• birkaç sene sonra cumhuriyetin yüzüncü yılını kutlayacağız. fakat daha hala temel insan haklarının korunduğu, hukukun üstün tutulduğu modern devlet anlayışına geçemedik. cumhuriyetimizi “hukuk devletine” dönüştüremedik. tek adam rejimlerinden kurtulamadık. atatürkçü yakınlarım ve arkadaşlarımla “ne olacak bu memleketin hali?” minvalinde yaptığımız güncel siyasi tartışmalar, biraz da benim (bilerek-bilmeyerek) kışkırtmamla hemen geçmişe, cumhuriyetin kuruluş yıllarına ve atatürk’e dair bir tartışmaya dönüşüveriyor. bir bina bu kadar çatırdıyor ve sallanıyorsa temelinde bir bozukluk olmalı değil mi?

    bu tartışmalardan yola çıkarak en çok karşılaştığım iddialara verdiğim cevapları sıraladım aşağıda. kendi görüşlerimi toparlamak ve özetlemek adına… cevaplarım, kurucu ideolojinin resmi öğretisini paylaşıyorsanız ezberinizi bozacaktır. rahatsız edecektir sizi. iman sahibiyseniz “putu inkâr edilen” inanç sahipleri gibi öfkelenebilirsiniz. hayır, inanç değil fikir sahibiyseniz ve peşin hükümlerden arınmış, sorgulayan açık bir zihniniz varsa belki görüşleriniz değişebilir; “acaba?” sorusunu sorabilir, ilk mektepte “size ezberletilenlerden” kuşku duyabilirsiniz.

    cesaretiniz varsa başlayalım...

    “atatürk diktatör değildir.”

    kemal atatürk ittihat terakki’nin b takımına mensup, “batılılaşmaktan” yana bir osmanlı paşasıdır. modern türkiye’nin kurucu babasıdır. geleneksel bir toplumu “otoriter yönetmelerle” çok kısa bir sürede batılı ve laik bir millet yapmak istemiş pozitivist, tepeden inmeci ve pragmatist bir burjuva devrimcisi, bir aydınlanmacı despottur. fransız ihtilalinden etkilenmiştir. hiç bir ama’nın arkasına sığınmadan, kişileri tanıma uydurmaya çalışmadan, hain, şerefsiz, terörist, vatan haini diye damgalanmaktan korkmadan atatürk bu tanıma uyuyor mu, uymuyor mu bakalım. türk dil kurumuna göre diktatör: “bütün siyasi yetkileri kendinde toplamış bulunan kimse...” yani... açalım biraz: bir ülkede muhalefet partilerin kurulmasına ve yaşamasına müsaade edilmiyorsa... meclis kapatılmış ya da işlevsiz hale getirilmişse... birbirlerinden bağımsız olması gereken üç kuvvet, yasama-yürütme-yargı tek bir kişinin, partinin ya da zümrenin elinde toplanmışsa... basın özgür değilse... muhalif gazeteciler, yazarlar, aydınlar hapse atılıyor, sürgüne gönderiliyor veya öldürülüyorsa... hukuk ve yasalar yalnızca kâğıt üstünde kalıyorsa... insan hakları rahatlıkla ihlal ediliyorsa... efkârı umumiye korkutulmuş ve sindirilmiş ise... o ülkede diktatörlük vardır, bunları yapan kişi diktatördür!

    “savaştan çıkmış bir ülke… yıkılmış bir imparatorluğun enkazı… yoksul, cahil ve eğitimsiz halk… bizi parçalamak isteyen dış güçler… bu şartlar altında demokrasi olmaz.”

