• şimdi bir şey diyeceğim incilinize de kuranınıza da göte girecek.

    ergence hırslara kurban edilemeyecek kadar değerli, mimarlık tarihinin en önemli tarihi eserlerinden biri ayasofya. 1935'ten beri müze ve müze olarak kalacak. orası ne müslümanların ne hristiyanların, artık tüm insanlığın. ibadethane olarak işlev göremeyecek kadar da eski ve değerli. sidik yarıştıracak başka bir şey bulun.

    amk kültür düşmanları.
  • 6. yüzyılda inşaa edildiği vakit en büyük kilise olan yapı. kubbesi o kadar geniştir ki, birkaç kere çökmüştür. ayasofya’nın kendisi ise 3 kere inşa edilmiştir. antik dönemden kalan en iyi kalan büyük yapılardan biridir( inşaası 537 yılında bitmiştir).

    1453’te camiye dönüştürüldüğünde, kuşkusuzki tarihin en güzel camilerinden biri olmuştur. zaten bunu osmanlı mimarisindeki etkisinden de anlayabilirsiniz. klasik osmanlı mimarisinin temelinde ayasofya vardır: küçük kubbelerin büyük devasa bir kubbeyi desteklediği camiler.

    camiye dönüştürüldüğünde içindeki mozaiklere dokunulmamıştır bile. mozaiklerin üstü 18.inci yüzyıldan sonra kapatılmıştır.

    ayasofya herhangi bir dine ait olmak için fazla güzel bir yapı. istanbul, “city of world’s desire” olarak bilinir. ayasofya da istanbul’un kalbidir. ayasofya’nın müzeye çevrilmesi olabilecek en doğru karardı. böylece sembolik gücü bu kadar yüksek olan bir yapı sadece müslümanların veya ortodoksların mirası değil bütün insanlığın mirası haline geldi.

    ama ben bunları neden anlatıyorum ki ? tarihin, sanatın bir değeri mi kaldı ki ? ahh...
  • islamcıların bitmeyen eziklikleriyle hala fethetmeye çalıştıkları bizans kilisesi. şimdi müze.
  • tuğracı doblocu bakış açısından bile kılıç hakkından bahsedilemez. osmanlı devleti, istanbul'u iki kez düşmana kaybetmiştir. 1918 ve 1920'de şehir düşmanın eline geçmiştir. yani fatih'in torunları, bu şehri kaybetmiştir.

    1923'te başkomutan mustafa kemal atatürk şehri geri alana kadar da düşman kuvvetleri şehre sahip olmuştur ve yönetmiştir. (o arada ingiliz kuvvetlerindeki müslüman din kardeşlerimizin kaç müslüman kadına tecavüz ettiğine de bir ara bakarsanız.) hoşunuza gitmiyor ama kılıç hakkı falan yok ateşli genç arkadaşlarım. işgalle beraber şehir el değiştirince bitti o işler.

    şehir artık fatih'in şehri değil, ingilizlerden geri alınmış şehirdir. şehri alan da atatürk'tür. bu şehri alan son komutan atatürk'tür yani. bunu kasıtlı olarak mı görmezden geliyor insanlar bilmiyorum ama istanbul, osmanlı devleti tarafından kaybedilmiş ve son osmanlı padişahı da ingilizlerin egemenliğindeki şehirden kaçmıştır. kaç kere daha söylersek anlayacaksınız acaba?

    cumhuriyetin kurulmasıyla da eski devletin borçları dahil her şey yeni devlete devredilip halkın malı olmuştur. bilmem ne osmanoğlu'nun çıkıp topkapı sarayında ben oturacağım, dolmabahçe'de de kardeşim oturacak, boşaltın demesi gibi bir saçmalık bu vakıf işi.

    bunlardan bağımsız olarak, istanbul'da yaşayıp sevinen akp'liler falan var ya, yarısından çoğu ayasofya'nın yerini bile bilmez, hiç görmemiştir, seçim dönemi otobüslerle taşınmazsa da göreceği yok. yaşayanların yarısının deniz görmediği yer burası.

    bir ay bile sürmeyecek bu goy goy, sonra da yanındaki heybetli sultan ahmet gibi kuşlara ve meraklı turistlere kalacak yine. camilere giden varmış gibi atıp tutulmasına da ayrıca hastayım.

