• aşağılık kompleksi sanılanın aksine belli bir zümreye ait olan bir duygu değildir. bu dünyada yaşayan her insanda var olan, var olmaya da devam edecek bir dürtüdür. kaderci bir insan değilim ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki bir insanın bu duygudan tamamen sıyrılması mümkün değildir. derecesi vardır. bazıları çok yaşar bazıları az. ama bu zımbırtı her insanın ruhunda yaşamaya devam eder. amacım aşağılık kompleksi hakkında insanları bilinçlendirmek ve bu konu hakkında farklı bakış açıları kazandırmaktır. başlayalım.

    aşağılık kompleksinin her insanda kalıcı olması evrimsel psikolojiyle alakalıdır. şunu önce ortaya koyalım: insan mucizevi bir canlı değildir, allahın kusursuz yarattığı bir tür de değildir. insan doğa koşulları altında savunmasız ve güçsüz bir canlıdır. ve bugün insanoğlunun doğa durumuyla baş başa kaldığı ve tam olarak aydınlatılamayan binlerce yıllık bir süre var. aşağılık kompleksi dediğimiz şeyin vuku bulması o yıllara rastlıyor. nasıl mı? insanlar doğa durumunda savunmasız canlılar olması, onları bir topluluk kurmaya itti. tek başına bir kişi yaban hayatın zorluklarına karşı mücadele edemezdi. insanlar birlik oldukları zaman doğayı yenebildiklerini, yenemeseler de hayatta kalabilecek güce sahip olabildiklerini keşfettiler.

    bu durum da insanlara bir zorunluluk yarattı: bağlı olduğun gruba uyumlanma zorunluluğu. çünkü o grup, içinde yaşayan insanların hayatta kalmasını, karınlarını doyurmasını, doğanın yarattığı güçlüklerden sıyrılmalarını sağlıyordu. işte aşağılık kompleksi buradan ortaya çıktı. insanoğlu varoluşundan itibaren belli gruba uyumlanmak zorunda hissetti kendisini. düşüncelerini ve hareketlerini grubun diğer insanlarıyla mukayese etmek zorunda kaldı. gruptan atılma tehlikesi, her bireyin iç dünyasında şu soruyu sormasına neden oldu: ben grupla uyum içinde hareket edebiliyor muyum?

    bu hayati bir soruydu. bir süre sonra bu, otokontrol olarak her insanın içinde yer etti. kalabalığı taklit etmek, insanların içinde iyi bir yere gelmek, diğerleri tarafından dışlanmaktan korkmak gibi şeyler bu dürtünün ortaya çıkardığı bir sonuçtur. aşağılık kompleksinin yenilemez olduğunu iddia ederken buradan yola çıkıyorum. kadın memesi, erkek için cinsel bir uyarıcıdır. bu değişmez, değişmesi için binlerce yıl geçmesi gerekiyor bunun için. aynı şey yetersizlik hissiyatı için de geçerlidir. aşağılık kompleksi insanın kendisini diğerleriyle mukayese etmesinden dolayı ortaya çıkar. bu da, insanlar var oldukça bu dürtünün devam edeceğini gösterir.

    şimdi sorulara geçelim:

    aşağılık kompleksi neden günümüzde bu kadar yaygın?
    aşağılık kompleksi grip gibi bir şey değil. belli zamanlarda insana sirayet etmez. o hep vardır. günümüzde bu sorunun ayyuka çıkmasının iki nedeni var. birincisi küreselleşme. bugün insan nerede oturursa otursun dünyadan haberdar olabiliyor, tanımasa bile bin bir çeşit insanı ve onların yaşadığı hayatı izleme şansı buluyor. insanın dünyadaki her şeye ulaşma imkanı, mukayeseyi de beraberinde getiriyor. bu mukayese arttıkça, insanda bir yetersizlik hissiyatı doğuyor. örnek vermek gerekirse. 1970’lerde yaşayan bir genç düşünelim. o insanın hayatı küçüktür. belli başlı insanları görür, belli başlı yerlere gidebilir ancak. bu nedenle bir yere kadar mukayese edebilir. ama şu an 2019 yılındayız. amerika’da yaşayan milyarderlerin hayatına tanık oluyoruz. alplerde yaşayan insanların yaşamını izliyoruz. dünya turuna çıkan ve delicesine eğlenen kişiler hemen yanımızda sanki. bu erişim kolaylığı mukayeseyi arttırıyor. insan kendisinden farklı olan milyonlarca kişinin hayatına tanık oluyor ve kendisini eleştirmeye başlıyor.