    her diktatörün kendince geçerli bir “bahanesi” vardır. hitler’e göre birinci dünya savaşını kaybetmiş, 1929 dünya bunalımında iflas etmiş almanya bütün kötülüklerin nedeni olan “yahudilerden” kurtarılmalıydı. ıı. abdülhamid iç ve dış düşmanlarla boğuşmaktaydı. enver paşa da yıkılmakta olan bir devleti kurtarmak istemişti. bugün de, seçim iptal eden, gazetecileri tutuklatan, basını satın alan erdoğan yaptıklarını meşrulaştırmak için sık sık “beka sorununu” öne sürmüyor mu? kemal atatürk diktaya yönelmekte haklı değildi. çünkü: 30 ağustos 1922’de yunan ilerleyişi kesinlikle durduruldu. ordu 9 eylül’de izmir’e girdi. 1 kasım 1922’de saltanat kaldırıldı. 17 kasım’da son padişah vahdettin istanbul’u terk etti. temmuz 1923’de lozan imzalandı. ekim 1923’de istanbul geri alındı. 29 ekim’de yeni rejimin adı konuldu. bu tabloya baktığımızda ülkenin işgalden kurtarıldığını, misakı milliye göre sınırların tayin edildiğini görüyoruz. yani kemal atatürk’ün muhalefeti susturması için bir “dış tehdit” söz konusu değil. üstelik en çetin dönemeç demokratik ve çoğulcu birinci meclis döneminde geçilmişti. ankara’daki ilk meclisin sıralarında kalpaklı milliyetçiler ve sosyalistler, sarıklı hocalar, şalvarlı aşiret reisleri, fesli osmanlı memurları hep bir arada oturmuş, tartışmış, vatanın kurtulması için birlikte çalışmışlardı. fakat “kurtuluş mücadelesi” bitip de “kuruluş mücadelesi” başlayınca, diğerlerinden başka düşünen ve meclis başkanı ile başkomutan yetkilerini taşıyan mustafa kemal kafasındaki “batılılaşma projesini” uygulayabilmek için adım adım muhalifleri susturma yolunu seçti. mart 1923’de trabzon milletvekili ali şükrü bey kuşkulu şekilde öldürüldü. nisan 1923’de yapılan seçimlerde meclis yenilendi ve mustafa kemal’in deyimiyle “kız gibi bir meclis” kuruldu. bu seçimlerde muhalif vekillerin tekrar aday olması engellenmişti. cumhuriyetin ilanından sonra ihtilafa düştüğü silah arkadaşları (kazım karabekir, rauf orbay, ali fuat cebesoy, refet bele) 1924’de ayrı bir siyasi parti kurmuşlardı: terakkiperver cumhuriyet fırkası. 1925’de şeyh sait isyanı bahane edildi, “takrir-i sükûn kanunu” çıkartıldı, tcf kapatıldı. kurucuları çok geçmeden, 1926’da izmir suikastı davasında idamla yargılandı, beraat ettirildiler. ama hepsi siyaset sahnesinden çekilmek zorunda kalmıştı.

    “atatürk ne yapılması gerekiyorsa onu yaptı.”

    başka türlü bir modernleşme mümkün değil miydi? bence atatürk’ün yaptığı en büyük hata halk partisi’nin başına geçmek, 1925’de takriri sükûn kanununu çıkartmak ve muhalefeti susturup “dikta rejimine” yönelmek ve tepeden inme usullerle ülkeyi sopalayarak batılılaştırmaya, türkleştirmeye ve laikleştirmeye çabalamak. oysa partiler üstü bir konumda tarafsız bir cumhurbaşkanı kalarak çok partili demokrasinin yerleşmesi için uğraş verebilirdi. atatürk partiler üstü değildir. bunu kendisi istememiştir. halk fırkasının kurucusu, ilk genel başkanı ve ebedi şefidir. ölene kadar da bu sıfatı taşımıştır. o çağın modasına uyarak radikal ve imkânsız olanı seçti. bürokrat diktası altında kültür devrimine yöneldi. bugün kemalist devrimleri sahiplenen ateşli ve fanatik bir kitle var. devrimleri ve karizmatik kişiliği yıllardır tartışılsa da, ölümünün üzerinden seksen sene geçmiş olmasına rağmen ülkenin yarıya yakını onun fikirlerinin ve devrimlerinin inançlı takipçisi. fakat bu kitle kabul etmese de, bugün türkiye birbirine düşman iki kampa ayrılmışsa, hukuk devleti değilsek bunda kemal atatürk’ün ve o dönem bilhassa dine ve geleneğe karşı girişilen düşmanca tavırların önemli bir payı var. bu vahşi ve akıl dışı politikanın bedelini hala ödüyoruz toplum olarak. kürtler “türkleşmedi”. dindar anadolu köylüsü de “laikleşmedi”. batı’yı ne kadar tanıyoruz? türkiye aydınıyla, memuruyla ne kadar batılılaştı, bu bile tartışılır. sadece “geçmişi, geleneksel kültürü unuttuk” ve toplum olarak “iki kampa bölündük” o kadar. mustafa kemal’in aceleciliği osmanlı/türk modernleşmesini sakatladı.

