• kültün sahibi tanrı aslepios'tur. kimdir? apollon'un oğludur. apollon kim? ay tanrıçası artemis'in ikizi güneş tanrısı. asklepion neyden sorumludur? sağlıktan, sıhhatten. birleştir.. güneş girmeyen eve doktor girer.

    şimdi uygulamalı olarak afrodit çalışalım..
  • asklepionlar dunyanin bilinen ilk hastaneleridir. en buyugu bergama'dakidir. asklepionlarda tedaviler soyle oluyordu; asklepiona inanarak, buraya sifa bulmaya gelen hastaların tedavisi, her seyden once temizlenerek, iyilesme amacı ile tanrıya dua edip, adak adadıktan sonra, uykuya yatıp, uykuda gorulen ruyanın yorumlanması ve telkin esasına dayanıyordu. sifalı kutsal su, gunes ve camur banyoları, yararlı otlardan yapılan ilacların yanısıra muzik, duzenlenen torenler, tiyatrolar tedavi yontemleri olarak kullanılmıştır.
    bu tedavi yontemleri ve metotları, ozellikle ruya ile ilgili bilgilerin cogu, kazılar sonucu ele gecen adak tasları ve yazıtların okunması sonucu ogrenilmistir. iyilesmeyecek agır hastalar asla iceriye alınmazdı. uzak yerlerden bitkin ve yorgun gelen hastalar ''propylon avlusu'' na alınır, muayene edilir, teshis konur, iyi olacak gibiyse asklepiona girmesine izin verilirdi. hekimler hastaya "yat, uyuyuncaya kadar dua et, tanrı senin derdinin devasını sana bildirecektir. ne gorursen, ne duyarsan bize anlat" diye telkin ederlerdi. bunun icin ozel olarak hazirlanmis uyku odalari vardi.
  • bergama yakınlarında bulunan antik yunan medeniyetine ait sağlık kenti. o dönemde dünya'da kabul edilen en büyük 3 sağlık merkezinden biridir.

    binlerce yıl öncesinde böyle bir merkez kurulduğunu görünce, tarihle şunla bunla alakası olmayan benim gibi bir odun bile hayranlığını gizleyemez.
  • tıp, eczacılık gibi sağlık ile ilgili dallarda kullanılan yılan figürü ilk olarak asklepionlarda, hatta ve hatta efsaneye göre, bergama asklepionunda ortaya çıkmıştır.
    efsane der ki;
    hastalığı bilinmeyen bir hasta, bergama asklepionuna gelir. iyileştirilemez, çünkü hastalık teşhis edilemez. ölüm yaklaştığında hastanın zehirlendiği anlaşılır fakat her şey için çok geçtir. asklepionun içinde ölüm olmayacağı için, hastanın ailesi çağırılır ve kutsal yolun sonunda aileye teslim edilmek üzere asklepiondan çıkarılır. hasta yere düşer ve yerde iki yılan görür. iki yılan, içinde süt olan bir tasın başındadır ve çıldırmışlar gibi zehirlerini sütün içine akıtır. adam da zaten ölüyorum, bari çabuk olsun diyerek zehir dolu sütü içer. ailesi adamı bulduğunda öldü zannederler fakat adam bir süre sonra kalkar ve iyileştim diyerek bağıra çağıra dolaşmaya başlar. ve böylelikle ilk panzehir bulunmuş olur.
    ayrıca, süd zehri alır. ama bu başka bir girinin konusu. velhasıl kelam, yılanlı taslı o logo işte bu hikayeden geliyor. hikaye de bergama asklepionundan.