    ikinci neden, çağımızın bireyciliği pompalaması. açık konuşmak gerekirse ben kendi adıma bundan rahatsız değilim. böyle olması daha çok hoşuma gidiyor. ama işin içine bazı insani dürtüleri de eklememiz gerekiyor. körü körüne empoze edilen ve düzeni bir anda kesip atan bireycilik, insanı hiç alışık olmadığı bir şeye sürükledi. toplumsal bilincin yıkılışı, aşağılık kompleksine sebep olan o dürtüyü harekete geçirdi. çünkü insan, tek başına kalmaya, diğer insanlardan soyutlanmaya alışkın bir canlı değil. bireyciliğin bir anda bu kadar empoze edilmesi yetersizlik hissiyatını arttıran bir diğer neden olarak çıkıyor karşımıza.

    madem bunu yenemiyoruz o halde ne yapacağız?

    ilk defa sirayet eden şeyler kişiyi korkutur. ama onun her zaman sana eşlik edeceğini bilirsen rahatlarsın. aşağılık kompleksinin her zaman var olacağını bilmek, onunla defalarca savaşıp defalarca yenilmekten daha etkili bir yol. önce bunu ortaya koymak lazım. bunun insanın kendisine has bir şey olmadığını tam olarak anlaması gerekiyor.

    ikinci çözüm de her zaman söylediğim şey aslında. bir konuda yetkin olmak, aşağılık kompleksinin panzehiridir. insan yetkin olması gereken bazı şeyler yaratmalı kendine ve onlarda en iyisi olmaya çalışmalı. çünkü aşağılık kompleksinden şikayet eden insanlar, diğerlerinin kendilerini eksik yönleriyle hatırladığını düşünme hatası yapıyor. eğer kanlı bıçaklı düşmanlara sahip değilseniz, insan gibi bir çevreniz varsa diğerleri sizi en iyi bildiğiniz ve icra ettiğini konuya göre kodlayacaktır sizi. cem yılmaz dendiği zaman aklınıza ilk olarak mizah gelir. neden? çünkü cem yılmaz’ın en iyi olduğu, yani yetkin olduğu konu budur. cem yılmaz dendiği zaman sizin aklınıza ikinci evliliğini yapmış başarısız bir koca imajı gelmez ilk olarak. en yakın arkadaşınızı düşündüğünüz zaman kafanızda beliren imge, o arkadaşınızın en iyi olduğu konudur. siz insanları nasıl kodluyorsanız insanlar da sizi o şekilde kodluyor yani. yetkin olunan konuları arttırmanın neden önemli olduğu burada gizli. sizi sevmeyen insan varsa eğer kötü kodlar. ama bu bütün hayatınızı sorgulamanızı gerektirecek bir durum değildir. sevmeyen insan, eğer gerçekten beni sevmiyorsa benden uzak olmalıdır.

    aşağılık kompleksi belli zümreye ait insanların rahatsızlığı değildir. herkeste vardır. bunu ölüm düşüncesiyle bağdaştırabilirsiniz. ölüm size fazla koymaz aslında. çünkü herkesin eninde sonunda öleceğini bilirsiniz. yalnız değilsinizdir. bu rahatlık, aşağılık kompleksini de hafifletir. sizi yetersizliğe sürükleyen şey yalnızlık hissiyatıdır. hiçbir konuda yalnız olmadığınızı bilirseniz ve bununla savaşmaktan ziyade lehinize çevirmeye çalışırsanız bu duygu sorun olmaktan çıkar.

    edit: bu konuda fikirlerimi az buçuk söylediğim bir yazı vardı. burada daha da detaylandırdım. bahsettiğim yazı için:

    (bkz: anksiyete bozukluğu /@kavanoz necati)
  • bu komplekse sahip insanlarda kendinde olmayan özelliklerin karşısındakinde hissettiği anda ilk fırsatı kollayıp 'ben sizinle aynı seviyedeyim taam mı' diye düşünüp, kendince meziyet saydığı laf sokmak, üste çıkmaya çalışmak gibi boş uğraşlar girdiğini görebilirsiniz. kendi ezikliklerinin bir nevi dışavurumu. bu tip insanları gerçekten sadece tek bir kelime tanımlayalayabiliyor: ezik*
  • kişinin kendisini eksik hissetmesi neticesinde oluşan psikolojik bir rahatsızlık.

    demin instagram'a öyle sırf geyik olsun diye bi fotoğraf attım. insanın kendisini komik gösterdiği zamanları bilirsiniz. sırf biraz eğlenmek için kendisinden bile mizah çıkarır. yeri gelir absürt bir şeyler kurgular, uydurur, saçmalar, ironi yapar. bu insanlara kaliteli geyik olsun da isterse hep birlikte kendisi üzerinden dalga geçilsin. çok da fark etmez. maksat muhabbettir, eğlenmektir. diğer taraftan lafın tamamı da aptala söylenir ve mizahı izah etmek kadar yorucu olan pek az şey vardır. allah kimseyi yaptığı ironiyi açıklamak zorunda bırakmasın. hele hele anlamadığı ironi üzerinden nutuk atan siyasetçi edasında ders veren birisiyle muhatap olmak zorunda hiç bırakmasın. kendi işini dahi düzgün yapamayan fakat başkalarından her konuda kusursuzluk bekleyen ve mükemmeliyetçiliğin böyle bir şey olduğunu zannedenlerin; hem insanlığın sırtına yük olup hem doğruları belirleyenlerin şerrinden allah korusun.

    telefondan aradı bizim teyze oğlu, "bebeğim, bu fotoyu atmaktaki amacın ne?" dedi bilmiş bilmiş.
    "sohbet muhabbet geyik" dedim, "noldu ki?"
    "kaç yaşında adamsın mallllllll kendini rezil ediyosun" falan dedi. hiçbi şey demedim. iyiliğimi düşünüyormuş, allah razı olsun.

    şimdiii!.. bu bir kenarda dursun.

    laf aramızda bizim teyze oğlu arada sırada benim giyindiklerime aşağılayan gözlerle bakıp "giyinmeyi bilmiyosun" gibi sözler de söyler. bazen harbiden umursamam da ne giyindiğimi ama bir zaman sonra şunu fark ettim ben: teyze oğlu iyi giyindiğimi düşündüğüm zamanlarda bile kıyafetime laf ederdi. halbuki kendimi de öyle beğenirdim ha, hoşuma giderdim. teyze oğlunun kıyafette zevk anlayışı şu "nargile erkeği" dediklerinden. tek farkı nargile içmemesi. nargile erkeğinin nargile içmeyeninden.

    kendisinin giyinişini özentice bulsam da onunla artık şakalaşmıyorum. eskiden kendimizle alakalı da olsa birçok konuyla dalga geçebilirdik. ama son zamanlarda teyze oğlu alıngan olmaya başladı. kendisine bana yaptığı şakalardan bir benzerini yaptığımda ciddiye alıp altta kalmamak için bir üst perdeden "şaka" ile karşılık veriyordu ve fakat gayet de ciddi oluyordu. yapılan şakalar bir zaman sonra "gülmek" için değil bir rekabet havasında "ezmek ve altta kalmamak" için yapılan şakalara dönmeye başladı. ben bu durumu fark ettikten sonra bir konuda fikrimi sorduğunda artık "gayet iyi, çok güzel" minvalinde cevaplar vermeye başladım. çünkü aksini beyan ettiğimde onun hakarete varan saçmalıklarını dinleyeceğime artık emindim.

