• frances ha
  • (bkz: felicita)
    başka sinema ayvalık film festivalinde izlemiştim. şimdi sözlük, hem 2020 yapımı olup hem böyle oldukça özgün bir senaryoya sahip olup hem böyle sıcacık, güzel ve akıcı olması. daha ne olsun sözlük. çok underrated kalmış bu güzel film. izleyiniz, izlettiriniz
  • büyük yönetmenlerin bazı filmleri vardır ki gerçek anlamda arada kaynamıştır. bu filmler az kişi tarafından bilinir ve yine bu az kişi tarafından da çok sevilir. peki nasıl olur da böylesine ünlü bir yönetmen iken bazı filmlerin kıyıda köşede kalabilir. bunun birkaç sebebi var.

    birincisi, çok film çeken ünlü yönetmenlerin bazı kaliteli filmleri fark edilmeden yavaş yavaş değer kazanabililiyor. mesela martin scorsese ve woody allen bu tip yönetmenlere çok uygun örneklerdir. tarantino ve christopher nolan gibi az film çeken yönetmenlerde ise bunun tam tersi geçerlidir. neredeyse bilinmeyen filmleri yok gibidir. nolan'ın ilk uzun metraj filmi olan following (1998) bile, ki filmleri arasında en az bilineni hala budur, bilinir olmaya başlamıştır.

    ikincisi de, büyük yönetmenlerin ilk filmleri genelde en az bilinen filmleridir. haşmetli yönetmenlerin ellerinde büyük bütçeleri yokken, yani henüz daha ünlü değillerken çektikleri pek çok film, sinema severler tarafından hala keşfedilmeyi bekler. işte listemde bu minvalde filmler olsun istedim.

    (bkz: the last temptation of christ) (1988) martin scorsese'yi bilmeyenimiz yoktur. fakat bu büyük yönetmenin pek bilinmeyen muhteşem bir filmi var. film, nikos kazantzakis'in aynı isimli tartışmalı kitabından uyarlanmış ve vizyona girdiği sene radikal hristiyan gruplarca protesto edilmiştir. filmin paris'te gösterildiği bir sinema salonuna molotov kokteyli ile saldırı bile düzenlenmiştir. willem dafoe'nin hz. isa performansıyla göz doldurduğu bu muazzam filmi kaçırmayın derim.

    (bkz: blood simple) (1984) joel ve ethan coen kardeşlerin göz bebeği. daha çektikleri ilk filmleriyle nasıl muhteşem bir yönetmen olacaklarının sinyalini vermişler. film noir sevenler için bulunmaz bir nimet. baştan sona merak uyandırıcı şahane bir kara film.

    (bkz: bottle rocket) (1996) wes anderson, hollywood'un en yaratıcı yönetmenlerinden biridir. kendine has sinema diliyle dünyanın her yerinden izleyici bulmayı başarmıştır. kendisi, martin scorsese'nin de en sevdiği yönetmenlerden biridir ayrıca. kendisinin 1996 yılında çektiği ilk uzun metraj filmi ise olanca sempatikliği ile daha çok kişiye ulaşmayı beklemektedir. bana soracak olursanız çektiği onca güzel filmin içinde hala en samimi olanı bu filmdir.

    (bkz: cronos) (1993) guillermo del toro, benim en sevdiğim yönetmenler arasında yer almaktadır. son filmi the shape of water (2017) ile de hak ettiği oscar'ı nihayet alabilmiştir. en sevdiğim filmi ise hala pan's labyrinth (2006) filmidir. kendisi tam bir korku türü hayranıdır ve 1993 yılında çektiği bu film, korku severler tarafından keşfedilmeyi beklemektedir. bu filmiyle vampir filmlerine bambaşka bir yerden bakmamı ve kendisine bir kez daha hayran olmamı sağlamıştır.

    (bkz: the pawnbroker) (1964) sidney lumet'ı tanımayanlar için birkaç filmini buraya bırakayım. 12 angry men (1957), serpico (1973), dog day afternoon (1975), network (1976)... sanırım bu filmler hatırlamanıza yardımcı olmuştur. fakat bir filmi var ki yer altında kalan bir maden gibi keşfedilmeyi beklemektedir. amerika'da yaşayan yahudi bir rehincinin peşini bir türlü bırakmayan geçmişine ortak oluruz bu 60'ların muazzam klasik filminde.

    (bkz: radio days) (1987) woody allen'dan aslında birkaç film koyabilirdim. şimdilik bu filminden bahsetsem yeterli olur. televizyonun henüz evlere girmediği 1940'lı yıllarda new york'lu kalabalık bir ailenin radyolu hayatına şahit oluruz. filmde ayrıca, orson welles'in amerikalıları "uzaylılar şu an bize saldırıyor" diye trollediği o unutulmaz ana da ufak bir sahnede yer verilmiştir.

    (bkz: the duellists) (1977) şimdi sıra geldi ridley scott'ın ilk filmine. ridley scott'ın savaş filmleri çekmekte üzerine yoktur. ilk filmiyle de bizi napolyon döneminin kızgın fransa'sına götürür. napolyon, avrupa'nın dört bir yanına fethe çıkmışken ordusunda bulunan iki asker de kendi aralarında amansız bir savaşa tutuşmuştur. bu savaşın adı gururdur. yıllar boyunca birbirleriyle sırf gurur ve onurları için kavga edip dururlar. bize de bu heyecanlı düelloyu izlemek kalır.

