• yokluğunda değeri bilinen ayak giyeceği...

    sanırım 9 yaşımdaydım. o seneler neden o kadar sıkıntılıydı hatırlamıyorum ama her sabah babam evden çıkarken yemek masasına para bırakır ama nedense her akşam "o para neden az?" diye annemle babam kavga ederdi... babam hep "yok" derdi, "anlamıyor musun?". bazen annemin kavga edecek gücü bile olmazdı, oturur ağlardı tek başına... o zaman para benim için patlayan şekerlerden ve simitten ibaretti gerçi. hala rahatlıkla simidimi ve patlayan şekerimi alabildiğim için çok da umrumda değildi. akşamları hala o zamanlar sevmediğim pırasa olurdu; eskiden babam pırasayı parayla yedirirdi bana ama bu sene para da vermiyordu nedense... annem ağlamasın yeterdi, ben bedava da yerdim pırasamı...

    öyle bir şubat ayıydı işte. siyah ayakkabılarım vardı, kalın deriden, içi perşembe pazarından alınmış yün keçelerle desteklenmiş, sıcacık, seneye de giyerim diye 1 numara büyük alınmış, sağlam, çift çorap takviyeli siyah ayakkabılarım... o lanetli şubat gününe kadar varlığıyla yokluğu arasında değişen çok bir şey yoktu benim için. sadece bir çift ayakkabıydı işte. mahalle maçlarında kramponum, teyzemin düğününde bana 2 beden büyük gelen emanet takım elbisemin tamamlayıcıları, mahalledeki dut ağacına tecavüz ederken de tırmanış ayakkabılarımdı. sabahçıydım o sene okulda. o lanetli şubat günü, elimde gittikçe ağırlaşan sümerbank çantamı eve bırakmadan bakkal hasan amcanın portakal kasalarının arasına saklayıp direk oyuna mı gitseydim arkadaşlarımla şubatın soğuğuna aldırmadan yoksa eve gidip kazınmakta olan karnımı mı doyursaydım? eve gidersem annem beni sokağa salmazdı elbet bu soğukta ama nedense açlığım daha ağır bastı. eve gitmeye razı oluverdim; zaten merdivenlerden çıkarken yüzüm aydınlandı annemin misafirlikte olduğunu hatırlayarak. o yaşımda büyük bir sorumluluk örneği olarak taşıdığım ev anahtarlarımı annem pantolonumun içine yaptığı gizli bir cebe sabitlemişti. itinayla çıkardım ayda belki 1 ya da 2 kez kullandığım anahtarları ve o koskoca kahverengi kapıyı gıcırtısına aldırmadan açıverdim. annem yeni çıkmış olmalıydı evden çünkü mis gibi ıspanak kokuyordu ev. annem ıspanak ve yoğurt bırakmıştı masanın üstüne. o heyecanla ayakkabılarımı kapının önüne bırakıp eve girdim, nasıl olsa 3 dakika sonra tekrar sokaklara dönecektim, o yüzden umursamadım annemin "ayakkabılarınızı kapıda bırakmayın, çingeneler çalar yoksa!" uyarılarını. gerçekten de yoğurtlu ıspanağı yutmam 3 dakika bile sürmemişti. çantamı odama savurdum önlüğümle birlikte. anorağımı istemeyerek giydim ve gene o koca kahverengi boyalı kapıyı açtım. karanlık ve nemli apartmanımızın mevdivenlerinde bir eksiklik vardı, ayakkabılarım... 4 dakika önce orada bıraktığıma emindim. sanırım bu hayatımın ilk gerçek şokuydu. çok basit birşeydi belki daha önce ayakkabılarım, ama yoktu işte şimdi... yoktu ayakkabılarım. şüpheyle ayakkabılığa baktım. yoktu ayakkabılarım... başka ayakkabım da yoktu zaten. hayatta o an için sahip olduğum tek ayakkabım çalınmıştı. ne yapacaktım? annem çok kızar mıydı acaba? ya babam, gene para yok diyecekti, ayakkabı almayacaktı belki bana... bunun üstüne annem gene ağlayacaktı... annemin tekrar ağlayacağı düşüncesi deli ediyordu beni. gözlerim doldu hemen, boğazıma kocaman bir yumruk geldi oturdu. adem elmamın altında sanki kaybolan ayakkabılarım vardı, yutkunamıyordum... annemi ağlatmamam gerekiyordu. o hırsla bulduğum bir çift terliği geçirdim ayağıma ve fırladım sokaklara soğuğa aldırmadan... hep korkardık eskiden çingene mahallesine gitmeye, hele tek başına... ama umrumda bile değildi. ne çingene çocuklarının çakılarından ne de karabaş köpeklerinden korkmuyordum. üstümde annemin ördüğü önlük altı kazağım, ayağımda tekinin burnu delinmiş ve itinayla yamanmış merserize çoraplarımın süslediği terliklerle daldım çingene mahallesine. yağmur çiseliyordu. günün 24 saati sokaklarda olduğunu düşündüğüm çingene çocuklarını bırak, karabaş köpekler bile yoktu sokaklarda. ellerim soğuktan kıpkırmızı olmuş, çoraplarım ise bastığım sulardan dolayı sırılsıklam olmuştu. üşümek umurumda bile değildi ama hasta olursam annem daha çok ağlayacaktı, biliyordum... bacaklarımın arasında sanki bir kuyruk varmışçasına eve döndüm; ablam öğlenciydi o sene ve o bile gelmişti eve. o kadar saat geçmişti demek sokaklarda... annemin de eli kulağındaydı herhalde. ablam her zamanki gibi halının üstüne yatmış ödevini yapmaya başlamıştı önlüğünü bile çıkartmadan. farketmedi ıslak çoraplarımı ve soğuktan mosmor olmuş yüzümü. banyoya gittim çıkardım çoraplarımı. annemi beklemekten başka çarem yoktu... kapıda anahtar sesi duyuldu sonra. radiyooo diye bağırdı annem, "ekmek almayı unuttum git ekmek al bakkaldan!"... çıplak ayaklarım ve ıslak paçalarımla gittim annemin yanına, boyum ancak beline sarılmaya yetiyordu, gömdüm kafamı annemin kıçına ve ağlamaya başladım... sanki annemin ayakabılarımın kaybolması yüzünden dökeceği bütün gözyaşlarını annemin yerine ben dökmek istiyordum o an. hüngür hüngür ağladım annemin bacaklarına sarılmış olduğum halde. "ne oldu?" dedi yumuşak bir sesle, "neden ağlıyorsun?"... olanları anlattım, çok kızmadı bana; sadece yüzünde bir sıkıntı oldu. bu sıkıntıyı çok iyi tanıyordum, "yok"tu gene... "hele bir baban gelsin" dedi...

