• osmanlı devleti'nin en zor döneminde ayakta kalmasını sağlayan yanı.
    1402'de ankara savaşında osmanlı kaybedince, anadolu beyliklere bölünmüş ve anında parçalanmaya, çözülmeye başlamıştır.
    bu karışık dönemde osmalı adı altında kalmayı tercih eden, osmanlı varlığını sürdüren kitle, balkanlardaki kitledir.
    bunun nedeni ise çok uzun arştırmalar gerektirir kanımca. am kısaca üzerinden geçmek gerekirse;
    osmanlı beylik olarak kurulup büyüdükçe hem batıya hem de doğuya doğru genişlemeye çalışmıştır.
    doğuya doğru ilerleme saldırı savaşlarıyla başarılmaya çalışılırken, batıya doğru ilerleme daha çok felsefi bir ilerlemedir.
    şöyle ki: balkanlarada yayılan ilk tükler askerler değil, bir nevi misyoner konumundaki bektaşi dedeleri ve onlarla birlikte hareket eden küçük türkmen topluluklarıdır. bunlar gittikleri yerlerde yerleşmiş, halkla gayet kolay kaynaşmış ve ortaçağını yaşayan hristiyanlık baskısı altında ezilen bir önemli bir kitleyi de etkileyerek bölgesel güç elde etmişlerdir. bundan sonra da osmanlı askeri ve devletinin buralara gelmesi bir askeri zorlama ile değil, oradaki çeşitli din ve ırklardan oluşan halkı rızası, hata arzusu ile gerçekleşmiştir.
    zaten osmanlı'nın batıdaki savaşlarının çoğu saldırı savaşları değil, savunma savaşlarıdır, ki osmanlı ordusunun en başarılı olduğu savaşma tarzı da budr. osmanlı, hiç zorlanmadan batıda büyük bir genişleme gösterdikçe batılı hristiyanlar karma ordular kurup çılgınca osmanlı'ya saldırmış ve hemen her seferinde kaybederek daha da güçsüz duruma düşmüşlerdir.
    oysa doğu'da durm farklıdır. aynı din ve hatta bir çok zaman aynı ırktan olan devletler ve beylikler ile uzun süreli sonuçsuz savaşlar yapılmıştır. ancak askeri zaferler, örneğin iran sınırında genellikle statükoyu yerinden oynatamamıştır.
    işte osmanlı'nın en zor zamanında destek aldığı, ayakta kalmayı başardığı güç, balkanlardan gelen güçtür.
    bu gücün arkasında ise, öz türk kültürünün islam ile özgün bir harmanlanışı olarak balkan halkını etkileyen bektaşilik/alevilik (o zamanlar kızılbaşlık olarak alınılırdı) inancı vardır. ki o dönemde osmanlı'ınn askeri gücü yeniçerilerin piri hacı bektaşi veli'dir. bektaşilik inancı, arnavutluktan macaristan'a kadr uzanmış ve bugünün karışık coğrafyasının uzn süre barış içerisinde yaşamasını sağlamıştır. ki bugün dahi arnavutluk'da en yaygın inanç sistemlerinden biri hala bektaşilik'tir. bugün budapeşte'ye gidenler, oranın en bakımlı ve en saygı gösterilen yerlerinden birini gül baba türbesi olduğunu göreceklerdir.
    sonuçta balkanların sağlam duruşu ile osmanlı devleti 1400'lerin başındaki zor durmdan tekrar ayağa kalkmayı başarabilmiştir.
    peki sonrasında ne olmuştur?
    sonrasında, balkanlardan gelen güç ile sultan mehmet istanbul'u dahi alıp osmanlı'yı bir imparatorluk haline getirmiş, yönünü hep batıya çevirerek tümneredeyse tüm üst düzey yöneticilerini balkan kökenlilerden, hata gayrimüslimler ve devşirmelerden seçmiştir. ancak onun şaibeli ölümünden sonra gelenler, her ne hikmetse, ne bulacaklarsa dönüp mısıra kadar yürümüşler ve isimlerinin başına halife ünvanını getirivermişlerdir. bunlardan sonradır ki balkanlarda iç huzur bozulmaya başlamış, hatta