• şöyle farklı şekillerde de gruplanabilir; http://www.businessinsider.com/…ed-up-2014-3#!ckq4h
  • 2016 notu: güncellenmiş ve görselli hali için buraya (reklamsız)

    ***

    cetin altanin bir cumlesi vardi: "belki de sabahları bir saat yürümek ve beşinci senfoni’yi dinlemek için gelmişizdir dünyaya"

    bir avrupa kentindeyim. sanat tarihi muzesini gece aciyorlar, icerde ana holde canli jazz soyluyor guzel bir kadin. tum kadinlarin en az yarisi guzel zaten. ve esleriyle yahut kadin kadina gelmisler muzeye, cunku bu uc senede bir "kultur kotasini" dolduralim diye zorla yapilan bir aktivite degil, gunluk yasamin parcasi. gelenler orta sinif, bazilari bizim standardimiza gore fakir, ama herkes zarif ve rahat, kimse kimseyi suzmuyor.

    [edit: turkiyeye gelince beni en cok afallatan paradoks bununla ilgiliydi: herkes herkesi iki saniye icinde bakislariyla yargilayabiliyor, ama kadinlar erkeklerle gozgoze gelmiyorlar, ulasilmaz olmakla basina is almamak arasinda bir amac icin]

    yanimdaki kiz bana anlatiyor impresyonizmle romantizm arasindaki farklari resimler uzerinden. bu konularda iyi bir temelim olmadigi icin, sonradan ustune yaptigim derme catma binalara bol bol bakim yaptirmam lazim, yoksa cokup gidiyorlar. her seferinde bastan yapmam gerekiyor onlari, bastan ogrenmem gerekiyor monet ile manet arasindaki farki.

    kiz bana bilgisini gostermek icin kuru kuru anlatmiyor bunlari, seviyor. "kendi ulkemden en sevdigim realist ressam iste" diyor, "bu en populer resmi, bu ise benim favorim". bir sanat tarihi ogrencisi filan degil, ekonomist. dusunuyorum, benim en sevdigim turk ressam nedir? bilmiyorum. realizm akimindan olanini hic bilmiyorum. chagalli seviyorum. kotu temeller uzerine caktigim egri bugru binalardan biri chagall.

    bircok eserin temasinin koku antikiteye uzaniyor, sonucta romayi bilmede siyasal tarihi ve hukuku anlamak zorsa yunani bilmeden kulturun ancak kopugunu tadabiliyor insan. hristiyanligi bilmeden ikisi de zor zaten. ortak bir miras var ve herkesin icine islemis, sadece zenginlerin veya akademisyenlerin degil. tiyatro sadece iyi okullarda alinan bir ders degil, cunku drama kulturun dnasinda var, tiyatro degil tiyatrolar sokagi var haftaicleri bile dolan. 'ode to joy' ab'nin marsi, islam birliginin veya ortadogunun veya turk dunyasinin marsi ne olurdu acaba?

    [edit: bu muhabbeti bir iranli kulturel tarih profesoru arkadasima yapiyorum bugun, herif diyor ki "bizde de nostalji var, mistisizm var bunlarda olmayan". tamam da, zeki muren esliginde raki muhabbeti tum bunlarin yerini tutar mi]

    koyveriyorum kendimi, ogrenmek yerine tecrube etmek icin o resimlerde sozle anlatilamayacak duygulari. zaten guzel bir sarap var elimde, turkiyede boktan bira parasinin yarisina aldigim, heykellerle dolu avlu pufur pufur esiyor. manzaraya bakiyorum; bizde manzara esittir bogaz cunku binalar cirkin. ben italyada anlamistim guzel binanin ne demek oldugunu. tek bir sokakta gordugum guzel bina sayisi, dogdugum sehirdeki toplam guzel bina sayisindan fazla. yuz tane isiltili dubai gokdeleninden daha guzel burdaki yikik dokuk eski binalar gozumde.

    konser bir koroyla bitiyor, herkes cocuklugunda sarki soylemis, katiliyorlar, hem de yabanci bir dilde. muzik bilmem, enstruman calamam, dans edemem. yani yaparim da, temelsiz egri bugru binalar, anca yetiyor adapte olmaya. benim gibi iyi cevreden ve iyi egitimle gelenlerinin dahi bu kadar guduk yetismesini saglayacak bir toplum yaratmak da basari sanirim.