    hayatımda hiç o kadar uslu oturduğumu hatırlamıyorum. gıkım çıkmadı babam gelene kadar. uykudan önceyi bile izlemedim o akşam. adile naşit'in "hadi bakalım kuzucuklar, doğru yatağa!" deyişini duyduğum an tekrar anahtar sesi duyuldu kapıda. babam gelmişti işte. gene kavga edeceklerdi... bu sefer de benim yüzümden. direk banyoya gitti babam ellerini yıkamaya, annem de çorbaları koymaya başladı. oturduk sofraya. sessizlik babamın da dikkatini çekti, sordu "hayırdır" diye... ablam bu fırsatı kaçırmadı tabi... "ayakkabılarını çalmışlar bizim salakonun kapıdan baba!" dedi tadını çıkartarak her kelimenin... ablamın umduğu gibi olmadı, babam da kızmadı. sadece onun da yüzünü sıkıntılı bir hal aldı. sanırım ilk kez duyuyordum o kelimeyi o akşam... "ay sonu" dedi babam; anlam veremedim o kelimelere o akşam ama ters birşey olmalıydı şu "ay sonu"... "yarın perşembe pazarı var" dedi annem, "ordan alırız"... o zamana kadar hiç pazardan giyim/kuşam almamışlardı bana. hep mağazadan alırdık o zamana kadar herşeyi... bu sefer pazardan alacaklardı. "olsun"du... en azından kavga çıkmamıştı. sıkıntı yeterince bunaltmıştı beni. ne olursa "olsun"du... ayakkabı mağazalarının güzel kokusu, uzun ayakkabı çekecekleri ya da alçak aynaları olmasa da olurdu bu sefer... ayakkabı olsa yeterdi...

