• genellikle kıptiler (çingeneler) tarafından para kazanmak için yapılan eylemdir, eziyettir. yıllar sonra nihayet hayvana yapılan zulüm fark edilmiş ve türkiye'de yasaklanmıştır.
    metot şöyledir;
    tef çalan kişi (terbiyeci) ayıyı eğitmek için bir kafese kapatır. altı metal bir plaka ile kaplı kafesin tabanında ateş yakar ve ayının karşına geçip tefini çalmaya başlar. kafesin altındaki plaka ısındıkça ayının ayağı yanar ve ayı acıyı hafifletmek için zıplama başlar. terbiyeci bu arada tefini aralıksız olarak çalmayı sürdürür. ayı da artık acıya dayanamaz hale gelir ve bağırarak zıplamayı sürdürür. bu olay günlerce, bazen de aylarca sürdürülür. ta ki, ayı tef sesini duyduğunda, ateş yanmasa bile zıplamaya başlayana kadar.
    sonra, sonrası malum. ayı ve terbiyecisi sokaklarda dolaşmaya başlarlar. insanlar, tefin sesi ile zıplayan ayıyı görünce ayının müziğin etkisi ile sevinerek dans ettiğini zanneder. oysa ayı her tef sesinde günlerce süren işkenceyi yeniden yaşayacağını zannederek, kendini acıdan kurtarmaya çalışmaktadır. en sonunda gösteri biter , izleyiciler paraları verir ve bir daha ki tef sesine kadar ayı acılarını erterler.
    işte bazı türk filmlerinde - ki bunlar genellikle oldukça neşeli, arkadaşlık, dostluk üzerine filmlerdir - ne zaman bir ayının böyle dans ettiğini görsem gözlerim dolar.
  • ilk kimin aklına nasıl bir ortamda geldi acaba? gidelim ormandan bir tane kahverengi ayı bulalım, oynatalım parayı bulalım... ayı lan bu? korkmamışlar da. başarmışlar bir de. ben 86 ya da 87 yılında görmüştüm ilk. 6-7 yaşındaydım. ne bakıyon ayı mı oynuyo lafını bilirdim ama ayının harbiden oynatıldığını zannetmiyordum. haber veren çocuklarla gittim koşa koşa izlemeye. ben ayının normal insan gibi oynadığını sanmıştım giderken. açıp kolları böyle. hayal kırıklığı yaşadım görünce.
  • ben çok küçüktüm, sokaktan tef sesi ve kalabalığın uğultusu geliyordu. koştum sokağa, baktım ki ayı oynatıyorlar. ayının acayip cüssesini ve tef çalan adamın söylediği ürkütücü şarkıyı unutamam. bu benim hiç duymadığım, tuhaf ve sürekli tekrarlayan bir ezgiydi. aklım ermeye başlayınca da peşine düştüm. bu yazı bu tuhaf müziği anlatacak.