    (bkz: rumble fish) (1983) francis ford coppola'nın böylesine bir film çekebileceği hiç aklıma gelmezdi. listedeki tüm filmler bir yana bu film bir yana. gerçek anlamda kıyıda köşede kalmış bir cevher. en azından benim için öyle. izlediğimden beri aklımdan hiç çıkmayan tarifsiz bir sinema deneyimi. mickey rourke'un filmdeki karizmasına ise söyleyecek söz bulamıyorum.

    (bkz: the color purple) (1985) steven spielberg'den de bir film koymasam olmazdı. aslında listeye koymak konusunda kararsız kaldığım tek film buydu. yine de koymak istedim. oldukça feminist bir film. bazen abartıya kaçsa da yine de vermeye çalıştığı mesajlara gözlerinizi kapatamıyorsunuz. kadınlar her yerde ve her toplumda eziliyor gerçekten. bu arada, yönetmenin televizyon için çektiği muhteşem gerilim filmi duel (1971) filmini de listeye almak istiyordum aslında. bu sayede, duel filminden de bahsetmiş olayım. bir taşla iki kuş vurmak misali. siz en iyisi mi bu iki filmi de izleyin bence.

    (bkz: the lost weekend) (1945) billy wilder'ı unutanlar olmuş olabilir. yeri gelmişken onu da bir hatırlatayım. double indemnity (1944), sunset blvd. (1950), stalag 17 (1953), witness for the prosecution (1957), some like it hot (1959), the apartment (1960)... şu filmleri gördükten sonra onun için daha ne denebilir ki. fakat bir filmi var ki usul usul siz sinemaseverleri bekliyor. alkolik bir yazarın birkaç gününe odaklanan, oyunculuğun zirve yaptığı, izleyiciye bambaşka tatlar veren hakiki bir klasik.

    (bkz: 2020 yılının en iyi korku filmleri): #115842251
    (bkz: 2020 yılının en iyi filmleri): #116626300
    gözümün nuru uzun korku hikayem: (bkz: h. köyü)
  • (bkz: contact)
  • cheap thrills diye bir film. çok değişik başlayıp çok enteresan yerlere doğru gidip biten bir film
  • 12 angry man
  • i origins
  • macar diyarından karanlık bir güneş gibi doğmuş olan* zaman içerisinde kendine has bir üslup oluşturmuş (bkz: gyorgy palfi) nin deneysel şaheseri olan (bkz: hukkle) ve (bkz: taxidermia) izlemeye değer iki sağlam iş.

    özellikle farklı tarzda film deneyimi yaşamak isteyenler için öncelikli olarak önerim hukkle olacaktır. tabii taxidermia da bu filmden alttadır diyemeyiz.

    kuzey amerika kıtasından bir isim olan istismar sinemasına farklı bir soluk getiren * (bkz: david cronenberg) in (bkz: dead ringers) adlı bu filmde tek yumurta ikizlerinin iki beden de nasıl tek bir ruha sahip olduklarını izliyoruz. psikolojik açıdan fazlasıyla alt metin okumaları yapmaya müsait olan çalkantılı bir ruh haline sahip depresif bir iş.*

    (bkz: gerald kargl) adlı bu yönetmenimizin tek bir film çekmiş olması ve o filminde (bkz: angst) olması bu şahsiyeti diğer yönetmenlere nazaran daha gizemli kılıyor. filmi izlerken gerek karakter gerek kamera açılarıyla psikopat nedir ve kimdirin ? cevabını bulmanızı sağlıyor. ayrıca (bkz: gaspar noe) nin en çok etkilendigi filmlerden olduğu söyleniyor.*

    geldik italyan diyarından çıkmış olan (bkz: dario argento) ustaya özellikle en çok bayıldığım iki filmi var ve bunlar (bkz: suspiria) kadar değeri bilinen ve önemsenmiş işleri değil gibi geliyor bana. (bkz: teror at the opera) bunlardan birincisi. rivayetlere göre bu filmi izleyenler gözlerini bir daha kırpamıyormuş* diğer işi ise (bkz: profondo rosso) operaya göre biraz daha fazla bilinen işi. bu film ile birlikte kırmızının ve kanın sinema tarihinindeki yerini sorgulayacaksınız* diyebilirim.

    genel olarak bu filmler ya da şaheserler daha çok rahatsız edici ve konuları itibariyle olarak psikopalojinin*araştırma alanına girebilecek olan türde ki önerdiğim filmler. bu sebepten dolayı filmleri hassas bünyelerin izlemesi pek doğru olmayacaktır. daha doğrusu bu işler hoşlarına gitmeyecektir.

    bu sebepten taraflı tarafsız herkesin sevebileceği (bkz: mel brooks) un iki tane çok güzel olduğunu düşündüğüm komedilerini de buraya bırakıyorum. (bkz: young frankenstein) ve (bkz: blazing saddles)*

    izlemeye değer bulduğum filmleri not aldığım defterimi bulabilirsem* burayı az kişinin bildiğini düşündüğüm diğer şaheserler* ile editleyeceğim. şimdilik bu saatte aklıma bunlar geldi.
hesabın var mı? giriş yap