    ertesi sabah okula gidemedim haliyle, sabah babam da işe geç gidecekti ayakkabı alacağız diye ama bir sorun vardı. terliklerle o soğukta pazarda gezemezdim, evde oturdum annemle; ablamla babam gittiler pazara. yarım saat sonra naylon torba içinde bir çift ayakkabıyla geldiler. o zamana kadar hep kutuda olurdu ayakkabılarım, bu sefer naylon torbada gelmişlerdi. "olsun"du... kahverengi ve sivri burunlu, ince derili ayakkabılardı. üstünde deri parçalarından yapılmış bir süslemeyle benim yaşıma uygun ayakkabılar değillerdi. ortaokul öğrencilerine göre olanlardandı ve 2 numara kadar büyüktüler... "olsun"du... bunlardan ne krampon olurdu ne de tırmanış ayakkabısı... ama "olsun"du... ayaklarımı üşüteceklerdi ama "olsun"du... çirkindiler bu ayakkabılar, ne okul pantolonuma ne de sokak pantolonumun altına giderlerdi ama "olsun"du... "olsun"du işte...

    o gün evden çıkmayıp uslu bir çocuk olarak oturdum evde. ertesi sabah okula giderken giydim ilk kez o ayakkabılarımı; çok sertlerdi, derisi bir garip kokuyordu, çok süslü püslülerdi, ayağıma vuracaklardı, çok ciddi duruyorlardı bir ilkokul öğrencisinin ayağında, arkadaşlarım dalga geçeceklerdi o kösele ayakkabılarla... "olsun"du... en azından ayakkabım vardı artık... 2 sene giydim o çirkin kahverengi ayakkabıları. dut ağacına da tırmandım, futbol da oynadım. her yağmurda sırılsıklam oldu çoraplarım... ikinci senenin sonunda sol teki yırtıldı önce... anneme söylemeyeyim dedim. biliyordum ayakkabının değerini artık ne de olsa. sonra sağ tekinin de topuğu çıktı... artık daha az kavga vardı hem evde... babama söyledim o akşam ayyakkabım yok diye, mekap aldı bana o bahar*...
  • eksikliği ilkellik, eskiliği fakirlik, markası zenginlik, tarzı kişilik, fazlası delilik olarak görülen günümüz insanının fizyolojik bir ihtiyacı.
  • bir çeşit kap.
    ne derece doğru bilmem, ben anlatanların yalancısıyım, ama şöyle bir hint masalı var;
    günlerden bir gün, ülkenin haşmetli kralı, taşlı sert zeminin ayağını acıttığını söyleyip tüm krallığının her köşesinin sığır derisiyle kaplanmasını emreder.
    kralın bu fikrini duyan soytarısı bu karara kahkahalarla güler. gülerken de 'ne kadar saçma, ne kadar gereksiz' der durur. bunu duyan haşmetli kral, aşağılanmayı hem de soytarısı tarafından gülünç duruma düşürülmeyi hiç kabullenemez ve çok sinirlenir. "derhal bana daha iyi bir seçenek göster ki seni affedeyim, yoksa öleceksin" der soytarısına. soytarı kendisinden çok emin bir şekilde şöyle der: "sevgili kralımız, niye bu kadar zor ve pahalı bir işe kalkışıyorsunuz doğrusu anlayamıyorum. bütün krallığı sığır derisiyle kaplamak yerine, küçük bir sığır derisini kesip ayağınızı kaplayınız yeter" diye sözlerini tamamlar. ve ayakkabıların böyle doğduğu söylenir.
  • türkiye'de türkçede türleri hakkında doğru düzgün bilgi olmayan giyim eşyası. bu eşyayı herkes giyiyor ama ne giydiğini kimse bilmiyor demek ki. ayakkabının türleri, yani tarzları vardır. bu tarzların adlandırılmış olması, bilinir olması bir toplumdaki giyim kuşam kültürünün derinliğini gösterir. türkiyede böyle bir kültür çok sığ seviyede. nereden mi anlıyoruz? belli başlı, köklü ayakkabı mağazalarının sitelerine girdim, ayakkabı reyonlarındaki kategorizasyona ve adlandırmalara baktım. normalde çok çeşit ayakkabı üreten bu firmalarda ayakkabı türleri hakkında spor ayakkabı markalarına göre daha fazla tarz ve tanımlama olacağını varsaydım ancak bu yönde bir bulgu elde edemedim. ayakkabıların bilgi sayfalarında nasıl tanımlandıklarını sizler için derledim:

    hotiç ile başlayalım.
    erkek: trendy, klasik
    kadın: babet, trendy, sandalet
    alt kategori yok.