anadolu içinde dahi osmanlı güçleri türk kitleyi katletmeye kadar vardırmıştır işi. zamanında osmanlı'yı savaşmadan batıya açan inanç v fikir sistemi olan bektaşilik/kızılbaşlık hor görülmüş, din dışı sayılmıştır. türk olmak, türkmenlik de aynı kaderi paylaşmıştır doğal olarak. arap kültürü ve müslümanlık, türk unsurlarının önüne geçmiş, osmanlı, islamiyetin aydınlık kalmasının tek şansı iken kendisi de paldır küldür arap ortodoks islam anlayışının içine sürüklenmiştir.
    bu kez dini ortaçağı yaşama sırası batıdan doğuya geçmiş, yönü doğuya takılı kalan osmanlı, batının hızlı ilerleyişinden bihaber, böbürlene böbürlene çürümeye başlamıştır.
    osmanlı, son gününe kadar balkanları gözardı etmiş, hicaz'a demiryolu yaparken, kendine boğazda yeni sarylar inşa ettirirken, balkanlarda tarihin en zavallı yenilgilerini almış, ve zamanında oraları yurt yapan milyonlarca türkmeni, yüzbinlerce müslümanlaşmış bölge insanını katliamlardan kaçıramayacak kadar aciz kalmıştır. osmanlı ordusu, bölge halkından daha hızlı bir şekilde kaçmıştır savaştan, arada kalan milyonlarca (evet, 93 harbi ve balkan savaşı toplamında, milyonlarca) insan hayatını kaybetmiştir.
    örneğin balkanların en önemli kentlerinden selanik, savunma yapılamadan kaybedilmiş, yunan ve bulgar askerleri şehre girdiğinde, yüzbinlerce asker, yaralı ve göçmen selanik'de bekleşirken, osmanlı bir vapur gönderip onları aldıramamıştır dahi. fransa ve ingiltere, ve hatta romanya oraya vapurlarını gönderip, zavallı türkleri katliamlardan, tecavüzlerden kurtarmaya çalışmıştır.
    oysa osmanlı hala, kendisini arkadan bıçaklayacak araplara yatırım yapmaktadır hala. ya da pantürkizm düşleri görmektedir. oysa o sırada dönemin bab-ı ali'sinin sokaklarında dahi balkan göçmenleri soğuktan, açlıktan ölmektedir.
    sonuçta osmanlı kendisini ayakta tutan dalı çürütmüş, baştan beri çürük olan diğer dallardan medet umarak tepetaklak düşmüştür.
    sonrasında ise bugün elde kalanları kurtaranlar, yine özellikle balkanlarda doğup gelişen genç fikirlerdir.
    kabul etmek gerekir ki, türkiye cumhuriyeti'nin fikri temelleri hicaz'da, şurada burada değil, balkanlarda filizlenmiştir.
    osmanlı balkanlara son oyununu ise, hemen birinci dünya savaşı öncesinde bağımsızlığını kazanmış, türk çoğunluğun yaşadığı batı trakya'yı, yani batı trakya türk cumhuriyeti'ni, almanların tavsiyesiyle, 3 gün öncenin katliamcısı bulgar devletine peşkeş çekmiştir.
    kısacası balkanlar, uzun tarihindeki kısa barışı osmanlı'nın ilk dönemlerinde yaşamış, bu dengeyi koruyamayacak kadar arap atı gözlüğüyle hayatına devam eden omanlı nedeniyle yeniden karışmıştır. bu karışıklığın en büyük acısını da, osmanlıyı oralara taşıyan türkmenler çekmiştir.
    osmanlı hak ettiğini bulmuş, milliyetçilik ateşiyle yanan balkan halkları hala hak ettiklerini bulmaktadır. barışçıl, insancıl olan ise hak etmediği şekilde kaybetmiştir. ve maalesef kaybetmeye devam etmektedir. balkanlar'da, anadolu'da, sivas'da, hemen yanı başınızda.
  • dünya savaşlarının buradan çıkmasına şaşırmamak lazım. bu coğrafyadaki milletlerin birbiriyle olan ilişkilerini anlamak için ekstra çaba sarf etmek gerekiyor. hepsinin bir diğeriyle alıp veremediği var.

