• seste mukemmelligin pesinde kosan, en gercek, en saf sesi uretecek bir sistem kurmak icin onbinlerce dolar harcayan, bu ise gonul vermis insanlar. bilgi, kultur, emek, zaman ve para isteyen bir tutkudur bu
    (bkz: high end)
  • cd'min kenarından ışık kaçıyor, ses kötüleşiyor diye cdlerin etrafına bant çeken (evet doğru duydunuz), amfiye giden 1.5 dolara mal edilebilen güç kablosuna 300 hatta bazen 2000 dolar veren ve ses de fark hissettiğini söyleyebilen (güzel kardeşim duvara kadar gelen 100 metre elektrik kablosunun metresinin 1 ytl olduğunu biliyorsun da son 1 metredeki 2000 dolarlık kablonun nasıl fark yaratabileceğine inanıyorsun), tamamen dijital olan data'nın daha pahalı kablolar ile daha doygun daha tatlı bir ses çıkarabileceğine inanan, iddia eden yine hep bu audiophile abiler/ablalar'dır. 10 puanlık insan grubudur bunlar.

    misal şurada canım audiophile abilerin paralarını akıtıp aldıkları monster kablosu ile metal askı'nın iletim kalitesi karşılaştırılmış. bilin bakalım ne bulmuşlar.
    http://consumerist.com/…ound-as-good-monster-cables

    ha olaya bilimsel yaklaşıp biraz daha rasyonel olan güruhlar yok mudur. vardır onlar da şuradan:
    http://www.audioholics.com/
  • en büyük hataları zaten kaybedilmiş sesi daha iyi hale getirebileceklerine inanmalarıdır..

    cd kalitesi ortadadır.. frekans aralıgı ve dinamik range i ortadadır.. ne yaparsanız yapın cd basımı sırasındaki kompresyonda kaybettiginiz misal transientları geri getiremezsiniz.

    mp3 için durum daha da vahim.. mp3 un yapısı itibarıyle alta eklenen noise, siz hangi frekansı açsanız kıssanız yine ordadır.. kompresyon sırasında maskelendiği için mp3 verisine sokulmayan frekansları audio enhancement programları gibi zımbırtılarla boostlasanız da oradaki noise ı açarsınız.. muzigin içinde sıradan bir dinleyiciye dolgun gelebilir ama bir de o aralıgı band pass filter ile dinlemeyi deneyin bakalım aslında oradan gelen ses ne?

    ayrıca dusuk voltlu sinyali taşırken iyi kablo kullanmak onemli olsa da power amp ile hoparlor arasındaki bilmemkaç voltluk hayvan gibi yuksek sinyal için gidip bir kabloya zilyon dolar para vermek angutluktur malesef.. profesyonel kayıt studyolarında power amp ile pasif kabin arasındaki zaten epi topu 1 metre olan bu kablo shielded bile kullanılmaz. bu kabloda gauge, shieldingin eline vermektedir tabiri caize. o kadar kısa mesafede ve yuksek güçte etraftaki manyetik alandan etkilenmeyecegi için.

    dijital ses dinlenirken power-kabin kablosuna gelene kadar sesi etkileyen birçok alet vardır arada.. ornegin ilginc bi sekilde d/a (digital to analog) converter kalitesini sorgulayan kalmamış piyasada.. benzer şekilde sesi oldugunca pure dinliyim, adamlar studyoda cillop gibi kaydetmişlerdir, daha bana dusmez enhancement cart curt diyene de pek rastlamadım.. herkes bir enhance edeyim, surasını acayım burasını kısayım peşinde.

    pure sound istiosanız alın dijital sinyalinizi sadece bir d/a convertordan gecirin bir power amp ile surup mumkun mertebe flat response veren bir speakerdan dinleyin. buyrun size pure ses.. zincir kısa, kayıp yaratacak eleman yok.. daha ne olsun? mp3 kalitesini iyileştirecem diye ugrasmaktansa da gidin dvd-audio alın.. cd kalitesi ile aralarında bile teoride 40 kusur pratikte de en kotu ihtimalle 20 kusur db dinamik aralık farkı var.

    ha yok amaç param var şekil yapıcam aradaki farkı zaten anlamıyorum kulagım 16 khz sonrasına bile kapalı diyosanız orasını bilemeyecem.. ama kabloya para vermektense primacoustic in falan ucuz guzel acoustic treatment oda setleri var.. onlardan alın hem duvarda guzel durur hem odanızda duran dalgalar falan bi nebze azalır.. hem daha cool bile gozukebilirsiniz amaç buysa..
  • iki laf da ben etmezsem hatırım kalır.