    tergan
    erkek: bot, sandalet, terlik, ayakkabı
    kadın: bot, çizme, babet, sandalet, terlik,
    alt kategori yok.

    matraş
    erkek: bot, klasik, günlük
    kadın: alçak topuk, topuklu, dolgu topuk, babet, bot, terlik/sandalet
    alt kategorizasyon yok.

    kemal tanca
    erkek: abiye, casual, comfort, klasik, rok, spor
    kadın: abiye, babet, comfort, spor
    alt kategorizasyon yok.

    ziya
    erkek: casual, formal, comfort
    kadın: casual, formal, comfort
    alt kategori yok.

    desa
    erkek: günlük, klasik, spor
    kadın: klasik, babet, sandalet, günlük, spor
    alt kategori yok.

    edit: burada desa'nın hakkını verelim. bazı modellerinde "burnu brogue detaylı, neolit tabanlı, kösele tabanlı" gibisinden ayakkabının tarifini vermiş. diğer markalarda olmayan bilgiler. brogue gibi özel tabirleri hiçbir ayakkabı markasının bilmediğini düşünmüyorum ancak bunu müşterisine yansıtan bir tek desa şu anda. tebrikler.

    bir tane de avrupa kökenli olsun: deichmann (global sitesini neredeyse aynen kopyalamış)
    erkek: bağcıklı ayakkabılar, bağcıksız ayakkabılar, midcut, klasik, ev ayakkabısı, terlik, açık ayakkabı
    kadın: topuklu ayakkabı, dolgu topuk, babet, sandalet, parmakarası terlik, terlik, bağcıklı ayakkabı, bağcıksız ayakkabı, midcut, çizme, konfor, ev ayakkabıları

    görülen o ki türkiye'de ayakkabı türleri erkeklerde işlevine, kadınlarda ise hem işlevine hem de topuk çeşidine göre belirleniyor. yerli markalar birçok tarza klasik aykkabı deyip geçerken, bunun haricindekileri konfor, günlük, casual gibi sıfatlarla tanımlıyor. ayakkabının malzemesi ayakkabıyı tanımlarken ikinci sırada geliyor. çoğu firma ayakkabının sayasının yapıldığı malzemeyi verip geçmeyi yeterli görmüş. deri, süet, nubuk, bez gibi adlandırmalar var. ayakkabının tabanının yapıldığı malzemeyi çok az firma sitesinde beyan etmiş. kösele, neolit, suni malzeme gibisinde yazıldığı yerler çok az sayıda. ayakkabı malzemesini tarif eden sembolleri kimse ürünlerin sayfalarında belirtme ihtiyacı görmemiş. ancak ayakkabının tabanının fotoğrafı varsa, orada görüp bilgi sahibi olabiliyorsunuz.

    halbuki dünyanın geri kalanı için ayakkabılar çok daha fazla çeşide sahip. adlandırmalar çok daha zengin. özellikle ingilizce konuşan kültürlerde ayakkabı çeşitlerinin adlandırması sadece işleve göre değil, ayakkabının malzemesi, bağlanış biçimi, yapısı, tasarımı gibi kendine özgü özelliklerine dayanıyor. daha çok tanımlama ve tabir karşımıza çıkıyor. bazılarının karşılığı türkçede yok. karşılaştırma amacıyla birkaç yabancı ayakkabı markasının sitesini gezdim.

    clarks
    erkek: shop by product ve shop by range diye ana iki dala ayırmışlar. product kısmında: canvas, casual trainers, loafers, mules, sandals, brogues, boots, desert boots, slippers, wellies mevcut. range kısmında ise casual, classic styles, modern styles, originals, smart, unstructured diye işlevlere göre gruplamış. herhangi bir kategoriye girdiğinizde sol frame'de süzme seçenekleri çıkıyor. bunlar arasında style başlığında brogues, lace, slip on, trouser shoes mevcut. function'da ise casual, smart, formal, smart casual, workwear, wedding, special occasion diye gruplamış.

    kadın: benzeri gruplandırmalar altında farklı olarak flats, court shoes, stilettos, high heel, block heel, sling backs, mary jane, stack heel, loafer, lace, slip on, wedges gibi tarz kategorileri mevcut.