    muzik bitti, sarap gitti, muze kapandi, muhabbet sonlandi, insanlar dagiliyor. kalabalik var ama itis kakis yok, hareket var ama gurultu yok. trafik var ama korna sesi yok. arabaya verecek paralari olmayan insanlar, bisiklet veya tramvayla evlerine donuyorlar. yarin is guc var, hepsi kalkip az cok sorunlu hayatlarina devam edecekler, ofleyecek pofleyecekler, zar zor yetecek kadar para kazanacaklar. ve bazisi salak, bazisi yuzeysel bu insanlar aksam televizyon izlemek veya pahali arabalariyla caddeleri turlamak yerine guzel sarap ve biralarla, her milletten insanla, guzel erkek ve kadinlarla, guzel binalarin arasinda, genis parklarin icinde, eski cesmelerin yaninda, uzerlerinde egreti durmayan, kasinti olmayan sanat veya gezi veya seks veya bilmemne muhabbetleriyle hayati yasayacaklar.

    her insan bunlar icin geldi bu dunyaya. siena'da, brugge'de, salzburgda sabahlari bir saat yuruyup, bir seviye gostergesi olarak degil de icinden geldigi gibi 5. senfoniyi dinlemek icin. ona bu kadar yakin olup da bir o kadar uzak olmak bazen canimi siksa da, gun batiminda bir saat yuruyup kordonda, caddebostan sahilinde, guneyde zeki murenle kafayi bulabilmek de fena degil, bangladesli olmak da vardi bu dunyada.

    ***

    (bu tip yazıları doğrudan emaille almak için fularsız entellik direnişine katılın. link değil içeriğin kendisini yolluyorum. blog gibi, bu emailler de reklamsız)
  • yüksek kültürüne ilişkin düzülen gelişigüzel övgülerin epistemolojik-ontolojik ahlaksızlık olarak da nitelendirilebileceğini düşündüğüm kıta. nedeni ise bu tür bir dilin kimi paradigmaların sorunlu kesitlerini sürekli yeniden üretmesi. kimilerinin açıkça kendi zararlarına olduğunu düşündükleri bir dilin dümen suyuna gitmesi.

    &

    özellikle batı kısımları oldukça varsıl bir kıta. her zaman böyle değildi. sıklıkla 19. yüzyılda ticaret dengesini, buharli gemilerinin zoruyla kendi lehine çevirdiği zamanlardan beri dünyanın diğer yerlerinden daha varsıl olduğu yazılır. değilse, maddi gereksinimlerini karşıladığı kamusal alanının genişlediği ancak iç hukukunu bu kamusal alanın sınırlarına kadar genişletmediği 1492'den itbaren, ucuz, bedava emek ya da bedava altın arzı sayesinde kendi lehine ticaret dengesini manipüle edebilmesi sayesinde varsıllaştığı düşünülür.

    rönesans ve ondan türeyen sanat-kültür öğeleri şüphesiz yüksek kültür öğeleri olup; italyan şehirlerinin bile kırsalında yaşayan adam ve kadını ilgilendirmez.

    aynı dönemde kürenin ortadoğu, çin ve alt kıta gibi diğer yerlerinde de yüksek kültür öğeleri vardır. 4-5000 yılık tarımsal tarihin cenderesinden damıtılmış vaziyette hem de.
    damlalar antik sarayların mahzenlerindeki köle emeği ile üretilmiş şarapların tanrısal tadını da, pers, çin, hind soylularının muhtelif sanat eserlerine bakarken dimağlarında oluşan imgeleri de bu imgelerin neden olduğu zevkleri de içinde taşır.

    yüksek kültürün toplum sınıflarının da gereksimine, kullanımına ve pratiğine açılması tarihsel olan kapitalist sistemimizin içine girdiği, iktisatçılar tarafından daha 1700'lerde keşfedilip formülize edilmiş, döngülerin paylaşım, üretim, tüketim ve dağıtımla ilgili ortaya çıkardığı gerekliliklerin de yardımıyla, 19.yüzyılda ve tedricen ortaya çıktı.

