• cartier, vakko veya patek philippe mağazalarının ince zevkli tasarımlarını kimler yapıyorsa işte bu kütüphaneyi onlara vermeli ve sonuçta ortaya içinde kitap okunacak mücevher güzelliğinde ayrıntılarla bezeli şık ve kitap denen olaganüstü nesnenin unutulmaz bir mekânı olmalıdır.

    kütüphane belediyeden bağımsız, doğan hasol, celal üster, selahattin özpalabıyıklar, bülent somay, şule gürbüz, ebru akkaş kuseyri, armağan ekici, meral uğurlu, oruç aruoba gibi mümtaz şahsiyetlerin yönetiminde bulunduğu bir vakfın uhdesine verilmeli, ziya osman saba ile borges okuru olmayanlar burada çalıştırılmamalıdır, duvarlarda paul gauguin ve rengin saltık'ın resimleri olmalı, masalarda ise türünün en güzel örnekleri olan masa saatleri olmalı, kütüphane adına dolmakalem, mürekkep ve defter üretilmeli, daimi nöbetçi kütüphane olarak hizmet vermeli ve günün 24 saati dini ve resmi bayramlar dahil açık olmalıdır (kitap okumanın tatili olmaz, kitap okumanın kendisi bir bayramdır).

    yapı ve öz bakımından muazzam olan bu kütüphanenin kendi adına bir dergisi ve yayınevi olmalıdır, haftada bir oda müziği konserleri düzenlenmeli, çello ya da piyano sanatçıları davet edilip kütüphane okurlarının kulakları da kitap hışırtısından başka bir müzikle şenlenmelidir. kapıdan sizi milletvekili maaşı alan güleryüzlü insanlar karşılamalı masanıza götürmeli istediğiniz kitap ehil eller tarafından yanınıza getirilmelidir, çünkü kütüphaneye giden insan pamuklara sarılmalı ve sırtı pışpışlanmalıdır, kütüphaneye giden insan da haddini bilmeli, kütüphaneye en güzel, en temiz giysileriyle düğüne gider gibi gitmelidir.

    bir akşam vakti ahmet haşim veya salah birsel okur, bir yandan satır aralarından boğaziçinin kalbinizden geçen derinlikteki sularını izlerken, kütüphanede filtre kahve veya adaçayı içilebilmelidir.

    -bütün bunlar feleğini şaşırmış bir kitap aşığının gündüz rüyasıdır-
  • nam-ı diğer "belediye kütüphanesi"
    eksiğiyle gediğiyle bir yeri bir kere severseniz, ondan kolay vazgeçemezsiniz. altıgenliğini severim buranın, "petek", bal, arı, çalışmak çağrışımları gelir peşi sıra. bir de abartarak gülün adı'ndaki* kütüphaneyi de öyle hayal ederdim, ayrı konu. aydınlığı da okumaya sevk eder, yılın en karanlık günlerinde bile masa lambasını yakmaya pek ihtiyaç duymazsınız, kocaman manzaralı pencereleri sayesinde.

    galiba 10-12 yıl oldu bu kütüphaneye girip çıkmaya başlayalı. girişte solda vestiyer vardı, çantanızı boşaltıp oraya vermek zorundaydınız. laptop sokamazdınız, yasaktı. sonradan serbest yaptılar onu, ama çantasız götürmek zorundaydınız onu da. o zamanlar şimdiki üst kattaki okuma salonunun solundaki kısım boş fiş kutuları, kütüphaneye emeğe geçenlerin çerçeveli resimleri, ortaya yayıla yayıla kurulmuş eski tip fotokopi makineleriyle nispeten atıl durumdaydı (şimdi bir sürü masa koydular, raflarda da kitaplar var). yine aynı katta şimdi bilgisayarda tarama için ayrılan sağ taraf da biraz öyle karışıktı. altıgen salonun ortalarında da kısa, 1 metrelik kitap rafları vardı. şimdiki kadar kalabalık değildi, vize-final zamanları, sene sonu liselerin "dönem ödevi" zamanları fazladan bir kalabalık olurdu sadece. yirmi dakika sonra istediğiniz kitap depodan gelirdi, tabii asansör zamanını yakaladıysanız. ödünç bölümünden üç kitap alabilirdiniz eve götürmelik, eğer üyeyseniz. fakat gerek üyelerin sorumsuzluğundan gerekse takip sisteminin yetersizliğinden o kitaplar iki haftada okunup geri gitmezdi bir türlü.

