• türkçeye ölüm asansörü olarak çevirilmiş ve çok güzel işleyişiyle 3. güz film festivali ile izlenebilecek 1958 yapımı louis malle filmi.. yönetmenin ilk filmi olmasının yanında, miles davis'in filmin soundtrack'ine eklediği mükemmel müzikle apayrı bir tad kazanan güzel film..
  • 1957 yılında fontana records etiketiyle çıkmış miles davis albümü, aynı isimli filmin soundtrack'idir aynı zamanda. toplam 26 şarkı barındıran albüm için söylenebilecek tek kelime enfestir, mutlaka edinilmeli.
  • vondervotteimittiss erime rituelleri sayesinde haberdar oldugum ve ko eritsin film seni nidalariyla seyrettigim saheserdir. evrimini tamamlamis kedilerin mustehzi tebessumudur. sinir bozucu guzelliktedir. kapkara ve ipeksi bir dokudur. budur ulan filmidir.
  • muzigi gereginden fazla guzel olan louis malle filmi. muzikle beraber jeanne moreau'ya ve paris atmosferine oyle bir gomuluyorsunuz ki film akıp gitmis oluyor.
  • fransiz yeni dalga sinemasının tartışmasız en iyi örneklerindendir. üstüne bir de büyük üstad miles'ın müzikleri eklenince über olmuştur. o trumpet balladı en vurucu yerlerde girer, paris zaten bir filme arka plan olmak için harika. izleyiniz izlettiriniz.
  • melville için bob le flambeur, godard için a bout de souffle neyse malle için de ascenseur pour l echafaud odur. bu üç yönetmenin de kariyerlerinin başında çektikleri bu filmler, dalgacı otör kavramını tam anlamıyla yansıtmakla birlikte çeşitli yerlerde yeni dalganın ilk filmi olmak gibi sıfatlarla anılırlar başka bir ortak nokta olarak. filmlerde dikkat çeken en önemli hadise de şudur aslında: bu üç film de amerikan gangster filmlerine ya da karakterlerine bir öykünüştür. daha çok the maltese falcon ya da double indemnity gibi -fransız söylem- noir'in ikinci distilesine evriliştir bir anlamda.
  • bu filmin çok güzel bir sonu var. tamamen güzeldir aslında, yaratıcıdır. julien ve florence'ın film boyunca bir türlü yan yana gelememiş olmasını da çok acıklı buldum.
    noel calef'in aynı adlı kitabından uyarlamadır.
  • amerikan noir'lerden çok da farklı bir film değil aslında. sevgilisine kocasını öldürten, femme fatale bir kadın, bu kadına aşık olduktan sonra patronunu gözünü kırpmadan harcayan bir adam, cinayeti araştıran bir dedektif, iki de embesil çift. bir noir'de bulunan şeyler bu filmde de mevcut. kısacası hikayesi pek orijinal değil. ama amerikan noir'lerine benzemişse de bazı açılardan farklılaşmayı başarmış. fransız yeni dalgasının izleri belli oluyor.

    yağmur altında yenilmiş, üzgün, yapayalnız bir şekilde yürüyen ve sevgilisini yana yakıla arayan florence ile araba çalıp iki kişiyi öldüren louis, godard'ın başyapıtı a bout de souffle'nin karakterlerini akla getirir. godard'ın filmi bu filmden iki sene sonra kotarılmıştı, godard filmini kotarırken bu filmden esinlendi mi bilemiyor, benzerlikler yok değil. hayata yenik başladığı belli olan ve zengin-karizmatik julien'i kıskanan louis, godard'ın filmindeki michel'i hatırlatır sıkça.

    iki aşk hikayesi anlatılır, ne yazık ki iki hikaye de trajiktir. tabi sadece romantik-duygusal bir film değil (gerçi filmdeki aşıklara da pek üzüldüğümü söyleyemem), gerilimli bir filmdir de. özellikle asansördeki sahneleri pek gerilimliydi. keza louis'in alman çifti arabayla takip ettiği ve onlarla sohbet ettiği sekanslar da gerilimlidir.