    loakes
    sadece erkek ayakkabısı üreten bu sitede değişik gruplandırmalara göre fitrelemek mümkün.
    brogue, toe cap, boot, monk shoe, plain tie, slip on, oxford, semi brogue, apron tie, chelsea boot gibi türler görüyoruz. ayakkabıların hemen hepsinde iç, dış ve taban malzemesi ayrı ayrı belirtilmiş. ayrıca ayakkabının eni için tanımlama yapılmış.

    amazon.co.uk
    erkek: soldaki kategorizasyonda lace-up flats, loafer flats, trainers, atheltic & outdoor shoes, boat shoes, boots, clogs & mules, sandals, slippers, espadrille flats, thong sandals diye ayrılmış. ürün açıklamalarındaki tarz belirten tabirlerden rasgele bazıları ise şöyle: oxford lace shoes, macculum shoe, brickers, winged brogue, lace up derby, macudam shoe, western cowboy boots, chelsea boots, murdock shoe, platform wedge, ankle boots diye gidiyor.

    wikipedia'daki ayakkabı türlerini sıralayalım:
    men's dress shoes: blucher, brogues, brothel creepers, derby, monks, oxfords, slip-ons (loafers), spectator shoes (co-respondent shoes), venetian style shoes, winklepickers
    women's dress shoes: ballet flats, court shoes, high-heeled footwear, mary janes, mojari, mule shoes, peep-toe shoes, saddle shoes, slingbacks, slip-ons (loafers), venetian style shoes, winklepickers
    fashion boots: beatle boots, chelsea boots, go-go boots, knee-high boots, over-the-knee boots, platform boots, ugg boots
    böyle gidiyor...

    keşke ayakkabı kültürümüz gelişse de türkçede de ayakkabı türlerinin karşılıkları olsa, günlük yaşama girse, ayakkabı dükkanlarında oxford ya da brogue ayakkabı arıyorum dediğinde kimse garip garip bakmasa...
  • çekeceği vardır.
  • başlık genelinde takım elbiseyle giyilecek klasik erkek ayakkabılarıyla ilgili tam ve doğru bilgi görememiş olmaktan hareketle, sınıflamayı kısaca belirtmek istedim.

    oxford: en klasik ve en bilindik ayakkabı çeşidi.
    derby: oxford'a çok benzer, sık sık da karıştırılır. aralarındaki fark, oxford'da iliklerin bulunduğu iki yakanın bitimde daima birleşmesi, derby'de daima açık olmasıdır.
    monk strap: oxford'un iliklerin bulunduğu yakalarının biri uzatılarak tokalı hale getirildiği varyasyonu.
    loafer: mokasen'in bağcıksız olanı. ingiltere kralı 6. george için ev terliği olarak icat edilmesini takiben, amerika'da moda olmasıyla evrimini tamamlayıp bir takım elbise ayakkabısı haline gelmiştir.
    dress boot: oxford ya da derby'nin uzun boyunlu olup bilekte biteni.
    chelsea boot: bu da bağcıksız, bileğindeki elastik kısım vesilesiyle, kolayca giyilip çıkartılabilen bir bot.
    chukka boot: iki yakasında üçer ilik bulunan bir bot çeşidi. bunların crepe tabanlı süet olan casual versiyonları bilindik desert boot'lar.

    bunların burunları da farklı kesimlerde olabilir, ama takım elbise ayakkabısı için ana kural, burnun yuvarlak, yuvarlatılmış olması, asla ve kata küt veya sivri olmamasıdır. sonra bir cemiyette niye bağcılar çocuğu muamelesi görüyorum demeyin.
  • kadinlar icin en etkili anti depresan.
    (bkz: mutsuz kadin yoktur az ayakkabi vardir)
  • 40.000 yıl önce,

    insanların ayakkabı giymeye ne zaman başladığını fosil kayıtlara bakarak öğreniyoruz. ayağın anatomik değişimini temel alan bir kuram, ayakkabının paleolitik zamanlardan beri giyildiğini gösteriyor.

    1790,

    bir ingiliz mucit modernleşme ayakkabı bağı çağını açtı. bir şeyleri iple bağlamak yeni değildi ancak o güne kadar ayakkabılar genelde düğme ya da tokayla kapatılıyordu.

    1844,

    charles goodyear, doğal kauçuğu dayanıklı bir ürüne dönüştüren vulkanizasyon işleminin patentini aldı. bu da kauçuk tabanlı ayakkabı devrini başlattı.

