• yıllarca bu ülkede anne-baba ve öğretmenler tarafından genelev muamelesi görmüş mekanlardır. çocuğun atari salonunda yakalanması, fuhuş yaparken yakalanmış gibi tepkilere yol açtı. çocuklar bu yüzden kim bilir ne cezalar aldı, ne dayaklar yedi. "oyun oynamak", "bilardo salonuna gitmek", "sigara içmek" eşit şiddette suçlar olarak kabul edildi. şimdi her çocuğun kendi odasında, anne-babaları tarafından para vererek alınmış, kişisel "atari salonları" olduğunu düşünürsek, yazık değil miydi o yılların çocuklarına?
  • kiz oldugum icin beni almadiklarinda kapisinda agladigim yer.
  • sahibinin elindeki demir ile jetonu olmayanları kovaladığı, sokak arasında, kavganın gürültünün hırla gittiği ve orada geçirilecek 1 saatte bile yıllarca yetecek hayat tecrübesi kazandıran yerlerdir.

    kuzen ile bunlarda birine gitmişiz. final fight hastasıyım ben. o da street fighter falan oynuyo habire. neyse ayrı ayrı oynamaktan bıktık artık. başka oyun deneyelim dedik. ninja kamplumbağaların oyunu vardı. onun başına geçtik. hiç unutmuyorum 4 kişilik bir oyundu. istediğin kaplumbağayı alıyorsun milleti döve döve gidiyorsun. tarzı o. neyse. kuzen attı jetonu. bastı join tuşuna. 3 can trink verildi. devam ediyo. ben attım ardından. bastım joine. ses seda yok. bir iki daha bastım. yine aynı. "aha" dedim "yuttu jetonu". o sırada kuzen de panikle kendi join tuşuna bastı. tüm canlar trink diye ona yazılmasın mı? 6 canı oldu birden. "ah ya neden böyle oldu" falan derken nerde var nerde yok kısa boylu - ki kendisine anı mahiyetindeki öykümüzün bundan sonrasında piç diye hitap edeceğim - çocuğun biri gelip "dur abi ben şimdi halledicem" dedi. zorla uzandı makinenin arkasına. bir düğmeye bastı galiba. açtı kapattı makineyi. bizim iki jetonu da piç etti şerefsiz. "naptın lan piç" falan dedik "jetonumuzu ver" dedik. hatta kuzen biraz hırpalamaya başladı bunu. tam yakasına yapışmıştı ki birden bire tıpkı final fight da ortamla alakasız görünüp sağda solda oturan, ateş yakan veya muhabbet ediyormuş gibi davranan ama seni görünce anında üzerine yürüyüp ağzına yumruğunu çakan tipler gibi her makineden, her bilorda masasından bir "abi" kopup geldi. kuzenin eli çocuğun yakasında. kopup gelenleri görünce ister istemez bir gülümseme oldu suratta." neyse boşver jetonları" falan dedi ama nafile. çok büyük dayak geliyo belli oldu. toplandılar kuzenin başına. olayı anlatıyo o da falan. ama ben uzaktan görüyorum alttan ayağına tekme atıyorlar. o sırada bizim piç pıtı pıtı yürüyüp kuzenin yakasına yapıştı, zorla kendini yukarıya çekti, kafasını geriye attı tam kuzene kafayı oturtacaktı ki uyanık davranan kuzen silkeledi bunu üzerinden aynen olayın izahına devam etti. benim de gözüm piçde habire. indi kuzenden. pıtı pıtı yürüdü. zıpladı, boynumdan falan zorla tutundu, dizimin üzerine ayağı ile basarak kafayı bir gömdü ki bana abow. kafayı yediğime mi yanayım, the king of fightersta ki freddy krueger dan esinlenerek yaratılmış choi bounge benzeri bir piçe dalaştığımıza mı yanayım yoksa tüm bu kafa atma merasimini büyük bir şaşkınlık ile izlememe mi yanayım. gözlerimi koca koca açmış piçin ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışken yediğim kafa kavganın da sonu oldu. elinde demiri ile "süttürün çıkın lan dışarı" diye bağıran bir atari sahibi salonu da yine final fight daki andore havası yarattığı için tüm bu delikanlı kesim komple dışarı çıktı. piç giderken kuzene bir iki tekme savurdu ama nafile. neyse bunlar çıktılar. benim burnum kanıyo tabi. birde ağzı yüzü temiz çocuklarız biz onlara göre. atari sahibi salonu da çekti bizi kenara. benim burnumu falan sildi. jeton verdi bize. "bekleyin burda gitsinler sonra çıkarsınız" dedi. bizde gittik ninja kaplumbağaların başına. o sırada başka bir ufaklık geldi "olm sakın dışarı çıkmayın sikertecekler sizi" dedi. yüreğimize korkuyu saldı şerefsiz. oyun oynayalım açılırız dedik. kuzen attı jetonu. 3 can trink. ben attım kuzenin canları 6 oldu.

