aynı isimde "ayla" başlığı da var
  • bir kore gazisinin torunu olarak filmin afişini görünce gözlerim doldu, fragmanında göz yaşlarımı tutamadım.

    bana daha çok 'keşke dedem filmi izleyebilseydi' diye bir hüzün yaşatan film.

    filme ilk fırsatta muhtemelen yarın gideceğim, editlerim.
  • ufak tefek şeyler dışında çok beğendiğim, çok ağlatan, gerçek hikaye olması sebebiyle derinden etkileyen film. ismail hacıoğlu i-na-nıl-maz oynamış. ali atay da güldürdü sık sık. küçük kız zaten oynamasa, öyle dursa bile tam bir şirinlik muskası. ama onun dışında olmamış dediğim, beni filmden koparan şeyler de az değil. bazı savaş sahnelerinin amatörlüğü, çetin tekindor‘un abartılı oyunculuğu, fatmagülün yengesi*nin gereksiz ve altı boş huysuzluğu, sponsorların viral reklamları, belgeselci kızın korkunç ingilizcesi, bunlar beni ara ara rahatsız etti. bunların dışında genel olarak çok iyi bir film olmuş.
  • anladigim kadariyla bu film kore'de 1 tane sinema salonunda ucretsiz gosteriliyor. (koreli arkadasin yalancisiyim bende)

    bir the water diviner beklememek gerekir (ses bakimindan)
  • yapımcısının türkiye'de yaşayan koreli çocuk ararken, aileleri mağdur edip ödeme yapmadığı film. burada yaşayan korelilerin internet sitesinde haber olarak duyurmuşlardı. e tabii kore'de yaşayanlar da duydu olayları. bayağı bir tepkileri vardı. bakalım oradaki hasılat nasıl olacak. meraktayım.
  • yerli olarak uzun aralıklarla çıkan iyi yapımlardan biri olmuş, duygulandıran film.

    değerlendirmeye gelecek olursak en fazla öne çıkan hikaye oluyor. yani böyle bir hikayeyi kötü işlemek çok zor olurdu. filmin ilk yarısı hem oyuncuların performansıyla hem de işleniş olarak izleyiciyi içine çeken bir bölümdü. oyunculuklar demişken ali atay bulunduğu sahnelerde dikkati üzerine çekiyordu. ismail hacıoğlu da genel olarak güzel performans sergilemiş. ikinci bölüm sanki çok özenilmemiş gibiydi. oyuncuların performansı ilk bölümden sonraki yüksek beklentinin altında kaldı.

    --- spoiler ---

    astsubay ali'nin elinde marilyn monroe fotoğraflı sahne duyguları vermesi bakımından çok iyi yapılmış. savaşın en kötü etkilerinden biri de hayalleri yıkması maalesef.

    --- spoiler ---
  • türk filmleri arasında yapmacık olmayan, gerçekçiliği dibine kadar vermiş dövüşme sahneleri içeren tek film diyebilirim.

    filmdeki çok az sayıda olmamış şeyden en önemlisi çetin tekindor'un yaşlı süleyman rolünü oynaması olmuş. sanırım o role en iyi gidecek kişi rahmetli levent kırca olurdu.

    son olarak, bizimkiler sayesinde ayla denince türk insanının aklına gelen isim olan meral çetinkaya, ayla filmi için güzel bir detay olmuş kanımca.
  • vizyona girdiği ilk gün izlediğim ve yarısında çıkmamak için kendimi zor tuttuğum film.

    film çok güzel fakat "baba" figürü öyle kurgulanmış ki babasını kaybetmiş insanların ciğerini sökme potansiyeline sahip.

    filmde kendimi sıkıp "tamam, sakin ol sadece film tamam" diye sakinleştirmeye çalıştığım çok sahne oldu. hele küçük yaşta babasını kaybetmiş, oturduğu evden taşınma işlemi esnasında "babam bizim eski evi biliyor, yeni eve taşındığımızda da rüyalarıma gelir mi?" kaygısı taşıyan kız kardeşe sahip olan insanlar için daha zor.
  • herhangi bir film için bunu söyleyeceğimi söyleseler inanmazdım ama keşke hikaye hep 1950'lerde geçseydi dedirtiyor izleyince. içinde kore olan ne varsa koymuşlar. yok 99 depremi, yok dünya kupası...