    sırplar; boşnakları müslüman oldukları, hırvatları farklı mezhepten oldukları, karadağ'lıları da kendilerinden ayrıldıkları için sevmiyorlar ama hırvatlara karşı karadağ'lılarla birlik oluyorlar.

    hırvatlar; sırpları kendilerine soykırım düzenlemeye çalıştıkları için sevmediklerini söylüyorlar. müslümanları da sevmiyorlar ama sırplara karşı müslümanlarla beraber mücadele ediyorlar.

    boşnaklar; sırplardan nefret ediyorlar, hırvatları sevmiyorlar ama sırplara karşı hırvatlarla birlik oluyorlar.

    karadağ'lılar; sırbistan'dan ayrılıp yeni kurulmalarına rağmen, hırvatlar yerine sırplarla birlik oluyorlar.

    e bu adamların ortak bir paydası yok mu derseniz, evet var. saydığım 4 ülkedeki herkes muhteşem yüzyıl izliyor. * *
  • en sonunda kapıkule'nin altına sünger çektirecek coğrafya. üşüdük.
  • avrupa kıtası'nın bağcılar'ı.
    not: oralıyım
  • sırt çantamı alıp geçenlerde 5 günlüğüne gittiğim yer. önce priştine ye gittim. kosova nın bağımsızlık yıldönümü kutlamalarına denk geldim. nato, kfor, bm, amerikalılar, italyan carabinieriler, türk görev gücü hemen herkes orada. evler, mahalleler eski ve sıvasız... tam bir metrukluk ve tam bir eski yugoslavya enkazı. arnavutlar biraz bağırarak konuşuyorlar ama samimi ve içtenler. türkçeyi herkes konuşamasa da bir köşesinden dediklerinizi anlıyorlar. ama hemen herkes ingilizce biliyor. yeme içme çok ucuz. kahveleri, pizzaları, döneri, böreği ve bosna köftesi gibi şeyler güzel, porsiyonlar büyük, hesaplı. barları, caz kulüpleri, diskolarıyla eğer istanbul da nişantaşı, laila, reina gibi yerlerde takılmıyorsanız kosova nın gece hayatı taksimden de, kadikoyden de kat kat iyi. kosova birası peja hafif, makedon birası skopsko biraz acı. içkiler, altını çiziyorum inanılmaz ucuz. moskova da yaşamış biri olarak arnavut kızlarının da çok güzel olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. bazı mekanlarda eğlence sabah 4 e kadar sürüyor. diğer tüm slav milletlerde olduğu gibi eğlenmeyi biz türklerden daha iyi biliyorlar. bu saatte kadar açık pizzacilar bile var. telsiz taksiler size verdikleri dakikada sizi istediğiniz yerden alıyorlar. şehrin bir ucundan öteki ucu en fazla 3-4 euro tutuyor. burada aman dikkat ingilizce dahi anlaşamadınız (radio taxi olmayanlara bu yüzden itibar etmeyin.) sakın burası eski yugoslavya, arnavutlar rusça anlarlar belki diye konuşmayın. çünkü bir arnavutun yüzündeki "sen sırp mısın?" ifadesini hayatım boyunca unutmayacağım. bunun düzeltmek için yine rusça "ben türk üm, anlamadığın için rusça konuşuyorum. moskova da çalışırken öğrendim." diye düzeltmek 2 soğuk ter döktüğüm dakikaya mal oldu. adamların akrabaları katletmişler. bir nesilde bu nefret kolay kolay silinemez.