    “atatürk de müslümandı. islam’a değil islamiyet’i kullanan tarikatlara, hocalara karşıydı.”

    türkiye’de kendisini sevenler, atatürk’ün de müslüman olduğunu ispatlama çabası içindeler. masumane ve çocukça bir çaba… kemal atatürk’ün devrimlerinin kalbinde “laiklik” fikri yatıyordu. yani önce siyasetin, eğitimin ve hukukun sonra da hayatın inançtan (islam’dan) arındırılmasını istiyordu. mustafa kemal’e göre tek hakiki mürşit vardı: bilim! yazının değiştirilmesinin de, tevhidi tedrisat kanununun da, medreselerin ve ilahiyat fakültelerinin kapatılmasının da, kur’an’ın ve ezanın türkçeleştirilmesinin da temel amacı islamiyet’in zayıflatılmasıdır. “türkçe ezan ve türkçe kur’an dini neden zayıflatsın?” diyenler çıkabilir. haklıdırlar. ben de hiçbir cemaate veya tarikata üye olmadan, dinin ana kitabımız kur’an’dan okuyup anlaşılabileceğini savunanlardanım. fakat burada niyete bakmalıyız. karabekir paşa kur’an’ın türkçeye tercüme edileceğini öğrenince atatürk’ün kendisine “evet karabekir, arap oğlunun yavelerini (saçmalıklarını / yalanlarını) türk oğullarına öğretmek için kur’an’ı türkçeye tercüme ettireceğim. ve böylece de okutacağım. ta ki budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler…” dediğini iddia ediyor. ayrıca dönemin diğer uygulamaları da karabekir’in iddiasını doğruluyor. mesela 1933 üniversite reformu, ilahiyat fakültesinin kapatılması, dini öğrenimin yasaklanması vb. son tahlilde, hiç kimse bir başkasının akıbeti hakkında hüküm vermeye ehil değildir. fakat islamiyet’le mücadele etmiş birisinin ya da birilerinin de “müslüman olduğunu” iddia etmek saçmalığına düşmemek gerekir. bu, en başta o kişinin hatırasına ve düşüncelerine saygısızlıktır!

    “türkiye cumhuriyeti yanlış mı kuruldu?”

    cumhuriyetin ilanıyla osmanlı devleti yıkılmamıştır. devlet aynı devlettir. yalnızca rejim ve kaporta değiştirilmiştir. bu da, 1839’da tanzimat’la başlamış, birinci ve ikinci meşrutiyetle hız kazanıp nihayetinde 29 ekim 1923’de (doğrusu 1 kasım 1922’de) cumhuriyete evrilmiştir. türkiye cumhuriyeti’ni kuran kadrolar insan hak ve özgürlüklerini, hukukun üstünlüğünü ve milli iradeyi (yani demokrasiyi) pek önemsemedi. kafalarında bir modernizasyon projesi vardı. bunun için muhalefeti susturdular. dikta rejimine yöneldiler. toplum da rejim de “sakat” bırakıldı. yirmi beş yıllık tek parti diktatörlüğü döneminde, evet millet esir alınmıştır. bunun aksini ispatlayacak hiçbir siyasi veri gösterilemez. atatürk romantizmi yapmaktan vazgeçmek, gerçekçi olmak gerekirse… her devlet başkanı gibi, her otorite gibi iktidarının keyfini çıkartmış, zenginliklerinden faydalanmıştır. o da çevresi de... gücünü rakiplerini ve muhalefeti tasfiye etmek de kullanmış, yarattığı “muhalefetsiz düzen içinde” vefatına kadar keyfi iktidarını pekiştirmiştir. yapılanları kabul edersiniz ya da etmezsiniz, orası ideolojinize bağlı değişir. kemalizm “osmanlı tarihini, dini ve geleneksel kültürü” unutturarak, toplumu emirle-yasakla-baskıyla daha batılı, daha laik yapmak istediği için anadolu köylüsü tarafından sevilmiyor, benimsenmiyor.

