• bozkırın ortasında 3-5 dam duruyor. onların birinin gölgesindeyiz. amcamın en sevdiği yer. sürekli sırtı kerpiç duvara dayalı, soluk güneşin altında ,sonsuz gibi duran bozkırı seyreder. her daim siyah giyer amcam. tüm kıyafetleri özenle seçilmiştir. paltosu, ceketi, yeleği ve çok düzgün kesimli simsiyah pantolonu. o bozkırın ortasında tezek dağlarının arasında bile hiç kimse amcamı ütüsüz her hangi bir kıyafetle görmemiştir.

    bir de benim bakmalara doyamadığım iki aksesuarı vardır bu kıyafetlerin. siyah fötr şapkası ve duvara dayanıp oturduğunda belinden dışarı taşan simsiyah büyük tabancası..

    amcam bana çerkes atlarını anlatır (bir kaç kere at üstünde görmüşlüğüm de vardır. dimdik 1.90 boyunda siyah bir silüet olarak kaldı aklımda) ne kadar sadık olduklarını, sahiplerini kardan, buzdan soğuktan donmaktan kurtardıkları hikayelerini. her türkçe kelimeyi vurgulayarak söyler , çok da güzel konuşur türkçeyi anadolu'nun göbeğinde istanbul türkçesi konuşur. ama hikayesinin her kelimesinde , ''şurayı abazaca anlatsam daha iyi olurdu''yu hissederim. benim anlamamı istemediğinde abazaca konuşur diğer büyüklerle , mutlu olurlar her kelimede..

    at ve kışın olduğu her hikayede mutlak düğün vardır. ya düğüne gidilir ya da düğünden dönülür.

    ''sen oynar mıydın emmi '' diye sordum bir keresinde. gülümsedi ''oynardım '' dedi. ''içer miydin emmi '' dedim.'içerdim oğlum' dedi muzip bir ifadeyle, 'kaşenin olur muydu?' dedim. gülümseme yayıldı iyice yüzüne ''olurdu ya'' dedi

    durakladım, ''babam ata biner miydi ?' diye sordum. bir acı bıçak gibi kesti yüzünü. gülümsemesi konuşurken ağzını eğdiği sol tarafta kaldı. yüzüme bakmadan ''binerdi'' dedi. 'hem de çok güzel binerdi.'' yüzünü diğer tarafa çevirdiği için son kelimeleri güç bela duydum.

    -şapkası var mıydı emmi eskiden ama seninki gibi?

    -içki içti mi babam? düğünde oynar mıydı?

    -kaşeni var mıydı uğruna karda at sürdüğü?

    -ya da seninki gibi büyük silahı var mıydı?

    çok şey sordum amcama, hiç yüzünü bana dönmeden cevapladı. bozkır rüzgarı iyice hiddetlendiğinde, kocaman elleriyle küçük ellerimi tuttu. üşümüşsün dedi. hadi sobanın yanına gidelim. diğer elinle yeleğinin cebinden işlemeli mendilini çıkardı, yüzünü sildi, gözlerindeki yaşları o zaman gördüm.

    kesif bir acı bulutunun altında, tozlu ve soğuk bozkırın ortasında yaşamak gibidir babasız büyümek, güneşli ve açık günlerden sadece söz edilir, ölene kadar o pus sende yaşar..
  • eğer henüz meseleleri anlayamayacak yaşta başlamış ise bu durum yakınındaki "başkalarının babalarına" baba der. büyüdüğünde ise o zamanları hatırlayıp kendi kendisine üzülür, o geride kalan masum çocuğa hediyeler almak ister. duygusaldır, hassastır...
    büyüyüp geçmişi irdelediği zaman cam kenarında ağlayan anne figürünü çözmüştür artık. daha başlarken geride olma hissinin sebeplerini anlar.

    en çok da zorlarına giden okulların açılmasının ardından öğretmenin herkese tek tek babasının işini sormasıdır. her seferinde eli ayağına dolaşır, ne diyeceğini bilemez. bildiği bir meslek vardır aslında, ama sonuna geçmiş zaman eki eklemeli mi, eklememeli mi tereddüt eder. sonra ağzından kaçırıverir. elektirikçiydi...