    neticede kaliteli, sağlam bir filmdir...
  • hayatta gözardı edilen ufak ayrıntıların tüm planları bozacak sonuçlar doğurduğunun anlatıldığı, çevrildiği 50li yılların görüntüleri ile keyifli izlenilmeye değer bir fransız film noir.
    filmin yönetmeni louis malle ;robert bresson'a asistanlık yapmış olan 26 yaşındaki louis malle'nin ilk filmidir.
    filmin müzikleri miles davis'e ait . amerikalı caz trompetçisinin hüzünlü solo trompeti filmde paris'in gece çekimlerine eşlik etmektedir.

    film o dönemin izlerini taşır haliyle. binalar , kafeler, eski klasik o zamana ait son model arabalar, döpiyes ile dolaşan florence, kalıp gibi şekillenmiş saçları, komik polis arabası , öyle ki geldiğini duyuyorsunuz ama film karesine girmesi epey zaman alıyor . üstelik park edişini izliyorsunuz. kapıların açılımı da ters, yengeçlerin yan yürümesini izlerken olduğu gibi afallatıyor insanı. bu yönlerden çok hoş bir film, nostalji kuşağı grubundandır.

    --- spoiler ---

    filmde genel olarak umutsuzluk ve hüzün beraberinde gerilim hakimdir.
    plan dışı gelişen olaylar, işlediği cinayeti eline yüzüne bulaştırıp asansörde çakılı kalan filmin en düztaban şanssız cenabet karakteri julien tavernier, ondan haber alamayıp aldatılıp terkedildiğini sanıp meczup gibi dolanan florence carala, şanslı ama aptal aşıklar hepsi umutsuzluğa düşmüşler hatta bu sebeple intihara bile kalkışılmıştır.

    çünkü yeşilçam'da da o dönem hakim olan ve benim sevdiğim mesaj içerikli film izleri görülmektedir aynı dönem itibariyle. cinayet ve hırsızlık yolu ile taşkınlıktan öteye geçilmez ve herkes hüsrana uğrar filmde böylece.

    aslında öldürülen bay simon carala'da belasını bulmuş, savaş zengini leş kargası ölü sikici, milletin taptığı polisin adının önünde secdeye kapandığı aşağılık herifin tekidir. ama gene de filmin mesajı gereği insandır, öldürülmüş ve fettan karısınca aldatılmış olduğundan bunu yapanların yanına kalmaz hepsi mutsuz olur.

    aptal aşıkların paniği ile öldürülen almanların da suçu; adamın çok bilmiş ve kibirli olması karısının da zengin koca budalası olması olsa gerektir.

    julien tavernier erkeklerin kıskançlığını çekecek kadar kadınların gözdesi bir adam olmasına rağmen karadul florence'den başka kimseyi gözü görmemekte, onun uğruna (zaten savaş deneyimi olan bir yüzbaşı olması sebebiyle zorlanmadan) soğukkanlı bir cinayete gözünü kırpmadan girmektedir. ama gel gör ki son söz hayatın ve ilahi adaletindir. hiç bir şey planlanan gibi gerçekleşmez. bu adamda kesin göz var. bu kadar da insanın işi ters gitmez ki!

    ama en son darbe fettan kadın florence 'e gelir. foyası dedektif tarafından ortaya çıkar ve kocayıp çürüyünceye kadar kodesi boylar. onunsa derdi hala sevdiceğinden ayrı düşecek olmasıdır. zaten film boyunca sevdaları lanetlenmiş bir araya gelememişlerdir.
    --- spoiler ---
  • müzikleri gerekli övgüyü almış ancak nedense siyah beyaz görüntüleri es geçilmiş film. bir filmi oluşturan temel bacaklardan hikaye için klişe bir film noir örneği olduğunu söyleyebilirim bu bakımdan bende bir etki yaratmadı ancak görüntüler örneğini pek az gördüğüm etkileyicilikte ve pek tabii miles davis kakofonileri..

    filmin görüntü yönetmeni için, (bkz: henri decae)
hesabın var mı? giriş yap