• 1928 yazında latin harfleri kabul edildiğinde biz ailecek bulgaristan'da yazlıktaydık; sofya yöresinde gorna bana'da. bir gün babam kente inmişti. elinde türk gazeteleriyle döndüğünde, "gazeteler yazıyor" dedi, "yeni harfler kabul edilmiş. birkaç yıla kadar türkiye'de okuma yazma bilmeyen tek insan kalmayacak." heyecanlıydı. "gel, sana beş dakikada öğreteyim" dedi. fransızca'dan latin harflerinin yabancısı değildim. "yaz adını" dedi. yazdım. bir iki cümle daha yazdırdı. ufak tefek düzeltmeler yaptı. "işte" dedi, "öğrendin. bu kadar kolay, millet ümmilikten kurtuluyor artık."

    o kemalist kuşak içinde başkaca kavrayış sahibi olanlar bile, yazının kolaylığı ile okuryazar oranı arasında doğrudan doğruya bir bağlantı kurma yanılgısına düşebiliyordu. oysa dünyanın en zor yazılarından biri japoncaydı. ama daha o yıllarda dünyada okur-yazar oranı en yüksek olan ülke de japonyaydı. üstelik yüzyılların emeğiyle oluşmuş bir kültür birikiminin yazıya dökülüşü olan belge, kayıt ve kitapları bir sonraki kuşağın okuyamaması durumunun nasıl bir boşluk, nasıl bir cinsten "ümmilik" meydana getireceğini düşünen yoktu.

    kıyafet devrimi denen şey fesi, sarığı, çarşafı atmaktan ibaret değildi. bütün bürokrasi millî bayramlarda ve balolarda ingiliz lordları gibi frak ya da smokin giymek zorundaydılar. bir gün önces çarşaflı, yüzü peçeli gezen eşleri, 1920'lerin paris modası tuvaletlerle baloya gitmeli, erkeklerle dans etmeliydiler. esnaf, genel olarak halk, "devrimin" bu yanının dışında kaldı. eşraf da öyle. bürokrasinin alt katmanı, küçük memurların eşlerine tuvalet almaya, kendilerine frak, smokin diktirmeye güçleri yetmezdi. böylece "devrim", ancak kemalist bürokrasinin üst katmanlarınca eksiksiz benimsenebildi. (...)

    ulusal olanı inkâr etmeden bir senteze varmaktı doğru yol. batı'nın bir süreç sonucu vardığı sentezi olduğu gibi almaya kalkışmak değil. bugün nobel ödülü'nü kazanan japon bilim adamı, isveç kralının geleneksel davetine ulusal giysilerini giymiş eşiyle katılıyor. japonların "çağdaş uygarlık güzeyin" ulaştıktan başka ötekileri geçmesinin sırrını biraz da bu örnekte aramak gerek.

    (bkz: mihri belli'nin anıları), s.59-60, (bkz: mihri belli)

    mihri belli, japon tecrübesine atıfla yapılması lâzım gelenin bu olduğunu söylüyor ve sentez (terkib) bir bakıma hesaplaşmayı, seçmeyi ve hatta gerektiğinde reddetmeyi de icab ettireceğinden, "bir şeyi olduğu gibi almaya çalışmanın" hesaplaşmaktan kaçınmak anlamına geleceğini ima ediyor.

    (bkz: arasokakların tarihi), s.226-227, (bkz: dücane cündioğlu)
  • 1922'den itibaren incelenebilecek eylemler ve idealler bütünüdür.

    konular: mudanya ateşkesi, lozan antlaşması
    mudanya ateşkesi (11 ekim 1922)

    türk ordusu, anadolu’yu temizledikten sonra trakya’yı da kurtarmak istiyordu. ingilizler, istanbul’u bırakmak istemese de sömürgelerinden asker takviyesi sağlayamadı. italya ve fransa da destek vermedi. ingiliz ahalisi de artık savaş istemiyordu. sırbistan ve romanya da boğazlardaki anlaşmazlığa katılmak istemedi. öte yandan sscb, mustafa kemal’e destek verecekti.

    itilaf devletleri, meriç’e kadar trakya’nın verileceği taahhütüyle, tbmm’yi konferansa çağırdı.
    toplantıya inönü katılıp itilaf devletleri ilk aşamada trakya’dan çekilmeyi reddedince ordularımıza harekat emri verildi. fransa arabuluculuğu ile savaş önlendi, 11 ekim 1922’de şartlarımız kabul edildi.
    yunanistan antlaşmayı en son ülke olarak ingiltere’nin baskısıyla imzaladı ve onlarla aramızdaki savaş bu şekilde bitti.
    bu antlaşma, cephedeki başarıların karşılığı olan ilk siyasi zaferdi, gücümüzü gösteren ilk belgeydi.
    bu antlaşma ile doğu trakya savaşmadan kurtarıldı, ingiliz başbakan l. george geri çekildi.
    diğer aşama lozan barış antlaşması’ydı…
    lozan barış antlaşması (24 temmuz 1923)
    ? katılanlar; ingiltere, fransa, italya, japonya, yunanistan, romanya ile sırp-hırvat-sloven devletiydi.
    ? sovyet rusya boğazlar,
    ? bulgaristan'da boğazlar ve trakya sınırının belirlenmesiyle ilgili görüşmelere katıldılar.
    ? ayrıca belçika ve portekiz belirli bazı görüşmelere katılmışlar,
    ? a.b.d. ise gözlemci olarak katıldığı halde, oturum ve komisyonlara katılmak ve görüş belirtmek suretiyle aktif bir rol oynamıştı.
    ? arap ülkelerinin temsilcileri de lozan'da türkiye aleyhinde çalışmışlardı.
    türkiye'nin lozan konferansındaki hedefi misâk-ı milli'yi ve tam bağımsızlığı gerçekleştirmekti. karşısındaki devletlerin türkiye'ye karşı üzerinde birleştikleri ortak bir programları bulunmuyordu.
    osmanlı devleti'nin borçları, kapitülasyonlar, istanbul ve boğazların müttefik kuvvetlerince boşaltılması gibi konularda anlaşma sağlanamayınca görüşmeler 4 şubat 1923'te kesilmiş ve delegeler ülkelerine dönmüşlerdi.
    görüşmeler kesintiye uğrayınca türkiye, askeri yığınak yapmaya başladı ancak kimse savaş istemiyordu.
    sonuçlar:
    ? lozan barışıyla, düşmanların tüm itirazlarına rağmen, yabancılara adli, mali ve yönetim alanında tanınan ve kapitülasyon deyimi ile adlandırılan ayrıcalık ve muafiyetler tamamen kaldırıldı.

