• "okullara konuşmaya gittiğimde, çocuklara mutlaka harry potter okumalarını tavsiye ediyorum ki okumayı sevsinler. reşat nuri güntekin ile çocuklara okumayı sevdiremezsiniz." demiş kolej mezunu türk yazar...

    aferin !

    .

    meğer ne cevherler taşıyan röportajmış bugünkü radikal röportajı:

    artık ona cevap veremeyecek (kimbilir vermeye de tenezzül etmeyecek) tomris uyar'a olan nefretini ve kıskançlığını şöyle kusmuş:

    "başta kitabınızın yayımlanmamasının size karşı bir önyargı olduğunu düşünüyor musunuz?

    olabilir. çünkü benim sınıfımdan tomris uyar var ama tomris uyar’ın edebiyat dünyası içinde solcu bir kocası vardı. ben daha başka bir evlilik yaptım zengin bir koca bulayım diye yapmadım. tesadüfen hayat önüne bir şey getiriyor. evlendik ama olmadı. tesadüfen solcu ve şair bir adamla evlenebilirdim belki o zaman daha değişik olurdu. çünkü ben ilkokulda da ortaokulda da yazardım, yazmak içimden gelen bir şeydi. hep edebiyata meraklıydım. "

    hanım, hanım... kastettiğin solcu koca turgut uyar herhalde...

    tomris uyar, 1962'de ilk çevirisini, 1965'te de ilk hikâyesini yayımlamıştı... o zamanlar turgut uyar, ankara'larda üç çocuk büyütmekle meşgul bir şairdi... tomris uyar, döneminin bütün önemli dergilerinde hikâyelerini yayımlardı... papirüs'ün sahibi olan cemal süreya ile olacak aşkı da elbette daha sonra başlamıştı. (c. süreya-r. tomris ortak çevirileri de vardır.)

    evlilik 1969'da gerçekleştiğinde tomris uyar ülkenin önemli hikâyecilerinden biriydi çoktan.

    hem sonra ne demek "tesadüfen solcu ve şair bir adamla evlenebilirdim belki o zaman daha değişik olurdu." insan utanır... bu ne kendine güvensizlik? "solcu ve şair bir koca", bir kadın yazarın eserlerinin yayımlanması için bir ön şart mı?

    siz nasıl bir kadınsınız?
  • yeni kitabı için ayşe arman'a verdiği röportajda eşcinselliği "o yolun yolcusu olmak" ve "o taraklarda bezi olmak"la anlatmış, bir de yetmemiş ''onlar artık her yerde, hoşgörülü davranmalıyız.'' diyerek tüy dikmiş. şu hoşgörü ne üstten bakan kelime aslında ve onlar ne kadar da ötekileştirici. gerçek amacı bu olmasa da homofobiyi kırmayı amaçlayan bir dil değil yani. ama neyse öğrenmiş olduk, ayşe kulin'in de eşcinsel arkadaşları varmış. evet.

    (bkz: benim de eşcinsel arkadaşlarım var)
  • eşcinsel bir aşkı anlatmış son romanıyla, okuyacaktım ama vazgeçtim. ayşe arman'a verdiği röportajın her bir karesinden buram buram homofobi ve ayrımcılık öteleme sezdim. madem eşcinseler için kitap yazdın keşke eşcinselliğin ne olduğunu mesela hormonel olmadığını da bir yerlerden öğrenseydin. istesek de istemesek de varlar demiş kabullenelim diyor yani lütfediyor, tüm röportaj boyunca eşcinselliği doğal doğum kontrol yöntemi diyecek kadar problemli bir bakış açısıyla anlatıp sonra umarım bu kitap homofobiyi engellemek için bir araç olur diyebiliyor.

    rahmetli duygu asena paramparçayla, perihan mağden ali ile ramazanla ilk olmuşlardı ve tüm samimiyetleriyle duyarlılık yaratmak istedikleri açıktı, eşcinselliğe bakışlarında en küçük bir problem dahi yoktu. şimdi okuyucuları ayşe kulin bu açıklamalarından sonra nasıl o kitabı kulin'in samimiyeti ve tüm empatisiyle yazmış olduğunu düşünebilirler..
    hatta bu açıklamalardan bu bakış açısındana sonra gerçekte neden böyle bir kitap yazdın ayle kulin diye sormak gerekmez mi!!

    edit: demiş ki;

    --- spoiler ---

    heteroseksüel ilişkilerde detay verebiliyorum, kahramanlarımı seviştirebiliyorum ama bu kitapta yapmadım çünkü eşcinselliğe dair kısmını bilmiyorum. gerek de yoktu. bu bir porno kitabı değil, aşk kitabı ".