    buharlı savaş gemilerinin baskısıyla manipüle edilmiş ve dünyanın diğer yerlerinin aleyhine bir ticaret dengesi sonucu ortaya çıkmış varsıllık. bu varsılıığın çıkış nedenleri ve sonuçlarının tetiklediği toplumsal-siyasal dönüşümler. ve bu dönüşümler sonucu "düzen" ve herkes için güvenliği yeniden stabilize edebilmenin yolu olarak varsıllık ve yüksek kültürün toplum sınıflarına aktarımı.

    ihtilalden sonra burjuva, yönetim organının kamçısını aristokrattan aldığı gibi insanoğlunun iç uyumu, ruhsal güvenliği ile ilgili teolojik mekanizmaların tezahürü olan yüksek kültürü de ondan devraldı.
    ihtilali yaparken dayandığı toplum sınıfları, açlar ve baldırıçıplaklar yönettiklerine inandıkları gibi yönetme psikolojisinin tezahürleri olan istirahat, kötülük problemine çözüm, ahiret inancı, dünyasal zevkler gibi güvenlik ya da kültür öğelerine sahip olabileceklerine de inandılar. büyük oranda da gerçekleşti bu inanç; zira bizatihi açlar ve baldırıçıplakların seçme seçilme dahil bu gibi "yüksek" kültür öğelerine erişiminin sağlanması ekonomik gerekliliklerin tetiklediği toplumsal dönüşümler sonucu düzenin devamı için şarttı. yani buharlı savaş gemilerine ek olarak iç sömürü de var işin içinde.

    ilginç olan noktaysa düzenin devamı ve güvenliğin hem hakim hem de aç ve/veya baldırıçıplağın aynı anda işine geldiğidir.

    &
    başa dönelim, avrupa özellikle batı kısımları oldukça varsıl bir kıtadır. bu varsıllık tarihseldir. toplum sınıflarına maddi ve kültürel yansımaları bakımından oldukça yenidir.

    sözü edilen yansımalara övgü, bu varsıllığın nasıl ortaya çıktığını, neyin yaratımında azımsanmayacak bir/birkaç rolü olduğunu(evet bazı bölgelerdeki sefalet), ontolojik alemimizde ne gibi değişimlere mal olduğunun eleştirisine de küçük de olsa bir atıf yapılmadan düzülüyorsa, en hafifinden tehlikeli bir entelektüel körlük; ve doğrusu etikle ilgili çok ciddi bir problemdir.
  • ticaret dengesini manipüle ettiği yanlı bir bakış açısıdır. osmanlı başta olmak üzere bir çok devletin uyguladığı ambargolar nedeni ile ümit burnu ve benzeri deniz yollarını, dönemin teknolojisi ile onca zorluğa rağmen kullanmak durumunda kalmaları (ve bir nevi bunun baskısı ile keşfetmeleri) ile dominasyonlarını kendileri kazanmışlardır. ticaret önderlerinin neredeyse bütün orta sınıf halkı en az orta derecede muhasebe bilir hale gelmiştir ki bu bilgi seviyesine, maalesef günümüzde dahi çok uzaktır insanlar. ticaret, toplu olarak gelişmiştir. 19. yüzyıldaki dominasyonlarının arkasında 300 yıllık hayran kalınabilecek bir gelişme vardır. bu gelişme sırasında yapılanlar etik olarak sorgulanabilir durumda olsa da, alternatifinin diz çöküp boynunu uzatma olduğu düşünüldüğünde kendilerine biraz olsun hak verilebilecektir.

    sonrasında buhar teknolojisi ile birlikte bu gemilere hizmet edebilecek limanları da sadece kendileri yapabildiğinden neredeyse kusursuz bir dominasyon sağlamışlardır. #41137086 şu entry'de yazdığım gibi, geri kalmış memleketlere 19. yüzyılda gökten buharlı gemiler yağsa bile sonuç değişmeyecekti.