    kişi kendini bir konuda eksik hissederse ne olur?
    birincisi eksikliği kabul edip tamamlamaya çalışır ki bu sağlıklı olanıdır.
    ikincisi eksikliğini gizleyip onaylanma ihtiyacını gidermek için insanların kendisini beğeneceği, kendisiyle dalga geçilmeyeceğini bildiği şeyleri yapar.

    bu durumda aşağılık kompleksine sahip bir insan güzel de olsa modası geçmiş ne varsa onu beğenmez, onunla dalga geçer. çünkü önemli olan herkesin beğendiği, takip ettiğidir onun için. trend olandır. buna dayım "new generation" diyor. illaki duymuşsunuzdur "saykoya bak ne giymiş kaldı mı bunlardan" şeklinde konuşanlardan bunun gibi cümleler. senin hoşuna gidebilir ama artık beyaz tişört içine o siyah tişörtü giyen "net maldır abi"(!) çünkü "eskidendi karrrdeşim onlar! 2008'de lisede mi okuyoruz abi sayko sayko hareketler yapmayın ya!"dır. çok pis dalga geçerler, çok pis ezerler. aman dikkat edin haaa, siz siz olun, sayko olmayın! hemen gidip babet çorap alın. hemen gidip "bi #tb de benden olsun" alt yazılı sağa sola çatık kaşlarla baktığınız yakışıklı bir fotoğraf atın instagrama. aman ha, siz siz olun sayko olmayın!

    ama işte çok uzun zamandır da bir gerçeğin farkındayım: "hepimiz koştukça koltuk altı terleyen, karıdan siktir yiyince üzülen ama cool görünmeye çalışan, yere düşünce "bi gören oldu mu la" diye sağa sola bakınan, ayakkabı bağı çözülünce bağlamaya üşenip ayakkabısının içine sıkıştıran, az samimi olduğu çocuktan sigara istemeden önce "dur azcık muhabbet edeyim de sonra isteyeyim" diye düşünen mallarız."

    ve "insanlar çamur gibidir, hiç denediniz mi elinize çamur veya balçık almayı?

    yumruk yapıp sıktınız mı peki onu?

    ya avcunuzdan, ya parmaklarınızın arasından, kendine bir delik, bir yol bulup fışkırır illaki o.

    o sebeple "bunu" kabul ettirsen "şunu" anlatamazsın insanlara, "bu" tamam da "şu" olmamış derler, sikim sikim anlamlar çıkarırlar söylediklerinizden, kimseye yaranamazsın ki bu hayatta. siktir edeceksin o halde, takmayacaksın başkalarını, üniversiteyi kazanır kazanmaz simsiyah pala kaşlarına aldırmaksızın saçlarını kızıla boyatan selin görünümlü kezban hakkımda ne düşünür diye şekilden şekile girmeyeceksin. kendi hayatını yaşıyorsun sen, bırak kendi beğenilerine ve kendi zekana güvenerek yaşa, başkalarınınkine değil."

    onun için istiyorum ki "farklı olacam diye götünü yırtan adam sıradanın önde bayrak flama taşıyanıdır, bunun farkında olun. başka da bi şey değil. bu salak kafa yapısını kırdıktan sonra zaten insanın önünde alacağı upuzun ama tertemiz bir yol olur. çorap söküğü gibi gelir gerisi."

    istiyorum ki bir müzik grubu hakkında önce "acaba bunu kimler beğeniyo" diye düşünerek görüş belirtmesin. kendi beğenilerine göre yaşasın. kurtulsun bu aşağılık kompleksinden.