    çetin tekindor hiç olmamış. çok donuk, çok duygusuz. senaryo da saçma. kardeş neden oturup tribünleri izliyorsun? sanki görsen tanısan ne yapacaksın kaydettiğin filmden? bir de hadi 60'lardan 90'lara kadar gidemedin kore'ye, abi madem bu kadar içselleştirdin, madem bu kadar takıntılısın bu konuya, emekli olunca kalkıp gidebilirdin. ayrıca 90'lı yılların ortalarından itibaren internet diye bir şey var amk. hadi sen yaşlı başlı adamsın da hiç mi torunun torban, olmadı bi komşu çocuğu yok etrafta sana yardım edecek? bunun için 2010'ların ortasını beklemek mantıklı mı bu işi bu kadar saplantı haline getirmiş bir insan için?

    ben gerçek süleyman dilbirliği'nin bunu bu kadar memleket meselesi haline getirmemiş olduğunu düşünüyorum. adam hayatına bakmış işte. hikayeyi senaryolaştırırken 50'lerdeki yaşananlara çok ciddi bir duygusallık katılmış ama birden günümüze zıplayınca da 50'lerdeki aşırı dram havada kalmış.

    bir de fatmagül'ün yengesinin orda ne işi var allah aşkına? çetin tekindor ve meral çetinkaya'dan esra dermancıoğlu çıkar mı hiç, soruyorum.

    genetik bilimi adına allah aşkına bana bi cevap verin.

    edit: bak yazmayı unutmuşum, neden lens taktınız olm büşra develi'ye? şu haresi 50 km uzaktan belli olan lens kadar beni yıpratan bir şey yok. saçı gözü aynı bir cast yapıverseydiniz, hadi oyunculuk önemli dediniz o zaman lense biraz para verseydiniz arkadaşım.

    aynı hissiyatı iftarlık gazoz'da gün koper'in hareli lenslerine bakarken de yaşamıştım :(
  • rezil milliyetçi soslarla bilmedikleri kore savaşını kendi cahillikleri anlatmaya çalışmış birilerine yaranma çabası ile bize sunmaya çalışan film diyemeyeceğim propaganda.

    ilk yarı sonuda yanımdaki arkadaşım olmasa hayatımda ilk defa yarıda çıktığım film olacaktı. böyle kötü, şöyle berbat demek kolay, gelelim neden kötü:

    1)taraflı amatör anlatım;
    sen kimsin ki, bir şey bilmediğin bir savaşta, şu iyidir bu kötüdür diyebiliyorsun, kendi kendine ne hakla bir tarafı iyi ilan edip diğer tarafı kötü ilan ediyorsun. savaşlarda iyi kötü yoktur; kötü olan her daim savaştır, bu evrensel, insani bir çıkarımdır ; bunu bilmemek cahilliktir, aymazlıktır açıkçası. bunun dışındaki anlatımların propagandadan farkı kalmaz.

    2)senaryo çok zayıf;
    nereden anlıyoruz bunu, normal iyi bir filmde, olaylar sözlerle değil, durumlarla ya da mimiklerle anlatılır; sen o sahneyi gördüğünde hiçbir sözlü anlatım olmadan her şeyi kavrarsın; bu filmde ise bu durum ve olaylar o kadar zayıf ki olaylar üzerine her sahnede bir şey söyleme ihtiyacı hissediyor oyuncular; mesela karınca besleme sahnesinden sonra teğmenin arkadan karıncayı bile incitemeyenlerle savaşa gidiyoruz demesi; hangi insan her düşüncesini sesli ifade eder.

    iyi bir film bu tarz bir sahnede küçük bir mimik ya da hareketle bu mesajı verir, söze ihtiyaç duymaz; bu filmde ise çok net bir şekilde seyirci salak yerine koyuluyor, `siz aptal olduğunuzdan bunu anlayamassınız bakın burada şu denmek istedi` şeklinde, isteyen kendisini aptal hissedebilir tabii.

    3)senaryodaki saçmalıklar:
    uzaktan eli silahlı gelen kuzey korelilerin yakınlaştıkça silah yerine yakın dövüşü tercih etmeleri, küçük kızın annesi ve babasının kaçmayıp bile bile ölmeleri, savaşa değil de turistik bir geziye gelinmiş gibi; askerde, hele hele savaşta tokyo gezisine izin verileceğini düşünmek, bir askerin savaşta sırf kızın ailesi çağırdı diye tugayını terk edeceğini var saymak, savaşta olan bir ülkenin üst düzey kaliteli okulları ve eğitmenleri, benzinle adam yakmak, araçla geri dönmek varken koşa koşa yardıma gelen askerler; tam bir saçmalıklar dizisi, askerlik bilmiyorsunuz hiç mi savaş filmi de izlemediniz; daha ne diyeyim, sırf sahne çekmek için bunların yapılması ancak dizi sektöründe oluyor, basit film işte böyle.

    4)gereksiz uzatılma
    deprem sahnesi, dünya kupası sahnesi, ne kadar gereksizlerdi, neyi anlattılar, bu sahneler olsa ne olur olmasa ne olurdu, hatta olmaları akışı bozmuş, madem iki zaman yapacaksın, bir geçmiş bir de şimdiki zaman olsun, diğer zamanların dengesiz dağılımı akışı bozmuş.