    sosyo ekonomik olarak hemen herkes aynı derecede fakir. ama tüm slav milletleri gibi bakımlı ve iyi giyiniyorlar. arnavutlar çoğunluk olduklarından her yere bayrak çekmişler. fakat tiran yönetimi özellikle problemli bir yer olduğu için mitrovica lı sırplar yüzünden kosova nın kendine katılmasına sıcak bakmıyor. mitrovica lı sırplar kenti ayıran köprünün kendi kıyısına barikatı kurmuş kosova yönetimini tanımak istemiyor. nato çevik kuvvet kurmuş arnavutlarla bunların kavgalarını ayırıyor. sırbistan ise ab üyeliği ve kosova savaşında belgrad ın nato tarafindan feci şekilde bombalandığı için kosova dan artık vazgeçmiş. nato, kosova harekatıyla büyük sırbistan hayali kuran sırp faşistleri hem sindirmiş, hem de rus abilerinin adriyatik e yaklaşmalarını engellemiş. uluslararası toplum ciddi para akıtıyor buraya. yakında balkanlarda mütevazi bir kıbrıs rum kesimi olurlarsa şaşırmamak lazım. bu arada her yerde türk markalarını görmek mümkün.

    üsküp (skopje) otobüsle 1,5 - 2 saat mesafede. oraya da günü birlik vizesiz girip gezebiliyorsunuz. 30 senelik eski otobüslerle giderken insan kendini bir tür motorsiklet günlüğü filmi gibi balkan günlüklerini yaşıyor hissine kapılıyor. vardar nehri kenti ikiye ayırıyor. otobüs terminalinden inince direkt nehri takip edin. tarihi taş köprüye gelince eski türk mahallesine varıyorsunuz. tarihi hamamlar, camiler, türk lokantaları, gençlerin takıldığı ajda pekkan çalan türk kafeleri, kuyumcuları aynı tahtakale gibi bir yer. zaten osmanlı zamanında burası halep, bağdat ayarında bir şehirmiş. girişinde kiril alfabesinde yazılmış bitpazari veya straya (eski) bazaar bizim kadıköy kurulan cuma pazarına yakın. oradaki türklerin sayısı arnavutlarla karışanlar da dahil 120 bini buluyormuş. orada türkler pek kendilerini arnavutlar gibi bayrak asarak göstermiyorlar. alış-veriş yaparken kendilerini "bak ben türküm ve müslümanım. bende yalan olmaz." diye tanıtıyorlar. cuma namazı zamanı cemaat sokaklardan dışarı taşıyor. ama gördüğüm aşırı dindar değiller. bu arada priştinede de arkeoloji müzesinin yanında camileri, semt pazarıyla, türk mahallesi gibi bir yer var.

    taş köprünün öteki tarafı makedon bölgesi. orada kiril alfabesi ve rusça ya benzer bir dil konuşuluyor. makedonlar kendilerini antik çağdaki büyük iskender in torunları sandıklarından her yere heykellerini dikmişler. burası kosovadan daha gelişmiş bir yer. priştine de yapacak bir şey bulamayan arnavut gençler haftasonu eğlenmeye buraya geliyorlar. kafe ve restoranlar kaliteli ve ucuz. bir yere oturmak istediğinizde kesinlikle paranızı makedon dinarı ile değiştirin. burada kosova daki gibi euro geçmiyor. tepede kocaman bir milenyum haçı var. şehrin her tarafından görülüyor. rahibe teresa da üsküplüymüş.. ulitsa (cadde) makedonyada onun adına bir anı evi var. gerçekten onun evimi artık bilmiyorum.

    benim köklerimden anneanne tarafı filibe (plovdiv) göçmeniymiş. balkanlara ait bağlantısı olanlar bir kez de olsa oralara gidip görmeli bence. oradaki arnavutları görünce bizim ülkemizdekilere aslında ne kadar da benzediklerini fark ettim.
  • üzerinde yaşayan halkların her dönem, o dönemin güçlüleri tarafından birbirlerine düşürülmek suretiyle kullanıldığı, böylelikle politik ve maddi kazançlar elde ettikleri bölge.

