• içindeki her öyküye başlarken acaba bunu beğenir miyim deyip bir türlü beğenemediğim öykü kitabı.
    tüm öykülerde bir şeyler eksik, hepsinin çatısı derme çatma.
    çağdaş türk yazarlarının kitaplarına, özellikle de kadınsa heyecanla başlıyorum, buna da öyle sarıldım. ama olmamış maalesef.
    başka romanlarda ya da hikayelerde, bir karakteri anlamak, tanımak için anlatılan alt hikayeler gibi kalmış tüm hikayeler.
    dahası hikayelerdeki eksiklikleri daha da göze sokan yapmacık, doğal olmayan cümleler bolluğu.
    üzüldüm, hayal kırıklığı oldu benim için
  • kitap olarak basılmamış olsaydı bir şey kaybetmeyeceğimiz öyküler toplamı. hani melisa kesmez nutellamüptelası, kabakçekirdeğikoleksiyoncusu vb. bir rumuz ile bir tumblr hesabı açıp bu öykülerini paylaşsaydı pek bir şey kaybetmezdik.

    not: yine de pucca'dan iyidir hani, değil mi?

    samsung not 2: yazarın tumblr sayfası varmış zaten. e niye bastırdın bunları?
  • belli ki yeterince okumadan yazmaya heves etmiş bir insanın olgunlaşmamış, inandırıcılıktan uzak, sabun köpüğü kıvamında yazılarından oluşan bir kitap. çoğu kişi "zaman geçirmek için okunabilir" yazmış ama ben bu kitapla zaman da geçiremedim, anlatılar o kadar kör göze parmak kıvamındaydı ki, bir yerden sonra bırakmak zorunda kaldım. mesela seray şahiner diye bir kadın var, o da kırk yıllık klişe kadın öykülerini hiçbir yenilik katmadan yazar, ama o en azından öykünün nasıl kurulması gerektiğinin farkındadır ve dili nasıl kullanacağını da bilir, o yüzden onun öyküleri vakit geçirmek için okunabilir, ama bu kitaptakiler hem henüz öykü değiller, hem de fena halde çiğler.

    buradaki asıl kuyruk acım, bir anlık merak ve çok satılmasından gözümün boyanmasından ötürü iki kitabını birden almış olmam. ikinci kitabı "bazen bahar" belki böyle değildir ama ilk kitap beni kendinden öyle soğuttu ki hiç yanaşasım yok ikincisine.
  • öyküler sizi alıp başka diyarlara falan götüremiyor. otobüs yolculuğunda vs. zaman geçirmek için okumalık.
  • (bkz: melisa kesmez)
  • eğer bir işe yarayacağını bilseydim, "şımarık öyküler" derdim bu kitaptaki öykülere, yazarını da biraz sinirlendirsin, biraz kışkırtsın diye... bir damar var çünkü, görüyorum, epeyce yaklaşmışım, duyuyorum ama çıkaramıyorum! o damara rağmen hikâye etmenin bu kadar kolayına kaçmak ve sonunda basılı kitabı olan bir yazar olmak... "bu işler sahiden bu kadar kolay mı, melisa?" diye sormak istiyorum. sormayacağım.

    "her şeyi bırakıp kaçmanın", daha doğrusu kaçabilmenin cesaretten ziyade züppelik olduğunu, günümüzde, söylemek isterdim, bir işe yarayacağını bilseydim. bir işe yarayan şeylerin pek bir işe yaramadığını bildiğim için yine de söyledim galiba biraz önce, değil mi?

    kaldı ki, ben çok az taş koydum insanların yoluna. sadece hayatta değil, burada da. kendimi taş edip yollarının uçurumundan yuvarladığım oldu ama, nadiren yürümelerini engelledim. ve bu kitabı okudum. başından sonuna kadar, hem de iki kez. bu kitaptaki öykülerin yetkinliğine fersah fersah uzak, birbirinden boktan öyküler de yazmış biri olarak, yıllar sonra kendime olduğundan yine de daha merhametli baktığım halde bütün bu yazılanlara, edemedim, söylemeden edemedim.

    masa başında yol kurulmaz, melisa. kurulur da aslında ama nasıl?

    elbete öykü, gitmekten ziyade bir gitme isteğidir ama okuduğumuzda isteğini değil, gittiğini göstermesi gerekir bize. gerekirlere benim kadar tiksinti ile yaklaşsan da, bizi neden o yola çıkarmadığına kızgınım. çünkü zorunluluklara başkaldırmak için bile yapılması zorunlu şeyler vardır. hayat bu.

    neden "gidiyormuşsun gibi" hissettik bütün o yol hikâyelerinin sonunda biz? neden kitabın sonunda her şey sadece "oluyormuş gibi" oldu? zeynep, neden "ölüyormuş gibi" oldu mesela? neden ölmüyor zeynep? öldürsene artık onu. gerçekten öldür ama. zerre acıma. bırak kesilsin nefesi. zeynep gerçekten öldüğünde, o öykünün yazarı da gerçekten bir yazar olacak çünkü. bunu umursuyorsa elbet.
  • geç de olsa, insana çeşitli mecralardan görüp, övülen kitaplara tenezzül etmemeyi, başka bir deyişle edebiyat gibi ciddi bir müessesede anonim önerileri asla ve kat'a kabul etmemeyi kafaya vura vura öğretmiş melisa kesmez kitabı.