    ? osmanlı’nın bıraktığı borçların bir kısmı silindi.

    ? borçların sterlin veya altın ile değil, türk parasıyla ödenmesini kabul ettirdik.

    ? boğazlar savaş yokken tüm gemilere serbestti, boğazın iki yakası da askerden arındırılacaktı, türkiye başkanlığında boğazlar komisyonu kuruldu.

    ? ı. dünya savaşı'nı kaybeden ülkeler içinde türkiye'den başka bunu başarabilmiş bir ikinci ülke olmamıştı.

    ? diğer taraftan yunanistan'ın anadolu macerasının başmimarı venizelos, lozan'da yaşadığı hayal kırıklığı ve pişmanlığı açıkça dile getirmişti.

    ? musul sorunu türkiye'nin arzuladığı şekilde çözülememiş, mevcut statükonun korunmasıyla halledilmişti.

    ? patrikhane konusunda da istenilen sonuç alınamamıştı. oysa mustafa kemal paşa rum patrikhanesi’nin istanbul'dan kesin olarak çıkarılması ve atina'ya nakledilmesi görüşündeydi.
    ? yine boğazlar ve hatay sorunları da sonraki yıllarda başarılı bir diplomasiyle milli çözümlere kavuşturulmuştu.

    ? sonuç olarak lozan barış antlaşması türk milleti'nin haklı ve kutsal mücadelesinin sonunda gerçekleştirdiği şerefli bir barış antlaşmasıdır. bugün nüfusu, yüzölçümü ve jeopolitik konumuyla dünyada siyasi ve askeri ağırlığı olan, ekonomik bir güç olma yolunda ilerleyen türkiye lozan'ın eseridir.

    konular: siyasi inkılaplar: saltanatın kaldırılması, cumhuriyetin ilanı, ankara’nın başkent olması, hilafetin kaldırılması, teşkilat-ı esasiye’nin(ilk anayasa) kabulü, 1924 anayasası
    saltanatın kaldırılması (1 kasım 1922)

    gerek itilaf devletlerinin lozan barış konferansı'na istanbul hükümeti'ni de çağırmaları, gerekse sadrazamın bu konuda t.b.m.m. ile işbirliği girişiminde bulunması saltanatın kaldırılması konusunu gündeme getirmişti.
    millet üzerindeki birleştirici etkisinden dolayı saltanat makamına dokunulmamış, aleyhinde bir tavır alınmamıştı. şimdi ise milli kurtuluş savaşı kazanılmış, sıra t.b.m.m. nin kendi iradesiyle padişah ve halifenin alacağı durumu belirlemeye gelmişti. saltanat kaldırıldı, vahdettin 16 gün sonra, can güvenliği endişesiyle malaya zırhlısıyla ingiltere'ye kaçtı.
    cumhuriyetin ilanı

    23 nisan 1920'de b.m.m.'nin açılmasıyla milli egemenliğe dayalı yeni bir türk devleti kurulmuştu. rejim tartışmalarına uygun olmadığı için "cumhuriyet" ismi henüz konmamıştı ve hilafetin birleştirici gücünden yararlanılıyordu. hilafetin kaldırılması cumhuriyetin ilanını gündeme getirdi. atatürk, cumhuriyeti istediğini ilk kez erzurum kongresi'nde söylemişti.

    ankara'nın başkent olması

    ankara, 13 ekim 1923'te başkent yapıldı, bu, cumhuriyetin ilanı yönünde önemli bir adımdı. 29 ekim'den kısa süre önce çıkan bir hükumet krizi cumhuriyetin ilanı için ortam sağladı. bu şartlar altında anayasa değişikliğine gidilerek cumhuriyet ilan edilip ankara mebusu mustafa kemal cb oldu.

    hilafetin kaldırılması (3 mart 1924)

    saltanatın kaldırılmasından bir yıl sonra cumhuriyet ilan edildi, bundan bir buçuk yıl sonra sıra hilafetin kaldırılmasına gelmişti. saltanatın kaldırılmasından sonra halifelik vahdettin'den alınıp abdülmecit efendi'ye verilmişti. hilafet makamına biat eden önemli bir zümrenin varlığı demokrasiyi, cumhuriyeti ve inkılapları tehdit ediyordu. 3 mart 1924'te çıkarılan yasa ile hilafet kaldırıldı, hanedan yurt dışına sürüldü, eğitim ve öğretim kurumları birleştirildi, şeriyye ve evkaf vekaleti kaldırıldı. hilafet iki başlılığa da neden oluyordu. hilafetin kaldırılmasıyla cumhuriyete tam anlamıyla geçildi, en büyük engel kaldırıldı. halife yurt dışına gönderildiğinde ona kimse sahip çıkmadı, hilafetin kaldırılması içte/dışta sorun yaratmadı.

    teşkilat-ı esasiye kanunu (20 ocak 1921)

    ilk anayasamızdır. kanun-u esasi'nin yürürlükte olması, ilk anayasanın yapılmasını geciktirmişti. teşkilat-ı esasiye, 1924'te yeni anayasa yapılana kadar kanun-u esasi'nin kendisine aykırı düşmeyen hükümleriyle uygulanmıştı. kanun-u esasi, 1924 anayasası ile tamamen kaldırılmıştır. anayasanın hemen yapılmamasının bir nedeni de bu çalışmaların davaya o aşamada zarar verebileceği düşüncesiydi. 1921 anayasası'nda kuvvetler birliği vardı.

