• ataköy 9. kısımla, şirinevleri bağlayan;
    üzerinden gecildigi vakit "oha iki semt arasında bu kadar fark mı olur" dedirten köprü.
  • hafif metro denilen aractan inen guruh merdivenlerden yukari cikar ve hepsi saga doner, sirinevlere dogru, kopruden, seyyar saticilarin arasindan ilerler. o guruhun arasindan sola donup, atakoy istikametine, gidenlerin sayisi ucu gecmez. kontenjan o kadardir herhal.
  • 10 yıllık bir deneyin sonucunda yeterli genişlikte bir denek grubuyla önyargiyla neredeyse alakasi olmayan yargilara varmami sağlayan köprü. ucuz hümanistliği bir kenara birakirsak, sirinevler semalarindan ataköy 9. kısım'a turistik geziler düzenleyen 10-25 yaş arası errrrrrrkek nüfus, patavatsizliğin ve haddini bilmezliğin uç noktalarında cirit atmakta, hatta ciritlerle beraber özellikle dişilere laf atmakta, insanları rahatsız etmekte, çileden çıkartmaktadır. bu noktada, 9. kısımda sembolik olarak görev yapan ve caydırıcı hiçbir özelliği bulunmayan bekçilerin gözü önünde cereyan eden birkaç olaydan bir tanesini aktarmak istiyorum.

    yer, ataköy 9. kısım atrium'un arkasinda bulunan ilkokul. zaman, öğle saatleri akşam üstü. ben ve arkadaşım yazın habercisi bahar günlerinin birinde, biraz basket oynamak, spor yapmak icin dışarı çıkmışız, hani asilzadeyiz ya o bakimdan. biz top oynamaya başladıktan biraz sonra olay mahalline birkaç tane ilkokul talebesi yaşlarında çocuk, yanlarında da abileri formatında lise gençliği sevk ediyor. belli ki beleş top bulurlarsa top tepecek, olmazsa 3-5 kişiye laf atıp dönmeyi planliyorlar.

    biz ilk maçımızı bitirdikten sonra dinlenmek için yandaki büfeden aldigimiz su ve cipsi tüketmek suretiyle oturuyoruz. ufak veletlerden biri arkadaşıma yaklaşıyor, dialog başlıyor.

    ufak çocuk: cips ver.
    arkadaş: ???
    ben: ????!!!!
    ç: (elini uzatır, arkadaşımın elindeki cipsi bir ucundan tutar) versene.
    ben: kemal ver abi salla ya ufak cocuk işte.

    arkadaş cipsi uzatır, ve o da ne? çocuk çocuk değil de padişahın sol taşağı efendiler. paketi arkadaşın elinden hızlıca çeker, pis bir gülümsemeyle suratımıza bakar.

    ben: noluyo lan velete bak ahahaha
    arkadaş: (hala şaşkın)
    b: kac yasindasin sen bacak kadar boyunla biraz saygili davran büyüklerine.
    ç: kes lan.
    b: ne?
    ç: kes.

    bacak kadar cocuk değil mi?.. ama kol kadar dili var. velhasil, ben cocugun elinden torbayi sert bi sekilde alırım, bu yere düşer falan, uzaktan olayi izleyen abilerin arasında ise bir kıpırdanma başlamıştır. "mangal gibi yürekli, delikanlı, hey yavrum hey" pohpohlamariyla büyümüs bu genc, bize dogru yürür ve

    - abi noluyo orda ufacık cocuga vuruyosun?
    - noluyosa oluyo, seni ilgilendirmez işine bak.
    - birader ayip ediyosun bak böyle konuşma...

    gibi dialoglar ceryan eder, gerisi ayrıntı. bunlar üsteledikce üstelerler, biz üniversiteye giden sakalli makalli 2 tane adam oldugumuzdan hafif tırsar bu gençler, ama o yangın olan arkadaş şovunu yapmıştır, bi saldırma triplerine girer, arkadaşları da bunu yalandan tutarlar falan. en sonunda yavaş yavaş bunlar ikilerken arkadaştan şu sözler duyulur:

    - sizi yaktım olm! agziniza sictiricam ben balyoz'un yeğeniyim yiyosa gelin adamsaniz gelin ulan orospu cocuklari.

    fasa, fiso. giden gelen olmaz, fakat ne zaman o ilkokul bahcesinde basket oynamaya ciksak her zaman buna benzer olaylar cereyan eder. medeniyetten, sosyalistlikten bahis acarken, umarım artık bu örneği de değerlendirirler.

