the isle of the dead"i olusturmustur. hatta bu resimden 5 adet olusturmustur (digerleri: yine 1880, 83, 84 ve 86 yillarinda resmedilmistir. bugun bunlardan biri, metropolitan museum of art - new york; biri, museum der bildenden kunste - leipzig; biri, kunstmuseum - basel; bir digeri ise, alte nationalgalerie - berlin'de bulunmaktadir, digeri nerdedir bilmiyorum.).

    bocklin, resimlere isim verildiginde, bunun izleyici uzerinde bir etki yaratacagina ve resmin ozgurlugunu kisitlayacagina inanirmis. ama "the isle of the dead"i satin alan insan (fritz gurlitt), resmin havasini kendince sezinlemis ve bu resmi bir nevi populerlestirmek amaciyla bu adi vermistir, ne var ki arnold bocklin'in cizimi dus dunyasini temel almaktadir: adanin iki yanindaki beton duvarlarin ortada birlestigi gorulmemekle beraber, arkaya gittikce yogunlasan agaclarin ise sonunun nerede oldugu belli olmamaktadir. bu durumda, adanin icine dogru girdikce, aydinlik dis dunyadan yavasca ayrilip karanliga, kasvete ve bilin(e)meze dogru yol aliriz.

    rachmaninoff da bu resimden etkilenerek ayni ismi tasiyan bir beste yapmistir.

    http://www.smb.spk-berlin.de/ang/vg/s3.html
  • 19. yüzyılın ikinci yarısında sevilmeyen her şeyi en mükemmel bir şekilde ifade edebilen romantizm ve sembolizmin ürkütücü ustası.

    böcklin, yaşamı boyunca tartışmalı bir figür olmuştur. bazıları onu yenilikçi olarak görürken, büyük bir çoğunluk (özellikle dönemin etkili sanat eleştirmeni julius meier-graefe) onu sanatta ilerlemeyi engelleyen gerici bir güç olmakla suçlamıştır. peki tüm bu eleştiriler böcklin'in umrunda mıdır?

    duygusal ruh halini tuvale aktarabilmek için ışık efektlerini ve dramatik görüntüleri kullanarak isviçre alpleri'nden sahneler çizerek başladığı kariyerinde, 1848'de paris'e yaptığı bir gezi sırasında jean-baptiste camille corot, eugene delacroix ve barbizon okulu'nun ressamlarından etkilenmesiyle çalışmalarındaki romantik içe bakış yerini nesnel açık hava resimlerine bırakmıştır. 1850'de paris'ten roma'ya yaptığı seyahatten sonra resimleri sıcak italyan güneş ışığıyla dolmuştur. 1858'de bavyera kralı tarafından satın alınan sazlıklar arasındaki pan tablosu kendisine büyük bir şöhret kazandıran eseri olmuştur. son dönem eserlerinin çoğu ise savaş, veba ve ölüme dair kabuslarını tasvir etmektedir. ancak, böcklin ölümden korkmaz. aksine, hayatın kırılganlığı onu motive eder ve sanatına ilham verir. sanatçı, bu gezegenden ayrılsa bile, eserleri aracılığıyla yaşayacağını çok iyi bilmektedir.

    arnold böcklin tüm çalışmaları

    “sanat yaşadığı sürece, insanların gerçekten öldüğünü asla kabul etmeyeceğim.” giorgi vasari

    “ben giderim adım kalır, dostlar beni hatırlasın.” aşık veysel
  • arnold böcklin - ölüler adası, 1883 : görsel
  • kunstmuseum basel'de sergilenen plague (veba/salgın) (1898) adlı tablosunda ressam, dünyaya gelen onbir çocuğundan beşinin bebeklik döneminde koleradan yaşamını kaybetmesi nedeniyle, onda takıntı haline gelen ölümü tuvaline aktarmıştır.
    resimde, iyice tipikleştirilmiş bir silüetle ölüm, kanatlı bir yaratık üzerinde, elinde tırpanıyla salgın hastalığın kırıp geçirdiği bir kent görüntüsü içinde arkasında ölüler bırakarak ilerlemektedir.

    salgın hastalıkların korkunç yüzünü izleyiciye tüm acımasızlığı ile sunan tablo.
  • bir tanesi evimde, bir tanesi ofisimde olmak üzere 2 eserine sahip olduğum isviçreli simgeci ressam. orijinal eserler tabii ki, swh. ama kim bilir, belki o günler de gelir?

    abartmak istemiyorum ama michelangelo kadar yetenekli biri. ancak onun kadar tanınmıyor.
  • euterpe isimli tablosu hakkında bilgili olan varsa beri gelsin bana bi kaynak göstersin lütfen bu tabloyu öğrenmeliyim
  • giorgio de chirico'nun öncülü sayılan, chirico'yu derinden etkileyen ressamlardan biridir. bilindiği kadarıyla on bir çocuk babasıdır. kızı maria'nın ölümü onu ciddi anlamda etkilemiştir. özellikle ölüm temasını sıklıkla konu eder. hep derler ya, ölüler adası resminde floransa'daki ingiliz mezarlığı'nın izleri var diye; işte küçük kızını oraya gömdüğündendir.

    bir de böcklin adına, onu onurlandırmak için font tasarlanmıştır ölümünün üçüncü yılında.
  • sanat tarihi çömezlerinin bir numarasına oturur ölüler adası adlı eseriyle.

    edit: cümlenin öznesi böcklin değil, benim tanıdığım birkaç sanat tarihi öğrencisi genç dimağdır. yanlış anlamalar olmuş...
  • bir hikayeye göre "arkamda ayı mı var?!" temalı meşhur otoportresini gören bir arkadaşının "ne dinliyon olm?" diye sorması üzerine kemancıyı sol omuz nahiyesine yerleştirmiş.

    bir diğer görüşe göre de, bir süre kaldığı münih'te sergilenmekte olan, kime ait olduğu bilinmeyen* tanınmamış bir tarihi şahsiyetin* portresinden etkilenmiş/esinlenmiş.

    kendisinden sonra da bir sürü "benim neyim eksik?!" temalı, iskelet tebelleş olmuş selfiler türemiş zaten.***

    munch* delisi sadece kol koymuş.

    yenilerde de yapanlar var da artık onları merak eden bulsun, yeter bu kadar hadi.
hesabın var mı? giriş yap