• hakkında tek kötüleyici entri okumadığım film.

    27 aralık 2009 pazar günü beyoğlu sinemasında saat 16:45 de çağrı merkezi çalışanları derneği üyelerinin düzenlediği toplu gösterime filmin yönetmeni ve başrol oyuncuları da katıldı. film ekibinin ne kadar mütevazi ve içten oldukları sonucuna vardım.

    piyasada büyük işler yapıp, ciddi miktarlarda paralar kazanıyorsunuz; elinizde yeni bir kıçsız adamçekecek imkanlar da varken siz iletişimsizlik teması üzerinden toplumun ve bireylerin ikiyüzlülüğünü yüzlerimize vuruyorsunuz, kimsenin dokunmaya cesaret edemediği konulara parmak atıyorsunuz. çok iyi niyetli bir girişim.

    aman efenim "derinleşilememiş", canım efenim "klişe"; zart "popüler, zurt "aşk hikayesi" diyenlerin ağızlarına elinizin tersiyle vurun. bazen önemli olan yoldur, yürümek ve ileri adım atmak niyeti sonucu gölgeler. film ezilenlerin, hor görülenlerin sorunlarını vasati bir orta ve alt-orta sınıf gözünden izleyiciye aktarıyor, bunu yaparken muhalifliği elden bırakmıyor. filmde anlatılan aşk hiç sulanmıyor, hep iletişimsizlik vurgusuyla paralel seyrediyor.

    bir kere izlenilmesi yetersiz kalan bir film. iyi sinema, iyi oyunculuk...
  • paris je t'aimedeki 20 kısa filmden biri olan faubourg saint denisde yer alan öykünün türkçe versiyonu gibi birşey olmuş yani biraz fikir arak üzerinde oyna değiştir ebruli bir sanat yarat işte sana gişe filmi...
    anladın sen onu...
  • --- spoiler ---

    son iki sahnesiyle (zeynep ve onur'un aynı evin içinde ayrı yerlerde ağlamaları ve onur'un çağırdığı taksinin geldiğini sanarak dışarı çıkmak için kapıyı açtığında karşısında zeynep'i bulması);
    bu sahnelerden sonra pat diye perdede beliren ''son'' yazısı ve jenerik müziği olarak mor ve ötesi'nin ''ayıp olmaz mı''sının girmesiyle insanı koltuğa çivileyen bir film olmuştur.

    --- spoiler ---

    çok gerçek ve çok etkileyicidir...
  • benim adıma berbat geçen 2009'un son günü, yılbaşı telaşıyla dolu neşeli insanların arasından geçip, her istiklal'deki sinema gününde olduğu gibi son anda yetişerek girdiğim bir sinemada tek başıma izledim bu filmi. çıktığımda yalnız değildim, çoğalmıştım. artık ışıkları da yanan cıvıl cıvıl caddenin coşkusuna yakışmayacak kadar hüzünlüydüm. onur, bu gürültü patırtının hiçbirini duyamıyordu yani, caddenin başından sonuna kanon bile yapan şarkılarına eşlik edemiyordu içinden. ne kadar şanslıydım.

    --- spoiler ---
    sağır-dilsiz insanlar hakkında -diğer tüm engelliler hakkında olduğu gibi- ne kadar az düşündüğümüzü ilk babel filmini izledikten sonra anlamıştım utanarak. japon kız, dansetmeyi bilmiyordu. nasıl bilsindi ki, müziği duyamamıştı, ritmine kaptıramamıştı kendisini hiç, bir melodiyle hüzünlenip diğeriyle zıplayamamıştı. çaresiz, arkadaşları ne yaparsa taklit etti, gülümsemeye çalışarak.
    bu film, duyarlı insanların elinden çıkmış olduğu her halinden belli, hata aramanın çok da elzem olmadığı bir film. evet ben de "900 lira kira mı?" diye sordum, "çağrı merkezi çalışanlarının hikayesi biraz hızlı gelişmedi mi?" diye düşündüm.
    ama kendimi hem zeynep'in hem de onur'un yerine koydum farkında olmadan. aileler çocuklarının kaderini nasıl da etkiliyor diye sinirlendim. "böğürme lan!" diye bağıran züppeye küfrettim.
    ve çok etkilendim. mert fırat'ın hiçbir ayrıntıyı kaçırmadığı tek kelimeyle mükemmel oyunculuğundan, iki sevgilinin aynı evin içinde birbirinden habersiz ağlayışlarından, onur'un annesine "ben artık korkmak istemiyorum" diye sessiz haykırışından, böyle hassas bir konunun en ufak ajitasyon yapılmadan böyle güzel bir şekilde anlatılmasından çok etkilendim.
    ps: onur'un çalıştığı kütüphane galatasaray üniversitesi suna kıraç kütüphanesi'ne çok benziyordu ama aşk filmi izlemek için gelen çiftler mor ve ötesi'nin şarkısının bitmesini beklemeden ayaklandıkları için filmin sonunda herhangi bir bilgi verildi mi göremedim.
    --- spoiler ---