    bana kalırsa aradaki husumet, slavların (anteler de deniyor kesin bir şey yok) tuna'yı geçip güneye inmelerinden öncesine bile dayanıyor olabilir. zamanında doğu roma imparatorluğu bugünkü edirne'nin yakınlarında yaptığı bir savaşı kaybeder. imparator da savaş meydanında ölür. ana ordu başkente dönerken, imparatorluğun çeşitli bölgelerinden gelmiş yerel kuvvetler de memleketlerine dönerler, iki grup hariç. bilin bakalım kimler bunlar? aynen öyle hırvatlar ve sırplar, o dönemde kabilelerden oluşan bu iki güruh imparatorun düşmesi ile birlikte evlerine usul usul dönmek yerine oracıkta birbirlerine girerler.

    doğu roma döneminde görülen isyanlara constantinopolis efendilerinin yaklaşımı ise çok klasik ve tanıdık. sırp isyan ederse boşnak ile hırvat'ı sür, hırvat isyan ederse sırp ile boşnak'ı sür, olmadı hepsi uşağa. tanıdık diyorum çünkü sonradan gelen merkezi güç de * aynı taktiği uygulamıştır.

    osmanlı'nın balkanlara yayılması bence bölgedeki en büyük kırılma anıdır. çünkü bugüne kadar akraba olan (hadi hırvatlar uzaktan akraba olsun, got kanı da var onlarda) ama yine de birbirini yiyen toplulukların arasına süper bir ayrım giriyor; din. özellikle sırplar'a karşı avantajı elde etmeye çalışan boşnaklar diğerlerine kıyasla daha kolay ve daha fazla sayı ile müslüman olmaya başlıyorlar. böylelikle osmanlı hakimiyeti döneminde müthiş bir kin birikimi oluşuyor. bu kinin ilk boşalımı balkan ve birinci dünya savaşı dönemlerinde oluyor. hırvatlar, sırplar ve bulgarlar başta olmak üzere bölgedeki müslümanlara yani hristiyanların deyimiyle türkler'e (o dönemde bölgedeki müslümanlara işin kolayına kaçıp türk denirdi) karşı saldırırlar düzenleniyor.

    ikinci dünya savaşına geldiğimiz vakit ise, naziler'den güç alan boşnaklar sırplar'ı katlediyorlar. doğu avrupa tabi o dönem iki kutup halinde. naziler ve sovyetler. boşnakları organize edip sırpların üzerine salan naziler bununla da yetinmeyip hırvatları da gazlıyorlar. sırplar'ın çetnik çetelerinin kuruluşu aşağı yukarı bu döneme denk gelir.

    ardından doksanlara geliyoruz ve sırplar'ın yaptığı katliamlar. bu yazdıklarım tarihe büyük biçimde not düşülmüş dönemler arada unuttuğumuz irili ufaklı birçok olay var. dikkat ettiyseniz bu olayların hepsinde dışarıdan müdahale söz konusu. bu yeri gelmiş doğu roma, osmanlı yeri gelmiş almanya sscb, yeri gelmiş amerika olmuş.

    bölge halkları agresifler kabul ama üzerinde yaşadıkları yer de her zaman stratejik bir bölge olmuş. güçlülerin ilgisini çekmiş. eskiden batı-doğu roma arasındaki kritik bir bölgeyken şimdilerde yeraltı kaynaklarıyla gündemde. öyle veya böyle balkanlar'da güçlü bir devlet hiç istenmemiş. en son yugoslavya vardı ve araştırdığınız vakit, abd eliyle dağıtılmadan önce bayağı güçlü bir devlet olduğunu görüyorsunuz.