    süreli yayınların bulunduğu alt katta istanbul kitaplığı ayrı bir bölümdeydi, oradan kitap alacaksanız ayrı fiş doldururdunuz, nadir eserler, mektuplar vesaire hep oradaydı. gene yanılmıyorsam cd yöntemiyle çoğaltabiliyordunuz, eski harfli yayınları (çok pahalıydı, bir servet bırakırdınız). yeni harfli süreliler içinse farklı bir prosedür vardı. fotoğraf makinenizle çekim yapamazdınız, yasaktı. şimdi hiç denemedim, bilmiyorum durum nasıl. bu katta iki tane memur abi vardı, hele bir tanesinin türkçesinin fasihliğine, gazete ve dergiler hakkındaki bilgisine, okuyucuya yaklaşımına hayrandım. daha yardımcı ve daha "dolu"ydular. tabii orada da yirmi dakikada bir gelen asansör çilesi mevcuttu ki hâlâ aynı tas aynı hamam. sanırım şimdiki "halk" bölümünün girişi de ("çocuk" da olabilir, karıştırıyorumdur), bahçede bir yerdeydi.

    bütün bir 2004 yazını çalışarak geçirdiğim, müdavimlerine aşina olduğum kütüphane (sanırım) 2005'te tadilata girdi, ben tam tezimi yazacakken, en az 2 yıl kapalı kaldı. o arada beyazıt devlet kütüphanesi'ne devamla, bitirdim tezimi. sonra geldiğimde burayı son derece değişmiş buldum, iki resim arasındaki 7 farkı yazacak değilim. asıl bana uzun uzadıya bütün bunları yazdıran, lisanstayken, mastıra hazırlanırken ve mastırda zaman zaman sohbet ettiğim, bana (manevi de olmak üzere) yardımları dokunmuş, her şeyiyle "asil" bir insanın, üst katta akülü arabasıyla raflar arasında dolaşan, bankonun o zamanki kıdemlisi cemalettin beyin vefat ettiğini öğrenmem. bir omurilik rahatsızlığı vardı sanıyorum, öyle şeylerin aslını astarını soramam insanlara. emekli olduğunu sanıyordum, "emekli olacağım" diyordu. 2 yıl olmuş üstelik. 2 yıldır hiç sormamamdan utandım. küçük şeylere dikkati olan bir adamdı, daima saygılı ve mesafeliydi, ama konuşsanız içinden neler çıkacak insanlardandı kim bilir. güzel hatırlanmak, bir insanın sahip olabileceği en büyük miras galiba...
  • sandalye kapmacanın müziksiz versiyonunun oynandığı kitaplık.
    (bkz: sona kalan dona kalır)
  • kartpostal arşivlerini dijital ortamda halka açmışlar. tarihten portreler ilginç, istanbul'dan manzaralar ise gözleri mest ediyor!
  • müthiş boğaz manzarasına dalmışken toefl kitabı üzerinde sızdığım hatta üstüne bir de rüya gördüğüm kütüphane. (benim için yatakhane bile olabilir.)
    "yazık yazık sen çok yorulmuşsun." deyip kahve ısmarlayan insanları barındıran, bahçesi de pek sevimli olan, çeşitli sergilere de baba ocağı olan sepsevimli ilim irfan yuvası.
    pek tatlı anılar da barındırır. mesela harıl harıl arştırma yapıp beyni deniz anası kıvamına getirmişken tam karşınızda oturan bir ressam minik resminizi çizip büyük mutluluklara sebebiyet verebilir.
    çoğu kütüphanenin saat 5 oldu mu kapanması, atatürk kitaplığının ise saat 7ye dek açık olması kendisini cazip kılan ayrı bir özellik.
  • istanbul büyükşehir belediyesi kütüphane ve müzeler müdürlüğü'ne bağlı.. içinde kitap olmasa "atatürk bankası" denilebilecek paralı kitaplık. bir adet eski istanbul kartpostalının cd'ye aktarımı 6 tl -aynı işlem beyazıt kütüphanesinde 1 tl-.. fotokopiyi kağıt israfı olmasın diyerek önlü arkalı çekilmesi istenildiğinde el cevap, yasak -birçok kütüphane aynı ücrete önlü arkalı fotokopi çekiyor. belediye çalışıyor!-.. dijital aktarım ve diğer veri materyalleri de yine banka zihniyetinde işliyor.

    kamu yararı, eğitim, ilim vs hak getire.. tek amaç var sermaye. nasıl bir kitaplık/kütüphane zihniyetidir böyle anlayan beri gelsin!. boğaz manzarasına fiş kesmeyi unutmuşlar hayret!.

    ölüm öncesi sessizliği ve arada başınızı okuduğunuz kitaptan kaldırdığınızda güzel bir istanbul manzarası görmek için gidilebilir. * istanbul kazan sen kepçe, o veri tabanı senin bu veri tabanı benim diyerek online tara ulaşabildiğine ulaş en son baktın hiç bir yerden eline kayda değer bir şey geçmedi o zaman buraya git.