    bir de veli toplantıları vardır, herkesin babası gelir...babalar gibi hem de...ama onun annesi gelir. bu annelerin de bazı problemleri vardır aslında. sürekli, her yerde oğlunun babasının olmadığını hatırlar, hatırlatır ve çocuk hakkında geçen her konuşmanın sonunda "babası vefat etti" der. o an çocuk annesine bakar ve "anne ne olur artık bunu söyleme" der içinden. ama nafile.

    eve geç gittiği için kızacak bir baba yoktur. babası işten hiç gelmez, babasının cebinden para çalamaz, babasından korkmaz, babası onu okula bırakmaz, okuldan almaz, dayak yediğinde babasını tehdit unsuru olarak kullanmaz...

    büyük kardeşleri var ise sürekli onlardan hatıralar dinlemek ister. özellikle de içinde kendinin ve babasının olduğu. sever miydi beni, oynar mıydı benimle der. aynı hikayeleri yeniden anlattırır. anlattırır ama nedense asıl konu hiç anlatılmamıştır o evde. kimse cesaret edemez o günü anlatmaya. olur da çocuk sorarsa millet kaçışıverir etrafa. nasıl oldu bu kaza, sebebi neydi, kimdi, hemen mi oldu, yavaş mı oldu...

    babasının olmadığını öğrenenlerin yüzündeki acıma hissi onu kahreder. içinden acınacak birşey yok, aslanlar gibiyim diye haykırır. genelde başarılı da olur. başarılarının hepsinin ardında kimsenin bilmediği bir hüznü de madalyasının yanına asar. övünecek bir babanın olmayışının hüznü...

    çok gururludur, çook. kimseciklere söylemez babasının olmadığını. ancak çok sıkışırsa, çok üzerine gelinirse söyler neden hep anne özneli cümleler kurduğunu. kendisi de farkında değildir, herkes babasıyla arasında geçenleri anlatırken o annesini anlatır, gerçekten de farkında değildir. taki kafası çalışan biri sorana kadar...

    yaşı belli bir kemale erdi mi artık sanki rahatlamış gibidir. oysa asıl eksikliğini işte o orta yaşlarda hissetmeye başlar. gerçek hayat içine girince, yaşamak ağır gelmeye başlayınca, sorumluluk almak zorunda olunca hep akla gelir. evet iyi bir baba olacağı kesindir, gönlü hep hüzünlü olan bir baba.

    o kimdir biliyor musunuz, o yetimdir. babasının öldüğü yaşta bile olsa yetimdir... anlaşılan o ki hep yetim kalacaktır...
  • sanıyorum babanın olmadığı zamanlarda değil varken yok gibi olduğu zamanlarda da insana koyan, yalnızlığı hissettiren durumdur.

    babam 19 yıl önce bugün ben 21 yaşındayken öldü. ondan önce vardı ama gerçekten var mıydı hiç bilmiyorum. aslında yoktu ama bunu kabullenmek istemiyorum çünkü yanımda, evimde beraber yaşadığım baba karakterinin babalığını pek görmedim. bu arada ona hiç kızmıyorum. gerçek bir babalık yapmamasının haklı sebepleri vardı ya her neyse...

    zor babasız büyümek. ben o ölene kadar babasız büyüdüğüm zamanları çok anlamadım ama benim hayata hazırlanmaya başladığım zaman gerçekten yanımda olmayışıyla, onu toprağa koyup eve tek başına dönmekle anladım. hayata yenik başlamak ve kaybetmiş şekilde devam etmek pek kolay değil. insan arkasında, yanında ona güç verecek birini istiyor ve arıyor. anne, sevgili, dost ya da abi/abla ile olacak şey değil bu. baba güven demek, baba başın sıkıştığında arkanda yeri gelip senin ağzına sıçsa da duracak adam demek.

    benim olmadı hiç. her şeyi, her zorluğu tek başıma hallettim. yeri geldi yenildim, yeri geldi tüm umudumu kaybettim. ama hep güçlü durdum ki zaten başka şansı olmuyor " erkek evladın". babam öldüğünde tek duyduğum " artık evin reisi sensin" sözleri oldu. ulan bir kişi de çıkıp demedi bana yok öyle bir sorumluluğun. öyle ya. engelli bir abi ve bir annem vardı artık yanımda. tek yol onlara aile reisliği etmekti. ne alakaysa artık hâlâ anlamam.

