• baska dergi 'yi de içinde bulunduran oluşum.

    http://www.balkanedebiyati.com/ sitesinde hizmet vermektedir.

    balkanlara dair yapılan en iyi işlerden biri.

    klasik rumeli ve evlad-ı fatihan edebiyatından sıyrılan bir çalışma. takdir edilesi.
  • geçen sene onedio'da paylaştığım yazımı aynen buraya kopyalıyorum.

    balkan edebiyatı bizans’ın kültürel mirasıyla, sonrasında 19. yüzyılla birlikte fransız edebiyatıyla büyüdü.

    geçtiğimiz yüzyıl içerisinde ise siyasal ve kültürel çalkantılar içinde görkemli bir edebiyat ortaya çıkardılar kendi topraklarından.

    onlar ortadoğulu ya da avrupalı değiller, onlar sadece balkanlı ve böyle çok iyiler!

    kimler yok ki aralarında!

    elias canetti, herta müller, nikos kazancakis, drago jancar, ismail kadare, panait ıstrati! hepsi bizim komşumuz, hepsi yanıbaşımızda!

    peki biz onlara ne kadar yakınız?

    1. drina köprüsü - ıvo andriç

    şüphe yok ki, geçtiğimiz yüzyılın en büyük romanlarından biri. 1961'de ivo andriç'e layık görülen nobel ödülü, edebiyat dünyasında, özel olarak bu kitaba verilmiş gibi kabul edildi; kitap o yıllarda türkiye'de de büyük ilgi gördü.

    drina köprüsü, eski bosna'nın, orada yaşayan herkesin paydaş olduğu hayatına dair, bu hayatın milliyetçilikler çağında nasıl değiştiğine dair bir roman. belki de bir romans demek lazım. bir millete, cemaate değil de bir ülkeye, bir vatana adanmış bir aşk romanı.

    osmanlı'da farklı toplulukların nasıl bir arada yaşadığını geniş bir görüşle ve incelikle tasvir ediyor. anlatılan ne müthiş bir uyum hikayesi, ne de mutlak bir zulüm hikayesi. kimliklerin, dinlerin, devletlerin ve de her şeyin ötesinde, içinde insanların olduğu zengin bir hayat tablosu. zaten drina köprüsü'nü büyük roman yapan da bu: osmanlı, bosna, sırplar, müslümanlar vs. meselelerini okura tamamen unutturabilen bir büyük roman.

    2. kürek mahkûmu - drago jancar

    kürek mahkûmu, masallarıyla oldukça acımasız ve günahkar bir kitap. anlatının gerçek zamanı dillendirilmese de, oluşturduğu paradigmalar birer geç orta çağ karakteristiği. roman, vebadan ve engizisyon'un paranoyak dindarlığından kaçan johannes ot'un yolculuğunun izini sürüyor. bu yolculukta, geçmişin davranış biçimlerinden, alışkanlıklarından kurtulma çabası da var.

    donkişotvari bir macerayı kafkaesk bir varoluşçulukla tamamlayan jancar, dikkatli okurun sevebileceği bir yapıt ortaya çıkarıyor. kürek mahkûmu'nun hikâyesi hem uzak hem de tanıdık. cümle seçimlerinin istikrarsız dengesi ve düzensiz akıcılığı ise okura edebi bir vertigo yaşatıyor.

    avrupa coğrafyasının her noktasına ulaşabilen ve kolaylıkla zamanlarüstü bir eğilime sahip romanın içeriğinin bu başarısı, yayımlandığı dönemde -1980'lerin başı-, kritikçiler tarafından gözlemlenmişti. ayrıca birçok okur, kürek mahkûmu'nu umberto eco'nun magnum opus'u olan gülün adı ile karşılaştırmıştı ve gülün adı'nın popüler ışıltılarının, dokümanter özelliğinin karşısına kürek mahkûmu'nun sıkıca örülmüş yapısını, kusursuz işleyişini koymuştu.

    birçok dile çevrilen, 2011 avrupa edebiyat ödüllü jancar'ın bu yapıtı, dünya literatüründeki yerini emin adımlarla sağlamlaştırırken, okuyanlar, hakkında şu cümleyi en başa almayı tercih ediyorlar: "bu, hem klasik hem de çağdaş bir roman!"