    --- spoiler ---

    eşcinseller arası ilişkiyi seksi tabu kılmış kafasında ve bu birliktelikleri basitleştirmek için "porno" tabirini kullanmış yani eşcinsellerin yaşadığı cinselliği porno diyebilecek kadar eşcinselliğe karşı büyük ön yargıları var. sayın kulin yaşadığımız cinsellik hepimizde aynı emin olun özünde zerre fark yok. keşke önce ön yargılarınızı aşıp sonra kitap yazsaydınız!!
  • "bora tecavüze uğradıktan sonra o yolun yolcusu olmuştu" diye başlayan "eşcinsel romanı" raflarda. birisi şu dinozoru durdursun hatta gördüğü yerde pataklasın artık, ne bu yaa?

    ayşe arman ile yaptığı röportajın beni benden alan en derin yeri, ayşe kulin eşcinsel menejerinden romanına ilişkin feedback alıyor, kafaya gel, beyne bel;

    "bir tek barbaros’a, 'biri yaşlı ve daha varlıklıysa, diğeri gençse, birbirlerine ne hediyeler alabilirler?' dedim. 'yaşlı olan daha pahalı hediyeler saat filan, genç olansa yumuşak ayılar - mayılar alabilir' dedi. bu bilgiyi ondan edindim".

    var mı diyecek bir söz? gerçekten birisi şu nineyi durdursun. homofobiyi falan da geçtim yani beyni yanmış artık bunun.
  • '..bir bayram günü,servisinde doktor bulunmayan bir ilkyardım hastanesinde,hademenin doktordan daha iyi dikiş attığı şizofren ülke.. ' tanımıyla,kitabı bırakıp gülme krizine girmeme sebep oldu kendisi.
  • ağırlıkla "gariban edebiyatı"ndan beslenen bir toplumun pek çok ferdine, yaklaşımı "elitist" görünebilecek, ama hem osmanlı hem de cumhuriyet döneminde ülkenin baskın kültürel ve ekonomik dinamoları olmalarına rağmen, her daim azınlık olarak kalmış "beyaz türkler" in dünyasını, korkularını, kaygılarını, sevinçlerini en sade ve gerçekçi şekilde anlatan yazar. ayşe kulin, türkiye'nin çoğuna artık iyice yabancı olan, işte bu kültürün insanıdır, ama ötesinde bu ülkenin vatandaşıdır.

    kitapları, edebi açıdan beğenilsin ya da beğenilmesin, toplumun sosyal tarihi açısından önemli birer sosyolojik hazinedir. göreceli olarak daha iyi ekonomik imkanlar içine doğmuş olması ve yazarlığında doğal olarak bu çevrenin etkilerini yansıtması, kendisini eleştirmenin haklı gerekçeleri olamaz. başarılı yazarların hemen hepsinin ortak özelliği, edebi olsun olmasın, eserlerinde yaşadıkları çevreyi ve dönemi çok iyi yansıtmalarıdır. bu açıdan değerlendirildiğininde, kendisinin başarılı bir yazar olduğu söylenebilir.
  • son yumurtladığı vecizesi şudur:

    "biz, ermenileri yahudiler gibi durup dururken kesmeye başlamadık"

    1. demek biz, (türkçe bozukluğu yüzünden öyle de anlaşılabilir) yahudileri durup dururken kestik.

    2. demek biz, (ne suç işledilerse, suçları ne kadar büyük olmuşsa bile) "ermenileri kestik".

    (elbette ermeni meselesinde benim fikirlerim bambaşka... ermeni meselesinde türk devletini savunan birinin argümanının komikliğine bakın.)
  • an itibari ile cnbc e'de şapka devrimi'nin ülkenin tamamında içselleştirilmediğini 20 sene önce (2008-20=1988) öğrendiğini açıklayan yazar.

    çünkü kendisi şapka takan, başı açık insanların arasında büyümüş.

    pardon, 1988'lerde uzayda mı yaşıyordunuz? refah partisini geçtim milli selamet partisinden de mi haberiniz yok? yahu siz ne yazıyorsunuz merak ettim.

    hala ekranda, müslüman oğlan ermeni kız hikayesi anlatıyor.

    bir de kalkmış osmanlıdan başlayıp cumhuriyet dönemini ele alan roman yazdım diyor. yazma ablacım yazmaaaa.

    edit: yuh artık. an itibari ile "hrant dink'in katilini hala bulamadık" diyor.