    andore
    http://img.gamespot.com/…863_20070509_screen002.jpg
    http://www.snk-capcom.com/…ow/archives/l_andore.jpg

    choi bounge
    http://media.giantbomb.com/…2-choi_bounge_large.jpg
    http://o.aolcdn.com/…d-media/galleries/467/choi.jpg

    not: okuyunca benim bir iori yagami olduğumu falan düşünmeyin. yaş en fazla 8 falan o sıralar. okudum da tekrar. "abi" falan diyorlar bana. öyle bir durum yok yani. kuzen de 10 yaşınlarında.

    iori yagami
    http://images.animelab.com/…ges/ioriyagami2jpg0.jpg
    http://www.creativeuncut.com/…of11-iori-yagami.html
  • kimisi için ekmek teknesi.

    yaklaşık 13 sene işletmişliğimiz vardı atari salonunu. kasada jeton satar, bozulan tuşları lehimler, jetonları atarilerden geri toplardım. bu işleri yaparken de 13-14 yaşında olduğum için mahallenin tüm çocuklarının gözünde "amerikan rüyasını" yaşıyordum. onlar için bir insanın sahip olabileceği en müthiş ayrıcalığa sahiptim. "sınırsız jeton". herkes bana yalakalık yapardı. herkes arkadaşım olmaya çalışırdı, rock star gibiydim çevrede amk*

    baya da büyük bir mekandı. atari tarihindeki bütün oyunlar gelip geçmişti bizim salondan. tekken tag tournament mı dersin, snow bros mu dersin, king of fighters 'lar mı dersin. hepsini de bitirdim lan. atari tarihinde tüm oyunları bitirmiş tek insan olabilirim.

    neyse, internet kafelerin yaygınlaşmasıyla birlikte bizim işler de öldü yavaş yavaş. önce 10 tane falan ps2 koyduk. baktık olmayacak kapattık salonu. dükkanı da işlerimizi öldüren internet kafelerden birine kiraladık.* atarilerin kasalarını kırıp ihtiyacı olanlara yakacak olarak verdiydik. oyunlar ise hala duruyo. satmaya pek uğraşamadım.