    1924 anayasası ve değişiklikler (20 nisan 1924)
    1921 anayasası milli mücadele şartlarında hazırlanmıştı, dar kapsamlıydı. 1924 anayasası 105 maddeden oluşup devlet şeklinin cumhuriyet olduğu ibaresini taşıyordu. cumhuriyetle ilgili maddenin kaldırılmasının teklif bile edilemeyeceğine dair hüküm de vardı. bu anayasada da kuvvetler birliği esastı. bu, en uzun süreli anayasamızdır. önemli değişikliklere tabi tutulup 1928'de dinle alakalı maddeler kaldırılmıştır. laikliğin gerekçeleri millet egemenliğini sağlamak, medeni kanunu ve ceza kanununu buna göre düzenlemek, din istismarını önlemek idi. 1937'de atatürk ilkeleri anayasaya eklendi. çiftçiye toprak verilmesi ve ormanların millileşmesi de anayasada yer aldı. 1945'te sadeleştirmeye gidilerek teşkilatı esasiye kanunu yerine "anayasa" ifadesi kullanılmaya başlandı.
    konular: cumhuriyetin ilk partileri, ordunun siyasetten ayrılması, tcf’nin kuruluşu, ayaklanmalar, takrir-i sükun kanunu, scf’nin kuruluşu, bolşevik akımları, yeşilordu
    cumhuriyetin ilk partileri
    müdafai hukuk cemiyetinin kuruluş ruhunun yok olması, meclisteki uyumu ortadan kaldırıp en basit sorunların bile çözülemez hale gelmesi üzerine 1920 ortalarında bazı gruplar kuruldu. tesanüt grubu, istiklal grubu, müdafai hukuk zümresi, halk zümresi, ıslahat grubu bunların başlıcalarıydı. misak-ı milli etrafında uzlaşmış metin ilk anayasanın kabul sürecinde ayrışmış olduğu için bu gruplar kargaşayı daha da artırdı. bu gruplar arasında şeriatı savunanlar da vardı.
    gelişmeler üzerine mustafa kemal duruma müdahil olarak anadolu ve rumeli müdafaa-i hukuk grubu adıyla bir grubun kurulmasını kararlaştırdı. kuruluş amaçları misak-ı milli ruhunu tesis etmek, teşkilat-ı esasiye’yi uygulamak ve tüm kurumları bu amaca yönlendirmek idi. bu grup 10 mayıs 1921’de kurulup birinci grup olarak adlandırıldı, muhalifler ise ikinci grup ismiyle anıldı. birinci grup ilerici ve yenilikçi iken ikinci grup gerici, gelenekçi ve şeriatçıydı. ikinci grup, mustafa kemal’i meclisten uzaklarştırmaya varacak çalışmalar yaptı.
    mk, grubu kurduktan sonra halk fırkası adıyla halkçı bir parti kurmak istediğini aralık 1922’de beyan etti. partiyi kurmadan önce halktan onarın taleplerini sordu, herkesi kucaklamaya çalıştı. bağımsızlık ve milli egemenlik iki temel esas idi. parti, halka siyasi eğitim verecek bir okul olacaktı.
    nisan 1923’te anadolu ve rumeli müdafaa-i hukuk grubu’nun 9 maddelik programı yayımlandı, bu chp’nin ilk yazılı programıydı. halk fırkası(chp) 9 eylül 1923’te kuruldu, mk genel başkan seçilip ölene kadar bunu devam ettirdi.
    ordunun siyasetten ayrılması
    k.karabekir, ali fuat cebesoy, rauf orbay, adnan adıvar gibi isimler musul sorununn yaşandığı bir süreçte askerliği bırakarak siyasetle ilgilenmeye başladı. bu ilgi, mustafa kemal aleyhtarlığı temelindeydi. aleyhtarlığın sebepleri mk’nin inkılapçı politikalarıi arka planda kalma hissi, gericilerin kışkırtmaları olarak sıralanabilir.
    bu olayların sonucunda mk, orduyu siyasetten ayırmak ve inkılap karşıtlarını temizlemek için komutanların vekillikten ayrılmalarını isteyen bir telgraf çekti. askerler buna uydu ve olası bir tehlike böylece engellendi.
    terakkiperver cumhuriyet fırkasının kuruluşu
    kasım 1924’te mk muhalifleri ilk muhalefet partisi olarak tcf’yi kurdu. kurucular arasında karabekir(genel başkan), cebesoy(genel sekreter), orbay, bele, adnan adıvar gibi geçmişte mk ile çalışmış kişiler vardı. parti mk’nin inkılaplarına ve yönetimine karşıydı. bu aşamada muhalefet tehlikeli olsa da mk, kuruluşa karşı çıkmadı. yeni rejime karşı olan kişiler bu muhalefet partisine katıldı. katılanlar arasında ordudaki komutanlıktan ayrılmak zorunda kalanlar, inkılaplara karşı olanlar, meşrutiyetçiler ve ittihatçılar da vardı. 30 kişilik bu küçük grup mecliste iktidarı yıpratıyordu ve medya destekleri vardı. tcf, dinci söylemleriyle şeriatçılardan destek alıyor ve ülkenin mevcut siyasi/ekonomik sorunları üzerinden eleştiriler getiriyordu. bu parti, anayasaya bağlı kalacağını belirtiyordu. muhalefetin musul sorununun yaşadığı döneme denk gelmesi bölücüler için umut olmuştu. tcf’nin din üzerinden yürüttüğü siyasetle, irticai ve bölücü unsurların, ek olarak ingilizlerin kışkırtmasıyla oluşan konjonktür şeyh sait ayaklanması ile sonuçlandı. bu sebeple tcf, haziran 1925’te bakanlar kurulu kararıyla kapatıldı. çok partili hayata geçiş denemesi başarısız oldu.
    ayaklanmalar
    şeyh sait isyanı
    1925’te baş göstermiştir. cumhuriyete ve inkılaplara karşı önceden planlanmış olarak gerçekleşmiştir. isyancılar, şeriatçı ve hilafetçiydi. birçok dini sloganı kullandılar, ayaklanma irticai bir faaliyetti. isyancılar saltanatı da geri getirmek istiyordu, bu söylemler vahdettin’i de heyecanlandırmıştı. isyancılar, tcf’nin programında yer alan dini argümanları da kullandı. bir diğer amaç da bağımsız bir kürt devleti kurmak idi. süreç, ingilizlerin işine yaradı, ingilizler isyancılara para ve silah da sağladı.
    isyanı ilk başlarda ali fethi bey hükumeti önemsemedi. başarısız kalan bu hükumet görevden alınıp ismet paşa yeni hükumeti kurdu. şubatta sıkıyönetim ilan edildi, 4 mart 1925’te takrir-i sükun kanunu çıkarıldı. istiklal mahkemesi kuruldu. irticai faaliyet yürütenleri hükumet, mahkemeye sevk edebilecekti. ordu isyana müdahale etti ve mayıs ayında bastırdı.
    izmir suikastı (1926)
    ittihatçılar mk’ye karşı cephe almıştı. bu unsurlar 1. mecliste ikinci grup’ta siyaset yapmıştı. 2. mecliste, 2. grup tasfiye edilince tcf’de yer aldılar. tcf de kapatılnca mk’ye suikast düzenlemek istediler. ittihatçılar ve tcf’liler bu girişimin planlayıcılarıydılar. mk, izmir gezisini erteleyince giritli şevki, valiye ihbarda bulundu. atatürk: “naçiz vücudum elbette toprak olacaktır ama tc payidar kalacaktır.” dedi.
    serbest cumhuriyet fırkası (12 ağustos 1930-17 kasım 1930)
    ikinci muhalefet partisidir. bunun kurulmasına mk öncülük etti, adını, kurucularını, yöneticilerini o belirledi. kurucu fethi okyar idi. mk’nin bacısı makbule hanım da bu partideydi. cumhuriyete ve laikliğe bağlı kalmaları şart koşuldu. ekonomik kriz ve yoksulluk da ahaliyi bir muhalefette birleşmeye sevk edip daha demokratik bir ortam oluşabilirdi. demokrasi, ingiltere’yle yakınlaşmamızı da sağlayacaktı. program, basın özgürlüğüne ve mali krizin çözümüne dayalıydı. laik, cumhuriyetçi, liberal ve solcu bir partiydi. parti ilk başlarda ilgi çekse ve umut vaat etse de zamanla şeriatçıların merkezi haline geldi. ülkenin anarşiye sürüklenmesi üzerine iyi niyetli parti kurucuları partiyi feshetti.
    aynı yıl abdülkadir kemali bey tarafından kurulmuş ahali cumhuriyet fırkası 21 aralık 1930’da bakanlar kurulu tarafından kapatıldı.
    menemen olayı (23 aralık 1930)
    scf’nin kuruluşu gericileri ümitlendirmiş ve irticaya uygun bir ortam yaratmıştı. bunun sonucunda menemen olayı baş gösterdi. elebaşı derviş mehmet idi. bu şahıs, yeşil bayrağıyla ve altı arkadaşıyla sabah namazı çıkışı ahaliyi şeriatçı söylemlerle kışkırttı. asteğmen kubilay teslim ol çağrısı yapıp öldürüldü. iki bekçi daha öldürülünce gelen takviye kuvvetler isyancıları ağır silahlarla taradı. bölgede(menemen, manisa, balıkesir) sıkıyönetim ilan edildi. derviş mehmet’in yandaşları, mehmet’in mehdi olduğuna ve tekrar dirileceğine inanıyordu.
    türkiye’de bolşevik akımları
    milli mücadele döneminde türk-bolşevik yakınlaşması rusların ideolojik ihraç çabalarına sebep oldu. bu durum ingilizleri ve fransızları da rahatsız etti. mk, fikirlere saygısından ve ruslarla ilişkisini iyi tutmak istemesinden dolayı komünizme karşı sert tedbirler almadı. komünizmin bize uygun olmadığı ahaliye anlatıldı. sonuçta, ruslarla aramız bozulmadı, komünzm burada yayılmadı, batı’ya karşı rekabet gücümüz attı. bazı komünist gruplar: yeşilordu cemiyeti, türkiye halk iştirakiyun fırkası
    yeşilordu cemiyeti
    1920’de mk öncülüğünde ruslardan yardım almak için kuruldu. çerkez ethem bunun vurucu gücüydü. mk daha sonra bu örgütü zararlı gördü ve kapattı.