    3. derviş ve ölüm - meşa selimoviç

    boşnak yazar selimoviç'in 1967'de yayımlanan derviş ve ölüm adlı romanı, değişik dönemlerde birçok eleştirmenin inceleme konusu edindiği, ayrıca geçtiğimiz yıllarda bir türk-italyan ortak yapımı ile sinemaya da aktarılmış olup otuz değişik dile çevrilmiş ve birçok önemli edebiyat ödülüne layık görülmüştü. kitap, meb'in tavsiye ettiği 100 temel eser listesinde de yer alıyor.

    meşa selimoviç, derviş ve ölüm'de mutlak dini doğrular üzerine kurulu dünyasında yaşayan ahmed nureddin'in, erkek kardeşinin suçsuz yere tutuklanıp idam edilmesinden sonra düştüğü derin karmaşayı resmederken insanın ruh dünyasındaki çelişkileri, gelgitleri incelikle işler.

    4. tütün - dimitır dimov

    toplumcu gerçekçi akımın büyük ustalarından "dimitır dimov"un yazdığı "tütün" adlı bu dev roman ikinci dünya savaşı öncesinde başlar ve savaş sonuna kadar toplumun on yıllık dünyasını destanlaştırır.

    dimov, bu romanını 1951 yılında yayımlayınca büyük tepkilerle karşılaşmıştı. bu tepkiler, romanın yapısından geliyordu. romanda anlatılan kişilerin hepsi de capcanlı, yaşayan kişilerdi. dimitır dimov, inandığı bir gerçeği roman boyunca dirençle ve büyük bir sanatçı kişiliğiyle dile getiriyordu.

    insanlar ne toptan kötü, ne de kusursuz kimselerdir. "insanlar iyi ya da kötü olarak doğmaz, içinde yaşadıkları toplum düzeni onları iyi ya da kötü yapar," diyordu. toplumcu gerçekçi roman anlayışının ilkel ve katı kurallarına böylece karşı çıkışı önce büyük tepkiler yarattıysa da, sonunda "dimov", bu romanıyla milyonların yazarı olmayı başarmıştır.

    5. zorba - nikos kazancakis

    zorba, yunanlı ünlü yazar nikos kazancakis'in olgunluk dönemi ürünü.

    ağır ve suskunlukla yüklü geçen karanlık bir dönemin tadı buruk ilk meyvesi. nikos kazancakis, çağdaş yunan edebiyatının ancak buzlucam ardından seçilebilen, tedirgin ve büyük kişiliklerinden biri olarak çok tartışıldı, yanlış bilindi, az sevildi. zorba adlı bu romanı, onun kendisiyle giriştiği bir tür sessiz hesaplaşma sayılabilir. geçmişin, elden kayıp giden zamanın ve insanın temel yanılgılarının bir kez daha gözden geçirilmesidir bu roman.

    zorba aracılığıyla kazancakis özyaşamının yenilgiler ve soru işaretleriyle dolu bir bilançosunu çıkarır. bu bağlamda ele alınınca, bu roman, zorba ile yazarın yaşam öykülerinin çizili sınırları arasında sonsuz atkı ve çözgülerle sokunmuş büyülü bir kumaştır, denebilir; baştan sona sürekli bir arayışı, sonu gelmez çabaları yansıtan bir kanaviçedir; insanı arayışın serüvenidir...

    6. körleşme - elias canetti

    dünya edebiyatının başyapıtlarından biri olduğu tartışmasız kabul edilen körleşme, almanya'da edebiyatın, politikanın kirli gölgeleri altında yitip gitmeye yüz tuttuğu bir dönemde yazılmıştır. ancak, elias canetti kurguladığı zaman ve mekan, kullandığı dil ve üslup, karakterlerindeki soyutlamanın isabetliliği ve bunları aktarmadaki başarısı sayesinde sınırları aşmış, evrenselliğin en üst boyutlarına ulaşmıştır.

    çoktandır kendi fildişi kulesine çekilmiş bir aydının trajedisinde cisimleşen körleşme, insanoğlunun kendi eliyle kurduğu, sonra da kendisine yabancılaşmış, düşman kesilmiş bulduğu dış çevreyi, son derece özgün bir biçimde ve en uçta sayılabilecek araçlarla tasvir etmeyi başarıyor.

    insanın gerçeklik karşısında ne ölçüde körleşebileceğini, her dönemde ve her toplumda rastlanabilen "aymaz" aydın karakterinde ustalıkla yansıtan canetti, düşünce ile gerçeklik arasındaki kopuşun hikayesini anlatırken yarattığı dehşet atmosferiyle okuru derinden sarsıyor.

    7. arkadaş - panait ıstrati

    ıstrati'nin birçok eserinde adı geçen o unutulmaz mihail, bu romanın başlıca kahramanıdır. istrati burada en büyük dostunu nasıl tanıdığını, bu eşsiz insanı niçin ve nasıl sevdiğini, tuna kıyısında birlikte geçen serüvenlerini, o her zaman ki sürükleyici, büyülü üslubuyla anlatıyor.