    ayı oynatma çingenelere mahsustu. yukarıda biri kıptiler demiş ve parantez içinde çingene demiş. burada çok ilginç bir şey var. yazar acaba bunu nereden duymuş? biliyorsunuz kıptiler mısır'ın öz halkıdır. çingenelikle de hiçbir alakaları yoktur. fakat hakikaten de bizim memlekette çingenelere kıpti dendiğini çok duydum. kıptiler de çingeneler gibi göçebeler. herhalde bir karışıklık sonucu çingenelere kıpti dendi. karışıklığın kaynağı muhtemelen türkiye değil. ingilizce'de de gypsy deniyor biliyorsunuz. egyptian sözcüğünden evrilmiş. ilginç bulduğum kısım bu karışıklık değil tabii. ilginç kısma geleceğim. çingeneler bilindiği gibi hindistan kökenli bir halk. 14.yy sonrasında en yoğun yaşadıkları bölgeler anadolu, balkanlar ve karpatlar. bilhassa romanya tabii. romanya garip bir memleket. müzisyenin kabesi. bunun bir sürü sebebi var. batı ile doğu arasındaki geçittir bir kere. 19. yüzyılın ortalarına kadar da öyleydi. yöneticileri uzun süre osmanlı devleti atadı. vergiyi de osmanlı topladı. haliyle yönetici kesim -ya da elitler diyelim- öyle ya da böyle türk diline, müziğine, kültürüne aşina yetiştiler. e bir taraftan da yanı başında cermenler var. bambaşka bir müzik, bambaşka bir dil vs. içeride de etnik olarak son derece karmaşık bir halk var. bu halklardan biri de çingeneler tabii. ve çingeneler romanya'da iki farklı isimle anılırlar: nomazi ve vatraşi. nomazi'yi tahmin ettiniz muhtemelen; nomad, göçebe. vatraşiler de yerleşik çingeneler. bu ayrımın miladı 19.yy başıdır. vatraşiler bir toprak ağasına, lorda, vassala ya da artık ne varsa ona bağlı serfler veya köleler. bunların kültürü, dili, müziği de ayrı nomazilerden. mesela vatraşiler romence konuşurken nomaziler çingenece konuşuyor. müzikleri de farklı tabii. ilginç olan romanya'da yaşayan iki çingene grup arasında böyle bir farklılık varken, macaristan, romanya veya türkiye'de yaşayan göçebe çingeneler arasında şaşırtıcı benzerlikler vardır. müzik konusunda ise benzerlikten çok birlikten söz etmek gerek. şimdi en başta "çok ilginç" dediğim bir şey vardı. şimdi onu izah etmenin sırası. kıpti için kimileri "müslüman çingene" veya "şehirli çingene" demiş. demek ki bir şekilde bizde de çingeneleri iki sınıfta değerlendirme eğilimi var. hatta şaşırtıcı bir benzerlik yörük/türkmen ayrımında da var. ve hatta alevi/bektaşi ayrımında bile var. herkes alevi ve bektaşi'nin farklı şeyler olduğunu söylüyor ya da bu farkı biliyor gibi yapıyor ama google açmadan bana farkını söyleyebilecek kaç kişi var merak ediyorum. pratikte fark şudur aslında; bektaşi alevi'nin şehirde oturanı, asimile olmaya teşne olanı, devlet eliyle bileği bükülenidir. şimdi bir ayrım daha var ve asıl ilginç olanı ve az duyulanı bu: cingan ve çingene. cingan için herkes "orta anadolu'dan çingenelere verilen isim" falan demiş ama iş pratikte hiç öyle değil. çankırı, kırşehir civarını bilenler beni daha iyi anlayacaktır. neşet ertaş'a cingan derlerdi mesela. hatta tüm çankırı'ya cingan derler. çankırılının lakabı ya cingandır ya elekçi. çok mu çingne var çankırı'da? yoo. 19.yy da vilayet vilayet çingene nüfusu kaydedilmiş. tüm çankırı'da 254 erkek çingene var imiş. bolu'da bile 670 var. demek ki cingan dedikleri şey çingene'den farklı bir şey. kim çingene kim değil ya da kime ne diyelim karışıklığı benzer yıllarda bizim memlekette de var belli ki. elekçi, cingan veya abdal dedikleri de göçebe ve müzikle epey içli dışlı bir halk (nomaziler gibi). öyle anlaşılıyor. şimdi romence'deki terimlere tekrar döneceğim. çingeneler sadece vatraşi ve nomazi diye tasnif edilmemişler. kalderaşi (demirci ustası - bizdeki karşılığı kalaycı, bileyci vs.), florari (çiçekçi), lautari (çalgıcı) ve en ilginci de ursari yani ayı oynatıcılar. çalgıcılar hariç hepsi göçebe bunların. çalgıcılar ise hem göçebelerden hem de yerleşiklerden çıkıyor. yerleşik olan çalgıcılar türk müziği çalıyorlar. ya da şöyle diyelim; türk müziği etkisinde kalmış bir müziği seslendiriyorlar. sebebi belli; romanya'da uzun süren osmanlı hakimiyeti. idareciler osmanlı olunca hakim kültür de osmanlı'nın kültürü oluyor. mesela o dönemin romanya'sında tabulhane ve mehteran var. demek ki sadece müziğin kendisini değil, biçimini de almışlar. zurna, tef, zil, asma davul falan aynı dönem girmiş çingenelerin hayatına. bunlar tabulhane ve mehteran çalgıları biliyorsunuz. hatta cantece batraneşti denen son derece hoş şarkıları vardır ve tavır, tercih edilen sazlar, şarkıların konusu bilhassa da kullanılan makamları düşünürsek bu türün türk müziğinden devşirme bir tür olduğunu görürüz. bence bunun en sarih kanıtı pek çok cantece batraneşti'nin taksim ile açılması. nicolae filimon diye bir müzikolog var, romen. sade müzikolog değil, öykü yazarı falan. romen çalgıcıların keman ve kobza tellerine rast (sol), neva (re), saba (la) diye isim verdiklerini yazmış. bunu yazdığında yıl 1862. bu da az evvelki iddiayı temellendiriyor. bir-iki örnek de ben vereyim; bakınız ilie udila çalıyor, meşhur bir çingene şarkısı: hora de dimineata. cayır cayır hicaz. hadi hicaz çok biliniyor. peki buna ne demeli? sazkar makamı! bir de şu var. dügah giriyor, saba devam ediyor. çeyrek sesler yok tabii. harika bir sentez bu arada. nefis. tamam. çalgıcı bahsi burada bitsin. ayı oynatanlara gelelim artık.