    diyeceğim o ki, biliyorum çoğunuz babanızla iyi anlaşamıyorsunuz. hatta ölse de kurtulsam diye düşünenlerin sayısı az değildir eminim ama kıymetini bilin. kaç yaşında olursanız olun babasız olmak, babasız büyümek sanıldığından çok daha zor
  • öncelikle (bkz: babasız kızlar balosu)

    babasız büyümek, "baba" denilen o adam öldüğünce onun cenazesine gitmeyecek olmayı bilmektir, bunu kabullenmek, bazen bu gerçeğin ağırlığı altında ezilmek ancak çoğunlukla bunun kişiyi ne kadar güçlendirdiğini fark etmektir.

    güç demişken, babasız büyümek, çevredeki insanlardan neredeyse bebekliğinden beri ne kadar güçlü, olgun, karakter sahibi biri olduğunu duymak, ancak bazen de böyle olmayı istememektir. kişinin kendisine atfedilen bu özellikler yüzünden üzgünken ağlamayı sinirliyken bağırmayı bilememektir. zira kişi bilir ki eğer böyle bir tepki gösterecek olsa bu tepki babasızlığına bağlanacak ve insanların yüzündeki o acıma ifadesine maruz kalacaktır. babasız büyümek, en nefret edilen duygunun acımak olmasıdır.

    hayatın bütün ilklerinin hep başkalarıyla yaşanması demektir babasız büyümek. yürümeyi öğrenirken ellerinden başka başka kişilerin tutması demektir. bisiklete binmeyi teyzeden, yüzmeyi dayıdan, araba kullanmayı arkadaşlardan öğrenmek demektir. yalnızlığın ne demek olduğunu çok iyi bilmek, düştüğünde kimsenin kaldırmasını beklemeden kalkmak ve cebinden bir mendil çıkararak kanayan yerini sesini çıkarmadan silmek, sonrasında hiçbir şey olmamış gibi koşmaya devam etmektir. çocukken kibritçi kız masalında, büyüyünce de babam ve oğlum filminde ağlayamamaktır. ya da hiç ağlayamamaktır.

    babasıyla aşkımlı canımlı konuşan kızlara olgunlukla ve gülümseyerek bakmak, ancak yine de bana bir masal anlat babayı dinleyememektir. cinsiyetini unutmaktır bazen, kişiye evin erkeği gibi davranılması ve ondan da evin erkeği gibi davranmasının beklenmesidir. gardrobun yerini tek başına değiştirebilmek, kırılan dolap kapağını yerine takabilmek, bozuk telefonu, akan musluğu, duş başlığını tamir edebilmek, pazardan kilolarca poşeti çıplak ellerle taşıyabilmektir. kadınlığını, narinliğini, kırılganlığını unutmaktır; kömürlüğü boşaltırken kirlenecek ellere manikür yaptırmayı aklına getirmemek, o eller is kokarken aynı vücudun parçası olan ayaklara topuklu ayakkabı giymenin gereksizliğini ve anlamsızlığını görmektir.

    babasızlığın boşluğunu sahip olunacak maddi veya manevi şeylerle kapatmak istemektir, insanların arkasından "babasız büyüdü bu çocuk, vah vah" demelerindense "babasız büyüdü ama bak şöyle başarılı böyle mutlu oldu" demelerini istemektir. "yapamazsın" cümlesinden nefret etmek demektir. tek kelimeyle mükemmel bir yalancı olabilmektir, babanın nerede olduğuna nerede çalıştığına dair sorulan soruları 9 yaşından beri ayrıntılı ve eksiksiz yalanlarla savuşturabilmek, hayatındaki her bir insana hangi yalanı ne şekilde attığını, kime ne kadarını anlattığını ayrıntılarıyla hatırlayabilmek ve bunda asla bocalamamak, en yakın arkadaşlarının dahi gözünün içine baka baka babayla ilgili yalanlar atabilmek ve bundan artık rahatsız olmamaktır. öte yandan anneninki gibi bir evlilik yapmaktan ölesiye korkmak, bu uğurda kaçmayı, saklanmayı, hatta yalnız bir anne olmayı bile göze alabilmek demektir.