    ücretli edit: duyduğuma göre fiyatlar zamlanmış artık 7tl imiş.. yuhh artık diyorum. ve her kim bu kitaplığa ayak basar ise şikayet etsin.
  • sevdiğim bir kütüphanedir. ancak süreli yayınlar bölümünde ne zaman işim olsa bir sorunla karşılaşırım, bu son gidişimde de öyle oldu, asansörü döven bir görevliyle bile karşılaştım, ilkel bir anlaşma sistemi var demek depo ile (asansöre vurarak haberleşiyorlar sanırım).

    dandik bir fotoğraf makinesiyle (eskiden nikon vardı, keskin çekimler yapıyordu canon'a geçmişler şimdi, yumuşak tonlarda biraz büyütünce patlayan görüntüler, jpeg değil de tif isteyecektim sonra vazgeçtim).

    istenen sayfaların çekimini yaptırmak istedim, oysa kulakları ve gözleri çevredeki konuşmalara ve hareketlere ayarlı olan hayattan bezmiş görevlinin her defasında dank! dunk! diye düğmesine bastığı için sallanıp duran makinenin gösterdiği performans rezalet
    (sonradan 100 sayfalık bulanık görüntüyle karşılaştım) siz siz olun kendi fotoğraf makineniz ile gidin.

    sayfa başına 20 kuruş ve ayrıca 1 tl cd ücreti isteniyor.
    (nakit verirseniz makbuz verilmiyor, kredi kartı ile ödenmesi isteniyor.)

    cd yazmayalı uzun zaman olduğu için cd ile karşılaşınca garipsedim birden.

    ayrıca harici disk kabul edilmiyormuş, bilgisayarlarının güvenliği tehlikeye girermiş çünkü. gariban harici diskim potansiyel suçlu ilan edilmiş oldu böylece.

    zaten bu ülkede araştırma yapan, kütüphaneye giden insan sayısı çok az, güzel bir kitaplık var elinizde, bari iyi yönetin demek isterim.

    insanın işini sevmesi çok önemli, bir kez daha anladım.
  • 7/24 açık olması güzel sevindirici bir hizmet ama onu da eziyete dönüştürmüşler, eskiden çantayı ve kimliği bırakıp içeri girerdiniz, çanta almayı bıraktılar sonunda. şimdi ise girişte sadece kimlik bırakıyorsunuz kimliğinizi, kimlik no'nuzu bilgisayara aktarıp kaydediyorlar, kimlik no yoksa giremiyorsunuz. ayrıca kütüphane dolu olduğunda içerden birileri çıkana kadar insanları kapıda bekletiyorlar, beyaz masaya yazan arkadaşıma cevap olarak 225 kişilik oturma kapasitesi olduğu için böyle yaptıklarını bildirmişler. 15 milyonluk istanbul'un 225 kişi kapasiteli halk kütüphanesi. ne de güzel ama.
  • öyle bir memleket düşünün ki; en önemli kentinin en büyük kitaplığı. internetten araştırıyorum, bakıyorum, aradığım bir kitap var o da istanbul sınırları içerisinde bir tek atatürk kitaplığında. bu arada bu koca kitaplığın bir yordam dışında kendine ait bir internet sitesi olmadığını farkediyorum. "enteresan" diyerek kayışdağı'ndan gümüşsuyu'na doğru uzun bir yolculuğa çıkıyorum. nihayet kitaplığı bulduğumda bir şantiye görüyorum görevliye soruyorum, "burası tadilatta sanırım, peki kaynakların taşındığı yeri öğrenebilir miyim?" "yok öyle bir yer" der gibi bakıyor suratıma, "4 - 5 ay daha açılmaz birader" diyor. üzülüyorum. düşünüyorum, düşünüyorum, halimize acıyorum, bu kadar büyük bir kitap arşivinden götü boklu bir tadilat için insanları mahrum etmeyi aklım almıyor. "kardeşim" diyorum kendi kendime "madem tadilattasın, bu arşivi başka bir yere taşıman gerekmez mi?" kültür bakanını anlamaya çalışıyorum, anlayamıyorum. tekrar üzlüyorum, bari gelmişken istiklalde bir bira içeyim diyorum. nevizadeye giriyorum.
  • ygs ye sayılı günlerin kaldığı şu dönemde ciddi anlamda ergen yuvası haline gelmiş harika kütüphane. sabah 8de geldim yine de her yer dolu. üstelik oturmak için numara alıp gidiyorlar, kütüphanede durmuyorlar bile. kaynaklarla çalışacak insanlar da gelip kapıda yer boşalmasını bekliyorlar. tam olarak liseye, dersaneye çevirmiş, maymun etmişler güzelim kütüphaneyi.
hesabın var mı? giriş yap