    ursari diye yazdım yukarıda. ayı oynatıcılara romencede verilen isim. bazıları maymun oynatıyor. bulgarlar bunlara maymunari diyorlarmış. erkekler ayı veya maymun terbiye ederken kadınlar da fal bakıyor. ayı oynatıcılardan evvel çalgıcılardan bahsetmemin sebebi şu; bu çalgıcıların yerleşik olanları türk müziği ve batı müziğinin karışımı, enteresan bir müzik çıkarmışlar ortaya. göçebelerin yaptığı müziği daha az tanıyoruz çünkü bunlar uçucu şeyler. ve biliniyor ki ayı oynatıcılar aynı zamanda çalgıcılık da yapıyorlar. şunu da söylemek gerek; bu insanlar romanya'daki kast sisteminde de en aşağıdalar. matei basarab diye bir voyvoda vardır. 17. yüzyılda yaşamış. bunun yazdığı yasalar falan var. pravilas deniyor. neyse bir madde var:

    "nici alatutariul carele zice cu vioare şi alaute pre le tîrguri şi pre la sbouri şi pre la nunte, nu poate sa ia fata de om bun sau de boiariu, ca unii ca aceia sînt botjocura de dumnezeu şi oamenilor"
    yani diyor ki
    "soylu ve iyi adamlarımızın, kemanıyla avarelik eden çalgıcı takımına verecek kızı yok".

    bu sade romanya'da böyle değil tabii. yazılı kanun olmasa da bizim memlekette de durum aynı. bu insanlar kendi alemlerine terk edilmiş, mutlak fakrü zaruret ve sefalet içinde parya gibi yaşamışlardır. meşrutiyet devrinde bile nüfus kütüğüne kaydedilmemişler, kafa kağıdı alamamışlardır. tabii burada bahsettiğim oba çingeneleri. bizde öyle deniyor. yerleşik olanları devletçe benimsenmişti. oba çingenelerinin nüfusa kaydı ilk kez 1923'de yapılmış. o zamanki akbaba dergisinde bununla ilgili bir karikatür var. oba çingenesinin karikatürleştirilmiş halini görüyor musunuz? ayı oynatan bir adam. altında da "yürü koca oğlan, biz de nüfusa kaydolunacağız" yazıyor. bu ayıcılar ve çalgıcılarla ilgili pek az çalışılmış. bu insanları da pek az kişi tanıyabilmiş. osman cemal kaygılı'nın bir romanı var mesela: çingeneler. can yayınları günümüz türkçesi ile basmış galiba. edebi yanı bu yazının konusu değil. bizim konumuz romandaki çingene tasvirleri. öyle anlaşılıyor ki muharrir bu romanı yazabilmek için epey gözlem yapmış ve çingeneler ile içli dışlı olmuş. bu yüzden anlattıkları kıymetli. ben romandan bir parçayı nakledeyim:
    "vakit iş zamanı olduğu için bunların bir takımı dişili, erkekli harman sürüyor, birtakımı çamaşır sepeti örüyor, birtakımı küçük ayı yavrularını oyuna alıştırıyor, birtakım kadınlar da çadırlardan biraz ötede akan ince bir suyun başında çamaşır yıkıyorlardı [...] burası büsbütün başka bir alem idi. ben ömrümde bu kadar çok çingene çadırını ve bu kadar çingene kalabalığını bir arada görmemiştim [...] artık gece olgunlaşmış, önümüzdeki ethem'in getirdiği koskoca kalaylı bakır tepsiye benziyen ay tepemize yaklaşmıştı. ethem birden çadırlara doğdu fırladı.
    -nereye ethem?
    -sırasıdır tam... getireyim bizim koca oğlanı da bir azıcık ta böyle eğlenelim.
    ve biraz sonra ethem, yedeğinde başka başka bir yerden emanet almış olduğu ayı, kolunda tulum ve yanında eli defli bir delikanlı ile yanımıza geldi [...] ethem, son bir öksürükten sonra koltuğundaki sopayla ayının sırtını okşıyarak tulumla şu şarkıyı tutturdu:
    felek bana neler etti
    bu gençliğim elden gitti
    bu iftirak cana yetti
    bende takat makat bitti"