    hayatta ihaneti ilk elden ve en yakınından gördüğün için ihanete uğramaktan korkmamak demektir. sevilmemenin ne demek olduğu daha sevginin anlamının bile bilinmediği yaşlarda öğrenildiği için sevgi bağımlısı olmamak, sevilmemekten korkmamak demektir. bu nedenle daha sivri dilli, daha can yakıcı, daha küstah, daha vurdumduymaz görünmek, ancak esasında hiç de öyle biri olmamaktır. kaybetmenin ne demek olduğunu bilmemek ve bundan hiç korkmamaktır, insan hiçbir zaman sahip olamadığı bir şeyi kaybedemez ki.

    yine de bence hayata 5-0 galip başlamaktır babasız büyümek, çok zordur ve bir o kadar da güzeldir. insana kendisini farklı ve iyi hissettirir, yaşanılan evde baba olsaydı şimdiki hayatın ne kadarı yaşanılabilirdi diye düşünüp "iyi ki" demektir. güçlü olmayı sevmek, hayatta başa ne gelirse gelsin sıfırdan başlanılabileceğini bilmektir, bunun kişiye güven vermesidir. yaşanılan her şeye rağmen; sevmeyi, sevilmeyi, güven duymayı, güven vermeyi, mutlu olmayı, mutlu etmeyi, gülmeyi, güldürmeyi bilmek ve bunları çoğu insandan çok daha iyi yapabilmektir.

    babasız büyümek, babanın cenazesine gitmeyeceğini bilmektir, bu nedenle babasız büyümek hayatta her şeyi ama her şeyi yapabileceğini bilmek demektir.
  • sadece babanın olmadığı durumlarda değil, olan bir babaya rağmen yaşanabilecek yalnızlık hissidir, çünkü çocuk büyütmek sadece cebine para koymak değildir.
  • eger benimki gibi superotesi bir anneye sahipseniz baba ile buyumekten kat kat daha guzel olan olay.*
  • öğretmen olunca çocuklara anne- baban ne iş yapıyor diye soramamaktır.
  • ilkokulda "benim babam seninkini döver" diyen arkadaşa susmaktır.

    lakin eğer baba ölmemişse, gitmişse, çocuğu terk etmişse, çocuk babasının yaptıklarından ötürü onu hayatından çıkartmışsa, yaşamı boyunca karşılaşacağı eksikliklerin yanında birde süper güç katar o çocuğa babasız büyümek.

    kim olursa olsun hayatından her hangi bir insanı ardına bile bakmadan silebilme kudretidir bu süper güç.

    babasını bile silebilen insan çok çabuk üstünü çizer hayatında kendisine uygun olmadığını düşündüklerinin. ona kızarlar, nasıl bu kadar kolay küsebiliyorsun diye. cevap veremez. aramıyor musun? dediklerinde susar.

    babasız büyüyen çocuklar daha güçlü olur. gidenlerin arkasından kolay kolay ağlamazlar. kendileri gitmeyi seçtiyse kalan için hiç ağlamazlar. bu vicdansızlık gibi gözükse de artık bir reflekstir.
  • kendisi çok küçükken anne babası boşanan ve babası başka bir ülkeye yerleşen, dolayısıyla babasını hiç tanımayan bir arkadaşıma sormuştum bunun nasıl bir şey olduğunu. "senin ablan/abin yok, nasıl bir şey olduğunu bilmiyorsun, eksikliğini de hissetmiyorsun. bu da öyle işte. çocukluğumdan beri sadece annem var yanımda ve normali buymuş gibi, evde bir babayla yaşamak çok tuhafmış gibi geliyor. hiç babam olmadı, eksikliğini de hissetmiyorum o yüzden." demişti. yine de, sadece yaşayanların anlayabileceği bir durum sanırım.
  • aslında çok bok oluyor ama siz, bi' bok olmuyor diye kendinizi kandırıyorsunuz.
hesabın var mı? giriş yap