    ben de geleneği mikro çapta devam ettirip iflah olmaz bir gamer oldum*
  • 80'lerde ilk çıktığında "kara kutu oyunları" tabir edilen çöp adam yürütmece tipi oyunlar bulunan bu salonlarda jetonlar süreliydi ve ölmeseniz bile bir süre sonra yeni jeton atmak zorundaydınız. sonra yavaş yavaş konsol oyun piyasası gelişmeye başladı, "street fighter 2" çıktığı sene bu salonlar artık çocukların deli gibi hücum ettiği ve annelerin sinir olduğu yerler haline gelmeye başladı, süreli jetonlar kalktı. final fight, cadillacs and dinosaurs gibi beat 'em up tipi oyunlar çıktı, atari salonlarının altın çağı bu zamandır, artık her yazlık beldede salonunu kuran köşeyi dönüyordu. 97'lere gelindiğinde ilk 3d atari oyunları (en bilineni tekken) çıkmaya başladı ki bu devirden sonra pc'de fifa, ardından playstation ve son olarak ele başı counter-strike olan internet cafe furyası, insanların talebini yönlendirerek atari salonlarının müşterilerini azaltmaya başladı. 2000'li yıllarda internet cafe'ler aşırı popülerlik kazandı ve bu da zamanın atari salonları ve atılımcılarına bir çeşit "son" hazırlamış oldu, çoğu da arz talep doğrultusunda rotayı net cafeciliğine veya hepten eli ayağı çekip gazinoculuğa çevirdi. bu salonlar artık 7-8 yaşlarındaki mayolu eblek veletlerin yanıp sönen insert coin yazısına baka baka salak sesler eşliğinde kolları çevirdiği zavallı, unutulmuş yerler haline gelmişti.
  • - abi geçim mi ?
    - yok saol
    ( velet yandaki kolla oynamaya başlar,tuşlara basar )
    - lan basmasana tuşlara sinirleniyo !
    - ehihihihihihi
    - shecem elini ayanı oynama dedik sana !
    - abi ne alakası var ben basınca mı sinirlenecek ..
    ( game over )
    - gel lan buraya !
  • bir zamanlarin çocuk casinosu...
    o zamanlarki düsüncem "ulan büyüyünce evim 3 oda + 1 atari salonu olacak" seklindeydi... çocukluk işte...
  • süslü ışıklarla döşenmiş, renkli bir kapı. ama açıyorsun, içerisi karanlık. ağır sigara dumanı altında, tak tuk sesleri ortalığı çınlatıyor. tuşları kıracaklar neredeyse. tabi salon sahibi çığlığı basıyor: yavaş lan!! kapıya yakın olanlar, müsaitse şöyle bir süzüp, oyununa geri dönüyor. girişte jeton satıcıları var. (bazılarında arama yapan güvenlik görevlileri mevcut).. eğer 1-2 jeton alacaksınız, kendinizi ezik hissedersiniz, adamı boşu boşuna yorduğunuzu düşünürsünüz. halbuki parayı bastırıp, paranızın karşılığını alacaksınızdır. ama yine de üzücüdür ve saçmasapan bir duygudur. eğer çok jeton alacaksanız, kendinizi kanıtlarmış gibi, parayı bastırır, bol bol jeton alırsınız. kasiyerin kız olması durumunda biraz daha ego tatmini yaşatır çok jeton almak. halbuki çok jeton alırken de, az jeton alırken de, keriz sizsinizdir. makine başında geçireceğiniz birkaç dakika için boşu boşuna para veriyorsunuzdur.

    jeton elinizdeyken, içiniz rahattır. tüm makineler hizmetinizdedir. kollarını açıp, yollarınızı gözlüyordur. oynayacağınız oyunun başına gelirsiniz. gösteriş zamanı gelmiş çatmıştır. jetonu atar, oyuncu seçer oynarsınız. oyun sırasında rakip size zarar verirken, sizi korkutan, oyunun bitmesi, paranızın gitmesidir. makineyle oynarken, bazı oyunlarda tekrar başlama gibi özellikler mevcuttur. siz makineyle oynarken bir rakibin gelmesi(ona yenilebilirsiniz), sizin makineyle tekrar oyuna başlama ihtimalinizi düşüreceğinden kızarsınız.

    oyunda kaybederseniz, makineye vurursunuz, reflekstir. bu refleks ancak o katta güvenlik görevlisi (ya da gözcü) bulunmasıyla engellenebilir. (şimdiye kadar hep vardı. )ama bu da çözüm değildir. insanlar ister istemez vururlar.

    oyunlardan en çok revaçta olanları kadın soyma, araba yarışı ve futbol oyunlarıdır. kadın soyma oyununun etrafında fazladan bir de izleyici kitlesi olur. benim atari salonu delisi olduğum zamanlar şimdiki gibi internet/vcd/dvd gibi teknolojiler yaygın olmadığından gerek oyuncusunu, gerek seyircisini tatmin eden bir oyundu kadın soyma oyunu. bonus olarak da porno bir görüntü gösterirdi.
    atari salonu erkek ağırlıklıdır. kadınların ilgilisi çekecek bir oyun neredeyse yoktur. bir de sanki “atari salonlarına kadınlar giremez” gibi bir kural varmış gibi, kadınların pek uğramadığı bir yerdir. bir kere kız arkadaşıyla salona gelen birini hatırlıyorum, herkes uzaylı gibi bakmıştı.

    bütün paranız bitmiştir ve acıkmışsınızdır üstelik, tüm paranızı atariye yatırıp midenizden kısmışsınızdır. mideniz kazınmasına rağmen, atari sevdası midenizden önce gelir. ama gidemezsiniz. orada araba yarışlı oyunların direksiyonuyla oynarsınız. bu oyunlar için özel bir kabin, vites, falan varsa (yani ayakta değil, oturarak oynanabilen bir oyunsa) direksiyon başında, ekran karşısında, demoyu izleyerek kendinizi araba kullanıyormuş gibi düşünürsüz. oyun birinin geçmesiyle kalkarsınız. langırt kollarını çevirirsiniz. diğer oyunculara bakarsınız.