    bu kadar kafi. osman cemal'in yazdıkları ayıcı takımının aynı zamanda çalgıcı ve göçebe olduğunu tasdik ediyor. ayı oynatırken de yalnız tef değil tulum da çalındığını öğrenmiş olduk. osman cemal'in tulum dediği şey doğu karadeniz'de çalınan tulum değil. yani tabii benziyor ama bu başkaca bir şey. çimpoi diyor romenler. aslında bizde de var bu görsel
    ama tamamen unutulmuş: cimon. ben bunu eskici tezgahında görmüştüm. istanbul'da hem de. "bu ne abi" dedim "afrika çalgısı apla" dedi. bizdeki versiyon tulum kısmından kurtulmuş, boynuza eklemlenmiş bir sipsiye benzer. yukarıda fotoğrafını koydum. merak eden bakar. neyse ayıcıların şarkılarına dönelim. evliya çelebi de bahsetmiş bunlardan. pirsiz kıpti olarak tanımlamış esnafı ayıciyanı. ayı oynatırken söyledikleri şarkı da şu imiş o zamanlar:
    "seni dağdan tuttular
    ayı diye oynattılar
    bağçede dolab döner
    sen de dön görsünler"

    artık bu şarkıların melodisini de duyma zamanı geldi. vasile alecsandri diye bir yazar var, romen. istoria unui galben (sarışının hikayesi diye tercüme edeyim) öyküsü meşhurdur. ayı oynatıcıları bu öyküde de var. alecsandri demiş ki "bu ayı oynatıcılar elde tef, dilde kaval doina söylerler". bu çok kıymetli bir bilgi. doina bir formdur. öyküde anlatılana yakın olan bir doina'yı paylaşıyorum. fark ettiğiniz üzere bu bir ninni. sözlerinden de belli: "güle güle kumrum, minik kuşum. güle güle civcivim, uyu uyu vs. vs." başka bir doina da şu. ismine bakar mısınız: doina ciobanului. çoban doina'sı. fark etmişsinizdir, tek sesli ve uzun havayı andırır bir hali var doina'nın. bir de tanana var. ondan da tarihçi george potra bahsediyor. "ayı oynatıcılar kalabalığı tanana dansı ile coştururlar" diyor. bu tanana dansı ve müziğinin ne olduğunu bilmiyorum ve hiç bir yerde bulamadım. ihtimal ki yazar tanana ile tarana'yı karıştırıyor. taran romence'de köylü anlamına gelir. tarana veya tarani dedikleri bir oyun var. bizdeki pavyon müziğine benziyor. bir ihtimal de terennüm'den geliyordur. terenüm --) terane --) tarana vs. fakat dediğim gibi hiçbir yerde bulamadım.
  • edimsel koşullanma yoluyla yapılan bir tür -tırnak içinde- ayılık.

    kısacası yöntem şöyledir; önce bir ateş yakılır. ateşin üstüne bir sac konulur. sac kızdıktan sonra yavru ayıcık sacın üstüne çıkartılır. bu sırada da ayı oynatıcısı müzik çalmaya başlar. tabi tabanı yanan ayıcık sacın üstünde hoplayıp zıplamaya başlar. bu işlem bir kaç kez tekrarlanır. ama asıl önemli olan nokta ayı tama saca çıkınca müziğin çalınmasıdır. dolayısıyla ayıcık müzikle yaşadığı acı arasında bağ kurar. böylece ne zaman o müzik çalsa aynı acıyı hisseder ve hoplamaya başlar. işin iç yüzünü bilmeyen vatandaşlar da "ayı oynuyor lan" deyu güler eğlenir. olan da gariban ayıya olur.
  • kisinin yasini belli eden cocukluk hikayeleridir.