    son olarak, rte için 25 yıllık bir kozdu bu ve bugün bozdurmaya karar verdiğine göre gerilim ve kutuplaştırma siyasetine devam edecek. yakında seçim olmadığına göre heybesindeki en güçlü gerilim unsuru bu değil demektir. muhtemelen iç karışıklık yaratıp muhalefeti sokağa dökerek kendi kitlesini konsolide etmek ve belki de yeniden ohal ilan etmek için uzun vadeli bir plan yapılmış. internet yasakları ve baroların hükümetin kontrolüne geçmesi falan. yine muhtemelen cumhuriyet değerleri etrafında hedefler seçilmiş ve onlara saldırarak, muhalefet karşılık verirse en sevdiği iş olan gerilim siyasetine çekecek herkesi. muhalefet karşılık vermezse de ezelden kanlı bıçaklı olduğu cumhuriyet değerlerine zarar vermenin keyfini çıkaracaktır. ancak bu tür radikal adımlar genelde son çare, son barut olmuştur. tarih bize böyle gösteriyor. hatırlatmak boynumuzun borcu, bu tür işler cepte para varken işe yarar. insanlar sefalete sürüklenirken, borç gırtlağa yaklaşmışken, daha kötüsü umut ufukta batmışken genelde ters teper. haftaya ve ondan sonraki haftalarda yaptıracakları ankette görürler zaten. yaklaşan ikinci döviz krizini ayasofya'dan izleriz artık.
  • içinde namaz kılmanın kime, neye, nasıl bir faydası olacağını merak ettiğim kilise. ulan adamlar kilise yapmış, üzerine konup içindeki mozaikleri kapatıyorsun, sonra da mağdura yatıyorsun. bu kadar barbarlık olmaz.

    sanki yer yüzündeki bütün camiler silindi, bir ayasofya kaldı.

    buranın camiye çevirilme isteğinin tek sebebi batıya, hıristiyan dünyasına karşı olan eziklik. burada namaz kılıp "çocuğu koyduk mu!" diyeceksiniz en fazla. fakir avuntusu. islamcılarnı içinde taşıdığı sonsuz ezikliğin bir başka dışa vurumu. ramazanda alkol içenlere, yemek yiyenlere saldıranların, sivas'taki oteli yakanların ortak yani. hep bu.

    sen inanıyorsun, alkol içmiyorsun, kendine dünya kadar sınır koyuyorsun, bu sıcakta baş örtüsüyle su içmeden yaşıyorsun, bunlar yüzünden kendini zorluyorsun. öfkeli ve mutsuzsun. ezikliğini senin gibi olmayanlardan çıkarmaya çalışıyorsun. ben bu kuralların hiçbirini tanımıyorum ve mutluyum. olay bu.

    son kaç yüzyıldır müslümanların ürettikleri hiçbir şey yok dünyada. yıkımdan, terörden başka bir şeyle anılmıyor müslümanlık dünyada. neden acaba? islamcılar bunu kendilerine gerçekten soruyorlar mı? "onlar müslüman değil"den öte bir yanıtları var mı?
  • bazı zihniyetler tarafından zincirli olduğu iddia edilen muhteşem tarihi yapı. buradan "her kuşu siktiniz bir leylek kaldı" demek istiyorum kendilerine. çünkü gerçekten her kuşu siktiniz ironisiz. bak güzelim istanbul'daki cami sayısı 3028. dört basamaklı. aynı şehirdeki müze sayısı kaç? 54. elli dört. iki basamaklı. istanbul'daki her ev en az bir camiye yürüme mesafesinde. mesela benim evimin karşısında var. ama evime en yakın müze'ye gidebilmek için iki vasıta değiştirmem gerekiyor. ve bahsettiğimiz şehir istanbul. en son çıkan çanak çömleklerle tarihinin neolitik çağa kadar dayandığı kanıtlanmış bir şehir. 54 müze ne demek biliyor musun bu şehir için? adamlar hiçbirşey bulamasa doğal tarih müzesi yapıyor, sen hala müzeyi kapatıp cami yapma derdindesin. git, gez bir ufkun genişlesin islam dışında bir şeyler girsin kafana. bütün derdin istanbul'u dev bir camii'ye çevirmek. zincirli olan senin beynin canım ayasofya değil.
  • birilerinin kafasında bir fikir, bir proje olarak belirmeye başladığı ilk günden bu yana, belki dünya üzerindeki her milletten ve her dinden insanın emeği ile bugünlere gelmiş, milyarların atfettiği kolektif anlam ile kaim olmuş bir yapı ayasofya.