    ben de bir odyofilim; ama şöyle...

    yıllardır flac arşiv tutarım. ses sistemim ekonomik gücümle paralel. çünkü şuna inanıyorum ki bir odyofilin nasıl dinlediğinden daha çok ne dinlediği önemli. altında bir kültür, yıllarca oluşan bir birikim, dinlediği müzikteki kusurları fark ettiğinde gülümseyebilecek kadar zarafet, enstrümanla çalgıcının eşsiz uyumunu yakaladığında keşfettiği lezzeti yaşayamıyorsa istediği kadar elinde teknik olarak müthiş cihazlar bulunsun, ne anlamı var? bakın şöyle bir şeyle karşılaştım --->

    astell&kern ak320'de bunu dinlerseniz olmaz; yalnız bu mesele bu kadarla sınırlı değil. şöyle ki...

    elimizde dijital olarak oldukça geniş bir skalada arşiv var. 100 sene öncesinin albümlerini bile bir şekilde dijital ortama çevirebiliyoruz. bunların hepsinin farklı kayıt türleri, farklı ortamları, farklı sahneleri var. bu kadarla kalmadığı gibi hepsi farklı metotlarla, farklı türlerle ve yine farklı üst/alt katmanlarla kaydediliyor. sesi rezalet olan birinin sesindeki kusurlar örtülebildiği gibi sirenleri andıran sese sahip olanlar farklı ortamlarda rezalet söyleyebiliyor. bu kadar mı? hayır, değil.

    her tür, her şarkı, her vokal, her enstrüman diziliminin yapısı farklı olduğu için her şarkının kendine has ideal ekolayzır ayarlamasını yapmak gerekiyor. e iyi de bunların peşinde koştururken lezzeti nasıl alacağız? alamayacağız tabi... evrakların içinde kaybolan memurlar gibi yok efendim üst sürümmüş, sahnesi genişmiş, tizler baslar midler falan filan...

    odyofiller için dünya ağırlıklı olarak paradan ve parayla sahip olduklarından oluşuyor; ancak gerçek odyofil mikrofonsuz ortamda enstrümandan çıkan sesin havanın durumuna göre 100 metre geride nasıl duyulacağının hesabını yapan, kişidir. bu kişi zaten çıkıp da ben odyofilim demez. yapacağı işe odaklanıp keyfini çıkarır. bizim odyofilse basar bası...

    sizin anlayacağınız, kullandığınız cihazdan daha çok birikiminizi önemsemeniz gerekiyor ki müziğin bir anlamı ruhunuzu da bedeninizi de sarsın. yani sizi buradan alıp o sahnenin önüne koysun, şarkıcıyla göz göze gelin, basçıya göz kırpın, ne bileyim bateriste bir şeyler ısmarlayın... orkestra şefiyle göz göze gelin ve çıkışta onunla fotoğraf çektirmeyi hayal edin. konserin havasını koklayın. yanınızdakilerin eğlencesine katılın. odyofil budur. gidip de şu kadar bin dolara şunu aldım diyen değildir. çünkü...

    çünkü teknoloji kapitalist bir oyuncaktır. bugünün en üst modeli yarının en alt modeli olacak. pazarlama teknolojileriyle de önünüze koyanın peşinde koştururken şu dünyadaki kısıtlı zamanınız parmaklarınızın arasından akıp gidecek.

    hayal etsenize! bundan 50 sene sonra nasıl sistemler olacak. 150 sene sonra? ee?

    hayatın tadını çıkarın. odyofil olursunuz, olmazsınız bilmem; ama gösterişi bir kenara bırakıp lezzet almaya bakın.

    özgürleşin.