    “bugün kemalizm’i ve atatürk’ü eleştirmek bize ne kazandıracak?”

    her türk’ün doğuştan edindiği o berrak zihin kemalizm denen çağ dışı totaliter ve faşizan ideoloji tarafından tecavüze uğramaktadır. kemalizm kaç kuşağı zehirledi? kaç nesli mahvetti? oysa hedef “fikri hür, vicdanı hür” nesiller yetiştirmekti. ne kemalizm ne de islamcılık devletin resmi ideolojisi olmamalı. devlet çocukların zihinlerinden elini çekmeli. türkiye’de devletin değil bireylerin hak ve özgürlüklerinin önemsendiği, hukukun üstün olduğu gerçek bir demokrasi kurulacaksa kemalistlerin de esaslı bir öz eleştiri yapması gerekmektedir. bu eleştiri yapılmadıkça hakiki demokrasiye ve hukuk devletine geçiş yapamayız. siyasal islam’ın panzehri kemalizm değil, liberal demokrasidir. yani hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı, şeffaf yönetim… v.b. ne yazık ki, kemalistler de islamcılar da devleti sınırlamak değil, ele geçirmek, hazineyi kendi yandaşlarına peşkeş çekmek ve kendi gibi düşünmeyenlere karşı siyasi tahakküm kurmak ve muhalefetsiz yönetmek istiyor. kemalizm cumhuriyeti ilan etmiş olmasına rağmen nesillerin özlediği hukuk devleti idealine ulaşamadı. yakın tarihinde diktatörlük, darbe, darağacı, istiklal mahkemeleri, işkence olan bir ülkede demokrasi ve hukuk vardı da “akp diktası” yok etti öyle mi? türk insanının ciddi bir tarih eğitimine tabi tutulması lazım. kemal atatürk modern türkiye’nin kurucu babasıdır. bugün artık tarihteki saygın yerine bırakılmalı, hukuk ve insan hakları için mücadele edilmeli. mustafa kemal bunun motivasyon objesi olamaz. çünkü kemalizm demokrasiyi içermez ve içselleştirmemiştir. demokrasi ve hukuk devleti için verilecek mücadelede temel referanslarımız batılı liberal filozoflar ve metinler olmalı. 5816 numaralı kanun türkiye’nin neden hiçbir zaman insan haklarına saygı duyan bir hukuk devleti olamayacağının göstergesidir. devletin, paşaların, cumhurbaşkanların etrafında kanunlarla duvarlar örüldüğü bir ülkede ifade özgürlüğü nasıl gelişecek? fikri hür, vicdanı hür bir birey olmanın yolu hiç kimsenin askeri, müridi, militanı olmamaktan geçmektedir. fakat orta doğu’da insanların inançlarını tartışmaya açmak çok tehlikeli bir şeydir. erdoğancı bir ak partili ile tartışmanın bir kemalist ile tartışmaktan pek farkı yok. her ikisi de radikal... peşin hükümlü ve militan... kafalarının işleyişi aynı, yalnızca renkler değişik. kemalistlerde de, islamcılarda da entelektüel derinlik sıfır... hoşgörü sıfır... saygı sıfır... kültür sıfır... eleştirel düşünce sahipleri küfür yemeyi göze almalıdır.

    “atatürk put değil. kim tapıyormuş atatürk’e? bunlar iftira…”