    son olarak bölgedeki abd (batı diyelim) sempatisine dikkat çekmek istiyorum. yaşanan onca acıdan sonra savaşı bitiren hareketi yaptığı düşünülüyor batının, bu sebepten kurtarıcı gözüyle bakılıyor ama bir inceleyelim; yugoslav meclisindeki boşnak cephesine alttan alta "yapın gideri arkanızdayız" diyen, savaş boyunca ise üç maymunu oynayan yine bu batıydı. uzun süre kimse sırplar'a direnmesin diye silah ambargosu uygulayan yine bu batıydı. en son belgrad'ı ve birkaç kritik noktayı vurarak "kurtarıcı" oldular. bu kadar basit olmamalı. her şeyi geçtim, srebrenitsa'da silahsız sivilleri sırp çetelerine teslim eden komutan hollandalıydı, miloseviç'i de hollanda'da yargıladılar. kıyamam ben demokrasi savaşçısı batıya, canlarım onlar benim.bu batı dediğimiz haysiyetsiz kan emicilerin ne mal olduğunun onlarca kanıtından biri. özetle çıkarları için bölgeyi karıştıran, balkanlar istediği kıvama gelince de bitirip bir de üstüne kahraman olan bir batı söz konusu. gel de çıldırma.

    daha yazacak edecek çok şey var da olan her zaman masumlara oluyor ben ona yanıyorum. dünyanın her köşesi bu pisliklerin satranç tahtası olmuş, masumların kanlarıyla hamleler yapıyorlar. biz masadaki kırıntılar için birbirimizi yerken birileri bizim kanlarımız üzerinden dünyanın rantını parasını kazanıyor ve bu bana çok koyuyor.
  • günümüzün en saygın düşünürlerinden olan slavoj zizek, doğu avrupa'nın gelmiş geçmiş en iyi yönetmeni olan emir kusturica'ya öfke doludur, balkanları batı'ya tanıtırken gereğinden fazla karikatürize etmesi nedeniyle.

    gerçekten de time of gypsies, black cat white cat ve underground'u izleyenlerin (bir sinemasever olarak her üç filmi de kusurdan azade birer şaheser olarak gördüğümü ve herkese tavsiye ettiğimi de ekleyeyim antreparantez) zihninde kusursuz bir hayal dünyası şeklinde canlanır balkanlar. orada her şey sürreal, her insan sürprizlerle dolu, her mekan alkol kokusuyla dolu ve komedi ile trajedi mutlaka iç içe geçmiş durumdadır. oraya gidip de her şeyi yerinde görmeyenler kusturica için zizek'e benzer düşünceler geliştirebilir. halbuki gerçekten de karpatlar'da hayat bi tuhaf akmaktadır. o kadar ki, kendini dünyanın en orijinal ve nev'i şahsına münhasır topluluğu sanan türkler edirne'nin birkaç yüz kilometre batısına adım attığında kendilerini bir tür sirke gelmiş gibi hisseder. hiç şüphe yok, balkanlar garip bir yerdir.

    öncelikle evet, alkol -dünya'nın başka hiçbir yerinde olmadığı kadar- yaygın tüketilir balkanlar'da. bırakın bar ve restaurantları, alkollü içeceklerin her türlüsünün satılmadığı tek bir pastane bile bulamazsınız buralarda. balkan insanının günlük hayatının ayrılmaz bir parçasıdır alkol. ağlayan bebeklere haşhaş çiğnetilen bir coğrafyadan bahsediyoruz ne de olsa. *

    bu insanlar batı ile doğu arasında kalmışlığın her izini taşırlar ayrıca. domuzun besmele ile kesildiği (true story) bir habitatta her şeyi doğal karşılamak gerekir. hem hristiyanlığın ağır bastığı bir kıtada olmanın, hem de osmanlı'nın balkan açılımı sırasında ağırlıklı olarak bektaşilikten faydalanmasının etkisiyle böyle bir kültürel sonuç doğmuş, bana soracak olursanız.

    tahrik edilmediklerinde kilise ile caminin aynı kampüste yer aldığı, günlük hayatta kimsenin kimseye dinini sorup kendi ahlaki gerçekliğini empoze etmeye çalışmadığı, yer yer komikleşen bir nezaketin her yerde fark edildiği bir yerdir buralar. özellikle de beş altı yıldır kavga dövüşün eksik olmadığı türkiye'den gelip de bu topraklardaki huzur ve sükuna aşık olmamak mümkün değil bana kalırsa.