    kimine göre manipülasyon, kimine göre hayatta kalma.
  • bir kıta.
    ticaret dengesini manipüle ettiği yanlı bir bakış açısı değil; objektif tarihsel verilere dayalı bir gerçektir. işkembe-i kübradan fikir üretmeyin. pazar olgusunın işlevini ve ortaya çıkardığı sonuçları değerlendirin. avrupa'da ülkeler arası italat-ihracat verilerinin değişimini izlerken okumaya fiyat değişimleri, maliyet baskısı, para değerlerindeki oynamalar, işsizlik gibi değerlerdeki değişimleri de eş zamanlı-paralel mekanlı görebileceğiniz bir sürü iktisat tarihçisi var. adamları tarihçi yapan fikirleri değil; kaynaklardan çıkartıp öümüze koydukları veriler. okuma listesi mi verelim buradan. nedir yani. tarih hikaye de yazar ama hikaye yazdığını öne sürmek bile iddia-ispat gerektirir.

    ayrıca pazar manipülasyonu zorunlu olarak pejoratif manada kullanılması gereken bir olgu da değil.

    edit: bunların hepsi de olağan şeyler. antik dönemde zeytin yağı ticaretiyle ilgili de bu tür bir analiz yapılabilir. aklı başında hiç kimse avrupa'yı bu nedenle suçlamıyor zaten.
    ama 19. yy'a has olan şey dengenin dramatik ve dahaönce eşi benzerine rastlanmamış şekilde bozulması ve bu bozulmanın bizatihi kendisinin durumun geri döndürülemezliğinin maddi,manevi söylemsel şartlarını inşa etmesi. yani sadece durum tespiti yapıyoruz. buraya kadar etik ile ilgili bir konuya girmiş değiliz.

    ticaretin toplu olarak geliştiği falan yok. 1850lere dek ingiltere ile belçika ve fransanın pamuk, demir üretimlerini karşılaştırın. almanya, italya..vs saymıyorum bile.

    pamuk, demir yolu, pamuklu ticareti, buharlı makinalar gibi olguları bunların ortaya çıkış koşulları ve sonuçlarını araştırın. öncesi/sonrası neymiş? nasıl olmuş? pamuklu malları kim üretmiş? pamuk nereden gelmiş? kaça alınmış? kime kaça satılmış? nüfus artışına, istihdama nerelerde nasıl etkiler etmiş?
    sonra görüş üretiriz.
  • güzel kokan bir çürüme ve üzerine parfüm sıkılmış bir ceset diyor cioran avrupa için. (c, s olarak okunmuyor. çoran diyor rumenler) avrupa ülkelerinin şu an olduğu hale nasıl geldiğini anlamak için eduardo galeano'nun latin amerika'nın kesik damarları adlı eserini okumakta fayda vardır.
  • göçmenler yüzünden faşizm soslu partilerin hızla güçlendiği kıta.

    kendilerini adapte etmek yerine sikimin sosyalist partilerine sırt yaslamaya devam ederlerse sosyalist/sosyaldemokrat kitle de yavaş yavaş merkeze ve sağa meyil edecek duruma gelecek.
  • gecen haftabir avrupa kentimdeydim, hatta kasaba. dur adres vereyim lyon taşra. oturduk yemek yiyoruz, no pork dedim getirdiler bişiler. neise, bence bu dünyaya film izlemeye geldik. açtım muhabbeti, melville? kluzo? becker? yok. hadi yaklaşayım un prophet? audiard? duydum ama izlemedim. yahu alain delon bari? alain! ouai. +film noir felan işte hem fransızca? -what is this black film? neyse, çuklatlı kruvasann varsa yiyelim, yoksa gidelim.

    hoş topraklar.
  • genel olarak avrupa'nın ama özellikle ise kuzey avrupa'nın biriktirme ve kaynaklarını verimli kullanma kültürünün göz ardı edilmemesi gerektiğini düşünüyorum. ortada sadece sömürgecilikle gelen ani bir zenginleşme değil ama aynı zamanda taşları küçük küçük üst üste koyarak yapılan bir birikim de bulunmaktadır. ve hala taşları üst üste koymaya devam ediyorlar.

    kültür biriktiriyorlar, bilgi biriktiriyorlar, sermaye biriktiriyorlar.

    bilgi birikimi
    çok sevdiğim bir arkadaşımın sözü vardır. keşke kuran'ın ilk emri, oku değil de yaz olsa idi. sürekli olarak kayıt tutuyor olmak, gelecekte yapılacak olan analizler için veri tabanı oluşturuyor. bu analizler ise yeni bilgilerin üretilmesine yardımcı oluyor. bu kısmı uzun uzun yazmayacağım.