    tarihi salt kahramanlar üzerinden okumak onları yüceltmeye ya da yerin dibine sokmaya götürecektir bizi. tarih ekonomik, siyasi ve kültürel onlarca sebep-sonuç ilişkisiyle biçimlenir. akıllı insanlar bunu konuşur. aptallar ya kahramanlara küfreder ya da onlara tapınır. biz ikincisini seçiyoruz mütemadiyen. orta doğu toplumu olduğumuz için olsa gerek… bu coğrafyada kişiler kutsallaştırılır, putlaştırılır. kendilerine ilericilik atfeden kemalist’leri de bu hastalıktan asude düşünemeyiz. her bağnaz toplumda kişi putlaştırılır. kimileri her iyiliği, her olumlu şeyi puttan bilirken kimileri de aynı refleksin yarattığı zıt düşünceyle her kötülüğün kaynağı olarak o putu görür. ortaya puta övenler ve sövenler olmak üzere farklı gibi görünen iki ayrı grup çıkar. kurucu lider tarihsel kimliğinden kopartılarak “kutsallaştırılmamalı!” atatürk’ü kutsallaştırıp kutsallaştırmadığınızı nasıl anlarsınız? çok basit… şu sorulara samimiyetle cevap vererek: “olmasaydı olmazdık” mı diyorsunuz? hiç hata yapmadığını mı sanıyorsunuz? onu sevmeyenlere küfür mü ediyorsunuz? eleştirilmesinden rahatsızlık mı duyuyorsunuz? her yere fotoğrafını asıp, her sözünü doğru mu kabul ediyorsunuz? etrafında yasak duvarlar, dokunulmaz alanlar mı örüyorsunuz? anıtkabir’i ziyaret edince onun huzuruna çıktığınızı mı düşünüyorsunuz? nutuk’tan kutsal bir kitaptan söz eder gibi mi söz ediyorsunuz? gündelik hayattan siyasete kadar hemen her şey için onun öğretisini referans mı alıyorsunuz? imzasını arabanıza çıkartma, kolunuza dövme mi yapıyorsunuz? her yere onun adı verilsin mi istiyorsunuz? ülkenin zor günlerinde ondan yardım ve kuvvet isteyip, yönetenleri ona şikâyet mi ediyorsunuz? siyaseten her doğrunun ve çözümün onda olduğuna mı inanıyorsunuz? “evet” ise kusura bakmayın ama siz, “ben hiç bir dogma bırakmadım” diyen bir adama tapıyorsunuz! üstelik sevdiğinizi söyleyip, hürmet gösterip hürmet beklediğiniz adamın “manevi mirasına” en büyük kötülüğü siz yapıyorsunuz!

    “halk cahil bu nedenle chp’ye oy vermiyor.”

    chp bürokratik oligarşinin uzantısıdır, parti değildir, aygıttır. sanıldığı gibi halkçı da değildir. tarihi boyunca halka değil, orduya-yargıya-üniversiteye dayanmıştır. bürokratik oligarşinin ideolojisi kemalizm’den tamamen kurtulmadığı sürece tam anlamıyla özgürleşemeyecek ve halkın partisi olamayacaktır. halk da bunu gördüğü ve sezdiği için chp’ye oy vermiyor.

    “türkiye’de sol kemalist’tir.”

    maalesef… türk solunun en büyük günahı kemalizm’den kurtulamamış olmasıdır. oysa solu en çok resmi ideoloji ezmişti. daha 1920’de mustafa suphi ve arkadaşları karadeniz’de boğdurulmuştu. nazım hikmet, kemal tahir, hikmet kıvılcımlı gibi isimler bu dönemde hapse mahkûm edildi. sabahattin ali yine bu dönemde öldürüldü. resmi ideolojinin sol hareket üzerindeki baskısı, yasakları hiç bitmedi. sağ partiler iktidara geldiklerindeyse yine resmi ideolojiyle ittifak yaparak solu ezmeye devam ettiler. soğuk savaş yıllarıydı… komünizm en büyük tehlikeydi! tek anlaştıkları konu da bu oldu. kemalizm solculuk değildir. kemalizm jakoben karakterli, “halka rağmen halk için” bir modernleşme projesidir. solculuk, sosyalizm emekten yana tavır koymaktır. toplumu ve üretim biçimini emekten yana değiştirmektir. kemalizm “devlet eliyle zengin sınıf yaratmak” ister. bir yanıyla da devletçidir. toplumu imtiyazsız, kaynaşmış bir kitle olarak görür. ona göre sınıflar yoktur. tabi sömürü de... kemalizm ile solculuk nasıl bağdaşıyor? her ikisi de sekülerizm ve laikliği prensip haline getirdiği için mi? hadi daha açık yazalım: her ikisi de din karşıtı olduğu için mi? işte bu nedenle ne kemalizm ne de solculuk bu topraklarda tutunabiliyor. oysa türk insanının inancıyla, tarihiyle, kültürüyle sağlıklı bir diyalog kurabilen sol kalıcı olabilirdi.

    “kemalizm ve atatürk bu ülkenin teminatıdır.”

    ülkenin teminatı ne dindar nesildir ne de kemal atatürk’ün askerleridir. ülkenin teminatı barış içinde bir arada yaşamaktır. bunu sağlayabilmenin ilk koşulu da insanların değerlerine, inançlarına ve fikirlerine saygı duymak! caminin veya kışlanın askeri olduğunuz sürece saygı değil öfke duyarsınız.