    "ya hu biz eskiden"le başlayan cümleler kurmanın bir anlamı yok, biliyorum; ancak eskiden bir albüm için insanlar sıra beklerdi. şimdi online müzik uygulamalarında sınırsız ataklar yaşayabiliyorsunuz. insan bu olabilir mi? "çok"a sahipseniz bilin ki olağanüstü "az"sınızdır. azlığın özgürleşmeyi doğurduğunu akıl etmek bu kadar zor mu?

    müzikten anlayın.
    bir albümü riplemekten, referans değerlerin ve kayıt şeklinin türüne kadar her şeyi öğrenin.
    müzik türlerden anlayın.
    hatta müzik türlerinin kronolojik değişimini kavrayın.
    metal de dinleyin, klasik müzik de, geleneksel de, popüler de...
    enstrümanları keşfedin. her enstrümanı duymaya çalışın.
    müzikteki hataları fark edecek kulağı geliştirin.
    ritimden anlayın.
    müzik sohbeti yapabilecek insanlar edinmeye çalışın.
    kendinizi dinleyin.

    yeaa gerçek ses, demeyi bırakın, lütfen. yeminle yüzünüze kürekle vurma isteği duyuyorum.

    debe edit: barış & sevgi & kardeşlik & eşitlik & özgürlük
  • ruhsal ve psikolojik bir hastalıktır. hiçbir zaman ses konusunda tatmin olamazsınız. dinlediğiniz müziklerde bütün frekansları, enstrümanları, müzisyenlerin enstrümanlarına dokunuşuna kadar duymak istersiniz.

    cep yakmayan hiçbir kulaklık-hoparlör-media player sizi tatmin etmez. bir süre sonra daha iyi müzik dinleyebilmek için tonla para dökmeye başlarsınız. yine tatmin olmazsınız.

    bazen acaba ideal ses nedir diye düşünürsünüz. hayatınızdan en iyi örnek olarak sadece mikrofonlanmamış enstrümanlarla yapılmış klasik müzik konserleri gelir.

    arabanızın hoparlörlerini değiştirirsiniz, "alçak frekanslar doygun gelmiyor acaba kapıları söküp yalıtım mı yapsam?" şeklinde manyakça düşüncelere itilirsiniz.

    laptop ve telefonun hoparlöründen şarkı dinlemekten nefret edersiniz. güya taşınabilir bilgisayar olmasına rağmen sırf ses sistemine bağlı kalması için laptopu evin içinde gezdiremezsiniz. telefonunuzun kulaklık çıkışı hiçbir zaman tatmin etmez.

    katlanabildiğiniz en düşük bitrate oranı 320 kbps olur. müzik arşiviniz her bir tanesi en az 30 mb olan flac formatında şarkılardan oluşur.

    hastalık değil de nedir?
  • denge bilekliklerini, çamaşır toplarını, ufo fotoğraflarını bu arkadaşlara itelemek çok kolay.

    binlerce dolarlık "havada kablo tutucusu" gibi şeylere para veriyor adamlar. yani 5 metrelik bir kablo için adam 5 tane porselen ayak satın alıyor, tanesi 1500$. üstelik demagnetize edilmiş.

    cd çaları için hidrolik kontrollü masa alıyor, kabloları, cd'leri "demagnetize" etmek için özel cihazlar alıyor.
  • özellikle böyle biri oldugunu ileri süren, bunu binlerce dolarlik ürünlerden bahsederek destek alan söz edenlerin, bazilarinca da dervislik yolu gibi anlatilan bu hede tamamen tüketim toplumun dogurdugu, benim su kadar paralik ürünlerim var, ben su kadar paralik ürünlerden haberdarim tiplerinden baska bir sey degildirler. dünya geneli bu yönde.

    böyle oldugunu söyleyen veya herhangi bir ortamda yazan adamlarin yazilarini dikkatlice okuyun, olayin ses ve müzik kisvesi altinda sürekli dolarli fiyatlardan bahseden (benim sunlarim var ya da ben böyle ürünlerden haberdarim gibi cümlelerden ibaret oldugunu görebilirsiniz.

    ha sesin, müzigin icerisinde gercekten inanilmaz detaylarin pesinde olan ve bundan muazzam keyif alanlar mutlaka vardir, zaten onlarda kendilerini orda burda ben de böyle biriyim dediklerini duymadim. yazilarinda elektronik devrelerden, derin tanimlamaya dayali mukayesilerini ve pekistirmelerini görürsünüz. özellikle yabanci forumlarda bu tür merak sahiplerinin yazilarini zevkle okumak mümkündür.
  • 200$'lık kulaklık alanlar kendilerini audiophile zannediyorlar, hayır arkadaşlar o iş öyle değil. siz normalsiniz, sadece çöp kulaklıktan kaliteli ses veren kulaklığa geçiş yapmışsınız. fakat farkında olmadan audiophile sularına da geçiş yapabilirsiniz.