    resmi türkiye komünist fırkası
    1920’de mk öncülüğünde kurulan partinin üyeleri arasında fevzi çakmak, inönü, bele, cebesoy ve karabekir de vardı. komünistleri kontrol altında tutmak ve tehlikeyi önlemek için kurulmuştu.
    türkiye komünist partisi
    1920’de kurulup sscb yandaşıydı. türkiye halk iştirakiyun fırkası adıyla kurulmuştu.

    konular: hukuk alanındaki inkılaplar
    osmanlı’da şer’ı hukuk ve örf ve adet kuralları hukukun temelini oluşturuyordu. hilafetten önce örf ve adet kuralları ön plandaydı. şer’ı hukuk gayrı müslimlere uygulanamıyordu, onlara kendi hukuk kuralları uygulanıyor ve yabancıları adli kapitülasyonlar altında imtiyaz veriliyordu. hukuk birliği yoktu, karmaşa vardı. islam hukukunun kendi içinde de birlik yoktu, mezhepler olaylara farklı bakıyordu. bu nedenlerle yargısal sorunlar yaşanıyordu.
    şer’i hukuk, değişmez kabul edilip güne uygun değildi. öte yandan, islam’daki ceza hukukunda birçok suçun tanımı yoktu. bu nedenle modern hukukun “kanunsuz suç ve ceza olmaz.” ılkesine islam hukuku cevap veremiyordu. ön görülen cezalar eğitici değil vahşiydi.
    tek yargıç usulü hata payını artırıyordu, yargıcı denetleyen bir mekanizma yoktu, savcılık yoktu. kadın-erkek eşitsizliği vardı.
    1839 tanzimat ile beraber batı’nın hukukta örnek alınıp şeriatın da uygulanmaya devam edilmesi hukuku daha da dejenere edip iki başlılık ortaya çıkmıştı.
    19. yüzyıl reformları kapsamında mecelle kabul edildi(ahmet cevdet paşa), 2. meşrutiyet’ten sonra mecelle de yetersiz kaldı. 1. dünya savaşı sırasında laik hükümler içeren aile hukuku kararnamesi çıkarılıp daha sonra kaldırılmıştı. mecelle, zaman değişse de hukukun değişmemesi gerektiğini öne sürüyordu. mk, buna dayanarak mecelle’yi de değiştirmek gerektiğini düşünüyordu.
    1921’de hukuk fakültesinin açılmasını sonuçlandırmak isteyen bir kanun teklifi sunulsa da o dönemde buna imkan yoktu. ankara hukuk fakültesi 1925’te açıldı. 1926’da isviçre’den medeni kanun’u bazı uyarlamalar yaparak aldık. modern aile yapısının ve kişi hak ve ilişkilerinin temelleri bu şekilde atıldı. medeni kanun, türk kadınına haklar tanıdığı gibi azınlık statüsündeki halkların da dikkatini çekerek azınlık unsurlar da bu kanun kapsamına girmek istemiştir. hukuk birliği sağlanmıştır. bu düzenlemeler ile inanç farkı gözetilmeksizin haklar ve ödevler herkes için eşit hale geldi.
    1933’te yapılan değişiklikle mirasın devlete bırakılmasına imkan sağlandı.
    1926’da ceza, borçlar ve ticaret kanunları kabul edildi. sonraki yıllarda hukuk ve ceza muhakemeleri usulleri ile icra ve iflas kanunları belirlendi.