    “kemalizm mi kaldı. akp kemalizm mi bıraktı?”

    kemalizm ölmedi, geri geldi. stadyumlardan meydanlara her yerde izmir marşı söyleniyor, çalınıyor. akp iktidarı döneminde, kemalistlerin atatürk’ün ne kadar yanılmaz ve ulu bir lider olduğuna olan inançları pekişmiş durumda. bugün düne göre çok daha coşkulu, inançlı ve ısrarcılar.

    “kemalizm neden ölsün ki?”

    kemalizm ölmemeli. resmi ideoloji olmaktan çıkartılmalı. tarihteki bütün devletleri ve siyasi otoriteleri insan haklarına, hürriyete ve hukuka gösterdiği hürmete göre değerlendirmeliyiz. elimizdeki ölçü “hukuk devleti” olunca, abdülhamid’in de, enver paşa’nın da, kemal atatürk’ün de, adnan menderes’in de, erdoğan’ın da düştüğü “doğu despotizmini” eleştirmemek mümkün değil.

    “sen akp’li misin?”

    cumhuriyet tarihi bürokratik askeri vesayet (devlet) ile sivil hükümetlerin (halk) çekişmesinin tarihidir. türkiye’deki çatışmanın temelini tarihte arayınız. laik-dindar, modern-geleneksel, batılı-doğulu, oryantalist-yerli... bu ikilik 1839’dan bu yana devam ediyor. 3 kasım 1839 tarihinde sadrazam mustafa reşit paşa’nın gülhane parkı’nda okuduğu tanzimat fermanı ile atıldı toprağa tohum. iki yüz yıldır fikirleri farklı, değerleri farklı, mefkûresi farklı, giyimi farklı, hayat tarzı ve anlayışı farklı iki gerçekli, iki milletli bir toplumuz! birbirimize saygı duymazsak... hukukun üstünlüğünü kabul etmezsek... insan hak ve özgürlüklerini benimsemezsek... devlet aygıtını yani mektepleri, mahkemeleri, meclisi, polis gücünü birbirimizi değiştirmek için kullanmaktan vazgeçmezsek... bizim gibi düşünmeyenlere, inanmayanlara ve seçim yapmayanlara hakaret edip küçük görürsek... seçimleri kim kazanırsa kazansın, türkiye kaybedecek! birbirine düşman iki kampa bölünmüş bir ülkede iktidar olursunuz ama “muktedir” olamazsınız! ister islamcı olsun ister kemalist, kamu otoritesinin yani devletin bireylerin yaşam tarzına müdahale etmediği bir toplum ve bir ülke hayal ediyorum. taraflar birbirlerini devlet gücünü kullanarak değiştirme, dönüştürme, yok etme hevesinden vazgeçmedikçe barış içinde bir arada yaşayamayacağız. türkiye’nin temel problemlerinin (köylülüğün tasfiyesi, lumpenlik-kentlilik, batılılaşma, modernizm-gelenek çatışması, kuvvetler ayrılığı-hukuk devleti) siyasetle çözülebileceğine inanmıyorum. türkiye inanç düşmanı, jakoben, yasakçı kemalizm’le ve laiklik karşıtı, devletçi, çağdışı islamcı ideoloji ile hesaplaşmadan demokrasinin, temel hak ve özgürlüklerin korunduğu uygar bir ülke olamayacak. her iki tarafta da aynı taassup, aynı bağnazlık, aynı öfke... taraflar devlet kuvvetine yaslanarak birbirlerini dönüştürmekten, yok etmekten, ezmekten vazgeçmediği sürece bu kan davası bitmeyecek! hukukun üstünlüğünden, temel insan hak ve özgürlüklerine saygılı sınırlı devletten yanayım. hukuk türkiye’de ne bireyi korur ne de toplumu. bu beldede devleti korur! hukuk devlet içindir!

    “atatürk düşmanlığı moda oldu.”

    akp ile bu anlamda entelektüeller üzerindeki baskının kalktığı doğrudur. nispi özgürlük ortamında geçmiş ve tarih tabi ki tartışılacaktır. önemli olan bunu gündelik politik rüzgârlara kapılmadan, hakkaniyet duygusunu yitirmeden yapabilmektir. fakat maalesef eleştiriler siyasi amaçlarla yapıldığı için hukuku, demokrasiyi ve hürriyeti önemseyen ama objektif olma kaygısı da taşıyan insanların eleştirileri de değersizleşiyor.
hesabın var mı? giriş yap