• en yaygın batıl inanışlardan biri. ayna kırmanın 7 yıl uğursuzluk getireceğine inanılıyor.

    bir inanışa göre eski zamanlarda aynaların insanın diğer benliğini, ruhunu gösterdiğine inanılırmış. aynanın kırılması ise insan ruhunun zarar görmesi, uğursuzluk anlamına gelir ve bu süre boyunca noel babanın hediye getirmeyeceği söylenirmiş. 7 yıl olmasının nedeni ise romalıların insan hayatının 7 yılda bir yenilendiğine dair inancı.
  • kimi yörelerde ise ayna kıran kişinin 7 yıl kısmetinin kapanacağı rivayet edilir.
  • bu eylemi sevgilinizini kafasında gerçekleştirirseniz, uğursuzluk çökmesiyle kalmayıp bir de adam öldürmekten onbeş yıl ceza alıyorsunuz... o yüzden nerede yapılacağını ince ince düşünmek gereken şiddet eylemi.
  • dar-tek yön sokakta yol hakkını kullanarak ilerlerken karşıdan gelip, tam geçişme anında durmak nezaketini bir kenara bırakalım, uzunları yakıp bilakis duvara doğru sıkıştırma hamlesi yapan arabacının kıymetlisine yapıldığında zerre vicdan azabı yaratmaz.

    icap ettiğinde;
    korumalı bile olsa diz ile değil direk ayak tabanı ile yapılmalıdır!

    önemli uyarı:
    hemen ardından motosikleti yüksekçe bir kaldırıma çıkarınız.
    şayet kaldırımda beklemeye karar verdiyseniz dizlik, eldiven ve kaskınızı kesinlikle çıkarmayınız.
    unutmayınız ki bir eşyaya gereğinden hayli fazla bağ geliştirmiş, üstelik de bencil bireyler kendilerini sürekli haklı hissetme eğilimindedirler ve haksızlığa uğradığını düşünen bencil bir insan canlısı hayli tehlikeli olabilir.
  • yedi yıl kader değildir.

    işini bilen iyi bir avukatınız varsa en fazla dört, beş yılla yırtmak mümkündür.

    .
  • çocuk bakmak, beyni süngere çeviren bir hadise olduğundan, dün viyak viyak ağlayan oğlumun eline, vepa marka aynamı verdim. hayatımda gördüğüm en güzel aynaydı. ne badireler atlatmıştık birlikte. annem aldığında, 12 yaşında falan olsam, 28 yıldır yaşayıp gidiyorduk işte. oğlumu susturdu, bir kaç dakika oyaladı sağolsun. sonra bom ! yere atılınca, kırıldı haliyle. yaptığım işin saçmalığını, ayna kırılınca, kendi kendime " aaa kırıldı " deyince anladım. neyse, umarım 7 sene uğursuzluk getirmez. yoksa yandı gülüm keten helva !
  • az önce odamda kendi kendine gerçekleşen olay. bir parmağım yok, yeminle.

    korkuyorum sözlük.
  • --- dikkat ---
    bu entry sağlığa zararlıdır. lütfen çocuklarınızı ekşi sözlüğün önünden alınız, hassas kişilerin, hamilelerin, dul ve yetimlerin okuması bünyede çok çılgın olmasa da bir miktar psikolojik tedirginlik yaratabilir.
    --- dikkat ---

    insanların mutsuzluk dakikalarında yaptığı çeşitli ritüeller vardır. kimisi kendini yemeye verir, kimisi içkinin dibine vurur, kimisi esrar mesrar, ne boksa işte o alemlere takılır, herkes mevcut mutsuzluğu unutmak için, bir takım hareketlerde bulunur. benimse ritüelim, en mutsuz olduğum vakit aynada kendi yüzüme bakmaktır. o hüznü, çaresizliği incelerim yüzümde. yüzüm mutsuzluğu nasıl karşılıyor ona bakarım. şimdi anlatınca çok anlamsız gelecek size ve fakat, anlatmak istiyorum. bu benim hikayem. en mutsuz anımda vesikalık fotoğrafımı çektirmişliğim ve mutsuzluğun resmini mutlu günlerde kullanmışlığım vardır. üstelik fotoğrafçının söylediği, "gülün lütfen" uyarısına aldırmadan, "ya çek abicim ben yüzümü bu şekilde görmek istiyorum" demişliğim vardır.

    bir sigara nefesi giriş yaptıktan sonra devam edeyim: otuzlu yaşlarda aşk meşk zor iştir. mesela yirmili yaşların başında, dünyada aşk kadar kolay iş yoktur. her türlü çılgınlığı yapabilirsin, karşı cinse aşık olursun, zevklerin onunla beraber gelişir. o yaşta karakter daha oturmadığı için, aşık olduğun karşı cinsle beraber karakterini şekillendirirsin, zevklerin, keyiflerin onunla beraber gelişir. ama otuzlu yaşlara geldiğinde, artık karakterin oturmuştur. beğenilerin, zevklerin, hayat stilin standartlara ulaşmıştır. o sebepten ötürü karşındaki insanın beğenileri ile senin beğenilerin arasında büyük uçurumlar oluşur. kolay kolay kafana uygun bir insanla karşılaşamazsın.