    konular: eğitim alanında yapılan inkılaplar: tevhidi tedrisat kanunu, üniversite reformu, harf inkılabı
    tevhid-i tedrisat kanunu (3 mart 1924)
    osmanlı’da eğitimi dini kurumlar yürütüyordu, eğitim din ağırlıklıydı. osmanlı’da eğitim reformları 18. yüzyılın sonlarında askeri alanda başlatıldı, tanzimat’la bu kapsam genişletildi. batıyı örnek alan okulların açılması laik bir adım olsa da sistemde ikilik oluştu. osmanlı’da doğan bu ikilik cumhuriyete de yansımıştı. osmanlı yıkıldığında okuma yazma oranı yüzde 10 civarındaydı. osmanlı okullarında sadece medrese-yeni okul çatışması yoktu, batılıların açtığı ve kendi kültürlerini yaymak için kullandığı okullar da vardı. bu okullar tc’ye ait toprakları ermenilere ve yunanlara ait olarak gösteriyordu, milli kültür zedeleniyordu. atatürk’ün “cb olmasam milli eğitim bakanı olmak isterdim.” sözü, onun, eğitime verdiği önemi gösteriyordu. ona göre kalkınma için eğitim şarttı, eğitim ayrıca cumhuriyeti korumak için ve yeni bir nesil yaratmak için gerekliydi. geleneksel eğitim milli değildi, milli kültüre katkısı yoktu, bilimden uzaktı, ilahi unsurlara dayanıyordu, ezberciydi, yaratıcı değildi. bu nedenlerle gelişimin önünde en önemli engeldi. bu nedenlerle, tevhid-i tedrisat kanunu, hilafetin kaldırıldığı gün kabul edildi. bu girişimlerin kökeni tanzimat’a dayansa da o zamanlar başarılı olamamıştı. bu kanunla, tüm eğitim kurumları meb’e bağlandı, medreseler kapatıldı, eğitimde birlik sağlandı.
    üniversite reformu
    darülfünun(istanbul üniv.) milli mücadele’ye yoğun destek vermişti. cumhuriyet kapsamında, buranın eğitim sistemi de ıslah edilmeliydi. 1931’de bu yönde talepler dile getirilmiş, 1932’de çalışmalar devam etmiş ve rapor hazırlatmak üzere isviçre’den profesör getirilmişti. 1933’te darülfünun kaldırılıp meb tarafından yeni bir üniversite kuruldu.
    harf inkılabı (1 kasım 1928)
    türkler islamiyet öncesinde orhun ve uygur alfabelerini kullandı. islamiyet ile birlikte dilimize uymayan arap alfabesini kullanmaya başladık. batıyı takip etmeye başlayınca, arap alfabesi yetersiz kaldı. 1862’de münif paşa, mevcut alfabeyi dört noktada eleştirdi:
    imladaki kuralsızlık
    tamlamaların, okumayı güçleştirmesi
    büyük harf olmaması
    baskıda zorluk yaşanması
    arap harflerinin ıslahı, yeni bir alfabenin icadı, latin harflerinin alınması gibi öneriler öne sürüldü. arap harflerinin saeleştirmesi geçmişte işe yaramamıştı. mk, latin alfabesi isteğini erzurum kongresi’nden sonra dile getirmişti. inkılabın gerekçeleri okuma yazmayı yaymak, bilgisizliği gidermek, halkın eline kolay ve sade bir bilgi aracı vermekti. arap alfabesi türkçeye uygun değildi, ayrıca çağdaşlık hedefi olan bir ülkeye yeni kültüre uygun bir alfabe gerekirdi. yeni harfleri öğretmek için millet mektepleri talimatnamesi yayımlandı. 24 kasım 1928’de mk, millet mekteplerinin başöğretmeni oldu.

    konular: dil, tarih, sanat inkılapları
    tarih alanındaki çalışmalar
    tanzimat’a kadar olan dönemde, ortak bir tarih oluşturmak için islam tarihi, devlet tarihi olarak kabul ediliyordu. islamiyet öncesi dönem ve islam’ın yayılmasındaki etkimiz literatürde yoktu. tanzimat dönemi’nde, batı etkisiyle oluşan yeni tarih anlayışında osmanlılık fikri ön plandaydı ve odak noktası osmanlı hanedanıydı. amaç osmanlı tarih bilinci yaratıp devletin devamını sağlamaktı, osmanlı öncesi türk devletlerinin bu müfredatta yeri yoktu. bu arada ziya gökalp öncülüğünde türkçü milli tarih bilinci de gelişti. bu üç anlayış, cumhuriyetin ilanına kadar beraber devam etti. türk tarihi, daha çok avrupalılar tarafından araştırılıyordu. atatürk döneminde milli tarih bilinciyle bilimsel çalışmalar yapıldı.
    batılı tarihçiler, türkleri kötülüyordu, aşağılıyordu. öte yandan bu toprakların aslında türklere ait olmadığı da batılıların iddiaları arasında yer alıyordu. bu etkenler de milli bir tarih bilincini zorunlu kılıyordu.
    1922’de uzman tarih kurulu oluşturuldu, 1924’te türkiyat enstitüsü kuruldu, 1927’de türk tarihi encümeni kuruldu. 1928’den itibaren tarih eğitimi sistematik hale getirildi. 1930’da türk tarih tezi ortaya koyuldu. 1931’de türk tarihi tetkiki cemiyeti/ttk kuruldu.
    bu çalışmalarla, tarihimizin sadece islam’dan ve osmanlı’dan ibaret olmadığı ortaya çıktı.
    dil alanındaki çalışmalar
    türk dili, 9. yüzyıldan itibaren arapçanın etkisine girmeye başlamıştı. kaşgarlı mahmut, yunus emre gibi isimler ile bazı yöneticiler türkçeyi geliştirmeye yönelik çalışmalar yapmıştı. ancak 15. yüzyıldan itibaren osmanlıca olarak adlandırılan yapay bir dil oluşturuldu, bu, saray çerçevesindeydi ve anlaşılamıyordu. arapça ve farsçanın etkinliği artmıştı. tanzimat’ta sadeleşmeye gidildi, serveti fünun’da ağdalı dile yeniden dönüldü, 1911’de ömer seyfettin, ziya gökalp gibi isimler genç kalemler dergisinde sadeleşme akımını başlattı. bu yeni lisan akımı önemli bir gelişmeydi. 1922’de devletin başlattığı mücadeleye rağmen 1930’da arapçanın etkisi halen devam ediyordu. 1932’de türk dili tetkik cemiyeti kuruldu.1936’da kurumun adı türk dil kurumu oldu. 1932’de kuran, ezan ve hutbeler türkçeleştirildi.
    güzel sanatlar alanındaki çalışmalar
    türk sanatı tarihi enstitüsü kuruldu, heykel yapımının önündeki ön yargılar aşıldı, bu alana sanatçılar teşvik edildi. resim ve heykel müzesi, 1937’de istanbul’da kuruldu. türk müziği geliştirildi. ankara’da devlet konservatuar’ı kuruldu. bu kurumun müzik, tiyatro ve opera bölümleri vardı. atatürk, sinemayı da teşvik etmişti.