    hayat bu kadar basit aslında.
  • karşısındaki insan hangi okulu bitirdiğini umursamazken hayat üniversitesi mezunu olduğunu iddia ederek, yersiz bir kendini kanıtlama çabasıyla ''ben buradayım'' diyen kompleks.
  • insanın kendisine değer vermemesi durumudur. geçmişte yaşadığı bir olaydan veya çevreden kaynaklı olan bir sorundan doğan bir kompleks olabilir.
    bu komplekse sahip insanlar genelde depresif olurlar , yapıcı eleştiriyi kaldıramazlar . başarısızlıklarını genelde başkalarına yüklerler . hiçbir zaman kendisiyle alakalı bir sorun olduğunu kabul edemezler . içten içe biliyorlardır belki ama sahip olduğu kompleks sayesinde kabul edemezler.
    aşağılık kompleksinden kurtulmak için ilk önce sorunun kendinizde olduğunu kabul etmeniz gerekir. bazı şeyleri kabullenmeniz gerekir. her olayda başarılı olmak zorunda değilsiniz , herkesten her konuda iyi olmak zorunda değilsiniz. kendinizi bu kadar kasmayın .
  • bu tiplerden götüm götüm kaçılmalı hatta bu tipler imha edilebiliyorsa imha edilmelidir. imha edilemiyorsa bulunduğu ortamda tek başlarına ölüme terk edilmelidir..
  • tehlikeli bir komplekstir. temeli sosyal rekabette geri kalmış kişilerin kendilerini 'x' bir alanda başkalarıyla kıyaslaması sonucunda ortaya çıkan "daha değersiz ve önemsiz" hissidir. pasif-agresif davranışlara fazlasıyla yol açmaktadır.

    en büyük hata kendinizi başkalarının bugünüyle kıyaslamanızdır. kendinizi, kendinizin dünüyle kıyaslamanız gerekmektedir. herkes bir konuda sizden iyi veya kötü olabilir. sizden kötüleri görüp şükretmekte, daha iyileri görüp küfretmekte aşağılık kompleksidir.

    türk toplumunda fazlasıyla görülür siz iyileştikçe sizden nefret eden sayısı ve size zorluk çıkarmak isteyen kıskanç sayısı artar. arabesk kültürün bir uzantısıdır.

    bu kompleksi yenmenin en iyi yolu kendinizi geliştirmektir. dil öğrenmek, hobiler vs ile sürekli gelişmelisiniz. kendinizin en iyi hali olmayı hedeflemelisiniz. kontrol edebileceğiniz şeylerle uğraşmalısınız. boyunuz kısaysa mesela buna takılıp kalmakta, bu konu hakkında espiri kaldırmamakta aşağılık kompleksidir. kusurlarınızla barışık olmanız ve kendinizi sevmeniz şarttır. kendinizi ne ezdirin ne de çok gururlu olun.

    aşağılık kompleksi anca sahip olduğu kişiyi mahveder. başkalarının hayatında figüran olacağınıza kendi hayatınızın başrolü olun. sadece kendinizi düşünün, geliştirin ve başkalarının ne yaptığını düşünmeyin. aşağılık kompleksi aşılabilir bir şey sadece kişinin tercihlerine bağlı. yoksa aşağılık kompleksi olan kişiler gerçekten de aşağılık , çekilmez ve berbat insanlar oluyor. değişim kişinin elinde bu bir bakış açısıdır.
  • çoğu kadını elde edebileceğini söyleyen bir arkadaşımı aşırı özgüvenli olmakla eleştirdim diye biranda bu kompleksle suçlandım:)
    dur bir başlığı okuyayım, belirtilerim var mı ahsha..
  • konuyla alakalı çok ama çok güzel bir yazıya denk geldiğim meseledir. aşağılık komleksi düzeyini kendimde çok fazla görmekteyim. aşağıdaki yazı mutlaka okunmalı

    "
    aşağılık kompleksi sözüne günlük hayattaki kullanımlarımızdan yola çıkacak olursak hiç yabancı değiliz. peki bu kavramı en çok hangi kapsamlarda duyuyoruz? tümüyle pozitif ya da nötr hisler beslediğimiz kimselere karşı mı kullanıyoruz yoksa daha çok negatif bir yaklaşımla, neredeyse birbirimize karşı küfrederken ya da toplumda dışladığımız kimseleri daha da yabancılaştırmak için kullanıyoruz desek abartıyor olur muyuz? insanoğlunun tarihte ve günümüzde var olagelen saygınlık ve üstünlük ihtiyaçlarının arkasındaki dürtüsel güç olarak yorumlanan bu kavrama ne kadar doğru yaklaşıyoruz?