    bir de adım başı sayısız kafeye rastlarsınız. oturup bişiler yiyip içebileceğiniz yer sayısı bakımından dünya'nın belki de en bereketli alanıdır balkanlar. türkiye'de kahve içmeyen, kahveden nefret eden insanları bile bağımlısı yapacak kadar üst düzey kalitede kahve içilir balkanlar'da. son derece iyi dizayn edilmiş mekanlarda sadece 1-2 lira ödediğiniz muazzam ötesi espresso ve macchiatolara çok alışırsanız türkiye'ye döndüğünüzde yoksunluk belirtileri göstermeniz kaçınılmazdır. bu kadar çok alkol tüketilen bir yörede kahvenin yaygın ve kaliteli olması doğal bir sonuç olsa gerek.

    belli başlı yerler haricinde çok güçlü bir türkiye sempatisi de hakim balkanlar'a. bu nedenle, başkaları için olduğundan daha güzel hale gelir buraları ziyaret etmek. şahsen oturup da hiç izlemediğim türk dizileri buralarda inanılmaz popüler. neredeyse insanların akşam eve gidince yaptığı tek şey oturup türk dizilerini izlemek oluyor.

    "ben ezel izliyorum", "allah ne güsel yaratmış", "abi ben istanbul çok geldim" gibi çarpık çurpuk tonla sevimli söz duyuyorsunuz türk olduğunuzu söyleyince. hesap bile almıyorlar hatta bazen. sizi o dizilerin ve görkemli tarihin bir parçası olarak görmek hoşlarına gidiyor galiba.

    fakat işte ekonomik hayatın önemli bir kısmını hizmet sektörünün oluşturmasından da anlaşılacağı üzere biraz tembel balkan insanları. ilginç bir rahatlık hakim ruhlarına. bir de şahsen çok tecrübe etme imkanım olmadı**ama çingeneler zamanı ve underground'da anlatılan vefasız dostlukların, trajedilerin ve ihanetlerin de bol olduğuna inanırım balkanlar'da. tarih boyunca en ihtiraslı olayların yaşandığı yerin buralar olması boşuna değil. dolayısıyla, politik görüşlerinden dolayı kusturica'yı ben de pek sevmesem de, balkanlar'ı olduğundan daha komik ve salaş gösterdiği iddiasına katılamıyorum. tam da onun resmettiği gibi bulduğum balkanlar gerçek bir masal diyarı.
  • bati literatürü islami ve negatif tinilar icerdigi icin yerine güney dogu avrupa terimini kullanmaktadir.
  • "dünya üzerinde balkan halklarının huzurla ve savaşmadan birarada yaşadığı tek yer vardır, almanya."

    diye meshur bir deyişleri olan cografya.
  • görsel

    100 sene öncesine kadar türk insanının at koşturduğu bölge.

    yunanistan'da önüne gelen herhangi bir yunanı çevirip sorsan, 600 sene önce kaybettiği istanbul'u geri istediğini söyleyecek sana. herifler hala istanbul'u konstantinapolis olarak görüyor ve eninde sonunda geri alacaklarının hayalini kuruyor.

    biz ise şurda daha 1 asır önce kaybettiğimiz balkanların adını bile anmıyoruz. her karışı yemyeşil, her köşesi ayrı bir türk-osmanlı hatırasıyla dolu, toprakları olabildiğince verimli, insanı medeni... hala net olarak 2 milyona yakın türk'ün yaşadığı topraklar orası....

    varsa yoksa filistin, suriye gibi ortadoğu bataklığı. varsa yoksa cahilliğin, yozlaşmanın, gericiliğin tavan yaptığı toprakları/insanları koruma-kollama hedefi..

    günlerce avazım çıktığı kadar sövesim var....
hesabın var mı? giriş yap