• tam emin olmamakla birlikte, hayatımda izlediğim en kaliteli dönem dizilerinden biri olduğunu söyleyebilirim. en azından kesinlikle ilk üçüme girer.

    dizi bugüne dek pek işlenmemiş bir konuyu ve dönemi ele alıyor. 1929 almanyası'nda olup bitenleri adeta belgesel tadında ama belgesel monotonluğuna yer vermeden anlatabilmek herkesin harcı değil. genelde bugüne kadar çekilen dizi/filmlerde ya 1. dünya savaşı ve/veya hemen öncesi, ya da 2. dünya savaşı ve/veya sonrası işleniyordu. bu yapım iki büyük harbin tam ortasına, 29-30'lara ışık tutması açısından bir ilki de gerçekleştirmiş diyebiliriz. böylelikle nazi almanyası'na giden sürecin nasıl teşekkül ettiği, bolşeviklerin ve sosyalistlerin ne yapmaya çalıştığı, sosyo-ekonomik buhran ve siyasi krizler gibi konuların ne boyutta ve mahiyette vuku bulduğuna da geniş yelpazede bakma fırsatı bulabiliyor izleyici.

    benim en çok beğendiğim kısım, dizinin o dönemin atmosferini ve dinamiklerini ''harikulade'' denilebilecek düzeyde yansıtması oldu. gerçekten çok büyük bütçe ayrıldığı kuşkusuz... zira başka türlü böyle bir şeyin altından, bu derece başarılı kalkmak pek mümkün olmazdı kanaatindeyim. oyuncular bile tip olarak o kadar uygun seçilmiş ki, izlerken sanki gerçekten dizi değil de belgesel izliyorum ve görüntüler gerçek yaşamdan alınmış zannına kapılıyorum ya da 40'lı-50'li yıllarda çekilmiş bir film seyrediyorum gibi hissettiriyor insana. kostümler, otomobiller, şehir yapılanması, o nostaljik hava, fötr şapkalar, beyfendiler ve hanımefendiler... tek kelimeyle müthiş! eğreti duran, sırıtan vs en küçük bir şey çarpmadı gözüme. inanılmaz gerçekçi bir tasvir sunmuşlar.

    senaryo akıcı, ama akıcı olmasıyla birlikte bana birazcık komplike geldi. hatta diziyle ilgili başlangıçta tek beğenmediğim kısım bu oldu diyebilirim, çünkü 1. sezon - 1. bölümden itibaren doğrudan ve ''bodoslama'' olayların içine giriyorsunuz. açıkçası karakterleri tanımak ve idrak etmek; kimin kim olduğu, ne yaptığı ve yapmaya çalıştığı, kim bolşevik, kim değil vs özümsemesi ilk 2 hatta 3 bölümde zor oldu benim için. fakat bilahare ilerledikçe daha iyi oturmaya başladı bazı şeyler. keşke azıcık daha ağırdan bi giriş yapıp karakterleri daha iyi tanıma imkanı sunsalarmış, sanki daha güzel olacakmış diye düşünüyorum.

    birinci sezonu henüz bitirmedim, ama çok keyifli ilerliyor. şiddetle tavsiye edilir. ayrıca tarihte yaşamış ve yaşanmış, kendi dönemine de damga vurmuş şahsiyet ve olayları izleyicinin araştırma şevkini arttıracak şekilde göstermeleri de takdire şayan. bu bakımdan dizinin çok güzel bir tarih şöleni sunduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

    debe eklemesi: tarihin içinden tarih anlattığım kanalıma destek olmak isteyen varsa beklerim:
    https://youtube.com/@enderozgun

    gelenlere ve gelecek olanlara sevgiler.
  • birinci sezondan beri bu diziyle ilgili bir teorim var. doğruysa ciddi bir spoiler olur. dileyen bakmasın.

    --- spoiler ---

    .
    .
    .
    .

    .
    .
    .
    .
    .

    1) 7.bölümde abisini kurtarırken abisinin yüzünü bize tam göstermediler. garibime gitti, videoyu durdurup abisinin yüzünü inceledim. yüzünde yara/yanık izi tarzı bir şey var gibi geldi. bu da bana doktoru hatırlattı.