    adabıyla gelip edebiyle gidene asla lafımız yok. hatta elele tutuşup doyasiya asklarini yasayan sirinevli genclere de hicbir lafimiz yok, hic kimsenin tapulu yeri degil yesil alanlar, parklar, bahçeler. buyursunlar gelsinler. fakat her şeyin bir haddi olmasi lazim, ucuz kabadayilik yapmak, sosyal statülerini ve gelir seviyelerinin düsüklüğünü bir anlamda burdaki "üst" kesime saldirarak hincini cikartmak isteyenler, hem aradaki ucurumu daha fazla aciyorlar hem de her gelişlerinde atakoy sakinlerinden dayak yeme ihtimalleri çok daha artıyor. en azından benim için.
  • çocukluğumda yazları üzerinde işportacılık yaptığım köprü. çocuk olduğum için kimse karton kutunun üstüne koyup sattıklarım için ses etmezdi. kendi emeğimle kazandığım paranın değerini bu köprü sayesinde öğrendim desem yalan olmaz.

    başlığın da bu şekilde açılmış olmasının hiç bir mahsuru yok zannımca. özellikle 90'lı yıllarda gerçekten şirinevlerin kozmopolit keşmekeşinden medeniyete geçiş gibiydi. gerçi şimdilerde bile öyle sayılır. şirinevler tarafında hayvan gibi geniş taş merdiven varken ataköy tarafında yürüyen merdiven vardır. uzun yıllar yurtdışında yaşadıktan sonra döndüğümde havalimanından metroya binip bu köprüye çıkan durakta indim. köprü üstündeki işportacıları görünce duygulandım kendi kendime. bir kaç ay sonra hayatında ilk kez türkiye'ye gelen kız arkadaşım ile şirinevler yönünden ataköye geçtiğimizde o bile aradaki garipliği farketti. merdivenden çıkarken kalabalıktan adım atılmazken ataköy tarafındaki merdivenlerden sadece biz iniyorduk. gerçi o bu tarafta daha az insan yaşadığına yordu, benim ise bu başlığın özetini yapmaya takatim yoktu. öğrenecek o kadar çok şey varken ataköy şirinevler köprüsü eksik kalsın amk.
  • odağında bu köprünün bulunduğu, iki yakanın arasındaki "medeniyet" farkına dair (belki talihsiz olaylar zinciri olmasının ötesinde bir anlamı olmayan, ya da belki de gayet olan) bir anım:

    2010 eylül-ekim civarı. ataköy tarafından şirinevler'e, hangisi hatırlamıyorum, bir bankanın (ve sonradan var olmadığını öğrendiğim; bankanın internet sayfasında görünüyordu ve adresi, telefonu dahi yazılıydı. tabi ben saflıkla inandım orada yazan o bilgiye, arayıp teyit etme gereği duymadım) bir şubesini bulmak için geçtim (ara not: yabancısı da değilim şirinevler'in. yıllar içinde, özel kargo firmaları, bilimum kırtasiye, nalbur, noter falan derken epey öğrendiğim, caddelerini sokaklarını az çok bildiğim bir muhit). sokaklara gire çıka, var olmayan banka şubesini araya araya bulamayıp manyak olurken, bir kaldırımdan inerken dikkatsizlikle bastığım koca kaldırım taşı (hani şu kenarda olanlardan), ayağımın altından devrildi ve ben de onunla beraber yerde buldum kendimi. bu esnada, ayağımın, normalde mümkün olmayacak bir derecede döndüğünü hissettim. zira ayak bileğim de, dakikalar içerisinde fil ayağı gibi şişti, ayakkabıya zor sığar oldu.

    biraz yerde oturup ayağımı yokladıktan sonra kalktım, basamıyorum da. bildiğin basamıyorum yani; narinlik falan değil. en fazla denge için yere şöyle bir dokundurabiliyorum, fazlası değil ki o bile inanılmaz can yakıyor. mesafe alabilmek için sekmem gerekti. sırtımda çanta, bildiğin sekiyorum sokak ortasında.

    ne hikmetse, bulunduğum sokaktan bir tane araba dahi geçmiyor. seke seke bir kaç dükkana girdim çıktım. civarda taksi durağı ya da ellerinde bir taksi durağı numarası var mı diye sormak için. bir tanesinde bile olmaz mı? hadi yok; sakat insan görüyorsun, bildiğin sekiyor. kan ter içinde. dur bir emmiye zemmiye sorayım gibi bir çaba içerisine de girmez mi insan. abartmıyorum, yok maalesef deyip yüz çevirdiler direk. sanırsın ki, numara yaparak dilenmeye ya da dükkan soymaya kalkışan insan var karşılarında. belki sık oluyordur bu tür şeyler orada; bilmiyorum.

