• i ask not, i care not,
    if guilt's in thy heart,
    i know that i love thee
    what ever thou art.

    gerçekten kabahatli misin?
    bunu ne soruyorum ne de aldırıyorum buna
    ne olursan ol,
    seni sevdiğimi biliyorum sadece.
  • schopenhauer, önde gelen bir kötümser, mizantrop, kadın düşmanı, kinik bir irrasyonalist; arkadaşsız, tanrısız istenç filozofu; sevilmemiş, sevgisiz, ukala, annesini hor gören, akademik olarak başarısız, çelişkili bir dünya görüşünün ateşli savunucusu; hatta bir kadın terziyi döven, hegel’den nefret eden bir adam, karalama yapan bir safsatacı olarak değerlendirilmiş olmakla birlikte, bunların birçoğu doğru olmasına rağmen çok az kişi onun hakkında bundan daha fazla bilgiye sahiptir.

    schopenhauer ayrıca bir alman düzyazı ustası, kaniş köpeği aşığı, rossini aşığı bir flütçüydü, birçok dil bilmekteydi; upanişad okuyucu bir budist, platon’a itibar eden, kant’a hayran olan, goethe’ye saygı duyan işine düşkün bir bedendir;
    cinsel aşk, sanat, huzur, acıma ve kefaret filozofudur. gerçekten de schopenhauer birçok anlamda müstesna bir filozoftur.

    pekala, bütün bu görüşlerinin arkasındaki kendinde şey nedir??
  • bu yazımda arthur schopenhauer’in felsefe tarihinde neden kötümser olarak anıldığını anlatmaya çalışacağım. ben bu konuda her ne kadar kötümser diye kategorize edilmesine karşı olsam da tarihi yazanlar schopenhauer'i kötümser diye tükenmez kalemle yazmışlar!

    #103459385 buradaki yazımda schopenhauer’in doğu görüşünden bahsetmiştim, bunu biraz açacağım. schopenhauer, doğu görüşlü bir arkadaşı sebebiyle merak ediyor bu mistik felsefeyi, sonrasında araştırınca hint felsefesinin kendi görüşleriyle olan yakınlığını fark ediyor. çünkü schopenhauer de, hint felsefesi de şu ortak noktada birleşiyor: acı, yaşamın amacıdır! bu bağlamda buddhacılığın dört yüce hakikat’ini ömrünün sonuna kadar savunmuştur. peki bu 4 yüce hakikat nedir, ve schopenhauer ile n’asıl bir ilintisi var? buddhacılığın, schopenhauer'in de ömrünün sonuna kadar savunduğu temel ilkeleri şunlardır:

    1. yaşamak, acı çekmektir.
    2. acı çekmek, temelde istemeden kaynaklanmaktadır.
    3. acı çekmenin önüne ancak istemeden kurtularak geçilebilir.
    4. aşırılıklardan uzak bir yaşam, acının sebebi olan istemeden kurtulmanın tek yoludur.

    üzerinde durulan en temel 2 faktör şudur: acı ve isteme.
    schopenhauer, insan, istekleri oldukça her zaman acı çekecek ve bundan kurtulamayacaktır der, ona göre bundan kurtulmanın tek yolu, o “istenç”’i yok etmektir. bu istemeler devam ettikçe tatmin olmayan bir arzu ve bunun beraberinde de can sıkıntısının geleceğini vurgular. hayatın anlamı kitabının yaşama iradesinin tasdiki ve inkârı kısmında bu durum üzerine şöyle demiştir: “bu yüzden ebedi kurtuluşları konusunda büyük azim sahibi olanlar, talih onları bundan mahrum ettiğinde ve zenginlik içinde doğduklarında yoksulluğu tercih etmişlerdir.”
    arzular, geçici isteklerimizden oluşur, pekâlâ bunun fazlasıyla bilincinde olan schopenhauer arzuların hiçbir zaman tatmin edici olmadığını, tatmin edilse dahi yerini başka bir arzuya bırakacağını düşünür, nitekim de öyledir. dünyanın ıstırabı üzerine’de bu arzuların hiçbir zaman bir çabaya değmeyecek olduğunu anlatır: “bir anda var olmayı kesen, bir rüya gibi tamamen yok olup giden bir şey, asla ciddi bir çabaya değmez.”

    yukarıda yazmış olduğum buddhacılığın 4. maddesinde aşırılıktan uzak yaşam görüşü schopenhauer’in üniversitede hegel ile girdiği rekabet sonucunda kaybederek uyguladığı bir tutum hâline gelmiştir.

    schopenhauer’in kendisinden ciddi anlamda etkilenen, hayatın anlamını arayan lev nikolayeviç tolstoy, itiraflarım’da bu tatmin duygularının beyhude oluşunu şöyle ifade etmiştir: “üzerinde durduğum şeyin çökmüş olduğunu ve ayaklarımın altında hiçbir şeyin olmadığını hissediyordum. üzerine hayatımı kurduğum o şey artık yoktu ve ondan geriye hiçbir şey kalmamıştı.
    hayatım durma noktasına gelmişti. soluk alabiliyor, yiyebiliyor, içebiliyor, uyuyabiliyordum. bunları yapmak zaten elimde olan bir şey değildi. ama yaşamıyordum, çünkü gerçekleştirmeyi mantıklı bulabileceğim hiçbir arzum yoktu. bir şeyi arzu ettiğim taktirde peşinen biliyordum ki, bu arzumu tatmin edeyim ya da etmeyeyim, sonuçta bundan hiçbir şey çıkmayacaktı.”