    2) gereon, doktorun yüzünü hiç doğru dürüst görmedi. sezon finalinde bir an kendine gelip görünce de feci ürktü.

    3) atları yucatan dahil gereon hakkında pek çok şey biliyor ermeni. ayrıca gereon'u öldürmediği için doktor, ermeni'ye teşekkür etti.

    4) yeğeni çok kararlı bir şekilde babam ölmedi diyince iyice kuşkulandım.

    5) imdb'den bakınca doktorun adının anno olduğu görülüyor.

    dr.schmidt, gereon'un abisi bence.
    --- spoiler ---
  • oldukça kaliteli yapılmış, 1929 yılı almanya'sını anlatan dizidir. dizinin analizinden ziyade içinde tarihsel olarak yanlış olan bir durum var, ilgilenenler için burada dursun:
    --- spoiler ---

    malum, dizi 1929 yılında geçiyor. dizideki kızıl kale adlı troçkist örgüt üyeleri, ilk bölümlerdeki matbaa sahnesinde "yaşasın dördüncü enternasyonal!" diyerek bağırıyor. oysaki dördüncü enternasyonal'in kuruluş çağrısı 1933 yılında yapılmış ve bu örgüt 1938 yılında kurulmuştur. dizinin geçtiği tarihlerde troçkist gruplar sol muhalefet adıyla faaliyetlerine devam etmekteydiler. troçki, almanya'da hitler'in başa geçmesinin sorumlusu olarak komintern'i ve esas olarak da sovyetler birliği komünist partisi'ni görmüştür (bkz: komintern). o dönemde, komintern'e bağlı (kritik politik hamlelerde neredeyse kukla gibi) olan almanya komünist partisi'nin sosyal demokratlarla faşizme karşı birleşik bir işçi cephesi kurmak yerine ana düşman olarak sosyal demokrasiyi gören politikalarını, istanbul büyükada'da kaldığı sürgün evinde sürekli eleştirmiştir. hitler'in iktidarı eline geçirmesinden sonra ise troçki, sbkp'nin ve komintern'in geri dönülmez bir şekilde işçi sınıfı politikalarından bağımsızlaştığı teziyle yeni bir dünya partisi kurulması çağrısını yapmış ve bu çağrıyı yaptıktan 5 yıl sonra, 1938 yılında en büyük eseri olarak gördüğü dördüncü enternasyonal'i taraftarlarıyla beraber kurmuştur. konu ile alakalı olarak troçki'nin görüşlerini merak edenler, troçki'nin "faşizme karşı mücadele" adlı eserini okuyabilirler.

    --- spoiler ---
  • bu dizinin sadece oyunculukları, sinematografisi veya senaryosu değil müzikleri bile hayranlık uyandıran cinsten. misal, 1.sezon 8.bölüm rath'ın helga'ya yazdığı mektubu okuduğu sahnede çalan şu parça*. ilk duyduğumda yeşilçamvari tınısı bölümü durdurup google'da parçayı aratmama neden oldu. sahneyi o kadar gerçekçi veriyor ki iyi müzik kullanımı, bizdeki gibi dandik bir parçayı sahneye koyup klip çekmekle olmadığını daha net anlıyorsunuz.
    3.sezon 9.bölümde gräf*'ın doğum gününde seslendirdiği muhteşem ötesi parça. kullanıldığı sahneyi o kadar parlatmış ki "dizi tarihinin en duygusal/romantik" sahnesi olabilir. bu arada gräf karakterini canlandıran christian friedel aynı zamanda "woods of birnam" adlı grubun da solisti.
    dizideki pek çok dans sekansının fon müziğini oluşturan* insana mutluluk aşılayan şarkı için buradan. harika bir dizi izlemem yetmiyormuş gibi sayelerinde kaliteli bir sanatçıyı da keşfediyorum. (bkz: max raabe)
    her şeyi geçtim, sahne geçiş müziklerinden https://www.youtube.com/watch?v=xvdax2vbcdg bile kalite akıyor.
    şuraya da dizide kullanılan tüm parçalardan oluşan bir spotify listesini bırakıyorum.*
    tanım: underrated kalmış dizilerden biri. 5.sezon ne zaman gelir acaba ya?*
  • devam eden diziler arasında en underrated olanıdır ve yeterince hakkı verilmemiştir. hem bir dönemi çok doğru yansıtması açısından hem de buna polisiye ögeler ve merak katması açısından benzeri yoktur. faşizmin bir toplumda içten içe, günden güne nasıl geliştiğini, toplumun bütün kesimlerinde ve devlet bürolarındaki yozlaşma ve çürümüşlükle nasıl yayıldığını gösteren klas bir dizidir. karakterlerin çoğu gri karakterlerdir, iyi tarafları olduğu gibi bencillikleri sebebiyle yanlışlar da yapmaktadırlar. bu açıdan game of thrones seviyesinde bir dizi olduğunu düşünüyorum. burada, karakterlerin iskeletini oluşturan yazar volker kutscher'in etkisi büyüktür. yönetmenlerin de prodüksiyon tasarımı ve sinematografi konusunda çok özenli çalışmaları sayesinde kusursuza yakın bir dizi izlememize vesile olmuştur.