    sonbahar ile birlikte 2009'un güzelliklerinden birisi oldu benim için başka dilde aşk. sayılarının artması dileğiyle.
  • kütüphane sahneleri beykent üniversitesi ayazağa kampüsü kütüphanesinde çekilmiştir *.
  • galiba bir gazetede filmin iyi, güzel, hoş ama neredeyse görünen tüm evlerin ikea mobilyalıymışçasına döşenmesinin yadırgatıcı olduğuna dair bir yorum okumuştum.

    öncelikle güzel fikir ve çok güzel bir film.

    --- spoiler ---
    evlerin dekoru bana hiç garip gelmedi esasen, izlediğimiz karakterlerin tümü ana-babasından ayrı yaşayıp kendi ayakları üzerinde duran, ufak tefek hobilerini geliştirmeye çalışacak standartlara sahip, geçinmeye çalışan insanlar. ( gerçi evet onur’un ev kirası meselesi var garipliğini sorgulamadan edemeyeceğimiz lakin ödeme konusunda ev sahiplerinin problem yaratmadığı vurgusu da var ) üç aşağı beş yukarı aynı seviyede insanlar bunlar. o tatta döşenmiş evi olan arkadaşlarım var benim de, bunun neresi yadırgatıcı hiç anlamadım bak yazdıkça. ekonomik işte.

    mert fırat zaman zaman abartıya kaçıyor diye hissettiğim tüm sahnelerde beni utandırarak toparladı, alnının akı ile çıktı, helal olsun. hem konuşmaya çabaladığı sahnelerde hem de babasının aileyi terk etme nedenlerini sorgularken/sorgulatıyorken annesine, çok başarılıydı. senaryoda da tuzu olduğuna göre insan düşünmeden edemiyor bütün bu oyunculuk, yazıya dökme, sade bir fikir olabilir mi ? nasıl bir gözlem ?

    saadet işıl aksoy su gibi cidden, güzel, başka türlü bir güzel. onur’un duyamadığını anlayıp heyoo hayatımın erkeğini buldum, hiç konuşmuyor deyip koşarak sarılması yüzümde hala tebessüm yaratıyor.

    filmle ilgili kafamı kurcalayan tek şey şu ki, onur karakteri insanların ağızlarını okuyarak ne dediğini anlayabiliyorken, üstelik hiç tekrarlatmadan, kadraja lale mansur’un girdiği andan sonrasının işaret dili ile yapılıyor olmasıydı. tamam belki ağız okuyarak anlaması ekstra çaba sarf etmesine, çok dikkat kesilmek zorunda kalmasına sebep oluyordu ama sorun da bu ya biz farkında değildik. hani anlatılmak istenen biz de holivud yıldızları gibi çaba harcadık, eğitimini bile aldık yaptığımız işin demekse gerek yok. mert fırat aşmış yetenekte bir insan olduğuna zaten kani ettirmişti, lale mansur mimikleri, ifadesi, endişelendiğinde elini kolunu nereye koyacağını bilemeyip çaydanlığa sarılması, kahve fincanını tutmaya çalışması ile zaten onur’un hayatı için ne kadar tedirgin olduğunu öyle güzel hissettirdi ki, daha fazlası olmasa da önemli değildi.
    --- spoiler ---

    ve elbette tuğrul tülek. mercury fur’da da sevmiştim seni, geleceğe güzel göz kırpıyorsun değil mi ? yolun açık olsun. kısa olan sahnelere rağmen kamuran ile seyirci arasında nefis bir bağ kurmuşsun. senli benli konuşmaya başladım, mazur görüver, nez karakterinin getirdiği kıyamama bağı var hala zihnimde. benim ki ısrarla hatırlamak istemekten kaynaklanan bir bağ ama. filmin tamamının anlatmak istediği ile de ilintili olduğu için kamuran ayrı, apayrı olmuş.