    nasıl bilimde bir konunun uzmanı olmayan kişiler bilimsel terimler kullanarak quantum aydınlanma yapıyorlarsa ve bilime meraklı fakat bilimsel bilgiden uzak kişileri kafalıyorlarsa müzik ortamında da bu işi audiophile'ler yapıyorlar. duyamadıkları, anlayamadıkları şeylere teknik terimlerin büyüsüne kapılıp binlerce dolar döküyorlar, döktürüyorlar. anlayamadıkları bir şey diyorum çünkü bu insanlar ses mühendisliği eğitimi alan veya müzik ile profesyonel bir şekilde uğraşan* kişilerden değil, sadece müzik dinleyen son kullanıcı kesminden oluşmakta. haliyle objektif yöntemler ve eğitilmiş kulak devre dışı kaldığı için bilinçsiz çevre faktörü işin içine giriyor.

    bunun şöyle bir sıkıntısı var. ses sistemini üreten firma haliyle pazarlamasını ve reklamını yapıyor. alıcının ağzının suyunu akıtıyor ve olay confirmation bias ile başlıyor. kişi belki 10000$ ile 50000$'lık sistem arasında bir fark duyamıyor fakat bilgi bombardımanı ve ortamdaki kişilerin birbirlerini etkilemeleri x ürününün daha iyi olduğuna ikna ediyor. kısaca kapalı bir grupta confirmation bias ile asch deneyi yapıyorlar. (deneyi başlatan ise satıcı firma) iki sistem arasında farkı duymayan kişiler haliyle bir süre sonra duymaya başlıyor.

    bu işin tek başına olmamasının ikinci nedeni ise bir hışırtı fazla duymak için binlerce doları tek başına vermeye kişinin kendisini tek başına ikna etmesinin oldukça zor olması. bunun ortamı oluşmalı ve verilen binlerce doların karşılığında oo ahmet abide şu kadarlık bir sistem var diye konuşulmalı. yani bu iş o kişiler arasında bir statü göstergesine dönüştüğü için bu kadar para dökülüyor. ürünlerin teknik özellikleri ise mastürbasyon malzemesi, plasebo etkisini pekiştiriyor.

    dolayısıyla bu başlıkta da birkaç kişiden görebileceğiniz gibi, audiophile'in koşarak kaçacağı olay çift kör çalışmasıdır. subjektif yargıyı, plasebo etkisini falan yok edip gerçekten objektif bir şekilde inceleme yapmamızı sağlayan yegane test metodunu kullanmak istemiyorlar hatta nefret ediyorlar. yaptıkları karşılaştırmalar subjektif değerler içeriyor.

    bu işi savunurken false dilemma mantık hatasına biraz başvurulmuş bu başlıkta. yani 50 liralık kulaklığı 1000 liralık* ile karşılaştırıp bakın fark var diyorlar. bu farkı hepimiz duyuyoruz zaten, olay bu değil. müzik kulağı olan, kritik dinlemeyi öğrenen biri 25-250-1000 liralık kulaklık veya hoparlör arasındaki farkı da rahatlıkla duyacaktır. ama bir yerden sonra verdiğiniz para karşılığı duyduğunuz ses kalitesi farkı azalmaya başlayacak. azalan verim kanunu diye bir şey var. ses kalitesi farkı sıfıra yakınsadığı yerde audiophile kendini yukarıda yazdığım şeyler ile ikna etmeye devam ediyor.

    kayıt kısmına girecektim ama vazgeçtim, aşağıda linkte biraz anlatılıyor zaten. akustik kısmına kısaca değineyim. en azından benim gördüğüm pahalı audiophile sistemlerin olduğu odalarda akustik düzenleme yoktu. on binlerce doları hoparlörlere kablolara yatırmışlar ama odanın içinde hoparlörler yanlış yerde duruyor, alt bas frekansların dalga boyuna yetecek açıklık yok, frekanslar üst üste biniyor, yankılar yanlış yerlerden geliyor hatta doğrudan gelmesi gereken ses bile yankıyla gelebiliyor. ses kayıt işiyle uğraşanların bir numaralı kuralı olan düzgün akustik düzenlemeyi bu audiophile kesiminin en azıdan bir kısmı bilmiyor. 10000$ ve 15000$'lık hoparlör hatta ne hoparlörü kablo arasındaki %0,001'lik ses kalitesi farkını duyduğunu iddia eden birinin sesi ciddi bir şekilde etkileyen, bazı frekansları tamamiyle yok eden, bazılarını çok şişiren oda akustiğinin farkında olmaması mümkün mü?