    bu atari belası yıllar önce bana da musallat oldu. daha doğrusu, ben ona musallat oldum, kendi ellerimle oynadım. lisenin başında, ders öncesi saatlerimi atari başında geçirdim.

    benim liseyi okuduğum okul kızılay’daydı . her sabah otobüsle okula giderdim, bilerek erken giderdim zaman kalsın da oyun oynayayım diye. üzerimdeki bütün parayı, oyun oynamaya harcardım. üzerimde anca, bir- iki jeton alacak para kalırdı (onu -okul çıkışında oynamak için- harcamazdım). jeton satan adam atari salonunda kalırdı. sabah dükkan açılınca ilk ben girerdim. adam pijamaya kalkıyordu, bana makine açıyordu. sonra kahvaltı ediyordu. oyunu o kadar çok severdim ki, adam bana bedava jeton veriyor diye, bir de gazete almaya giderdim. koşa koşa bir hürriyet alır gelirdim, hediyesi bir jetondu. kahvaltısına sulanırdım. adam yılışık biriydi. bu kasadaki adamlar eğer atari salonu küçükse ve siz de sık giderseniz yılışır. “bugün kaç tane alacaksın 5 mi, 10 mu? “ der. yüzünüz tanıdıktır, az jeton alınca mahcup hissedersiniz. sabahki eğlence bitip de okula gittiğimde oyunda nerede hata yaptığımı düşünür düşünür kendimi ona göre hazırlardım. okulda öğle arasında, çıkışta oynamak için param kalsın diye hiçbir şey yemezdim. ağzım tatlansın diye, bir sakız ya da küçük bir çikolata alırdım ve direkt salona giderdim. jetonları kaptığım gibi makinenin başındaydım. oynar, yenilirdim. akşama kadar makineleri izler araba yarışı kabininde oturur, günümü öyle bitirirdim. öğle yemeğinde adamdan sulanırdım. üzerimde beş para kalmamış bir şekilde, onun öğle yemeğine bir ekmek ucunu bandırıp yerdim. neden yerdim? atari salonunda daha fazla kalmak için.

    eve giderken yol boyu, nerede hata yaptığımı, ertesi gün nelere dikkat etmem gerektiğini düşünürdüm. ah…ah.. bütün hayal gücümü işgal etmişti. evde kendi kendime dövüşçü hareketleri yapardım. derslerde dövüşçü resimleri çizerdim. gerçek dünyadan soyutlanmıştım. arkadaşlarım beraber gezerken ben, makine başında sanal bir dünyanın içine yüzümü daldırmıştım.

    işin para kısmı çok kötüydü. her gün her gün harçlık istenmez, evdekiler şüphelenir. ben de bu yüzden “yok fotokopiydi, aidattı, sinemaydı, kitaptı vb.. ” bahaneler uydururdum. halbuki hiç biri gerçek değildi. herkes uyuyunca babamın cebinden para çalardım. daha fazla oynamak için. bira kutularından (alüminyum kutular) jeton yapmaya çalışırdım. o derece deli bir tutkuydu, akıl hastası mıydım neydim ben.

    hele akşam ev dönüşü harcadığınız parayı düşünüp pişman olma duygusu vardır ki, hiç sormayın. herkes “bunlar geçici, bırak bunları, ben de zamanında kapılmıştım ama şimdi bıraktım. ” der, hak verirsiniz de, ama bırakamazsınız. insanları seyredersiniz, seyyar satıcının gün boyu ayakta kalıp, lapa lapa yağan kar altında elleri, burnu dona dona sattığı kalem pillerden elde edeceği kârı, siz 5 dakikalığına oynadığınız oyuna verirsiniz. tükenmez kalem, selpak satan görme özürlü satıcıları görüp, (onların kazanmak için acılar çektiği paranın kat kat fazlasını, oyuna verdiğinizi düşünüp) ne kadar aşağılık biri olduğunuzu düşünürsünüz. rezil bir duygudur. üstelik, birgün bu atari tutkusundan tamamen soyutlanacağınıza, o günleri lanetle anacağınıza bütün inancınızla inanmanıza rağmen bırakamamak, daha rezil bir duygudur.