    yunan mimarlar tarafından yapılmış, 989 depreminde kubbesi zarar görünce ermeni bir mimar tamir etmiş, yüzyıllar sonra mimar sinan istinat yapılarıyla sağlamlaştırmış, 19. yüzyılda italyan fossati kardeşler tekrar restore etmiş. inşaatında ve 1500 yıldır gördüğü her tadilatında kim bilir yetmiş iki milletten yüzbinlerce insan çalışmış, 1500 yıldır her coğrafyadan belki yüzbinlerce işçi, mimar, mühendis üzerine emek dökmüş, yüzyıllardır dünyanın dört bir yanından binlerce bilim insanı tarafından incelenmiş, çalışılmış, her bir taşının değeri takdis edilmiş. içindeki mozaiklerden, değerli eşyalardan tut yüzyıllar içinde dışına eklenen yapılar ve süslemelerine kadar hemen her karışına 1500 yıl boyunca her türden milyonlarca insanın emeği ve alın teri düşmüş. 1500 yıl boyunca her coğrafyadan, her milletten, her dinden belki milyarlarca insan onu ilk gördüğü zaman haşyet ve huşu ile dolmuş. 1500 yıldır milyarlarca insanın belki yüzlerce farklı dilde dualarına, ilahilerine mekan olmuş, 1500 yıldır her bir taşına belki kaç tane insanın gözyaşı düşmüş.

    1500 yıldır bahçesinde yetmiş iki milletten çocuklar koşuşturmuş, 1500 yıldır insanlar nice uzak diyarlardan onu görmek için çıkıp gelmiş. o taşlar, o kubbe 1500 yıldır kim bilir nelere şahit olmuş, neler görmüş, neler yaşamış. ne ayinler, ne imparatorluk törenleri, ne istilalar, ne afetler, ne vandallıklar, ne ahmaklıklar, ne ibadetler, ne dualar, ne duygular biriktirmiş. mesela 9. yüzyılda muhtemelen resmi bir tören sırasında sıkılan vikingli bir asker, bir taşın üzerine ismini kazımış, kendisini yapıya karıştırıp o da bir parçası olmak istemiş.

    justinianus'un corpus iuris civilis ile birlikte insanlığa bıraktığı iki ölümsüz mirastan biri olan ayasofya, fatih tarafından kendisine duyulan saygının nişanesi olarak cami yapılmış, nihayetinde de atatürk tarafından zamanın ruhuna ve yapının değerine uygun bir şekilde, olması gerektiği gibi müzeye çevrilmiş. yani istanbul'un gördüğü belki de en entelektüel üç devlet lideri tarafından bir şekilde tarihine damga vurularak, üstüne titrenip korunup kollanarak bugünlere getirilmiş.

    velhasıl, dünya üzerinde, "insanlığın ortak mirası" sıfatını daha fazla hak eden bir yapı yok muhtemelen. 1500 yıl boyunca bunca badireyi atlatıp yıkılmadan ayakta durmayı başardıktan sonra dönüp dolaşıp birilerinin hamaset mastürbasyonuna, "biz, biz, biz, onların değil bizim, bizim, bizim" diye kustuğu ahmakça enaniyet ve kibrine kurban edilmesi, 1500 yıl sonra mevzuyu hala "kılıç hakkı" diye ilkel ve barbar bir bağlamda ele alabilen çocukça bir seviyesizliğin, bir rezilliğin insafına kalması, sefil bir islamcı milliyetçiliğinin eline düşmesi, hala devlet düzeyinde yürütülen bir sidik yarışına meze edilmesi, üstünden saçma sapan bir whataboutism ile bakanlık düzeyinde sağa sola laf yetiştirilmesi kadar acı bir şey yok.