    konular: toplumsal alandaki düzenlemeler: tekke ve zaviyelerin kapatılması, kıyafet inkılabı, soyadı kanunu, takvim ve ölçülerde değişiklik, kadın hakları
    tekke ve zaviyelerin kapatılması (30 kasım 1925)
    başlangıçta olumlu yanları olan tarikatlar, zamanla olumlu fonksiyonunu yitirip zararlı hale gelmişti, tarikatlar arası çatışmalar vardı. sadece ahirete yöneliyor, bu dünya için hiçbir şey yapmıyorlardı, bu nedenle miskinlerin mekanı haline gelmişlerdi. şeyhler halkı sömürüyordu, vergi toplanıyordı, ahlaki çöküş de vardı. tarikatlar siyasete alet ediliyordu. halk ayaklanmalarını destekleyenler de olmuştu. bu sorunları çözmek için çıkarılan kanunla unvanlar da kaldırıldı.
    kıyafet inkılabı (1925)
    fes, zamanla dini simge haline gelmişti. bununla birlikte, geri kalmış bir toplumu simgeliyordu. bu nedenlerle köklü devrimin bir parçası olarak fes kullanımı sonlandırıldı.
    soyadı kanunu (1934)
    bu kanunla unvanlar kaldırıldı, soyad sistemine geçildi. askeriyede amiral, general gibi rütbeler kullanıma girdi, “paşa” hitabı literatürden kaldırıldı.
    takvim ve ölçülerde değişiklik (1936)
    bu düzenleme ile hicri ve rumi takvimler kaldırılıp miladi takvime geçildi, saatlerde uluslararası birime geçildi. bu şekilde bir standart oluşuturulup ikilikler önlendi ve batı ile ticaret kolaylaştı.
    kadın hakları
    islamiyetten önce kadın erkek eşitliği vardı, islam’ın kabulü bunu sona erdirdi. tanzimat ile kızlar da okuma yazma konusunda imkanlara kavuştu. kadın hakları konusu birinci tbmm’de de konuşulmuştu. 1926 medeni kanunu, kadın hakları konusundaki en büyük atılımdı. 1930: belediye, 1933: muhtarlık, 1934: vekillik seçimlerinde hak tanındı.
  • işte, sizlere mustafa kemal’den türk genel devriminin kısa diyemi:
    --- spoiler ---

    "uçurum kenarında yıkık bir ülke… türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar… yıllarca süren savaş... ondan sonra, içerde ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni toplum, yeni devlet ve bunları başarmak için arasız, devrimler...”
    --- spoiler ---
    atatürk ilke ve devrimleri, cumhuriyet tarihi boyunca içeriden ve dışarıdan gelen her türlü saldırılara rağmen; cumhuriyetimizi bugünlere getiren yegâne güçtür.
    atatürk’ten bizlere kalan, korumakla ve daha ileriye taşımak için çalışmakla mükellef olduğumuz mirastır.
    her yurttaşın, kuvâ-yi milliye ile başlayan ve 1940’a kadar aralıksız devam eden bu devrimlerle gurur duyması gerekir.

    siz bakmayın 600 yıllık çınarı bir gecede yıktılar diyenlerin çokluğuna, keşke yunan galip gelseydi diyeni koruyanların sayısı gözünüzü korkutmasın, onların nafile çabaları gönlünüzü karartmasın.
    bakın atatürk onlar için ne söylemiş:
    --- spoiler ---

    "adımlarını, attığımız uygarlık ve yenilik adımlarına uydurmak istemeyenler ne talihsizdirler! bu gibiler hâlâ milleti aldatacaklarını ümit ediyorlarsa bu ümitleri, kendilerinin zarara uğramalarından başka bir sonuç vermeyeceğine şimdiden emin olabilirler..."
    --- spoiler ---
  • yapmasaydı afganistan pakistan olurduk
  • en önemli devrimi, dil devrimidir. ama bugünkü bakış açımızla tahmin ettiğimizden kolay bir devrimdi, okumuş yazmış insan sayısı çok azdı ve bu okumuş yazmışlar zaten latin alfabesini biliyordu. fransızca, almanca veya ingilizce bilen kişiler bunlar, devlet okullarında ve azınlık okullarında bu diller öğretiliyordu çok iyi bir şekilde. dolayısıyla, direksiyonu iyi zamanda kırmışız batıya. yoksa çoktan ırak ve suriye gibi bir ülke olurduk. iran bile demiyorum çünkü iran kültürüyle bir ülke, biz bine bölünürdük. çünkü dil devrimi günümüz anlamıyla bir ulus olmanın en önemli adımıydı. bu sayede türk ulusu olduk modern tanımıyla.
  • ruşen eşref, bundan sonra daha mühim noktalara işaret eder ve gazi'nin, devrimler'in muhasebesini yaptığını hatta bunu bir nedamet hissiyle anlattığını gösterir. şöyleki:
    r. eşref yalova köşkündeki ziyaretinde atatürk'ü bir kitap okurken bulmuştur. milletlerin maddi olduğu kadar manevi taraflarına da ehemmiyet verilmesi lazım geldiğini yazan bu kitap gazi'yi fevkalade duygulandırmıştır. o zaman hissiyatını rüşen eşrefe anlatan m. kemal paşa, batı'nın bir parçası olmak için yaptığı inkılapların tehlikede olduğunu söylemiştir. rüşen eşref, bu ziyaretini şöyle anlatmaktadır:

    "1928 ya da 1929 yılı olsa gerekti. sıcak bir yaz günü yalova'daki atatürk köşkü'ne gitmiştim. başbaşa konuşuyorduk. düşünceli bir hali vardı. konuşurken gözleri ara sıra dalıyor, sonra toparlanarak yine sözlerini sürdürüyordu. ben izin isteyerek ayrılmak istedim, bırakmadı.