    ıstrati'ye hayran olanlar bu kitabı okuduktan sonra onu daha çok seveceklerdir. çünkü ıstrati, 'mihail'le birlikte kendini, kendi dünya görüşünü en çok bu eserinde ortaya koymuştur.

    8. tek bacaklı yolcu - herta müller

    çağdaş edebiyatın en önemli seslerinden nobel ödüllü yazar herta müller'den sorularla dolu ve soru işaretlerinden yoksun bir roman: tek bacaklı yolcu. müller'in benzersiz dili ve anlatımı eşliğinde sert, soğuk ve müdanasız bir ahir zamanlar portresi. bir kadın ve üç erkek; bir kadın, birkaç ülke, bir deniz, dört duvar ve bitimsiz kentler... aştıkça yenileri keşfedilen sınırların üzerinde bir denge mücadelesi, kuşatan korkular, ıssız odalar.

    herta müller, romanya'dan almanya'ya göçtükten sonra yazdığı bu ilk romanda yabancılaşmanın öyküsünü hücresel kesitlerle betimliyor; var olmanın imkânsızlığını, kolektif acıları ve yüreğe çöken yabancıyla düşülen yolları anlatıyor. yaşam hastalığından iyileşen çıkmıyor; yolcular hep utanç, yalnızlık ve yoksunluk eşliğinde yürüyor. yaşam illetinin devası, içinde yaşadığımız şu karanlık, suçlu ve suçlayan dünyada, bulunmuyor.

    9. ölü ordunun generali - ismail kadere

    bir general… bir rahip… ve işçiler… dağ dağ, bölge bölge dolaşıp araştırmalar yapıyor… durup dinlenmeden yürütülen bu çalışmanın tek amacı general tarafından kutsal görülen bir görev: 1943 yılında arnavutlarla savaşırken ölen askerlerinin mücadele verdiği topraklara dönerek, onların hiç olmazsa kemiklerini kendi yurtlarına götürmek.

    bu yolculuk, ölümün zifiri karanlığında yapılan bir yolculuk. kendisini, ölümün yarattığı bilinmeyen bir elementi arayan jeologlara benzeten general kimlik tespitine çalışırken, bulunan anı defterleri de yol gösterici oluyor.

    10. saraybosna blues - semezdin mehmedinoviç

    "saraybosna'ya kar düştüğünde, çam ağaçları buz kesip çatırdarken, toprağın altındaki kemikler bizden daha iyi ısınacaklar. insanlar tek kelimeyle donacak. güneşsiz bir yaz geçti, ateşsiz bir kış geliyor."

    "s. : harun, haydi, içeri gel, dışarıda kurşun yağıyor."

    "bu sabah, avucumun içini oğlumunkiyle karşılaştırdım. cildimize kazınmış çizgiler tıpatıp aynı derinlikte. çektiğimiz acı hesabıyla, oğlum ve ben ikiziz."

    "saraybosna blues, hem bir savaş muhaberatı hem bir felsefi soruşturma. bu şiirlerde, mikro-denemelerde ve kısa düzyazı hikâyelerde, mehmedinoviç, tüm yürek burkan açık seçikliği ve detaylarıyla, bir dünyanın yıkılışını belgeliyor. yazarın bu kitabı, bizim zamanımızda'nın genç hemingway'inde bulunan, zevk dolu bir gerçeklik tutkusunu okura geçiriyor." paul auster

    11. halgato “çiçekler kimin için açıyor?”- feri lainscek

    balkanların göğe yakın yerlerinde akıp giden, puslu bir macera, halgato'nun hayatı. etrafında şeytanlar, çeşitli canlılar, melekler, kötülüğün sınırsızlığı, çingeneler, uçurumun kenarında yaşayan insanlar, aşk ve cinsellik. halgato'nun bir kemanı, bir de ailesi var: onun ailesinden üvey kardeşlerine kadar bütün karakterlerin güçlü, kontrolsüz, büyük ve durdurulamaz arzuları yüzünden nasıl da zarara uğradığını görebiliriz.

    bunların hepsi, birbirlerinin omuzlarına basarak içine doğmuş oldukları lanetlenmiş hayatlarından kaçmaya çalışan iki başarısız karakterin, halgato ve pišti'nin muhteşem bir hikâyesine katkıda bulunuyor.

    blatnik ve jancar ile birlikte sloven edebiyatının en önemli romancılarından lainšcek'in yerel unsurlarla ve evrensel bir bütünlükle donattığı bu hüzünlü anlatı, halgato adıyla filme de alınmış. seyredenler bilir: çiçekler, beyaz perdede de halgato için açmıyor.