    ayasofya bütün insanlığındır, bütün milletlerin, bütün dinlerin, bütün dillerindir. edebiyat değil bu, gerçeğin ta kendisi. oyuncağını arkadaşıyla paylaşmak istemeyen çocuğun çekiştirip kırabileceği bir şey değil neyse ki, elbet bu kepaze günleri de atlatacak, hepimiz gelip geçeceğiz, o kim bilir daha ne kadar yaşayacak, kim bilir daha neler görecek.
  • değil 4, 4.000 tane minare de dikilse,

    değil kireçle, darbeli matkapla isa figürleri parçalansa da,

    baştan aşağıya kabe örtüsüyle de kaplansa da "kilise" olduğu gerçeği değişmeyecek asırlık yapıttır.
  • kilisede namaz kılmak içim deliren müslümanlar..sanırsın memlekette cami yok
  • katolik dünyasındaki algısını merak ettiğim yapı. ayasofya için ortodoks mabedi dense de, inşa edildiği dönemde günümüzdeki gibi mezhep ayrımı yoktu.

    ayasofya ms 6. yy'da inşa edildiğinde:

    - 1054 yılındaki ortodoks - katolik ayrımı
    - 800 yılında roma piskoposu'nun*, karolenj imparatoruna "roma imparatoru" olarak taç giydirmesi
    - 755 yılında roma ve ravenna şehirlerinin "doğu roma" egemenliğinden çıkması. "bizans papalığı" döneminin bitmesi. grek - roma kilisesi ayrımı
    - 629 yılından itibaren, doğu roma'nın yönetim dilinde latince yerine grekçenin ağırlık kazanmaya başlaması*

    gibi önemli gelişmeler yaşanmamıştı.

    ayasofya inşa edildiğinde d. roma imparatorluğu'nun sınırları şuydu. 536'daki volkanik kış ve 541'de başlayan büyük veba salgını yaşanmasa, muhtemelen antik roma sınırlarına ulaşacaktı. ancak o haliyle de, italya'nın yıkımı pahasına da olsa, antik roma'nın bütün önemli bölgeleri geri alınmıştı.

    iznik hıristiyanlığı, eski antik roma sınırlarının genelinde kabul görüyordu. papa (roma piskoposu), imparatorlar tarafından atanıyor veya imparatorun onayıyla seçiliyordu. kısaca, "doğu roma imparatorluğu"na, tam anlamıyla roma imparatorluğu diyebileceğimiz bir dönemdi.

    ayrıca, ilk ayasofya'nın 1. constantinus tarafından inşa edildiğini ve nova roma ismiyle kurulan konstantinopolis'in, o zamanlar antik roma'nın tek başkenti olduğunu belirtelim. roma kilisesi de 1. constantinus tarafından kurulmuştur.**

    ayasofya'yı bir "yunan bazilikası" olarak görmek, türk-yunan çekişmesine malzeme ederek sığlaştırıp dışlamak yanlış***. ayasofya'ya roma'dan kalma bir miras olarak bakarsak, gereksiz tartışmaların önüne geçeriz.

    ----

    * latince, 717 yılında imparator olan iii. leo'ya kadar önemini korumuştur. 800'lü yıllara kadar, imparator ve bazı yöneticilerin latinceyi konuşabildiği veya anladığı söylenir.

    11. yy'a kadar, latince bazı alanlarda kullanılmaya devam etmiştir.

    ** roma imparatorluğu'nun yönetiminde doğu bölgelerinin ağırlık kazanması, 286 yılında imparator diocletian'ın, başkent olarak nicomedia'yı (izmit) kullanmasıyla başlamıştır. diocletian aynı zamanda, hristiyanlara karşı en büyük baskıyı uygulamış imparatordu.

    *** d. roma'nın son döneminde bile yunan, helen, grek gibi kavramlar kullanılmıyordu. "bizans" veya "doğu roma" diye bir isim de yoktu. doğu roma tabirini, bir dönemi ifade etmek için kullanıyoruz. ki aslında, antik roma dönemindeki değişim ve dönüşümler, doğu roma'da yaşananlardan daha hızlı ve keskin olmuştur.
hesabın var mı? giriş yap