• gelişmeyi batı merkezci düşünenlerce doğu toplumlarının geri kalmasının nedeni olarak gösterilen; fakat marx'a göre doğu toplumlarının geri kalmasının bir nedeni değil; sadece doğu toplumlarının belirtilen diyalektik tarihsel gelişimi izlememesine neden olan durumdur. zira geri kalma ileri gitme görece bir durum arz eder. marx'ın üzerine çok fazla şey bilmediği bir üretim şeklidir bu. o sadece doğuyu çözecek anahtarın burada olduğunu biliyordu ama ömrü vefa etmediği için derinlemesine bir araştırma yapmamıştır marx bu konuyla ilgili. sözgelimi ilkel köy yaşamında temelini bulduğunu söylediği bu asyatik üretim tarzı türkler için nomadik dönemde başlar.

    asyatik üretim tarzı çok basit anlamıyla toprağın mülkiyeti sorunudur aslında (ki ahmet hamdi tanpınar buna "toprağın tasarrufu sorunu" diyecektir çok sonra). batıda yerleşik düzene geçildiği için toprak sahiplari toprağından gelen artık ürünü biriktirdi. bu yüzden toprak bir amaç oldu. oysa doğudaki nomadik yapı gereği toprak hiçbir zaman bir amaç olamadı hep araç olarak kaldı. ve bu yüzden derebeylik sistemi asyatik toplumlada filizlenemedi. ve bu topraktan bağımsızlık doğu insanını özgürleştirdi... devamlayın,

    tam da bütün bir kemal tahir romanı burada başlar. kemal tahir, marx'ın kapitalde ve mektuplarında asyatik üretim tarzıyla ilgili yazdıklarını okuduğunda konuyla ilgili araştırmalarını derinleştirirek hemen hemen tüm romanlarını bu tez üzerine oturttu. bundan ötürü özellikle devlet ana romanı hem çok iyi bir tarihi roman hem de asya tipi üretim tarzı üzerine yazılmış en geniş araştırma kitabı olmuştur.
  • karl marx'a göre "asya tipi üretim biçiminde mülkiyet yok, sadece bireyin toprağı tasarrufu var, gerçek mülk sahibi komündür".

    bu tip mülkiyet ilişkisinde ve üretim biçiminde bireylerin özel mülkiyeti olmadığı halde sömürülme olayı vardır. bu sömürüyü yöneticiler, memurlar gerçekleştiriyorlardı. sömürülen artı değer/ürün bu yöneticilerce çarçur edildiği için hiç bir zaman bir birikim gerçekleşemez ve bu yüzden de asya tipi üretim biçimi başka bir üretim biçimine dönüşemez.

    genel olarak asya tipi üretim biçimine düzenli bir üretim fazlası vardır ve bu da büyümeyi hem kısıtlar hem de teşvik eder. bu çelişki, sınıfsız ve sınıflı toplumun bir arada ve iç içe bulunuşundan, devletin köylü emeğini elinde tutarak bir pazarın gelişme imkanlarını sınırlandırmasından, özel mülkiyetin gerçekleşmemesinden doğmuştur. günümüzde, birçok feodal düzenin dönüştüğü gibi asya tipi üretim biçiminin kalıntıları da, kapitalist üretime dönüşmüştür (bkz: çin halk cumhuriyeti)
  • ilkel komünal (ortakçı ) toplumda tarım, hayvancılık ve el sanatları gibi alanlarda gelişmenin ortaya çıkmasıyla, ilkel üretim biçimi asya tipi üretim biçimine dönüşmüştür. atüt'ün ayırıcı niteliği, toplumsal görev ve işlevi temsil eden bir kişinin topluluk üstündeki egemenliğidir. özellikle toprak devletindir. halkın tarım alanları üzerinde özel mülkiyeti yoktur ama kullanma hakkı vardır. yaratılan artı-değer vergi biçiminde devletin elinde toplanmaktadır. ticaret ise, devletin gelişmesinin ve savunmasının en önemli unsurunu oluşturur. savaşlar sonucu elde edilen köleler toprağa bağlanır veya yeni köleler sağlamak için askeri birliklerde savaştırılır. avrupa feodalizminden farklı olarak köleler devlete bağlıdır. ilkçağ'da mısır'da ve mezopotamya'da, ortaçağ'da bizans ve arap-islam topraklarında, yeniçağ'da ise osmanlı topraklarında uygulanan üretim tarzıdır.
  • (bkz: kama sutra)
  • asya tipi üretim tarzı (atüt) konusu uzun yıllar önce, özellikle sol aydınlarımız arasında çok tartışılmıştı; ama o tartışmalardan ne gibi sonuçlara varıldı, daha önemli olarak, türkiye'deki ekonomik- politik gelişimin yeri ve geleceği kesinlikle belirtildi mi? sanmıyorum. gerçekte bu sorun, geri kalmış ülkelerin, avrupa kıtasındaki mülkiyet biçimlerinin izlediği yolu geçmek zorunda olup olmadığı tartışmasından doğmuştu ve hatta bu tartışmalarda osmanlı toplumunun "sınıfsız bir devlet mülkiyeti" niteliğinden ötürü sosyalist sayılabileceği görüşü bile yer almıştı. sonra kapandı, unutuldu bu konu.