    "otur, seninle bir şey konuşacağım" dedi; oturdum.
    ne diyeceğini bekliyordum o, masanın üstünde duran bir kitabı eliyle gösterdi; tarih felsefesiyle ilgili fransızca bir kitaptı.

    - bunu okudum, bütün rahatım kaçtı, dedi. ben telaşlandım.
    -aman paşam nasil bir kitap bu böyle, müsadenizle göreyim diye kitaba uzanacak oldum, beni eliyle durdurdu:

    - bırak şimdi. kitap önemli değil, yazdıklarını sen de ben de biliyoruz. ama gözden kaçırdığım önemli bir problemi bana hatırlatmış oldu, derin derin düşünmeye başladım...
    bir süre sustu ve gökyüzü gibi gözleriyle yüzüme bakarak:

    - yaptıklarımız tehlikede! dedi.
    ben heyecanla sordum:
    - hangi yaptıklarımız?
    - cumhuriyet dahil, ne yapmışsak!
    - aman paşam olamaz. devletimizin dışta, içte itibarı büyük asayiş sağlanmış, memleketimizi onarıyoruz. herşey ileriediğimizi gösterirken yaptıklarımız nasıl tehlikede olabilir?
    - biliyorum, biliyorum, diye başını salladı. sonra gülümseyerek konuşmasını sürdürdü:
    - maddi potansiyelimiz yerinde... ama manevi potansiyelimizin bataryaları boş!...

    ben atatürk'ün bu sözlerinden hiçbir şey
    anlamamıştım, susup beklemeye başladım. o anlattı:

    - 1910'larda abdullah cevdet maskarasının içtihad'ında bir yazı okumuştum, hiç unutmam. milletlerin maddi ve manevi varlıklardan söz ediyordu. bir asker olarak beni çok ilgilendirmişti.
    bu, alman düşünürü ludwig büchner'in bir yazısı idi. manevi boşlukları doldurulmamış, beslenmemiş milletierin hangi maddi düzeyde olursa olsun, bir gün çökeceğini anlatıyor, ispatlıyordu. bunu ben kolay anlayabilirdim; askerdim, bir ordunun morali bozulmuşsa, hangi maddi gücü bulunursa bulunsun, savaşı kazanamazdı. ludwig büchner, milletlerin
    de böyle olduğunu ispatlıyordu.
    bütün hayatımda bu temel fikri hiçbir zaman bir kenara koymadım. ne yapsam, neye karar versem, maddi sorumlulukları, riskleri olduğu kadar, manevi sorumlulukları ve riskleri de tartar, gözden geçiririm.

    cumhuriyeti ilan ederken de, şapkayı giyerken de, arap harflerini bırakırken de düşünüp taşınmışımdır.
    her neyse bugün şu kitabı okuyordum, yazar bir yerinde:
    "tarihten, zaferlerden, büyük adamlardan yoksun milletler, maddi imkanları geniş olsa da ciddi bir sallantıya dayanamazlar, çöküp giderler" diyor.
    birdenbire düşündüm:
    layıkız dedik, dinle ilişiğimizi devlet olarak kestik. cumhuriyet dedik, rejimimizi tehlikeye düşürmernek için saltanat devrini kötüledik, kazanılmış büyük zaferleri bile birkaç satırda geçiştirmeğe başladık. latin harflerini aldık, yeni kuşakları binlerce yıllık geçmişimizin hazinesinden yoksun bıraktık. biliyorsun, bunları yapmak zorundaydık biz! batı'nın bir parçası olmak gerekti. ama, ya açılan manevi çukurlar? bunlar yaptıklarımızı giderek tehlikeye
    düşürür! bugünün meselesi değil bunlar elbet. ama biz yüz sene sonrasını bugünden düşünmek zorundayız".

    ruşen eşref ünaydın'ın başka yerlerdeki hatıratında atatürk'ün, türk tarih kurumu ile türk dil kurumu'nun açılışını bu maksatla ve halkın moralini yükseltmek için açtırdığı da yazılıdır:

    "türk soyu ve ulusu ile kıvanacağımız varlıklarımızı tarihin tozlu raflarından indirip ortaya koymalıyız. nasıl bir soydan geliyoruz, neler yapmışız? uygarlığımızın dünya uygarlığına katkısı nedir? milli
    misak sınırları içinde kalan topraklarımızın geçirdiği tarihi dönemler nelerdir?
    yer altında ve yer üstündeki hazinelerimizin envanteri nedir? bütün bunları arayıp ortaya koyacak bir müesseseye ihtiyacımız var. böylece milletimizin manevi temelleri sağlamlaşır, morali yükselir, büyük hamlelere girişir. tarihimiz'e ve dilimize önem vermek zorundayız".

    bu suretle gazi, bir taraftan tarih çalışmalarının yapılmasını emrederken, diğer taraftan da türk dilinin ilmi bir tedkike tabi tutulmasını istedi.
    o vakit tarihdeki birçok türk kavimlerinin medeniyetleri inceleniyordu. tarihte medeniyetleri incelenen türk kavimlerinin, dil hazinesi ihmal edilemezdi. tarihi hadiselerin aydınlatılmasına yarayacak vesikaların, herşeyden evvel dil bakımından halledilmesi lazımdı. nihayet, 1932 yılı temmuz ayında toplanacak olan türk tarih kongresi hazırlıkları sırasında okunan tezlerin tartışmaları bizzat gazi'nin huzurunda yapılmıştı. bu tarihi tedkikler ilerlerken gazi dil meselelerini de ele almak lüzumunu hissetti. bu sebepten, dil nazariyelerini izah eden kitapları okumaya başladı.
    o, her tarihi hadisede, dil vesikaları ile halledilecek meseleler olduğuna inanıyordu. işte bilhassa bu birinci türk tarih kongresi'nin hazırlıkları esnasında rüşen eşref, gazi'nin bu mes'elelerle çok meşgul olduğunu müşahede etmiştir.

    (bkz: rüşen eşref)
    (bkz: türk dili tedkik cemiyeti kurulduğundan ilk kurultaya kadar)
    türk dili, sayı: 2, 1933 (nakleden: konur ertop, "atatürk devriminde türk dili", atatürk ve. türk dili, türk dil kurumu yayınları, ankara 1963, s. 73).
  • üst edit: bir tane şerefsiz vardı devrim değil bunlar halka tecavüzdür diyen ama ss alana kadar kaçmış. ilk cümle onun için yazılmıştır.