    “insan olmak, kendini yetersiz hissetmek ve üstün bir konumu ele geçirmek üzere çaba harcamak demektir.”

    bu sözün sahibi avusturyalı psikiyatr alfred adler, eksiklik duygusu ve aşağılık kompleksi kavramlarını terminolojiye ilk kez kazandıran bilim adamı. bireysel psikoloji olarak adlandırılan ekolün kurucusu olarak bilinir. bireysel psikoloji kapsamındaki çalışmaları, meslektaşları sigmund freud ve carl jung ‘un da kendi alanlarındaki katkılarıyla, sonrasında freud tarafından “derinlik psikolojisi” şeklinde adlandırılan ekolü oluşturur. bu ekol, jung’un analitik psikolojisinin, adler’in bireysel psikolojisinin ve freud’un psikanaliz çalışmalarının bütünleştirilmesiyle oluşmuştur. klinik psikolojinin üç büyük taşı denebilecek bu psikiyatristlerin her ne kadar birbirlerinden ayrılan görüş ve öğretileri olsa da, derinlik psikolojisi geniş bir bütünlük oluşturan bir yelpaze gibidir: freud, insan kişiliğinin oluşumunu ve yaşamın sürdürülmesini libidoyla ilişkilendirir. libido ona göre cinsel içeriklidir. ne var ki jung’a göre libido yine insan sisteminin canlı kalmasını sağlayan, onu düzenleyen, dinamik bir enerji olmakla birlikte, cinsel içerikli değildir. ona göre libido, temel gereksinimler karşılandıktan sonra duyguların doyumlanmasını gerektiren, felsevi ve manevi ihtiyaçları da içeren bir yaşam itkisidir. adler ise insanın yaşama sürekliliğini güdümleyen yakıtı güç iradesi itkisi olarak yorumlamıştır. güç sahibi olma dürtüsündeki insanoğlu, yaşama motivasyonunu bu dürtü sayesinde küçük yaşlardan itibaren (4-5 yaş) oluşturmaya başladığı hedefleriyle sağlar. bu yaşlardan itibaren belki farkında olmaksızın oluşturmaya başladığımız hedeflerimiz, kişilik bütünlüğünün sağlanması açısından çok önemlidir. bu hedefleri oluştururken kalıtım ve çevresel faktörlerle tamamiyle kendiliğinden yönlendiriliyor olmamız gibi kaderci bir kesinlik fikrini adler reddederek, yaratıcı güç kavramını ortaya atar. ona göre, her birey kendi yaşam felsefesini ve amacını oluşturabilecek yaratıcı güce sahip olarak dünyaya gelir. hatta bu yaratıcı güç, yaşam hedeflerimizi değiştirmeye karar verebilecek olgunluğa gelene kadar kristalize bir halde korunur. bireysel psikoloji ekolü, bireye bir başkası tarafından dikte ya da empoze ettirilemeyecek, sadece kendi öznel hedefleri doğrultusunda oluşumlanacak hedeflerin varolduğunu savunur. her insan, dilediğinde o zamana kadar kristalize halde korunmuş olan hedeflerini değiştirebilecek güce, özgürlüğe ve iradeye sahiptir.

    gerçekten de insanoğlu, doğumundan çok uzun bir süre sonraya kadar öncelikle annesinin, sonra çevresinin ve şimdiye kadar yaşanmış insanlık birikiminin bilgi, deneyim ve öğrenimlerine muhtaç olan ve kendine böyle bir dünya kuran tek canlıdır. doğada tek başına hayatta kalamaz ve -hem toplumsal hem doğal- çeşitli bilgi ve becerileri öğrenmek zorundadır. öğrenimi -şanslıysa- yaşamının sonuna kadar devam eder. bir fil, bir aslan ya da bir kaplumbağa dünyaya gelişinden birkaç saat sonra, biraz debelendikten sonra kendi ayakları üzerinde kalkarak yürümeye başlayabilirken insan, yıllar boyunca hâlâ bakıma muhtaç bir haldedir ve öğrenimini içinde bulunduğu toplumda sürdürmek için mücadele eder. çocukluğumuzda ailemizden, büyüklerimizden bize öğretilen şeyleri gözlemleyip, onları taklit etmeye, onlara benzemeye çalışırız. yetişkinler gibi olmak ister, annemizin makyaj malzemeleriyle yüzümüzü boyar, babamız gibi işe gidip para kazanmak, büyük adamlar olmak isteriz. çünkü çocukken içine doğduğumuz ortamda herkes kendi işlerini kendileri görürken, biz çocuk olarak onların her yaptıklarını yapamayız. büyüklerini gözlemek, bir yetkinliği kendisinden daha iyi bilenlerden öğrenmek, insana eksikliğini gösterir, güç sahibi olma dürtüsünü harekete geçirir.