    ekleme: ve bunlara ek olarak, açıklayıcı tabela eksikliğinden ve bakımsızlıktan ölmektedir etraf.
  • eski yunan ve romada tıp tanrisi asklepios adina yapilan tapinak. icinde cesitli tedavi kurumlarini da icerir.
  • eski yunanda "olumun yasaklandigi ve vasiyetnamelerin acilmadigi yer" olarak da bilinirdi. o zamanlarin* dünyanın mayo clinic benzeri en buyuk tıp merkezlerinden biriydi. 25 km otesindeki allianoi nin aksine burada psikoterapi yontemleri uygulanir, hastalar tedaviden once uyutulurdu.
  • asklepionlar dünyanın bilinen ilk hastaneleri ve akademik anlamda tıp eğitimi veren yerleridir. bunlardan en büyüğü izmir’in bergama ilçesindedir. asklepious adına yapılan sağlık kenti mö 4. yy ile ms 5. yy arasında faaliyet göstermiştir. kapısında “ölümün girmesi yasak olan yer” yazan ve “vasiyetnamelerin açılmadığı yer” olarak bilinen asklepion’da şifalı sular, güneş ve çamur banyoları, yararlı otlardan yapılan ilaçlar, cerrahi, spor hekimliği, psikoterapi, fizyoterapi ve diyetlerin yanı sıra spa, telkin, meditasyon, doğal kürler, müzik düzenlenen tiyatrolar da tedavi amaçlı kullanılmıştır.
  • akslepion da kutsal kaynak hala akmaktadir. bunun kutsal bir su olduguna inanilir. kutsal kaynakla , tedavi olunan ve yeraltindan cikan sifali sularla yikanilan yapi arasinda 80 metre uzunlugunda ve yer altinda bir gecit vardir. gecitin ozelligi insan gozunun farkedemedigi bir oranda daralarak diger binaya baglanti yapmasidir. bu mekanin akustigini arttirmaktadir. ayrica gecite inen merdivenlerden kutsal su akmaktadir. her merdiven basamagina oyulan ve kutsal suyun aktigi oyuk farkli bicimdedir. yani her merdivenden akan su bir digerinden farkli ses cikartmaktadir. dehliz de bulunan hastalar suyun yapmis oldugu bu muzikle telkin edilirlermis.
  • bu şifa merkezlerinin bergama*'daki versiyonunda daha önce de bahsedildiği üzere 80 metre uzunluğunda ve kutsal olduğuna inanılan bir yeraltı geçidi vardır. bu geçidin tavanına baktığınızda belirli aralıklarla yerleştirilmiş havalandırmaya benzeyen bölmeler görürsünüz. rivayet odur ki, hastalar tünelden geçerken hekimler dışardan bu bölmeleri kullanarak onlara seslenir ve "iyileşeceksin!" gibi kısa cümlelerle hastalarına telkinde bulunurlarmış.
  • izmir/bergama'ya giderek yerinde incelediğim tarihteki ilk şifahane merkezlerinden bir tanesi. şifahane diyorum zira hastane ismini biz günümüzde uydurduk. zaten psikolojik olarak baktığımızda insana isim olarak olumlu tesir edecek şey ''şifahane''dir, şifa bulmak manasında. hastane kelimesinin kullanılmasını ben şu anda yadırgıyorum, bir sağlık merkezinin adının hastane olması garip geliyor bana. sanki ''hasta ol'' gibi bir mana taşıyor.

    her neyse, bergama'daki bu yerleşkede çeşitli tıbbi müdahaleler üretilmiş ve yılandan ilk panzehir üretimi burada yapılmış. hastaların şifa bulması için çeşitli doğal kaynak suların bulunmasının yanında aynı zamanda moral bulmaları için de yine bir sağlık merkezinde tiyatro yapılmış. tiyatro küçük ama etkileyici, yapı olarak da ciddi işçilik söz konusu. tiyatroya insanların oturması için çok nizami bir şekilde taşlar yerleştirilmiş ve sırt desteği-bacak mesafesi gibi ince hesaplamalar güzel yapılmış. mesela oraya oturduğunuz zaman bacaklarınızı istediğiniz kadar uzatın, sizin bi tık önünüzde/aşağıda oturan kişiye temas etmiyorsunuz. ben bu nizami yapıyı efes'teki tiyatroda bile göremedim. adamlarda harikulade işçilik varmış cidden.

    bunların haricinde hastaların yakınları için bekleme/uyuma odaları da yapılmış bol bol. hatta yanlış hatırlamıyorsam tiyatronun hemen yanında bir de büyük kütüphane alanı da vardı, tabi sadece temel taşları kalmış. keşke biraz daha sağlam kalsaymış da o yapılar, birebir görebilseymişik diyor insan.

    burayı ziyaret etmek isteyen arkadaşlara verebileceğim tek bir tavsiye var: benim gibi merakla en ücra köşelere bile girip her yeri görmek isteyebilirsiniz, fakat bunu yaparken çok temkinli olun. zira kuytu köşelerden oldukça büyük yılanlar çıkabiliyor, bu tarz antik yerleşkeler yılanlar için tam bir yuva olmuş vaziyette. o taş ve toprakları kaldırsanız altından binlerce yılan, böcek, fare çıkar... bunu aklınızda bulundurarak gezin.
hesabın var mı? giriş yap