    on tane dükkan denedim böyle. baktım olmayacak, işlek bir caddeye doğru 5 dakika sektim. beklemeye başladım. on dakikaya yakın bekledim ve nasıl bir talihsizlikse, bir tane taksi geçmedi. daha fazla bekletmeye de gelecek gibi değil, ilk müdahaleyi en kısa sürede yapmak lazım. eh, anladım ki ske ske ve seke seke, araba bulacağımı bildiğim yere, ataköy tarafına gitmem gerekecek. başladım sekmeye. o esnada, beni görüp, yanıma gelip "abi yardım lazım mı" diyen tek bir (1) insan evladı oldu, o da yanında çekme arabasıyla (neydi ki bunun adı?) bir çingene. belki iyi niyetinden, belki bir karşılık beklentisiyle yaptı, bilmiyorum, önemli de değil; o an orada bana lazım olan şey, kolumun altına girecek biri de değil zaten. kimseden, işi gücü bırakıp (sadece köprüye kadar) ta 500 metre bana destek olmasını bekleyemem.

    aşağı yukarı 10 dakika sonra, köprünün şirinevler ayağına varabildim. sekmekten ölüyor ve yol boyunca önüme çıkıp da bir yol vermeye dahi tenezzül etmemiş öküzlerin verdiği sinir bozukluğuyla deliriyorum bu arada. fazla abanıp diğer ayağı da sakatlamaktan korkuyorum bir yandan. başladım zıp zıp basamakları çıkmaya ama, nasıl bir hayvanlıksa, ne arkamdan ne de karşıdan, yukarıdan inen, abartısız tek bir insan dahi aman deyip siklemedi, beni bir kenara iterek kendi paşazade şahsına yol açarak indi ya da çıktı ki her zamanki olağan kalabalık da yoktu. biraz insan olana, başkasını itip kakmadan inip çıkacak yer var. hatta ben, tek ayak havada, korkuluklardan destek alıp zıplayarak basamak çıkarken, yine korkuluk tarafından gelip zorla korkulukla arama giren dahi oldu. insan mısınız be amk (hayır değilsiniz tabii ki de).

    köprüyü geçtim, ataköy tarafından indim ve en yakın yer olarak atrium'a, yonca eczane'ye doğru ilerliyorum, en azından ilk müdahaleyi orada yaparım diye. yo yo, "ataköy tarafına ayak bastığım anda herkes yardımsever kesildi, arkafonda dramatik müzik çalarken beni eller üzerinde taşıdılar!" gibi fantastik bir durum olmadı ^_^

    ama şu oldu: önüne bakmaya tenezzül eden insanlar, beni görüp yol verdiler ya da açtılar. şirinevlerde, diğer insanların orospu çocukluğu yüzünden iki adımda bir ettiğim küfürü, ataköy'de etmedim. ve aslında, gelip yardım teklifinde bulunan bir kaç kişi de oldu. daha da önemlisi şu oldu: kültür lisesi'nin köşesinde duran taksicilerden biri beni görüp hemen yanıma geldi, "hayrola, acil bir durum varsa götürelim" dedi (e adam para kazanacak tabi, gelip bunu demesinden doğal ne var?). çekinerek, "az ilerideki eczaneye gitmeye çalışıyorum yarım saattir, iki adım kaldı zaten" dedim. "e gel lan, iki adım gidicem derken diğerini de sakatlama" dedi, arabasına aldı. 150 metre ötede, eczanenin karşısında bıraktı ve para da istemedi. hoş, isteyebilirdi de, hakkıydı. son olarak ben inerken de, "kusura bakma kardeş, aracı bırakacak yer olsa, iner kapıya kadar destek olurum" dedi.

    bu da böyle bir anımdır.

    ek olarak şunu söyleyebilirim: olayın ardından bir kaç ay boyunca baston kullanmam gerekti. her gün okula, ataköy-şirinevler'den metro+tramvay yaparak gidip geldiğimden, bu köprünün her iki yanından da gelip gidenlerle her gün kısa aralıklarla iç içeyim ve baston kullandığım bu süre içerisinde de, iki yakanın insanı arasındaki temel insanca davranış farklılıkları da bana, epey amplifikasyondan geçerek ulaştı. zira, merdiven inip çıkarken, korkuluktan destek alıp zıplayan insanı itmekte sakınca görmeyen, baston kullananı haydi haydi görmez, görse siklemez, yol vermez, yer vermez.