    şu iki linkte* bu olaya profesyonel bir gözle nasıl bakılıyor okuyabilirsiniz. ken rockwell audiophile olayının nasıl ortaya çıktığını anlatırken doruk somunkıran işin teknik kısmını açıklamış.

    https://kenrockwell.com/audio/audiophile.htm
    https://doruksomunkiran.com/…lite-mi-kandirmaca-mi/
  • 24 bit demek 144db dinamik aralık demektir. tahayyül edilmesi için şu örnek yeterli. sessiz diyebileceğimiz kütüphanelerde 30db ses olur. fareler ise 10db civarı ses çıkarır yürürken. savaş uçaklarının jet motorları 140db 'ye yakın şiddette ses çıkarır 30 metre yakınındaysanız. 24bit aralık bütün bu sesleri şiddetlerini değiştirmeden duyabilmenizi sağlar. fareyi 10db, jet uçağını 140db duyarsınız.

    16bit kayıtta ise fareyi yine 10db duyarsınız fakat jet motorunun ses şiddetini düşürüp kırparlar 96db'ye indirirler. sadece rakamlara bakan biri 24bit'in iyi olduğunu söyleyecektir. oysa gerçekte 110-120db'den daha yüksek ses hayatınızı sağır olmuş bir şekilde devam ettirme olasılığınızı yüksektir. 90db üstü ses şiddeti kulağı rahatsız etmeye başlar. 110db'de kulağınızın acıdığını hissedersiniz.

    o yüzden, bu uçakların yanında duranlar enayi gibi sağır olmamak için, işitme problemleri yaşamamak için kulaklarına koruyucu takarlar. iş makineleri kullananlar, şantiyede makinelere yakın çalışanlar kulaklarına koruyucu takarlar, veya takmaları gerekir.

    fakat audiophile denen cahil sürüsü 144db abi 24bit diye mastürbasyon yapar. dinlediği kayıttan o şiddette sesi duysa kulağını eline alacağından habersizdir. sürekli 100db üzeri ses duyunca kulağında oluşacağı hasardan dolayı duyma eşiğinin artacağından, çınlama gibi problemler yaşayacağından da habersizdir.

    onun amacı 16bit yerine 24bit dinliyorum diye mastürbasyon yapmak, kendini farklı hissetmek ve hava atmaktır. oysa dinlediği kayıtta ses aralığı muhtemelen 16biti bile zorlamıyor, haberi yok.

    ha bu arada, 24bit fetişi olup 16bit'lik cd'ye burun kıvıran bu audiophile'ler plak severler, plağın cd'den iyi olduğunu savunurlar, çünkü analog aaağbi frekanslar* kesilmiyor. oysa iyi plaklar 12bit dinamik aralığa sahip.

    (bkz: plak/@eldrun)
    (bkz: taş plak/@eldrun)
    (bkz: kaset/@eldrun)

    sampling rate kısmına gelirsek. analogun dijitalden iyi olduğu mitinin ana kaynağı aslında bu. mit diyoruz çünkü işin teknik kısmında bir fark yok. son kullanıcının fizik konusundaki bilgisizliğinden yararlanan üreticilerin pazarlama taktiği var.

    ses dalgasından belli noktalardan alınan örnekler, ses dalgasını tekrar oluşturmanızı sağlıyor, aynı şekilde. nyquist-shannon teoremi ve fourier dönüşümü buna olanak veriyor. aralığın 2 katı kadar örnekleme aldığınız zaman o dalgayı tekrar oluşturabiliyorsunuz. 44.1khz buradan geliyor çünkü insan kulağı 20hz-20khz arasını duyabiliyor. iki katının biraz fazlası 44.1khz ediyor.

    yani analog sinyalin belirli yerlerinden örnekler alınıp bu veri dijitale çevriliyor, fakat iş orada bitmiyor. sinyal dijitale çevrildi ve dijital kaldı sanılıyor genelde. dac'ın adı üstünde, digital analog converter. o dijital veri yani örneklemeler kullanılarak orjinal analog sinyal tekrar aynı şekilde oluşturuluyor. tık ilk 5 dakikasını izleseniz yeter. yani sizin duyduğunuz şey orjinal veri ile aynı. videonun 10.dakikasına gelirseniz 16bit yerine 8bit snr değerine geçildiğinde oluşan hısss sesini de anlarsınız. hani şu kaset dinlerken gelen ses. (bu kasetler cidden genelde 8bit civarı snr değeri sunarlar ve 16000hz üstünü veremezler.)