    "evet, ilerde pişman olacağım ama, bunu başkalarının telkinleriyle değil, kendim yaşayarak öğrenmeliyim" diye düşünürdüm, bu bana teselli olurdu. yaşanarak edinilen bilginin kalıcı ve daha etkili olduğuna inanmıştım. bu yüzden kimseye atariye gitme, oynama demiyorum. içinden geleni yapsın. sonuçlarını yaşyarak öğrensin. yaşayarak öğrenen biri olarak, "gitmeyin" derim, ama bunun bir faydası yoktur, bilirim.

    insanların elinde para görünce "o paralar bende olsa ne süper oynardım", "bir sürü jeton alırdım" düşünceleri aklımdan geçerdi. para görünce ağzım sulanırdı desem yeridir. "keşke daha çok param olsa, keşke lotodan para çıksa da gün boyu atari salonundan çıkmasam"...

    neyse efendim, yıllar sonra eski günleri yad etmek için ve biraz da zamanımı –en güzel zamanımı- hangi saçmalıkların başında geçirdiğimi görmek için aynı atari salonuna doğru gidiyordum ki, jetoncu adamı gördüm. gözleri kararmış, avurtları çökmüştü. gazi osman paşa'da bir pavyonda, barmenlik yapıyormuş. beni her sabah karşılayan, gazete karşılığında bedava jeton veren adam bana “oraya (atari salonun kastediyor) gitme” dedi. "tamam" dedim. o giderken arkasından bakakaldım ve içimden küfür ettim. “bre zındık herif bunu o zamanlar niye söylemedin? ” dedim.
    hoş, söylese de onu dinlemeyecek, oyunuma devam edecektim. çünkü ben, yaşayarak öğrenmek istiyordum.
  • birbirine cok bagli gorunen dort cocuktuk seksenlerde. bir tek benim soyadim farkliydi aralarinda. o yuzden aslinda o dortlunun icinde agirlik merkezine en uzak koseydim ben. digerlerinden farkliydim her yonden ama durust olmak gerekirse onlar bu farkliligimi hic yansitmazlardi bana. cocukken daha duyarli bir kalpleri vardi galiba. her sey universiteli olunca degisti. sanirim aramiza koca koca cekememezlikler girdi. o ayrilmaz dedigimiz dortlunun her bir kosesi farkli farkli uzaylarda bir nokta olmayi daha uygun gordu. yine de soyadlarinin ayni olmasinin etkisiyle olsa gerek onlar yine zaman zaman ayni uzayda bulusmayi becerebiliyorlar. benimse o dortluden aklimda kalan en onemli sey, babama icin icin nefret duydugum gunlerde belki de bu nefretimi hisseden babamin soyledigi su soz oldu: 'sen hicbir zaman gercek anlamda onlardan biri olamayacaksin. cunku sen benim oglumsun!'

    babam, o cocuklarin babalari yani dayimlarla farkli siyasi kutupdaydi. yetmisli yillarda ulkedeki kutuplasma henuz cok ciddi raddelere ulasmamisken gerceklesen o evlilik, sonrasinda cok buyuk tartismalarin ana kaynagi olacakti. aslinda biraz da dislanmanin ve yok sayilmanin... dort dayim vardi, dordu de ayni sehirde, ayni mahallede yanyana evlerde otururlardi. seksenli yillarin basinda, ulke durulmaya baslar baslamaz dedemin koydeki arazilerini satip o zamanlar cok kucuk bir kasaba olan ama sonralarda onemli bir turizm merkezi haline gelen bir sehirde esnaflik yapmaya baslamislardi. seksenli yillarda hizli bir degisim yasayan turk ekonomisinin icinde kucuk esnaf olmanin avantajini kullanip kisa surede yuklu miktarda para kazanmislardi. dolayisiyla da o sehrin guzel mevkilerinden bir yerde oldukca buyuk miktarda araziyi kapatmayi akil edebilmisler ve daha da onemlisi buna gucleri yetmislerdi.

    bizim durumumuzsa vahimdi. meslekten ihrac edilmis babam once birkac is denemis ama siyasi gecmisi yakasini bir turlu birakmamisti. bu yuzden her isi ters gitmis, bizi aclik seviyesinde bir hayata mahkum etmisti. zaten esnaflik yapabilecek kadar ehlilesmis bir adam olamadi hicbir zaman. fazla agresif ve fazla hayalperestti. utopik bir hayatti onun aklindaki. tum ulkeyi koskoca bir utopyanin parcasi olarak gormek istiyordu.