    bilindiği gibi, ilkel komünist toplumdan özel mülkiyete geçişin, köleci, feodal, kapitalist ve sosyalist toplumlar çizgisi, beşli bir şema olarak verilir, yaygın bir tarihsel gelişme anlayışıdır. ama avrupa dışında bu tarihsel çizgiyi tam olarak bulmanın güçlüğü ortaya bir sorun çıkarmıştır: asyagil üretim tarzı, bu beşli şemanın hangi aşamasına sokulacaktır? sorunu ortaya atanlar, karl marx ile friedrich engels'tir. şunu hemen belirtmek gerekiyor ki, devlet elinde bir kolektif mülkiyet biçiminin egemen olduğu asyagil toplumlarda sınıflaşma olayı gerçekleşmişti. ama bu sınıflaşma, toplumsal çatışmayı doğuracak nitelikte değildi. tam tersine, kolektif mülkiyet biçimi böyle bir çelişkiyi önleyecek güçte olduğu için bu tür toplumlar durgun olarak nitelendirilmiştir. başka bir deyişle, asyagil toplum, bir üst düzeye geçmemekte direnmektedir. karl marx diyor ki, "üretici güçlerin henüz düşük, ama bir artı-ürün çıkmasını da sağlayan düzeyi temelinde, toprağın kolektif kalan mülkiyet biçimleri çevresinde, sınıflı bir toplumun ortaya çıkması." şu sözlere de bir göz atalım: "köleci ve feodal toplumlarda özel mülkiyetin varlığının, kapitalizme doğru evrimini kolaylaştırdığını, oysa, asyagil toplumlarda, kolektif mülkiyetin ayak diremesinin bunu engellediğini gösterir." şurası önemli, "ama bu, genelde asyagil toplumların bir çıkmaz oluşturdukları anlamına gelmez."

    ilk sorun, asyagil üretim tarzının ve buna uygun olan despotizmin ya da askeri demokrasinin, dağılan ilkel komünist toplumla köleci feodal toplum arasında bir geçiş aşaması olarak mı, yoksa kendi başına, gelişme çizgisi dışı bir olay olarak mı inceleneceğidir. başka bir deyişle, asyagil üretim tarzı ile köleci feodal toplum biçimleri arasında organik bir ardışıklık var mıdır? friedrich engels'in şu sözünü okuyalım:

    "gerçekten de tıpkı bütün doğu egemenlikleri gibi, türk egemenliği de, kapitalist bir toplumla uzlaşmayacak bir şeydir; çünkü elde edilen artı-değeri zorba valilerin ve gözü doymaz paşaların pençesinden kurtarmak imkansızdır; burada burjuva mülkiyetinin ilk temel şartını, yani tüccarın ve malının emniyet altında bulunması halini görmüyoruz." konunun türk olduğumuz için özellikle bizi ilgilendiren yanına böylece gelmiş bulunuyoruz. friedrich engels'in bir asyagil üretim tarzı olarak gördüğü osmanlı imparatorluğu'nda valiler, paşalar gibi bir sömürücü sınıf vardı, fakat bunun yanında mülkiyet, kolektifti, devletindi. köleci feodal sınıflı toplumlar dışında, buna, ilk sınıflı toplum biçimlerinden biri diye bakabiliriz. bu tarz bir üretim biçiminin yürürlükte olduğu toplumun, tarihsel olarak, köleci üretim tarzından önce geleceği doğrudur. ama bunların arasında organik bir ardışıklık yoktur. başka bir deyişle, köleci ve feodal üretim biçimleri, kapitalizme yol açıcı aşamalardır, ama asyagil üretimi biçiminde bu tür bir aşamayı bulamayız.

    'durgun toplum' tanımını, tarihi başlatan ve yürüten en önemli çelişki, yani üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çelişki açısından çözümlemeye kalkarsak, diyeceğiz ki, örneğin osmanlı toplumunda zaten az olan artı-değerin sadece devlete gitmeyip, valiler ve paşalar elinde kalması, köylü ile vergi toplayıcı arasında zaman zaman gerilimler yaratmasına karşın, bir üretim araçları, üretim ilişkileri çelişkisini doğurmaz; tam tersine, osmanlı köylüsü zaman zaman başkaldırdı ise, bu başkaldırı, devlete karşı değildir, onu korumaya 'nizam-ı alem'i yaşatmaya yöneliktir. böylesi bir devlet korumacılığına, devlet yüceltmeciliğine, devlet büyütmeciliğine, batı sivil toplumda rastlamak olanaksızdır.