    daha da önemlisi, kötü filmler konusunda sinema sanatına saygıdan "sonuna kadar" izleme geleneğinden sonra, insana kanırtarak da olsa kötü kitabı da 'sonuna kadar' okuma özelliği katmasıyla tek teselli kaynağı olan eser.

    içinde at olan her şeye zaaf olduğundan ve bu hâliyle 1-0 gibi makul bir skorla öne başlama şansı varken, günce olmanın biraz ötesinde özelde öykü genelde edebiyat olmasının çok gerisinde olan kitap. burada modern bir öykü övgüsü yok, yaşanan vasat hayatların, dramları ve sevinçlerinin de vasat olduğu bilinci ve bu "vasat" olma hâlini aktarma hâli, edebî olarak müspet bir çaba. melisa kesmez'e birilerinin bu vasatlığı vasat bir şekilde anlatarak vasatı övmediğinin, aksine ziyadesiyle çiğ olduğunun anlatması gerekiyor.

    karakterlerin olmadığı, aşırı bireyci deneyimlerin hikâyeleşmesi post-modern edebiyatta makul olsa da sonuç cümlesini yazdıktan sonra - adetâ kalıplaşmış şekilde - kurguyla hiçbir alâkası olmayan iki cümle yazarak "modern" çözüm kısmının ağırlığına adetâ "post-modern bir dokunuş" yapıldığı düşünülse de aslında çiğ edebiyatın yeniden üretiminden başka bir şey olmayan kitap. anlık örneklemek gerekirse:

    g. hayatın karmaşası içinde, ne yapacağını bilmeyerek sigarasını yaktı. 'onu seviyor muyum, yoksa bir başka bedeni mi arzuluyorum' düşüncesi nohut kaynatılan tencerenin içindeki su gibi [dramları vasat ve alâkasız bir şekilde aktarma girişimi: tamam] buharlaşıyordu. odadaki kedi uzanmış yalanıyordu [dramın etrafta olan biten karşısında değersizliğini göstermek adına göze ilk denk gelen ayrıntıyla, öyküyü 'hafif' sonlandırma: tamam]

    üşenmeden kitaptan da örnek:
    "içimdeki artçıları bastıracak ne varsa seyrettim. annemin yokuşu çıkan küçük bedeni gitmedi gözümün önünden. çamurlu çizmeleriyle yavaş yavaş uzaklaşması, köşede kayboluşu. elimde kumanda uyumuşum sonra."

    dipsiz bir çukur olan, ot, kafa vb. türü dergilerin "gündelik", "vasat" ve popülere övgüsü bâbında, baştacı olabilecek ancak herhangi birinin azıcık düzgün bir imlâyla (edebî dile bile gerek olmadan) pekâlâ yazabileceği yirmi beş öyküden mürekkep kitap. yıllar önce yazılmış, sonra utançtan dosyalara, kimsenin görmeyeceği bilgisayar klasörlerine saklamış kimi eski öykücülerin bu eser yanında, sait faik hikâye ödülüne yürüyebileceği eser.
  • dedim ki" kalbinin bir ucunu bir başkasınınkine teyellemek istiyor insan. hepsi hepsi bu."
    dedi ki" yaşlanıyorsun."
  • edebiyatta romanlar vardır, bir de hikayeler. hikayeler ise romana kayarcasına 'uzun hikaye'ler ve kısa hikayeler olarak ikiye ayrılabilir.

    açıkçası ben bu kitabı hiçbir kategoriye sokamadım. roman değil, o bariz belli. hikaye desen, maksimum dört sayfalık hikaye olur mu; bilemedim.

    ama ben oldukça başarılı buldum melisa kesmez'i. henüz başka kitabını okumadım ancak böyle bir kitapla gayet iyi giriş yapmış yazın dünyasına. bana göre umut vaat ediyor. hikayelerinde kadın erkek ilişkisi ön plana çıkmakla beraber, biz insanların günlük hayatta maruz kaldığı hemen hemen bütün sorunlar hakkında hikayeler yazmış kendisi. yalnızlık, aşk, özlem, ihtiras, aldatma, kaçıp gitmeler, eski güzel hatıralar... olay örgüsü gelişmiş ve uzun süreli olmadığı için kitap sizi hikayenin içine çekip o anı yaşatmıyor ama sanki analog bir fotoğraf makinesiyle çekilmiş gibi hikayelerdeki mekanlar, ayrıntılar fotoğraf kareleri gibi birer birer gözünüzün önüne geliyor. bence tasvir ve betimlemede gayet iyi ve bu konuda daha da geliştirebilir kendini melisa kesmez.
  • melisa kesmez'in akan, bir yerinden hayatınıza sızan öyküleri var bu kitapta. aşık kadın, yalnız kadın, çevresinin istediği şekilde mutlu olması beklenen kadın... bir şekilde her öyküde kendinize uyan bir tanım buluyorsunuz ya da zaten bu insanları yakından tanıyorsunuz.

    öykülerinden birini daha çok beğendim derken diğerlerine haksızlık yapıyormuşum gibi geliyor; ama benim favorim "sakin göllerin kuğusuyduk". o da müziği hayatıma çok eskilerden bir yerden dokunduğu için.
hesabın var mı? giriş yap