    üstte ki yazarlar zannediyor ki atatürk tepeden indi yaptım dedi bitti. atatürk devrimini halkla birlikte kolkola savaşarak yaptı.

    işgal olmuş, ordusu kalmamış, orduyu bırak tek bir askeri mühimmatı kalmamıştı devlette halk sayesinde direne direne savaşa savaşa kazandı bütün kazandıklarımızı. ve sonra yine kazanılan hakları halka dağıttı. ben sizin padişahınızım demedi siz istediğiniz kişiyi seçebilin dedi demokrasiyi getirdi, devlet sadece istanbuldan ibaret değil dedi her ile imkanına göre fabrika açtı, okumak paşa çocuklarının değil herkesin hakkı dedi köy enstitülerini açtı. bunlar daha akla gelen ilk şeyler ama hala gelmiş atatürkü halktan koparmaya çalışıyorsunuz. size çok yazık

    o yüzden atatürktün yaptığı tam olarak devrimdir, halkla birlikte halkı için
  • türkiye cumhuriyeti kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı mustafa kemal atatürk tarafından girişimleri ile gerçekleştirilmiş toplumsal, kültürel, yasal ve iktisadi bir dizi düzenlemenin genel adıdır.
  • ablamız hırsla yazınca saldırıyı yanlış başlıkta yapmış. iddialar her ne kadar suser kaynağını saklamış olsa da (en alttaki kaynak dil konusuyla ilgili) ismet bozdağ denen yazara ait. bu yazar abdülhamid'in hatıratını bulduğunu iddia eden, laikliği atatürk'ün değil inönü'nün getirdiği gibi abuk bir fikri yaymaya çalışan, yazdıklarına en hafifinden temkinle yaklaşılması gereken birisi. daha fazla bağlam için (bkz: #36868501). hatırat adı altında rivayet yayınlayan biri. o onu demiş de, ona onu diyen de buna şunu demiş de şeklinde tarihi ve atatürk başta olmak üzere tarihi karakterleri kendi sığ görüşüne uydurmaya çalışıyor. abdülhamid'in isviçre bankalarında saklanan hatıratına erişip yayınlayan da bu zat. hatıratın gerçekliğiyle ilgili bir tane bile belge bulunmazken, sahte olduğuyla ilgili emareler çok. ama o hatırata dayanarak dizi çektiler, insanlar onu gerçek sanıyor. stalin'in aklına gelmez tarihi böyle tahrif etmek. böyle birisi atatürk'e sataşmak için fikirlerine müracat edilen bu bozdağ. atatürk'ü bu halkın kalbinden söküp atamadık en azından insanlar onu bizim yararımıza olacak şekilde tanısınlar ekolünün neferlerinden. şeytanın aklına gelmez atatürk'ü ruşen eşref üzerinden kötülemek. iyice azdınız, türk devrimine saldırırken bir hal oldunuz son günlerde. ruşen eşref'in görüşlerini öğrenmek isteyenler için:

    "atatürk, türk dilinin yabancılıktan arınmasını, öz güzelliğini geliştirmesini istedi ise bu, asla kendi şahsı için değil, milletinin ve türk geleceğinin yararına olmasından dolayı idi. atatürk, duyuşumuz, düşünüşümüz, dilimiz ve tarihimiz alanında bize milletçe yükselmenin, şaşırılarak yitirilmemesi gereken en doğru yollarını kendi insanının nuru ile aydınlatıp gösterdi."

    al sana maneviyat. kafalarından uydurma tarih yazıyorlar haspalar.

    en son fetö ve onun seküler görünümlü can dündar benzeri şakşakçıları atatürk de aslında insan, onun insan yönünü gösterelim bahanesiyle böyle bir organize saldırı tertip etmiş, neticesi ayaklanma yoluyla rejim değişimi girişimi olmuştu.

    anladık türk'le, türklükle, türk'ün has diliyle, devrimiyle sorununuz var ve o devrimi 100. yılında yani 2023'te bitirerek arapça alfabeye, şeri kanunlara ve saltanat benzeri bir sisteme dönmek istiyorsunuz. belki becerirsiniz de, ama atatürk'ün görüşlerine değer veren türk'ler o görüşleri dogma olarak değil, zamanın koşullarını en iyi yönde yorumlamak için bir rehber, bir metod olarak görüyorlar. fetönün belgeselli, köşe yazarlı projesinin neticesinde onların beklediği olmadı, aksine türk insanı atatürk'ün değerini bir kere daha anladı, ayyaş diye saldıranlar meydanlara, binalara resimlerini asmak zorunda kaldılar fetöcülere karşı halk desteği için. tekrar bitiniz kanlandı, lanet okumaya, küfür etmeye, atatürk devrimleri dilimizi yok etti demeye başladınız. devam edin, nasıl fetönün taktiği misliyle geri tepti sizinki de 12 eylül faşist cuntasının uydurmaları yerine gerçek atatürk'ü anlayan, onu cuntacıların okul kitaplarındaki yalanlarından değil, kendi çabasıyla okuyarak ve tarih sahnesindeki palyaçolarla ve rezilliklerle kıyaslayıp hak ettiği yere koyarak tanıyan bir nesil yetiştiriyor. bu konuda çok faydanız dokundu. çelebiler, bokdiller de atatürk'ten ekmek yiyemeyecek, zaten bir kısmı ayyaş diyenlerin safına geçti bu halkı uydurmalarla kandıramayacaklarını anlayınca. vizyonunuz iyi ve yeni bir şey ortaya koymak değil, yüz sene sonra arapça alfabeye, saltanat-halifelik kurup tekrar monarşi, teokrasi, şeri düzene geri dönmek. atatürk de aslında bunu istiyordu, maneviyat eksik kaldı propagandası dahi aslında bu yolda yenildiğinizin ispatıdır. bu kafayla kültür devrimi yapamamanız doğal. zamanın ruhunu ıskalayıp en iyi ihtimalle günümüz iran'ına benzeyeceksiniz. atatürk'ün tek pişmanlığı daha fazlasını yapamamış olmaktır. devrimler konusunda netti, şüphesi yoktu, kendinden emindi, etrafındaki karşı devrimcilere ve vizyonsuz hödüklere rağmen başarılı da oldu.

    düzeltme: dilbilgisi, yazım hatası
hesabın var mı? giriş yap