    sanırım 24-25 yaş civarlarında bulduğu ilk ciddi sevgili ile evlenen tüm arkadaşlarımın evlenme sebebi buydu. aşkı yakalamışken noktayı koymak gerekir, hümanist düşüncesi... çünkü vakit geçmişse yirmili yaşlardan, saatler yirmi elli dokuz iken, artık o aşkı bulman çok zorlaşıyor, daha çok mantık devrede oluyor. ortak beğenilerin ne kadar çok olduğu gerçeği önemini yitiriyor, hani mesela "aaa o metal müzik seviyor, ben de metal müzik seviyorum" dan ziyade "ikimiz de müzik seviyoruz,bu yeterli" düşüncesi daha baskın oluyor. iki kişinin alakasız müzikler sevmesi tabii ki mutlu bir hayatın habercisi olmuyor. işte tam bu esnada, otuzlu yaşların ilk tangosu başlıyor. dediğim gibi, bu yaşlarda, oturmuş karakter kendisinden fazla taviz vermez, kutuplar çarpışır, inat bitmez. ortaya güzel bir ilişki çıkmadan, güzel günler biter.

    ilk tangonun ilk adımında, farz edelim ki iki güzel ruh buluştu, zevkler ve renkler tuttu, iki kişiden, bir adet uyumlu ruh yaratılması mümkün oldu. işte bu an, otuzluk meczupun, kolay kolay bu ilişkiyi bitirmeme kararı aldığı andır. çünkü kolay değildir, yanındayken rol yapmadan mutlu olabileceğin bir karşı cinsle tanışmak. şimdi tüm bu saydığım etkenler aklınızda bir sahne oluşmasına olanak vermemiş olabilir. zaten yeterince uzattım girişi. siz hiç, "beni sevme" diyen bir insanı sevdiniz mi? ben sevdim. üstelik ona kızamadım da. nasıl kızacaksın ki be güzelim, onun yolu başkayken, sizi hayatına dahil etmek istemiyorsa, buna kızamazsın ki... kızdıysan buz sok kendine derler adama :)

    ama işte anlattım ya, otuzlu yaşlarda zordur yanında her an rahat olabileceğin, yanındayken mutlu olabileceğin insanı bulmak. o, "sevme beni" dediğinde, üzüldüm, çok üzüldüm. ancak o gidiyordu, aklında daha mutlu günler varken, "seviyorum hüleaaaaaaaaan" diye çılgınlık yapmak bana yakışmazdı. yapmadım zaten öyle bir taşkınlık, güzel günlerin hatırına, susmak yakışırdı bana. zaten otuzlu yaşlara gelene kadar öğrenilen erdemlerden bir kaç tanesi, metanet ve sabırdır. öyle olmak zorundaydım. en beklemediğin anda büyük bir problemle karşılaştığında, eskilerin bir lafı vardır: "kafamdan aşağı kaynar sular döküldü" derler. bu çok yanlış bir tanımlama bence.

    ben size, beni ortadan ikiye bölen bu son cümleyle karşılaştığımda vücudumun ne hissettiğini anlatayım: ellerim karıncalanmaya başladı, yavaş yavaş kollarıma, dirseklerime, ordan omuzlarıma, enseme, oradan da beynime sıçradı. mutsuzluğun sınırındayken, aynada dalyarak gibi kendime bakıyordum. çok mutsuzluk gördüm de, yüzümü ilk defa bu kadar mutsuz görüyordum. dayanamadım halime, elime aldığım cam sabunluğu çarptım aynaya. yetmedi, yere düşen aynayı ayaklarımla ezdim. tekmeledim. aslında o an hissettiğim şuydu: fırına gidip, fırından yeni çıkmış bir taze ekmek alın. masada onu tam ikiye bölün. bölerken çıkan sesi bildiniz mi? kalbimden o ses geldi lan. görünmez bir çift el, sağlı sollu kalbimi tuttu sanki, o ses çıkarken kalbimi ikiye yırttı mangala atmak için. öküzlemesine içtim vodkayı. ikiye bölünmüş kalbimin arasına damladı alkol. çok acıdı lan... radyoda bir şarkı çalıyordu, nakaratını anladığım kadarıyla doktor bir arkadaşıma mesaj olarak gönderdim. " yalnızım çok hastayım güldür beni doktor / öldüm ama hayattayım tarifi çok zor. " ** sonra vurdum kafayı yattım, uyuyamadım.

    bitti artık herşey, bende biten herşeyin dibindeydim. yapabileceğim tek bir şey vardı artık, sadece onun mutlu olmasını istemek. son arzumu sorsalar, herhalde o mutlu olsun isterdim o andan itibaren. seni bir kez daha görsem, son cümlelerim sana mutluluk dilemek olurdu be... yürüdüğün her yolu güneş aydınlatsın, saçların sevdiğin insanla ağarsın, çocukların olursa bir gün sana sevgiyle sarılsın, beni de hüznümü alkolle boğmaya mecbur eden kader utansın...

    mutsuzken yapmayı en sevdiğim eylem. ** = (bkz: hikayem bitmedi)
  • bir keresinde aynı kuliste sahneyi beklerken gözlüksüz erhan güleryüz’ü tanımayarak gerçekleştirdiğim eylem.

    tavrım, jest ve mimiklerimle azcık kırmış olabilirim. ayna abi özür dilerim.
  • birazdan yapacağım benim için çok önemli olan online iş toplantısı öncesi, banyodaki aynayı kırmamla içimdeki tüm hevesin sönmesi...
hesabın var mı? giriş yap