    umarım 4. sezonla final yapmaz ve devam eder. 1933'te reichstag yangını sonrası yapılan seçimlerde nazi'lerin iktidara gelmesi ve devamında ülkenin kontrolünü tamamen ele geçirmesi ile final yaparsa efsane diziler statüsüne ulaşır. kutscher'in gereon rath serisinin 5. kitabı mart şehitleri tam da bu dönemi anlatmaktadır. yazar en son 8. kitabı yazmış, devam edip ikinci dünya savaşı'na kadar gitmesi de muhtemeldir.
  • tom tykwer'in cektigi, 40 million euro butceli almanya'nin tum zamanlarin en pahali produksiyonu, game of thrones dan sonra en cok ilgi ceken dizi. sky kanalinda 16 bolum olarak cekilmis.

    ikinci dunya savasi degil 1920 lerin sonlarinda weimar cumhuriyeti zamanlarini konu alan, berlin'in altini cagini yasadigi donemi yansitan, (partilerin, pompanin kralinin dondugu nazizm oncesi debaucherous donemler) dizi. super basarili gibi gozukuyor.
  • alman dizilerine merak saldığım şu dönemde, unsere mütter unsere väterı bitirdikten hemen sonra keşfettiğim ve iyi ki de keşfettim dediğim yeni dizim.

    birinci sezonu iki gün içerisinde bitirdim. zira su gibi akıyor. dönem dizileri arasında ayrı bir yere konmayı hak ediyor. o dönemde almanya'da yaşasaydım, o gece kulüplerine ben de gitseydim, o emniyet müdürlüğünde ben de çalışsaydım dedirtiyor.
    dizinin başrol ve diğer karakterlerine bakacak olursak; gayet başarılı. senaryo, kıyafetler, efektler çok başarılı. mekanlar aşmış taşmış. adeta gerçekten 1929'da çekilmiş gibi.

    baş rolümüz komiser gereon rath. bu karakter karizmatiklikten uzak olmuş nedense. adamın polislikle alakası yok. habire tabancasını kaptırıp ufak çaplı facialara yol açıyor. ilk sezon itibarıyla polislikte zeka ürünü bir başarı da sağladığı yok. morfin bağımlısı, korkak, tırsak, sümsük bir herif. altına bile işedi yani o denli. hadi tatlılar tatlısı charlotte ritter ile aşk yaşasın diye bekledik. ama nerde? bizim sümsük yengesine aşık çıktı.

    dizide o dönem yaşanan sefalet de çok çarpıcı bir şekilde verilmiş. hatta bazı detay sahneler var ki dumurlardan dumurlara götürüyor insanı. insanların yumruk sokma fantezisine hizmet eden orospu emeklisi teyze olsun, üstte iki tek atayım, altta sado mazo takılayım denilen underground barlar olsun.

    kısacası güzel dizi. seyredin, seyrettirin.

    edit: babylon berlin’in 3. sezonunun bu yılın sonunda yayınlanması bekleniyor şeklinde bir haber okumuş bulunuyorum.
  • muhteşem bir alman yapımı.