    5)sevgili karakterinin anlamı
    burada da anlatımda sıkıntı var, madem sevgilisi sırf gelmedin diye bir başkası ile evlenecekti neden bu karaktere, aşığını deli gibi bekleyen karakter, yazıldı, neden bu kadar ön plana çıkarıldı, saçma bir şekilde bağlanacaksa ve asıl kız diğer olacaksa neden onu ön plana çıkarmadınız, diye sorsam da saçma sapan cevaplar alacağımı biliyorum.

    6) klişeler dizisi
    bu filmde normal bir seyircinin her sahnede replikleri ya da olayları tahmin edememesi çok film seyretmediği anlamına gelir bence, orta düzey bir film izleyicisi bu filmin her sahnesindeki replikleri, olayları kolayca tahmin edebilir. bu bir süre sonra sıkıyor açıkçası bağıra bağıra karakterlerin öleceğini belli etmek, klişe replikler; biz aptalız ya bunları da anlamamız gerekiyordu. her şeyi geçtim kucağına çocuk verilen askere karşılığında yakıştırepliğini yazmak ne kadar basit, popülist bir yaklaşım.

    7)şimdiki zamanı doğru düzgün anlatamamak
    biz üst düzey oyuncu performansları dışında ne süleyman (çetin tekindor)'ın ne pişmanlığını, ne suçluluk duygusunu, bunun aile içinde yarattığı tahribatı hiç bir şekilde alamıyoruz, bunları anlatmak istemişler ama yapmamışlar (ya da yapamamışlar) sanki. sadece şanslıyız ki çetin tekindor, esra dermancıoğlu ve meral çetinkayanın üst düzey oyunculukları ile bu hisleri bir nebze anlayabildik.

    8)thy sponsor ama
    bu kadar göze sokmak için bu sahneler fazla abartılı; sırf business class ne güzel koltuklar yatak oluyor demek için tüm belgeselin uçakta hazırlanması, yandaki elemanın yatar koltukta battaniye ile uyuması da saçmalıklar dizisine eklenebilir.

    9)duygu sömürüsü
    bu da basit senaryocu, yönetmenci işi, duygusallık mı lazım, koy oraya 3-5 şirin çocuk, arkaya müzik, masum bakış, oldu bitti al sana duygusal sahne; bu sömürüyü şimdi yedirirsin ama gelecekte suç olduğunda yeni nesillere anlatamazsın bu filmi. çocuk sömürüsü çoğu gelişmiş ülkede reklam olarak kullanılamıyor, az zaman kaldı bu tarz yaklaşımların tamamen suç sayılmasına.

    bunlara ek olarak ağlama sahnelerinin bu kadar göze sokulması, seyircinin göz refleksini kullanıp etki yaratmak olduğunu ancak bunu yapanla bilen anlar sanırım.

    iyi şeyler yok mu tabii ki var

    oyuncular
    tüm oyuncalar gerçekten doyurucu idi, tek sırıtan bir rol yoktu, zaten bu filmi az çok götüren oyuncular üst düzey gayreti idi.

    prodüksiyon
    para harcandığı belli, ortaya da idare eder savaş sahneleri (yukarıdaki yakın dövüş, benzinle adam yakma saçmalıkları hariç) çıkmış, izlenebiliyor.

    velhasıl kelam popülizmin doruklarında konusu gerçekten çok güzel ama işleniş olarak bir o kadar berbat bir film ortaya çıkmış, ha bir de oscar konusu var, o konudaki eyyorlamam da bu filmin oscar'ın ilk dokuzuna seçilmesi oscar'a hakaret olur, ki seçilemeyecek zaten.
  • bir filmde bu kadar eleştirecek şey bulup nasıl oldu da ağlayabildim bilmiyorum. keşke olay 1950lerde kalsaydı ve süleyman ile ayla'nın okul sahnesinden sonra pek az sahne ile toparlanıp seul'daki gerçek görüntüler olsaydı.
    1999 ve sonrası bölümün hikayeyi feci şekilde zayıflattığını düşünüyorum (bunda thy reklamının, ingilizce replikleri konusmayan ama okuyan gazeteci kadının ve gereksiz trip yapan öz kız tiplemesinin de etkisi büyük). ayrıca, ali atay, ismail hacıoğlu ve tabi çocuk oyuncu 1999 sonrası hikayede yer almayınca, izleyecek oyuncu da kalmıyor.
    tipik bir türk filmi, film bitiyor ama yönetmen filmden ayrılamıyor, her tanıdık konuk oyuncu oluyor, bütünlüğü bozacak türlü yan hikayeler olay örgüsüne tıkıştırılıyor. her şeye rağmen, gidip gördüğüme mutluyum. oscar almaz tabi ama en azından bu olay sanat anlamında kayda geçmiş oldu.
hesabın var mı? giriş yap