    işin fiziğini bilen mühendisler bu işten anlamıyor, biz son kullanıcı olarak onlardan iyi biliyoruz diyorsanız o ayrı tabi.

    edit: physikalisch mahlaslı yazar aşağıda çoşmuş ve straw man safsatasına sarılarak yazıyı flac vs mp3'e indirgemiş. ben flac ile mp3 arasında fark yoktur diye bir şey demiyorum. kabak gibi fark vardır bu ikisi arasında. fakat entry'de bahettiğim bu değil. mp3 gibi kayıplı bir dijital veri bu yazıyı yazarken aklımın ucundan bile geçmedi.

    audio cd standardı, plak ve kaset'i karşılaştırıyorum. bu kadar basit ve net. mp3'ü karşılaştırmıyorum. 48khz'den 44.1'e veya 96khz'den 88.2khz'ye bir şey indirip dithering oluyor mu diye de bakmıyorum, daha başka dönüşümler de yapmıyorum. bu bahsedilen şeylerin benim anlatmak istediğim ve değindiğim konuyla uzaktan yakından alakası yok. ben kayıpsız veriden bahsediyorum, adam gelmiş kayıplı mp3 veriyi örnek gösterip bak gördün mü fark var diyor. (bkz: false dilemma) bir entry yukarıda bu mantık hatasına sık düşüldüğünü söylemiştim kulaklıklarla ilgili, bu yazar da aynı hatayı yapmış. çünkü okuduğunu anlamamış, laf yetiştiriyor.

    yahu mp3 gibi kayıplı sıkıştırılmış verilerin adı üstünde, "kayıplı" yani sıkıştırdıktan sonra tekrar açıyorsun, eski orjinal veriyi elde edemiyorsun. bu nedenle kayıplı demişler buna. bahsetmek bile gereksiz, çünkü veri kaybolmuş ulan. adam gelmiş bunu baz alıyor. aptallığın bu kadarı. okuduğunu hiç anlamamış, kafasından kurduğu şeylere saldırıp durmuş. bok attığın a/c converter diye çoşmuş, yazdığımı okudum bok attığım falan yok, nerede bok atmışım a/c converter'a? hayal alemine dalmış, kafasından bir şeyler uyduruyor, sonra kendi uydurduğu şeye cevap yazıyor. yazdığı yazı benim yazıma cevap falan değil, kendi uydurduğu şeylere karşı yazılmış bir cevap. insanımızın okuduğunu anlama sorunu ciddi düzeylerde malesef.

    özet geçeyim; audio cd'deki kayıpsız dijital veri, analog diye övülen plaktan daha fazla detay barındırır.
  • genelde kendilerini konsere götürmek yerine konseri eve getirmeye daha çok seven kişilerdir.

    bu hobi ile uğraşmaya başlayıp kulağını eğitmeye başlayan kişi gittiği konserlerin pek çoğundan zevk alamaz hale gelebilir. türkiye'deki konser salonlarının çoğunun akustik sorunları olduğu düşünüldüğünde haklıdır da bu akustik yaşam formları...her konserde de iyi tonmayster olamayınca sıkıntısı daha da artabilir odyofilin...

    o yüzden genelde:

    "hem 200tl vereceğim, hem de açıkhavada kötü bir akustikte ne yapsa çaresiz kalan tonmaysterle konser dinleyeceğim. o paraya paşalar gibi linnrecords'tan indiririm o adamın studiomaster kaydını (hadi olmadı blueray konserini alırım), sisteme küçük de bir tweak vardı kafamda onu da eklerim, eve getiririm konseri. 'yok bu gitar niye bu kadar yavan, oğlum o piyano daha soldan ve derinden niye gelmiyor, üstelik tuşeleri de fazla köşeli rahatsız ediyor orta frekanslarda' diye kafayı tırlatmam. sen konseri boşver, haftaya bir şişe jack kap gel bana!"

    dediklerini duyabilirsiniz. garipsemeyiniz...

    (bkz: bir arkadaşım)

    edit: zorlu center psm'yi istisna tutabilirsiniz efendim. hele de ingiliz sound'unu seviyorsanız, gönül rahatlığıyla konsere gidebilirsiniz.

    (bkz: #41412475)
hesabın var mı? giriş yap