    çocukluğumuzda daha fazla olmakla birlikte, az önce bahsettiğimiz eksiklik duygulanımlarını hepimiz her zaman yaşayabiliriz. bu eksiklik ve yetersizlik hisleri, gelişim ve büyüme için kaçınılmazdır ve doğru muamele edildiğinde başarı için bize güçlü ve olumlu motivasyonlar sağlar. adler, insanı tanıma sanatı adlı kitabında bu mekanizmayı bir benzetmeyle ilişkilendirerek bu duygunun hangi noktada aşağılık kompleksine dönüştüğünü betimler: “bir yay, üzerine ne kadar kuvvetli bastırılırsa o kadar yükseğe fırlar, yeter ki basınç altında kırılıp kopmasın. bunun gibi, yetersizlik duygusu da tek bir insan ya da topluluğun üzerine ne kadar kuvvetle bastırırsa, söz konusu kişi ya da topluluk o kadar yukarı fırlamak ister…” basınç altında kalıp, yükseğe fırlaması engellenerek kırılıp kopan yayı, aşağılık hissine dönüşmüş bir baskıyla, bireyi/toplumu güdümleyen bu motivasyon mekanizmasından mahrum edilmiş ve bu nedenle yaratıcı gücünü ortaya yeterince koyamayan bu döngüdeki kimseler şeklinde yorumlayabiliriz. bu noktada tehlike, yaratıcı gücün yeterince kullanılmamasının yanı sıra, topluma yabancılaşmış ve toplum tarafından dışlanan kimselerin söz konusu olduğu durumlarda, kişi davranışlarının, savunma mekanizmalarının etkisiyle topluma yönelik zarar ve nefrete varan agresyon etkilerine evrilebilmesidir. bireysel psikoloji kuramlarında toplumsallığı referans noktası alan adler, kitabında anlatıya şöyle devam eder: “…insan tek başına yetersizdir, ancak toplum içinde yaşamını sürdürebilir. mutlak bir doğru varsa, toplum bu biricik doğrudur. yetersizlik duygusu insanı toplum dışına iter. ne var ki, doğuştan insanda var olan toplumsallık duygusunun kalıntıları yeniden diriltilip, insan yeniden topluma kazandırılabilir. toplum dışına itilen insan ‘kötü’ değil, yalnızca cesareti kırılmış biridir. cesaretlendirildi mi, tekrar toplumun yararlı bir üyesi durumuna sokulabilir. toplumsallık duygusu ile yetersizlik duygusu arasındaki çatışmadan insanın ‘devinim yasası’ çıkar, çünkü yaşam devinim demektir.“

    toplumsallık duygusu ile yetersizlik duygusu arasındaki çatışmanın oluşturduğu bu “devinim” skalasında her birimiz bir noktada yer alıyoruz. sabit bir konumlanma ile sınırlanamayan, geliştirilmeye ve değiştirilmeye açık olan noktalarımızdan bakacak olursak; adler sayesinde belki kendimizi ve başkalarını da bu bakış açısıyla tekrar değerlendirebilir, aşağılık kompleksi kavramına bir içgörü oluşturabiliriz.

    [https://yenifikirler.org/…dlerden-hepimize-bir-not/ https://yenifikirler.org/…dlerden-hepimize-bir-not/]
  • bir insan neden bu psikoloji de olur anlamış değilim
hesabın var mı? giriş yap