    tabi ki bunların hiç birisi yeni değil. bu da fildişi kulede yaşayıp, kısa soluklu bir "anneciğim, hayatın gerçekleri pek de acıymış!" macerası değil. zira bu ülkede bedensel engelli olmak var ya da şu olmak, bu olmak, ötekileştirilen sayısız kesimden birine dahil olmak vb., beyinsiz olmayan biri için hepsi bilinen şeyler. yine de, yaşayıp görmek apayrı.

    edit: şu gerçeğin hakkını vermek isterim yine de: şirinevlerin, nüfusu ile ticari ve sosyal hareketliliği, ataköy'den 100 kat daha yoğun bir yer olarak, sakini, esnafı, geleni ve gideni bakımından istatistiksel olarak gözle görülür, elle tutulur derecede it kopuk ve orospu çocuğu içermesi çok doğaldır. bunlardan ataköy yakasında yok mudur? vardır elbette. bahsettiğim faktörler nedeniyle daha seyrektir sadece. pratik bir gerçeklik olarak her an yüzünüzde olmaz. yoksa, mesela atrium'dan, kendi halinde yatan sokak köpeğine, tekmeyle copla dalan orospu çocuğu bir güvenlik görevlisi geçmiştir. ya da orospu çocuğu taksici ekolüne, nadiren burada da rastlamak mümkündür. ya da ne bileyim. vardır elbet sayılacak şeyler. aradaki fark, pratik gerçekliktir. ataköy'de bilirsiniz, duyarsınız. şirinevler'de yaşarsınız.
  • bir medeniyet separatörüdür bu köprü, eskiden üstü açık olup sonradan tüp geçit tadı yaratılmıştır..kaos mekanıdır..
  • ataköy'ün fallusudur. ataköy'ün ataköy olabilmesinin ancak şirinevleri becermesi ile mümkün olduğunu anlatır anlayanlara. bu nedenle bu fallus üzerinden şirinevlere geçen spermlerde ya burada yaşayanların da fallusu varsa ve beni becerirlerse tedirginliği vardır. şirinevlerlilerin köprünün diğer tarafına geçme lapsusuna ise hiç dayanamazlar.
    britanyalı hintliler ile fransalı cezayirlilere de "asıl" ve "asil" birtanyalı ve fransızlar böyle bakarlar.
  • o kaotik ortamda sizi gulumsetebilecek tek sey, kalabaligi hic tinmadan basamaklara yayilmis o tekir kedinin sevimliligidir. arada sirada bazi sizofren bireylerin tekmelerine ve tuhaf sevgi gosterilerine * maruz kalsa da hic istifini bozmaz ve guler gecer bizim tuylu dostumuz.
  • mottosu "kirilmaz kartlar bi lira" olan köprüdür.
  • dün yeni meyvesini vermiş köprüdür. şöyle ki şirinevler dolaylarından geleln bir grup* sarhoş ve kendini bilmez maganda gece vakti bağıra çağıra sitemizin bekçisini hiçbir neden yokken yerlere yatırarak dövmüş akabinde olayı görüp gelenleri farkedince arkalarında daha sarhoş olan bir "arkadaşlarını" birakıp koşarak kaçmışlardır bu orospu çocukları diyesim gelen hayvanlar, e olan da arkada kalana omuştur tabi... polis molis gelmiş, akşam vakti tadımız kaçmıştır...
    bir kısım insanı da anlamamak mümkün değil yani sanıyorlar ki biz zenginiz onlar fdakir de o yüzden biz onları istemiyoruz hayır kardeşim!!! alakası yok, bariz karşıdan buraya hır çıkartmak için gelen gruplar var yani yaşamadığınız bilmediğiniz ortamlar hakkında atıp tutmak niye ki? kimseye "gelme bizim semtimize" demiyoruz bilakis gelsin gezsinler dolşsınlar bize ne? ama gelip de yeşil alanlarımızda piknik yapmasınlar haftasonunda ya da mangal yakmasınlar ya da yolda yürüyüş yapan kıza sarkıntılık yapmasınlar... ne yazık ki ordan gelip de bu tarz işleri yapanlar çoğunlukta ve tüm derdimiz bu...tabii anlayana....
hesabın var mı? giriş yap