    bu saplantisi yikik uc hayat cikarmisti ortaya. bizim ev cehennem gibiydi. ablamin odasinda hep ayni sarki calardi surekli. bitmek bilmeyen o sarkiya yogun bir sigara dumani eslik ederdi. hala ne zaman o sarkiyi duysam kusma isteginden kurtulamam. anam deseniz deli bir mucadelenin ortasinda tek basina kalakalmisti. ac kalmadik belki hic ama herkes dustugumuz durumun acikliginin farkinda ama nedense kayitsizdi.

    bir tek dedem yardim ederdi elinden geldigince. o da oglunun hayalperestligini kendi hatasi sayiyordu belki de. tum cocuklarini okutmus ya da okutma derdine dusmus ileri goruslu bir adamdi. okutmak icin cirpindigi tum cocuklari da bir sekilde siyasi kavgalarin icinde en onde bayrak sallayan oluvermis; kimileri hapse dusmus, kimileri isten atilmis, kimileri ise yillarca evde kalmis ve evlenememisti. bir de ilkokul ogretmenim vardi aslinda benim derdimi kendi derdi edinen. babamin is arkadasiymis eskiden. ben okula gittigim zamanlarda artik konusmuyorlardi. aralarina ne girdigini hicbir zaman ogrenemedim. yine de zorla soktugu sinavda yatili anadolu lisesini kazaninca ben, en cok o sevinmisti galiba. ama hayat orada da tutunmama engel olmustu bir sekilde, gerisin geri cehennemin dibindeki evimize donmek zorunda kalmistim bir yilin ardindan.

    her yaz bizim dortlu, once bizim yasadigimiz yerde sonra da onlarin yasadigi yerde bir araya gelirdi. bizim oralarda hayat daha dogaldi. paraya ihtiyac duymadan eglenecek seyler bulmakta ustume yoktu. bu yuzden tum vaktimizi doganin bize sundugu ortamlarda gecirirdik. ya denize gider, butun gun kizgin gunesin altinda yuzerdik; ya da derelerde balik tutardik. ya bisikletlere atlayip ruzgarla yarisircasina tepe tepe gezerdik, ya da bir plastik topun pesinden saatlerce kosardik. aksam kirli, pasli bir sekilde geri geldigimizde sirayla degil ayni anda dusa girer, caktirmadan kimin penisi daha buyuk onu gozlemlerdik. her birinin bizim yasadigimiz yerde de evi olmasina ragmen, hep beraber salona kurdugumuz yer yataginda yatardik. anam her birimizi sefkatle operdi yatmadan. babam her ne kadar babalarindan hoslanmasa da ve her ne kadar beni disarida tuttuklarini dusunse de o diger uc cocuga karsi hep cok sevecen olmayi basarmisti yine de.

    deplasmanda hayat daha zordu. yengemlerden cok cekinirdim bir kere. dayimlar ise bana karsi, kendi oz yegenlerine karsi daha acimasizlardi. babamla vururlardi her zaman beni, babamla acitirlardi. yine de cocuk halimin zayifligi ile her yaz onlara gitmek icin can atardim. cunku hic sahip olamadigim engelenceler oradaydi. tetrisleri vardi mesela, oynamaya doyamazdim. evde kutu kutu meyve sulari vardi, icmelere kiyamazdim. her gun ekmek almaya gidince annelerinin verdigi para ustunu cep ederlerdi, sasmalara doyamazdim.

    bir de atari salonu denilen sey vardi orada. bizim orada da vardi muhtemelen ama bizim orada para yoktu. oradaysa her sey onlarin kuralina gore oynandigi icin her gun atari salonlarinda cilginca para harcanirdi. anamin nerden bulup bulusturup, elbise posetime koydugunu bilmedigim paralariysa ben, her gun bir-iki jeton ile sinirli tutarak hesapli harcamaya calisirdim. yilda bir kez oynadigim icin de felaket kotu bir oyuncuydum. street fighter oynamazdim mesela hic. daha uzun surecek oyunlarin pesindeydim ben. bu yuzden double dragon'du favorim. en azindan iki kisi oynaniyordu ve dolayisiyla bu konuda tez yazabilecek seviyeye gelmis kuzenlerimin sayesinde daha uzun hayatta kalabiliyordum.