    sonra da bu durgun durum, devlete, dış artı sağlama zorunluluğunu yükler, böylece asyagil üretim tarzı da sürer gider. demek devletin korunması, gelişmemiş bir üretim ve dış artık sağlama öğeleri, bu tür toplumların başlıca karakteri olmakla kalmaz, geleneksel bir ahlakı da oluşturur. nereye kadar? devlet görevlilerinin, sömürme yetkilerini, sömürme hakkına dönüştürerek, kolektif devlet mülkiyetine dayanan sınıflı toplumdan, özel mülkiyete dayanan sınıflı topluma geçilinceye kadar.

    burada belirtmenin sırası geldi, devlet anlayışı, bu iki ayrı toplum biçiminde tümden birbirine karşıttır. şöyle ki, batıda devlet sınıflara dayandığı halde, asyagil toplumlarda sınıflar, devlete dayanır. işte doğu despotizminin temeli budur. "doğu despotizmi çerçevesinde, eğer zor kullanılacaksa, her şeyden önce kurulu düzeni değiştirmek isteyenlere karşı kullanılır... doğu despotizmi ve asyagil üretim tarzı çerçevesinde toplumsal devrim olanaksızlığını da bu açıklar!"

    öyle ise şimdi, sivil toplumun ne olduğu konusuna gelebiliriz: "kolektif topluluk mülkiyetine dayanan ilkel sınıfsız toplumdan, özel mülkiyete dayanan sınıflı topluma geçişin önemi" şuradadır ki, "sınıflı toplumun yurttaşlar toplumu olarak, devletin entelektüel ve moral temeli durumuna geldiği ve dolayısıyla, devleti toplumun özeti durumuna, politik toplum durumuna dönüştüren üstyapısal uğrak, sivil toplumdur... kolektif devlet mülkiyetine dayanan asyagil sınıflı toplumda sivil toplum oluşamaz."
  • doğu despotizminin günümüze kadar süregelen kökeninde, ilk defa k. marx'ın deyimlendirdiği, bu üretim ve mülkiyet biçiminin sancılı dönüşümü yatmaktadır.
    marx'ın, bu konuya değindiği eserlerinde, özellikle das kapital'de, kırsal komünler olarak nitelediği topluluğun üretim üst yapısının, tarımla zanaatın birbirinden ayrılmamış, kendine yeterli istikrarlı ve bu düzenlerinin de olağanüstü sağlam olduğuna işaret eder. bu sağlam, istikrarlı ve kendine yeterli komünal üst yapı karşısında, birbiri ardına yönetime gelen idareler aksine istikrarsız ve sürveyan görünümündedirler.
    friedrich engels de, bu konuda k. marx'la olan yazışmalarına rağmen, ailenin, özel mülkiyetin ve devletin kökeni adlı eserinden sonra kaleme aldığı, anti-dühring'de, kömün-yönetim ilişkisini şöyle niteler: "iran'da ve hindistan'da kurulup yıkılan çok sayıda despotlukların hepsi de ilk görevlerinin ırmak vadileri boyunca ortak sulamanın korunmasının sorumlu müteahhitliğini yapmak olduğunun farkındaydılar. çünkü sulamasız tarım mümkün değildir." (anti-dühring, sol yayınları, 1976, sf.249)
    komünün sağlam yapısı karşısında sürekli yenilgiye uğrayan, başlangıçtaki zayıf yönetsel yapılar profesyonelleşip, paralı askerlerin oluşturduğu güçlü bir silahlı güçle desteklenmeye başladığında; komünal yapı çözülmüş, asyatik toplum yerini köleci topluma bırakmıştır.
    mülkiyet, komünal mülkiyetten, topluluk adına hareket etmekte olan, profesyonel yöneticinin ferdi mülkiyetine dönüşmüştür. bu dönüşümü gerçekleştiren despot, tümüyle kutsal panteist inancı da arkasına alarak, konumunu göksellikle eşleştirerek, mutlaklaştırmıştır.
  • (bkz: #34020741)
  • ornegin ticari amacli sitrik asit (aklimda oyle kalmis, baska bir madde olabilir) uretimi icin oldukca buyuk fermentorler gerektiginden bati dunyasinda bu ise el atan pek yoktur. bunu goren asyali arkadaslar ise yere kazdiklari bir cukurun kenarlarini cimento ile kaplayarak basit fermentorler hazirlayip sitrik asit pazarini ele gecirmislerdir. yani asya tipi uretim cok zarif ya da cok karmasik degil, basit ama etkili cozumlere dayanir
  • stefanos yerasimos, az gelişmişlik sürecinde türkiye eserinin birinci cildinde (bizans'tan tanzimat'a) ornekli sekilde acikladigi ekonomik terim.
    bunun tersi olarak da (bkz: feodalizm)
  • zizek'in burdan yola çıkarak kullandığı "asya tipi demokrasi" gibi anlamlı bir kalıp vardır ki anlamı rusya, singapur, türkiye gibi ülkelerde yaşanan fason demokrasiye tekabül eder.
hesabın var mı? giriş yap