    - eskiden ayi oynatirlardi sokaklarda hikmet hatirlar misin ?
    -hani sen 82 liydin tugce?
  • yasaklanmadan evvel bir dönem çingenelerin öncülüğünü yaptığı aktivite. malzeme olarak bildiğiniz ayı, def, sopa ve tasma yeterliydi. mahalleye gelen ayının başına üşüşen çocuklarda ayının yaşayış, yetiştiriliş biçiminden mi kaynaklandığı bilinmez ama ayının dış görünüşü hayal kırıklığı yaratırdı. çünkü insanların aklındaki karizmatik güçlü ayı imajının aksine kirlenmiş pandayla chewbacca karışımı bir dış görünüşle çıkardı bu hayvan. oynama aktivitesi ise maksimum bi geri iki ileri arka ayaklarıyla yürümesiydi. bu aktiviteyle aklımdaki en büyük soru işareti ayının temin edilişidir. küçük yaşta bile bu soru aklımı kurcalamıştır "ulan bir insan şehrin ortasında ayıyı nerden bulur ?". diyelim buldun zaten çingene olduğun için toplumun sana karşı bakış açısı farklı. bu vakti, bu enerjiyi daha mantıklı birşeye harca be adam. git meslek edin o sürede. çünkü bu tarz bir ayı kolay yetişmiyor ülkemizde. hayvana yapılan her türlü eziyete karşı olsamda bu olaya 2-3 kez denk geldiğim için kendimi şanslı sayarım.
  • tabii ki o yaşta politically correct bir tip değildim ama bu eylemle karşılaşmak bana basbaya huzursuzluk verirdi. şişman bir çocukla topluca dalga geçildiğinde nasıl huzursuz oluyor ve bu eyleme katılmıyorsam, mahallede ayı oynatıldığında da benzer hisler besler, olaya uzaktan seyirci olur, sonra daralır kendime başka bir meşgale bulurdum. yanlış bir şey olduğu çok belliydi. kaldı ki çocukluğun tüm acımasızlığıyla davranıp eğlenmeye karar verseniz bile eğlenceli değildi ki. ayının birkaç hantal adım atmasının hiçbir eğlenceli tarafı yoktu, hayvanın bunu işkence sayesinde yaptığı açık seçik ortadaydı. içimin daraldığını hatırlıyor ve hissediyorum, mahallemizde ayı oynatılınca. keşke bunu yazmayı ilkokulda akıl edebilseydim ve şu yazdıklarımı bir kompozisyon konseptinde öğretmenime teslim edebilseydim. kesin yüksek not alırdım. hele bir de başlığını "mahallemizde ayı oynatılması" gibi ekşi sözlük başlıklarını muştulayan bir şekle sokaydım tadından yenmez olurdu.eşek kafam.
  • sokaktan gelen def sesini duyar duymaz bütün çocukların dışarı fırladığı ve bir süre sonra bütün mahallenin çocuklarının konvoy halinde çingenelerin ve ayının peşine takilip çala oynaya sokaklari dolaştığı bir eski zaman eğlencesiydi; ayılara, hatta cingenelere de hem acınırdı, hem de vicdan azabini hafifletmek için olsa gerek ayının da eğlendiğine inanmaya çalışılırdı, ayı dans eder gibi yaparken, çocuk aklı işte.
  • efendim; küçükken karşı tarafın ne yaptığını gördüğü halde ısrarla "ne yapıyorsun?" diye soran bireye verilen cevabın özü, kaynağı:

    -recep ne yapıyorsun mutfakta?
    +ayı oynatıyorum.
    -kırıcı oluyorsun.
    +yemek yiyorum lan. görmüyor musun?
  • aslinda proses pavlov'un kopegine yapilandan farksizdir. herkes onu buyuk bir zevkle dans eder zannederken aslinda o can cekismektedir. soyle ki:

    ismi pavlov olmayan ve bi o kadar da lazim olmayan psikopatin biri ayinin birini uzerinde oynamasi icin atesin uzerine atar, bu sirada bir taraftan elinde def calar durur. bu olay birkac kez gerceklestikten sonra artik ayi sartlanmistir. her def sesinde kendini atesin uzerinde zanneder ve bazi hareketler yapar.
hesabın var mı? giriş yap