    bir de, şebnem köstem muhteşem bir ses tonu muhteşem bir endam ile birleşince seyri büyük keyif oluyor, keşke daha çok izleyebilsek.

    izlediğimin üzerinden onbeş gün kadar geçti ama hala birçok sahne zihnimde taptaze. onur’un evinde bulunan kara tahta, son sahnede ki kaybettim hissi ile gelen hıçkırıklar, zeynep’in arkadaşının olmaz bu işi vurgulama şekli. ve bir anda, beklenmedik bir biçimde beliren son yazısı. dvd’sini bekliyorum sabırla ama günden güne yükselen bir seyircisi varmış filmin.

    son dönem gösterime giren türk filmleri arasında es geçmenin yazık olacağı bir film başka dilde aşk. katkısı olan herkesin ellerine, yüreğine sağlık.
  • --- spoiler ---

    onur(mert fırat) hem zeynep'le hem annesiyle tartışırken boğuluyorum zannettim. ter içinde kaldı adam ya. bana da oksijen kalmadı sanki.

    hem aras hem zeynep'in ev arkadaşı olan kızlar sayemde sığır sıfatı edindiler. tıpkı gerçek hayatta oldugu gibi sığırın erkeği dişisi olmuyormuş'u da tekrar görmüş olduk.

    çok acayip bi filmdi.

    --- spoiler ---

    türk yapımlarının kalitesi özgünlüğü hususunda gururlandım valla.

    bi de filmi hemen önümüzdeki koltuklarda seyreden çift geçen dakikalarla birlikte iyice birbirlerine dolandılar. ben bakmadım ya tam önümdeydiler diyos. film bitti çıktık yürüyen merdivenlerdeyiz aha gene aynı çift. dünyanın en mutlu sevgili kişileriydiler.

    kısaca sevgililere büyük faydası oluyor filmin. gözleriminen gördüm. eğer "ne yapsam da gönlünü alsam" diyen varsa bu filme götürsün sevgilisini. o kendiliğinden barışır :)
  • o kadar tadı damakta kalmış film ki bir saattir tüm spoilerleri okudum.

    hiç sıkılmadan hayranlıkla aktı geçti film. oyunculuklara zaten tek kelime edemem, konu da inanılmaz farklı ve duruydu, çıkışta mutluydum böyle bir filmi izlediğim için. masumiyette uğur hanımın* çıldırma sahnesiyle yarışacak kadar güzel bi oyunculuk döktürmüş mert fırat. mutlaka gidin izleyin kaçacak film deil valla.
  • o kadar gercekci oynanmis ki filmden ciktiginizda hikayenin daha bitmedigini dusunuyor insan ve hikayeyi kafasinda devam ettirmeye basliyor bile.
    aradaki aski sevgiyi seyirciye cok guzel yansitiyorlar. yeniden sevmek istiyorsunuz birini delicesine ya da zaten sevdiginiz biri varsa ona olan sevginiz atesleniyor icinizde.
    en etkilendigim sahneler sagir olan onurun sinirli halde konusmasi yani kendini parcalamasiydi.
    defalarca izlenilebilecek bir film.
  • avatara yer bulunamayıp, tesadüfen ve iyi ki izlenmiş film. iki farklı hayat, öylesine, kendi rutininde ilerlerken, nasıl kesişiyor ve nasıl iki insan birbirine bu kadar alışıyor..
    onur un evinde alarm olarak yatağın sallanmaya başlaması, duvardaki kocaman tahta gibi detaylar aslında zeynep in başka bir dile değil de başka bir dünyaya başladığını gösteriyor. ama aslolan vazgeçememekmiş işte. filmin hiçbir dakikası boş değildi, sıkmıyordu. şarkılar, mekanlar ve de şiir çok yakışmış. bu arada evet daha önce de belirtildiği gibi,
    .....
    sana büyük bir sır söyleyeceğim korkuyorum senden
    korkuyorum yanın sıra gidenden pencerelere doğru akşam üzeri
    el kol oynatışından söylenmeyen sözlerden
    korkuyorum hızlı ve yavaş zamandan korkuyorum senden
    sana büyük bir sır söyleyeceğim kapat kapıları
    ölmek daha kolaydır sevmekten
    bundandır işte benim yaşamaya katlanmam
    ...
hesabın var mı? giriş yap