    --- spoiler ---

    gereon'un sevgilisi olduğu halde pansiyonun sahibiyle sevişmesi,

    gereon'un papazı öldürüp kanıtları yok etmesi,

    idealist aksettirilen gereon'un mahkemede komünistler aleyhine yalancı şahitlik yapması, çünkü bir insan salt iyi ya da kötü olamaz.

    charlotte'nin sırf çıkarları için bruno'yla yatması.

    ve hollywood'un aksine tüm bunların ortaya çıkmamasıyla yanlarına kar kalması. alman realizmini iliklerimize kadar hissettik.
    --- spoiler ---
  • faşizmin birden bire gökten zembille inmediğini, toplumun ve devletin bütün kurumlarında kendisini var ettiğini ve sonrasının da iktidarı ele geçirme meselesi olduğunu açık şekilde izleyiciye sunan kaliteli dizi. çürüme olarak adlandırdığımız olayın sadece kiralık katiller, vahşi patronlar ya da para karşılığı bedenini satanlarla sınırlı kalmadığını polis teşkilatı, ordu ve yargının da devlet olarak bu çürümenin fazlaca parçası olduğunu bu dizide izleyebilmek mümkün. daha açık söyleyecek olursak, naziler henüz iktidarı ele geçirecek kadar güçlü değilken bile devlet aygıtının ciddi bir kısmının faşizm için hazır olduğunu bilal'e anlatır gibi anlatıyorlar.
  • berlin. yıl, 1929. birinci dünya savaşı almanya’nın mağlubiyetiyle bitmiş, ülke 11 yıldır cumhuriyet rejiminde, ama tablo karmakarışık. bir yandan, ordu ve devlet içinde güçlü bir kesim, eski imparatorluğu geri getirmek istiyor. bir yandan, birkaç yıl sonra iktidara gelecek olan nasyonal sosyalistler faaliyetlerini hızlandırmış vaziyette. bir yandan ülkede devrim yapmak isteyen komünistler ve artık sovyetler birliği’nin gözünde sakıncalı olan troçkistler. bir yandan da mafya. ve tüm o fakirlik içinde, dizginsiz bir eğlence hayatı.
    bütün bu hengâme içinde köln’den berlin’e gelen bir polis. gereon rath.

    babylon berlin siyasi polisiye türünün çok başarılı örneklerinden. diziye ilham veren kitap ise volker kutsher’in, türkçede ‘ıslak balık’ ismiyle yayınlanan polisiye romanı (çev. cem sey, iletişim yay.).
    kahramanımız gereon rath, kıramayacağı bir bürokratın bulaştığı seks skandalını/şantajını çözmek için geldiği köln’de kendini az önce tarif etmeye çalıştığımız karanlık atmosferin içinde bulur. güvenilmez ortağı/düşmanı bruno wolter (peter kurth), polis olmak isteyen ve berlin’in gece hayatını çok iyi bilen charlote ritter (liv lisa fries) diğer başrolleri paylaşan ve olay örgüsünün tam ortasında yer alan karakterler.
    rath söz konusu şantajı çözmek isterken, yavaş yavaş imparatorluk dönemini geri getirmeye çalışan eski ve yeni askerlerin komplosuna, sovyet rejiminin berlin’deki troçkist avına, köln’de geride bıraktığı ama peşini bırakmayan karmaşık ve karanlık aile ilişkilerine, 1929 berlini’nin gece hayatına, bu gece hayatını yönlendiren ‘ermeni’ lakaplı mafya liderinin siyasi ve ticari hamlelerinin yarattığı olaylar zincirine dalacaktır ister istemez. ve tüm bu grupların peşinde olduğu, sscb’den almanya’ya gelen bir trende bulunan bir vagon altın.
    run lola’ ve ‘koku’ filmlerinin yönetmeni olarak tanıdığımız tom tykwer’in henk handloegten ve achim von borries (ki ikisini de ‘elveda lenin’in senaristi olarak biliyoruz) ile birlikte hayata geçirdiği dizi, son dönemin en pahalı alman yapımlarından. ancak bu bütçenin hakkını verdiklerini söylemek lazım. 1929’un berlin’i neredeyse baştan yaratılmış ve kostümlerle, diğer küçük ayrıntılarla dönemin havası ustaca yansıtılmış.