    ilginç olan bir diğer nokta şudur: lev nikolayeviç tolstoy bunun farkında olup bir dönem evinden uzakta yalnız başına münzevi bir hayat yaşamış ve kendini yekten köylü gibi yaşamaya bırakmıştır, hatta doğu felsefesi ilgisini çekmiş olacak ki kur'an-ı kerim'i iyice araştırmış, akabinde muhammediliğin hristiyanlıktan daha makul olduğunu dile getirmiştir. bugün kendine yazar diyen -kitap yazarları, köşe yazarları- birtakım ayaktakımı tolstoy'un müslüman olduğunu iddia etmektedir, fakat tolstoy “araştırdığı hiçbir dinin kendi sorularına cevap vermediğinin ısrarla üzerinde durmuş ve kendi aklına ve vicdanına uyan şahsi öğretileriyle yaşamıştır, hatta tolstoyculuk diye bir öğreti çıkmış, buna inananlarsa onun fikirlerine göre hareket etmişlerdir.

    geçmişte birçok filozof, düşünür -bilhassa islam düşünürleri- tıpkı schopenhauer gibi çileci yaşamı savunmuştur. bu karamsar/kötümser olmak değil, bir hayat görüşüdür. neden bu veya benzer görüşte filozof veya düşünür kötümser diye anılmazken schopenhauer bu şekilde anılır? kaldı ki birtakım düşünürler intiharı savunurken bütünüyle intiharı reddeden bir filozoftur schopenhauer! schopenhauer’in intiharı neden reddettiğini de çok kısa ve temel bir şekilde anlatmak istiyorum: “bu kadar acı çekmek varken n'için intihar etmemeliyiz?” öyle değil mi, kısa yoldan bitirmek var işi. schopenhauer, intiharın bir çıkış yolu olmadığını, eğer intihar edersek “istencin istediğini yapmış olacağımızı” düşünür, ona göre “istenç”ten gelen her arzu reddedilmelidir, ve bu sebeple bu görüşü reddeder.
  • üstad şu içinde bulunduğumuz günleri tespitlemiş gene yıllar önce;

    "genel bakışta insanın mutluluğunun iki temel düşmanı vardır. biri acı, diğeri can sıkıntısı. dışsal açıdan yoksulluk ve yoksunluk acı verir. buna karşılık güvenlik ve bolluk can sıkıntısını doğurur."

    resmen korona günlerini özetliyor.
  • 1788-1860 yıları arası yaşamış ünlü alman filozof
  • okunup anlaşıldığında dünyaya asla eski pencerenden bakamayacağın alman filozof.
  • “...yaşamı, üzerine nakış işlenmiş bir kumaşa benzetebiliriz; herkes yaşamının ilk yarısında bu kumaşın ön yüzünü, ikinci yarısında ise arka yüzünü görür: arka yüzü o denli güzel değildir ama öğreticidir; çünkü ipliklerin bağlantılarını görmemize izin verir.”
  • ontolojisini irade ve özgürlük ilkeleri üzerine oluşturmuş filozof. zeka ayrıştırıcı niteliktedir bu nedenle bakış açısı “kötümser” olarak algılanır.

    “the more unintelligent a man is, the less mysterious existence seems to him.”

    “the more distinctly a man knows, the more intelligent he is, the more pain he has; the man who is gifted with genius suffers most of all.”

    “a high degree of intellect tends to make a man unsocial.”

    “nature shows that with the growth of intelligence comes increased capacity for pain, and it is only with the highest degree of intelligence that suffering reaches its supreme point.”

    “talent hits a target no one else can hit; genius hits a target no one else can see.”
  • "...gururun en kelepir türü ulusal gururdur. çünkü bu gurur, kendisine kapılmış olanın gurur duyabileceği bireysel özelliklerinin yokluğunu ele verir; yoksa milyonlarca kişiyle paylaştığı şeye başvurmazdı."
  • bir düzeltme gereği;

    schopenhauer, intiharın bir çıkış yolu olmadığını, eğer intihar edersek “istencin istediğini yapmış olacağımızı” düşünmez.

    schopenhauer, intihar karşıtı değildir. bu fenomene büyük bir empatiyle yaklaşır.
    daha sonra intiharın bazı durumlarda otomatik olduğunu söyleyecektir: "hayatı koruyan çok güçlü doğal dürtü, büyük kederlerle yenilir yenilmez insanın intihara başvurması, kesin olarak evrensel bir kuraldır; günlük deneyimler bunu gösteriyor."
    schopenhauer, babasının ölümünden kırk beş yıl sonra, parerga ile paralipomena'nın ikinci cildinde yer alan "intihar üzerine" adlı denemesinde intihar sorununu uzun uzadıya ele alıp, intiharı lanetleyenlere saldırmaya devam etti.
    hatta sisifos söyleni eserinde camus, schopenhauer'ın intiharı övdüğünden de bahseder.

    o, a priori yaşam istencini (en derindeki) metafizik bir mertebeye koyarak evrenin ve varlığın ötesinde konumlandırmıştır.
    ona göre varlık bütünüyle istencinden kurtulamaz, istenç, yalnızca ölümde “sonsuza dek” sessizliğe gömülse bile bu birey düzeyindedir.
    intihar ve kişisel bir ölüm varlığın ızdırabını dindiremez. onun ızdırabı nihai bir sonla bitmelidir. (buddha'nın nirvana'ya sığınıp samsara'yı ortadan kaldırmasıyla aynı düşünce)

    eski arkadaşına açık bir entelektüel vicdanla öleceğini ve “mutlak hiçliği elde etmenin onun için bir nimet olacağını ama maalesef ölümün bunu sunmayacağını” söylemiştir.

    not: bari şu adamın düşüncelerini islam'la özdeşleştirmeyin.
hesabın var mı? giriş yap