    yalnız bu başlık altında dikkat çekmek istediğim ayrı bir nokta var: türkiye'deki adam saat ücretlerinin avrupa'ya göre düşük olmasına rağmen, işçilik maliyetleri nerede ise aynıdır. bu kadar yüksek işçilik ücretleri, tadilattan kaynaklanmaktadır. beş kuruşluk iş yapıp ardından yapılan işi düzeltmek için 25 kuruşluk iş gücü harcanmaktadır. bunun en önemli sebebi ise, şirketlerin doğru düzgün raporlama sistemlerinin olmamasıdır. ve evet rapor dolduran mühendisler sallama rapor dolduruyor. ama mühendislere soracak olursanız, en büyük sorunumuz, bilgisayar çağında kendilerine elle ödev yazdıran hocalarıdır.

    sermaye birikimi
    cumhuriyetin kurulmasından bu yana tüm ülke milli sermayenin birikmesi için uğraşıyor. ama birikmiyor. forbes listesine giren türklerin sayısı artıyor, ama ekonominin bel kemiğini oluşturan kobiler tırt durumda.

    üç tane işçi çalıştıran adam kendisini patron ilan ediyor. "hollanda ve almanya'da taksiler bile mercedes" goygoyuyla hemen altına mercedes çekiyor. iyi de bu adamın fason imalat yaptığı avrupalı şirketin sahibi mercedes'e binmiyor. aldığı araç ile mercedes arasındaki fiyat farkına, fabrikasına iki matkap daha alıyor.

    yine kobilerin patronları zengin ama firmaları kağıt üzerinde inanılmaz kötü durumda. kredi almak, hibe programından faydalanmak veya ihracat yapmak için gerekli minimum şartları sağlayamıyorlar.

    bu kervanın son halkası akp müteahitleri. ballı kredi ile alınmış silindir ile asfaltın üstünde gidip geliyorlar. devlette bunları gani gani besliyor. tamam eyvallah ödediğimiz dolaylı vergilerle bu adamları da zengin edelim yeter ki sermaye biriksin. ama kazandıkları paralar, şirketlerini büyütmeye değil, 4x4 ciplere ve gayrimenkule gidiyor. o beklenen kriz patlak verdiğinde, biz sadece bu adamı emlak ve cip sahibi yapmış olmakla kalacağız. çünkü bu akp müteahitlerinin başka bir alanda kullanacağı sermayesi yine başka bir alana taşıyacağı bilgi birikimi yok.

    misal avrupa'daki tekne üreticilerinin rekabet şansını kaybettikleri an, kompozit malzeme, akışkanlar mekaniği ve eğimli yüzeylerle ilgili bilgi birikimlerini rüzgar santrali kanatlarının tasarlanmasında kullandılar.

    elin adamı, atölye kurarak işe başlıyor. aradan geçen zaman içerisinde kasasında sağlam para, arşivlerinde onlarca yılın birikimi ve pazarda güçlü bir pay sahibi oluyor. mercedes'in sikim sonik bir parçasını yapan adam bile zaman içerisinde kendi konusunda ve uzmanlık alanında dünya devi haline geliyor.
  • güzel, kusursuz görünümlü ünlüler gibi olan kıta.

    ben bu adamların kasabalarına, şehirlerine hayranım. korunmuşluğuna, temizliğine, mimarisine, huzuruna. ünlü dedik, hani bakarsın "kusursuz insan bu herhalde!" dersin ama biraz kazıdığın zaman altını, sağdan soldan torpilli, onun bunun hakkını gaspederek bulunduğu yere gelmiş, hayata bakışı sağlıksız, birikimi sıfır bir teneke ile karşılaşırsın. "bu muymuş lan hayran olduğum insan!?" diye hayıflanırsın. yani umarım bunu yaparsın.

    avrupa'nın bu pembe görüntüsünü de kazıyınca altından, afrika, asya, latin amerika'daki sömürü, kölecilik, yakın zaman için ise 2. dünya ülkelerinin, kalkındırma adı altında kapitalizmin manevraları sayesinde ince ince boğazlanması çıkıyor.

    işin sanat, bilim ve sosyal refah kısmı da var ama bunların finansmanı zamanında nasıl yapıldı ona da bakmak lazım.
hesabın var mı? giriş yap