    faşizme doğru almanya
    bu karmaşık ama sürükleyici ilişkiler ve olaylar zinciri içinde elbette almanya’nın yavaş yavaş nasıl nazi karanlığına doğru ilerlediğini görmek, sezmek de mümkün. bilhassa yüksek bürokraside yahudilere karşı başlatılan ırkçılık, olayların kurgusu içinde ustaca yansıtılıyor. keza birkaç yıl sonra yerini nazi rejimine bırakacak olan sistemin güçsüzlüğü, tıkanıklığı, güçlü aktörlerin bu sistemin altını nasıl oyduğu da arka planda resmediliyor. faşizmin bir günde gökten zembille inmediğini, içinde serpildiği ‘yapı’nın nasıl yaratıldığını da, diziyi dikkatli bir gözle izleyenler göreceklerdir.

    karanlık bir karakter: rath
    tüm bunların ortasındaki kahramanımız gereon rath ise üzerinde hüküm vermenin zor olduğu bir karakter. volker bruch’un başarıyla canlandırdığı, başlarda ‘iyi adam’ olan rath’ın aile yaşamında karanlık yönleri olduğunu öğreniyoruz. ağabeyinin karısına âşıktır, ağabeyi ile birlikte birinci dünya savaşı’na giderler, orada ne olup bittiğini tam olarak bilemeyiz ancak ağabeyi kayıtlara ‘kayıp’ olarak geçer ve gereon da savaştan döndüğünde ağabeyinin karısı ile aşk yaşamaya başlar.
    rath, berlin polisinin 1 mayıs cinayetlerinin üzerini kapamasına da yardımcı olacaktır. beri yandan, sadece bunlarla de tarif edemeyiz dizinin kahramanını. siyasi olarak ‘karanlık güçler’in hâkimiyeti ele geçirmemesi için elinden geleni yapacak, ordunun ve polisin dönemin alman anayasası’na bağlı kalmasını, yani yasadışı biçimde silahlanmamasını sağlamak için çoğu zaman hayatını tehlikeye atacaktır.

    yönetmen tykwer, verdiği bir röportajda babylon berlin'in izleyicilerde "sanki bir zaman makinesine binmiş ve şehrin sokaklarında dolaşmaya başlamış" izlenimini uyandırmasını istediğini söylemişti. gerçekten de yapımcılar 20'li yılların berlin'in toplumsal atmosferini yansıtmakta son derece başarılı olmuşlar.

    roman ile dizi arasında bazı farklar var.

    dizinin temeli olan romanın yazarı volker kutscher senaristlere her türlü yaratıcı özgürlüğü verdiğinden dizi bazı noktalarda romandan ayrılmaktadır. kutscher ıslak balık romanında komiser rath'ı bilinçli olarak kabaca tasvir etmişti böylece her okur kendi gereonunu hayal edebilecekti.
    gereon rath babylon berlin'de travma sonrası stres bozukluğu yaşayan, morfin bağımlısı bir muharip gazi iken romanda sadece gereon'un büyük kardeşi anno, birinci dünya savaşı'na cephe askeri olarak katılmıştır. dizideki charlotte ritter karakteri ise geniş ölçüde yeniden yazıldı. kitap ve dizide charlotte'nin yalnızca adı, stenograf olması ve polis olmaya çalışması aynıdır. dizide fakir ve bozuk bir aileden geldiği ve para kazanmak için ayrıca fahişelik yaptığı belirtilen charlotte ıslak balık romanında orta sınıf bir aileden gelen ve hukuk eğitiminin masraflarını karşılayabilmek için cinayet büroda stenograf olarak çalışan biri şeklinde tasvir edilmektedir. karakterin roman ve dizide kullanılan lakapları bile farklıdır: romanda "charly" kullanılırken dizide "lotte" tercih edilmiştir.

    kaynak:
    kaynak: yetvart danzikyan
    vikipedia
hesabın var mı? giriş yap