    1858,

    lyman reed blake, ayakkabının üstünü tabana dikebilen bir dikiş makinesinin patentini aldı. daha sonra geliştirilen ve mckay dikiş makinesi adını alan nu alet, ayakkabı üretimini kat be kat hızlandırdı.

    1916,

    united states rubber company "spor ayakkabı" adıyla pazarlanan ilk ayakkabı olan keds i piyasaya sürdü.

    1978,

    nike nin kurucusu bill bowerman, gofre tabanlı ayakkabı konseptinin patentini aldı. bu tasarım daha iyi çekiş sağlıyor.

    2013,

    new balance ve nike, tabanı 3b baskılı ilk seri üretim spor ayakkabıyı duyurarak kişiselleştirilmiş ayakkabıda çığır aştı.

    kaynak : popular science türkiye.
  • türkiye de en garip fiyatlandırma mekanizmasına sahip ayak kıyafeti.
    bazı kaliteli markalar var yerli. hotiç, inci vs gibi. bikaç yıl öncesine kadar bunlar ayakkabılarını bugünün 150 200 tl sine çıkarır, indirim zamanı 80 120 arasına indirirdi. eyvallah enflasyon edik düdük.
    şimdi bunlar 800tl dan ayakkabı çıkarıyor, daha fabrikadan çıkmadan %50 - %70 indirim yapıyor mağazaya öyle yolluyorlar. bi kaç yıldır sistem bu.
    ayakkabı da sorsan ilk çıkış 800, indirimli 400. ikinci indirim 300.
    satıcılar direk "abi 800lük ayakkabı yarı fiyatta kaçırma " kafasında. diyorum "hiç 800den satıldığı oldu mu? tıss
    bi de kanun var ha. bu çakallıkları yapma diye indirimi ispat zorundasın. da neyi denetlediler de bunu denetleyecekler? kutusu lazım netekim
  • yaklaşık 3 sene önce bi internet cafede çalışıyodum.
    bi velet vardı hiç unutmam.küçük boylu baya,giyim kuşamından çok gelirleri olduğu söylenemez. ama çocuk bi gülerdi,güller açardı yüzünde.

    bi antrenör olmadığım eksikti zaten.
    çocuklar top oynuyodu. yanımda uzunca saçları olan en iyi arkadaşım,dipleri kırıntılarla dolan kiremitlerin üstüne oturmuş onları izliyoduk.inşaat boştu,zaten dolu olsa kiremitlere oturmak imkansız.
    saha da biraz yüksekte.
    hadi ben neyse de,arkadaşım baya uzun o normalcene izleyebilirdi.
    sonra devre oldu. çocukların sevinç çığlıkları kulakları aşındırıyodu.
    ayakkabılarını çıkardılar.
    o an bi antrenör olarak,ayakkabılarını alıp birbirine vuruyor,tozlarının gitmesini sağlıyodum.
    o an çocuğun ayakkabısını aldım elime. ayakkabı değil.terlik değil. kalın bi bez sanki.
    kenarında bi iplik var,bu bezi ayağına sarınca birde iple sıkıyormuş meğersem.
    uzaktan izlemiş beni.utanıp yanıma gelememiş.
    gözlerim doldu ayakkabıyı görünce. hala ayakkabı diyorum gerçi.bez parçası. ama yine de geri kalmak istememiş. arkadaşları tarafından dalga geçileceğini göz göre göre oynamış. yılmamış.
    sonra ben bi an göremedim hiç bişeyi.

    hani gözlerin çok dolar da,sulanmaktan göremez ya, işte böyle.
    sonra koştum 100 200 metre ileriye,kimse görmemesi için.oturdum bi taşa,deliler gibi ağlamaya başladım. yanımdan bi kız geçiyo,uzun uzun baktı bana. bi an durdu,ama gelmeden devam etti yoluna.
    arkadaşım sonra farketti. ayağa kalkıp koştu yanıma,anlattım durumu.

    küçük bir kalp,küçük bir ayak...
    antalyada 2 ay it gibi çalışıp kazandığım paranın bi kısmıyla bi ayakkabı aldım ona.
    nasıl sevinçliydi.
    gözleri gülüyodu.ağzı kulaklarındaydı.

    sonra bi an irkildim.
    uyanmıştım. klimanın vurduğu suratımda,gözümden akan yaşların,neredeyse donucağını farkettim.
    ahh be güzel çocuk,gece gece neden girdin rüyama?
hesabın var mı? giriş yap