    eve donus yolunda, bir otobusun camina basimi yaslayip yasadigim birkac gunun etkisi ile olsa gerek babama karsi biraz daha kin buyuturdum icimde. sonra gozlerimi kapar ve her seyin degismis oldugunu hayal ederdim, cocukca bir saflikla. bizim eve giden sokagin yuz metre ilerisinden gecerdi otobus. otobusten inip de bizim sokagi adimlamaya baslar baslamaz, ablamin sarkisi acik ederdi hicbir seyin degismedigini. sonralari farkettim ki aslinda benim de hayatim atari salonunda oynanan bir oyundan farkli degildi. ne zaman olmek derdine dussem, bir aynanin acimasizliginda 'insert coin to continue' yazisini gordum surekli. hala sasarim neden her seferinde yeni bir jeton attigima!
  • 90'ların bonzaisi. atari salonu denince konuyla ilgili bir anımı paylaşmak isterim değerli sözlük.

    yer: diyarbakır / dreamland atari salonu (dreamland lan diğer atari salonlarına oranla en az 2-3 kat daha büyük)
    günlerden pazar. yani atari salonu ana baba günü. tekkenin, mustafanın, haggarın önünde kuyruk var zaten. street fighters 2nd impact desen o gün en iyilerin çarpışmalarına tanık oluyor.

    ben üzerimde polarım kısık gözlerle ortama giriyorum yanımda kankam. hayvan gibi sigara dumanını soluyorum önce. o zamanlar 12-13 yaşındayım ama tam bir challengerım. (bkz: here comes a new challenger) en büyük zevkim milletin karşısına atmak ve jetonlarının yanışını izlemek. sayısız kez kaset bitirmek üzere olan elemanın küfür dolu bakışlarına maruz kalmışım.

    cebimdeki 50 bin lirayı çıkarıp pürüzsüz masanın üzerinde mehemeye doğru itiyorum sessizce. o ise ne istediğimi biliyor. 1 jeton. arkadaşım da 100 bin uzatıyor. ederi 2.

    arkadaşımla oynayacağımız oyunlar farklı olduğu için o mortal kombat yoluna giriyor. ben ise street fighters'ın doluluğundan kaçıp dead or alive 2'ye yöneliyorum. şimdi adını hatırlamadığım saçma sapan bir adam seçip oynamaya. 3. veya 4. adamı pataklarken birden yanımda bir çocuk belirip jeton atıyor karşıma. evet benim karşıma!

    --- da da da dan ---
    here comes a new challenger
    --- da da da dan ---

    en sevdiğim karakter olan ninjayı seçiyor. ilk roundu alama rağmen 1-2'lik skorla jetonumu da maçı da kaybediyorum. şimdi ananı laciverde boyadım hüsnü diyerek elimi poların cebine atıyorum. 3 tam 1 yarım tasom var. yarım olmasının nedeni atari salonundaki bazı makinelerin çeyrek tasoyla çalışması. çeyreklerden birini çocuğun karşısına atıp ninjayı seçiyorum ve 2-0 yenip kazanıyorum. derken çocuk bir jeton daha atıyor. derken bir tane daha, bir tane daha. sonuç hep aynı. hep kazanıyorum. kazandıkça da yüzümde adi bir gülümseme. sonra çocuk ortadan kayboluyor.

    yaklaşık 3-4 round sonra...
    meheme yanımda beliriyor. bana bak diyor (bağan bah).
    -nee?
    +üstünü arayacam
    -(biraz suçlu ifadeyle) taaam ara!
    elini poların cebine atar atmaz 3 tam 1 çeyrek tasoyu çıkarması bir oluyor.

    +bunlar ne?
    -oynıyam sağan ne!
    + ....

    sonrası bir sağ, bir sol tokat.
    arkamı dönüp kaçmaya çalışıyorum kalabalığın içinde. street fighters'ın önündeki kalabalık resmen yolumu kesiyor. hala kaçmaya uğraşırken. dank!!!

    götüme de tekme yiyorum ve sonrasında koşa koşa atari salonunu terk ediyorum. hemen arkamdan çıkan arkadaşım tüm olayı görmüş olduğundan mahalleye kadar dalga geçiyor benimle. gülüyoruz, eğleniyoruz beraber.

    ah şimdi yine orda olsak, ben razıyım tekmeyi yemeye*
hesabın var mı? giriş yap