    12. deri değişimi - andrej blatnik

    blatnik avrupa ve balkanların en değerli anlatıcılarından. birçok dile çevrilen yapıtlarıyla, bu yapıtlardaki yenilikleriyle kurmaca ve onun dil geleneğine belirgin düzeyde katkısı var. dünya edebiyatı onu böyle biliyor.

    “blatnik’in yaşamına bakıldığında, çeşitlilik gösteren deneyimlerle oluşmuş bir birikimi var. az bir parayla, otostop yaparak çeşitli kıtalara yaptığı yolculukların yazın hayatını şekillendirdiği, yetkin bir edebiyat ve sosyoloji eğitiminin ardından, bir süre bir rock müzik grubunda elektrogitar çalmış olması metinlerinde seçtiği kelimelerin rengini belirlediği ortada. (…) birçok öyküsünde sayrılı düzenekleri yüksek voltajlı cümleleriyle sorguluyor, hırpalıyor ve bunu yaparken paradoksal ve alaycı bir biçem kullanıyor.”
    'billie holiday'i dinliyorsun.'

    'telefonda konuşup aynı zamanda billie holiday'i dinleyebilirim. ikisi aynı anda. sanırım bunu becerebilirim.'

    'hayır beceremezsin. billie holiday'i dinlerken aynı anda beni beni öpersen telefonda konuşamazsın.'

    ağzından uzaklaştırdığı ahizeye doğru, 'olmaz, ' der.

    'yapamam billie holiday'i dinliyorum. hala aynı şekilde ama farklı. beni duyuyor musun? anlıyor musun? '

    13. sonsuz kaçışlar - dumitru tepeneag

    tepeneag, zamanın hareketini yaşamın içindeki küçük gözlemlerle çözümlüyor bu romanında. ayrıntılar, kendine ait özerk alanlar yaratırken bir yandan da şiddet, tutku ve aşkın uçsuz bucaksız doğasına açılıyor. dilin ritmik temposu ve gizemli hareketi okuru gerçekle kendi düşleri arasında bir dünyaya sürüklüyor. roman boyunca sesini sürekli duyurmayı başaran flütün hüzünlü melodisi ise okuru her anlamda kışkırtıyor.

    "...kapıyı seyretmeye devam ediyordu, her detayını, her çiziğini ya da pas lekesini biliyordu, gitmek istediğin ve bilmediğin bir bölgenin haritasını incelediğin gibi incelemişti, oradaki çizik bir orman ve o uzun, gözetleme deliğinden sürgüsüne kadar uzanan sıyrık büyük bir pas lekesine dökülen bir nehirdi, zehirli yılanla ve köpek kadar kocaman, vraklamaları bir havlamadan güçlü olan kurbağalarla dolu gerçek bir bataklıktı."

    14. seni halk önünde ölüme mahkum ediyorum - mitka grıbçeva

    nazi ordusunun zulmünün doruğa ulaştığı 1940'lı yıllar. halk günlük gereksinimlerini bile karşılayamaz bir durumda. büyük bir acı ve önlenemez bir yoksulluk yaşanıyor. tüm kötü koşullara ve olanaksızlıklara karşın halk, kadını erkeği, genci yaşlısıyla direniyor. faşizme karşı direnenler vatan cephesi'nde birleşerek faşizmin en karanlık günlerinde özgürlük için umut ışığı oluşturuyorlar.

    bu roman o unutulmaz isimsiz kahramanların direnişinin unutulmaz öyküsüdür. romanın yazarı mitka grıbçeva da direnen partizanlardan biri. artık onun adı ognyana'dır. onun ve arkadaşlarının bu mücadelesi, faşizmin kesin yenilgisine dek sürer.