    ya bir sözlük yazarı, bu teyzeyi tanıyorsa, allah rızası için bir günlük gazete götürsün. evde sabit telgraf var galiba bu teyzenin.
    ama dikkat okuduğu haberlerden kalp krizi geçirebilir. inönü öldü diyen mesela, 30 yılı geçti hem de.
  • geçen yıl çırağan sarayında türkan saylan'ı anlatan kitabı için okuma gecesi düzenlenmişti. bir arkadaşa eşlik etmek için gitmiştim, adı aylin'dan başka kitabını okumadığım için kendisini pek tanıdığım söylenemezdi. velhasıl kelam okuma öncesi verilen kokteylde erken geldiğim için tek başıma bedava voktalara odaklanmışken yanında dikildiğim yüksek koktely masasına (adı var mı bu şeylerin bilmiyorum) orta yaşlı iki kadın geldi. selamlayıp, dilim dilim kesilmiş havuçları yeşil bir sosa batırarak votkanın yanına katık etmeye devam ettim. bir kaç kere kadınlarla göz göze geldim ama fıstıkları bitireceklerinden korktuğum için kendilerine yüz vermedim ama bir şeyler yanlış gidiyordu. etraftaki masalardakiler mırıldanarak bizim masaya bakıyor ben fermuarımı kontrol ediyordum çaktırmadan. votkalar bitti ben iyi akşamlar dileyip geç teşrif eden arkadaşımla bir kadeh daha votka yuvarlayayım diye mini bara gittim, o ara da okuma-söyleşi başladı. fıstıkları yemesinler diye yüz vermemeye çalıştığım kadınlardan birinin ayşe kulin olduğunu görünce votkanında etkisiyle kendi kendime sırıtmaya başladım. gelgelelim, okumasına gittiği yazara selam vermeyen ve hatta tanımayan biri olarak şunu söyleyebilirim ki; çırağan sarayının votkaları dandik.

    adı aylin okuması keyifli ve sürükleyici bir kitaptı bu arada, saygılar efendim.
  • yıllar sonra gereksiz bir merakla son kitabı gizli anların yolcusu'nu okuduktan sonra kendisi hakkındaki dağınık düşüncelerimin tam anlamıyla yerine oturduğu, elitist takılan bir yazar. bu sebeple olur da bir gün okursa diye mektup yazdım kendisine, pul bulamadığımdan buraya yazıyorum, kusura bakmaz umarım.

    uyarı: eğer bu kitabı okumayı düşünüyorsanız bazı ufak spoilerlar yüzünden aşağıdaki mektubu okumamanız sizin hayrınızadır.

    sevgili ayşe,

    seni okumayalı yaklaşık 7 yıl olmuş. o günden bugüne geçen zamanda ben büyüdüm, son iki yıldır biraz yıprandım ve sen de yaşlandın. bunadın demiyorum kusura bakmazsın umarım gerçeği yumuşattığım için. hem son kitabını* okumayı başarmama (evet başarmak çünkü bu kadar ucuz bir roman yazacağına pek ihtimal vermiyordum) hem de şans eseri kitabı okuduktan sonra karşılaştığım röportajlarına rağmen kaba olmamak için çaba sarf ediyorum.

    "nereden başlasam ki acep" sığlığıyla adım atmak istemesem de yazacaklarıma, inan zor tutuyorum kendimi. ucuz amerikan sinemasında önce filmin sonunu görüp ardından hikayeye baştan başlama olayı saçmalığını "uu beybi, meraklandırırım ben şimdi bunları." diyip kitabına taşıman bambaşkaymış cidden. emin ol kitabın sonunu daha başından tam olarak kavramak, hele ki kitap ve kitabın içindeki karakterlerin derinliği (derinsizliği) yetersiz ve kötü olunca tüm okuma zevkimin içine pisliyor (kabalıktan bahsetmiştim değil mi hemen başta, gene de kendimi tuttum da "sıçıyor" demedim).

    inan cümlelerimde bir çekememezlik söz konusu değil. kendi halinde, pek edebi değeri olmayan ama çıtır çerez mahiyetinde gayet akıcı kitaplar yazan bir kadınsın, eyvallah. çoğu kitabını garip bir tesadüf eseri hep otobüs yolculuklarında okudum ve bitirdim. ama gelip de bana 40'lı yaşlarında bir adamın bir öpücükle içindeki homoseksüelliği (ya da biseksüelliği, kavram sana kalmış bu da benim sana kıyağım olsun) keşfetmesini bana yutturamazsın. erkeklerin yanaktan öpüştüğü ya da kafataslarını tokuştururak yakınlık kurduğu bir toplumuz, e o zaman neredeyse tüm türk toplumunun bu travmayı yaşaması gerekiyor. pek tabii iki erkek arasındaki cinsel yakınlığı anlat(a)mamanı "bu porno kitabı değil!" diyerek geçiştirip "sağlıklı" heteroseksüel ilişkiyi en ince ayrıntılarına kadar sadece bu kitabında değil diğer kitaplarında da anlatman midemi bulandırıyor.

    ayşe arman'a verdiğin röportajda "benim de gay arkadaşlarım var" tadında laflar etmişsin. çok güldüm okudukça ne yalan söyleyeyim. hepimizin artık 6 yaşından beri gay arkadaşları var ayşecim, o yüzden bu tarz yorumlar bize pek işlemiyor artık. o yüzden mektubuma burada son verirkene, bir dakika doktor bey geliyorum*, senden tek ricam bundan sonra "canım istedi, yazdım." dedikten sonra o tarz yazılarını kendine saklaman. hatta max brod vari, öldükten sonra bana bırak. korkma max'ın yaptığı ikiyüzlülüğü yapmayacağım, her bir sayfayı tek tek yakacağım yazdıklarının.

    tüm yapay sevgi ve samimi saygılarımla,
    hunterofphoenix
hesabın var mı? giriş yap