    15. okumadığınız için teşekkürler - dubravka ugresiç

    neden kitapçı raflarını giderek artan sayıda “kötü kitap” doldurmaya başladı? neden okur “iyi edebiyat”a sırt çeviriyor? gün geçtikçe neden daha çok yazar şuh pozlar veriyor? yayın dünyasında bu ve benzeri soruların giderek daha çok dillendirilmeye başladığını görüyoruz. sakın kitabın metalaştığı, değerlerin aşınıp her şeyin piyasanın acımasız kurallarına terk edildiği bir dünyanın kaçınılmaz sonuçları olmasın bunlar!..

    okumadığınız için teşekkürler adlı kitabında dubravka ugresiç, doğu avrupalı bir hırvat yazar olarak çuvaldızı kendine iğneyi dünya kitap piyasasına batırarak, günümüz yayıncılığını mercek altına alıyor ve diyor ki: eğer thomas mann bugün yazmış olsaydı abd’de kitabını basacak bir yayınevi bulamazdı; ona kitaplarının yeterince seksi olmadığı söylenirdi.

    oyuncul ama sert eleştirilerini yönelttiği yayın dünyasında, ajansların, editörlerin, süpermarketlere dönen kitapçıların, dağıtımcıların günümüzdeki durumunu gözler önüne seriyor ugresiç. bir kitap fuarını ziyaret eden joan collins örneğiyle, yazarların yazarlık meziyetine değil şöhretine, hatta “et”ine bakıldığını, kitap fuarlarının kitapla alakasının kalmadığını, editörlerin yazarların yerine geçtiğini, herkesin yazar olduğunu ve dolayısıyla yazar olmanın anlam ve önemini yitirdiğini anlatıyor.
    bakın diyor bütün dünyadaki “çoksatar” listelerine, ilk sıralarda edebiyat yapıtları yerine çok büyük bir ihtimalle bu büyük şovun bir parçası olarak üretilmiş kitapları görürsünüz.

    okumadığınız için teşekkürler bir bakıma liberal kapitalist dünyanın kültüre, insana ama özellikle de kitaba ne yaptığının hikâyesidir.

    not: zamanla belki başka kitaplarda eklerim. belki de eklemem.

    onedio'da paylaştığım yazı
  • birgün gazetesi'nde yayınlanan habere göre hakkında şöyle bir proje olan edebiyattır:

    anadolu yakası bosna sancak derneği kültürel çalışmalar kapsamında “balkan edebiyatı okuma grubu” oluşturmaya hazırlanıyor.

    oluşturulması düşünülen edebiyat grubunda balkanlar ile ilgili edebi eserlerin okunup daha sonra bunların grup üyeleri tarafından incelenerek kritiğinin yapılması öngörülüyor. ayrıca yazarların davet edilerek söyleşi ve imza günü gibi etkinliklerin düzenlenmesi plânlanıyor.

    bosna sancak derneği kültür komisyonu sorumlusu gökhan cömert, balkan edebiyatı okuma grubu’nu kurmaktaki amaçlarını şöyle ifade ediyor:

    “balkan edebiyatı denilince akla ilk olarak ivo andriç, meşa selimoviç, ayşe kulin gibi isimler gelir. hemen herkesin bildiği ve klasikleşen eserlerin yanında yeni çıkan eserlerin yeteri kadar okunmadığı ve hatta fazla bilinmediği kanısındayım. oysa çağdaş balkan edebiyatı keşfedilmeyi bekleyen bir hazine gibi önümüzde duruyor. kurmayı düşündüğümüz edebiyat grubunu, klasikleri özümseyip yeni çıkan nitelikli eserleri takip edebileceğimiz ve kritiğini yapabileceğimiz bir oluşum olarak değerlendiriyorum. spesifik bir alana yönelik edebiyat grubu olmamızın ilgi çekici bir tarafı olacağını da düşünüyorum. belki fazla iddialı olacak ama milyonlarca balkan göçmeninin yaşadığı ülkemizde balkan edebiyatının yerini ve popülerliğini ülke genelinde ya da en azından balkan göçmenleri arasında arttırabilmeyi umuyoruz.”

    balkan edebiyatı okuma grubu’na katılabilmek için 23 mart cuma gününe kadar başvuru yapabilmek mümkün.

    ilgili haber linki: ‘balkan edebiyatı’ tutkunları buluşuyor
  • kendinizi en çok nereye yakın hissediyorsunuz? saraybosna’daki gazi hüsrev bey türbesi’ne mi yoksa dolmabahçe sarayına mı? üsküp çarşısına mı yoksa akmerkez, cevahir gibi alışveriş merkezlerine mi? boğaz köprüsü’nden defalarca geçtiniz de belki mostar köprüsü’ne hiç çıkmadınız. selanik'teki ishak paşa camiine uğramadınız. bulgaristan’daki kırcali cebel câmii’nde hiç namaz kılmadınız. ama itiraf edin, rûmeli’deki osmanlı eserlerinin resimlerine bakarken bile içiniz ısınıveriyor. nasıl oluyor bu?

    kaynak

    diye sormuşlar.

    gerçekten de insan hayret ediyor. bu nasıl oluyor?
hesabın var mı? giriş yap