• (bkz: çan eğrisi)
  • yıllarca " devlet ne için var? ben vatandaş olarak vergimi veriyorsam, devlet de benim sağlık, güvenlik, eğitim gibi temel haklarımı karşılamak zorunda değil mi? yediğim, içtiğim, giyindiğim, ısındığım, gezdiğim, konuştuğum zaten benim cebimden çıkarken, çocuğumun sınıfına ben eşya alacaksam, temizliği için ben eleman tutacaksam, yakıtını ben karşılayacaksam, muayenemin, ilacımın parasını ben vereceksem bu vergiler nereye gidiyor diye sormam gerekmez mi? haaa sormak tehlikeli değil mi? ileri demokrasi bir tarafımıza kaçabilir çünkü. " dediğinizde ve sağlık haktır satılamaz diye yürüdüğünüzde:

    " yaaa bu doktorların, eczacıların alayı şerefsiz daha fazla parada gözleri var ondan kudurdular, beter olsunlar. "

    diyenleri görerek sadece iliklerine kadar mutsuz olmakla kalmayıp insanından ve geleceğinden umudu kestiğinde, meçhule giden bu geminin kazanına bir kürek kömür de benim katkım olmasın diyerek olan bitenin dışında kalabilmek için mümkün olduğunca köşene çekildiğinde, bu sebepten sakıncalı piyade muamelesi gördüğünde, gün gelip artık çok geç olduğunda ve yavaş yavaş ne demek istediğin anlaşıldığında duyduğun hissiyattır bu...

    aynı kaderi ve mutsuzluğu paylaşmana rağmen senelerce dikkat çekmek istediğinde sana nefret odağı olarak bakan aynı geminin yolcuları tarafından geç olsa da anlaşılmaktan duyulan buruk bir mutluluk. her şey için geç olduğunu bile bile, az sonra geminin batıp hep birlikte boğunulacağını bile bile içini kara bir bulutla kaplayan kahırdan beter mutluluktur.

    " bir el atın, batar bu! " dediğinizde sizi paragözlük, acımasızlık, bencillik ve felaket tellallığıyla suçlayanlarla beraber batarken vicdan muhasebesi yapmak zorunda olmamanın verdiği bir acaip mutluluktur işte... anlatması anlaşılamamaktan zordur.
  • (bkz: schadenfreude)
  • almanca bir karşılığı var: (bkz: schadenfreude)
    peki, neden? kısacası, insan karmaşık bir varlık. yapılan araştırmalar, çocukların çok küçük yaşta başka çocukların başına gelen kötü şeylere güldüklerini ya da sevindiklerini gösteriyor. özellikle bu çocukların farklı bir gurubu temsil ettiği algısı varsa..
    insan kendinden saymadıklarına karşı acımasız.
    (bkz: dehumanization) hele karşınızdakini insan dışı saydığınızda, artık acılarına sevinmeniz daha kolay. çünkü sizden, sizin gurubunuzdan biri değil, size benzemiyor.
    bir başka neden, insanlardaki sübjektif adalet kavramı. "hak etmişti, oh olsun!"
    böylece, duruma denge ve ilahi bir boyut kazandırarak ulaşılan rahatlama duygusu.
    ve imrenilenler.. olamadıklarımız, gizli hınç duyduklarımız.. işte biri tökezledi, yaşasın!
    tabii, bu tepki bir iç ses. peki, ağzımızdan çıkan: "vah vah!"
    yine de temkinli olun; yüzünüz gerçek duygularınızı ele veriyor. yanak kaslarınız çok dikkatli incelendiğinde gülümsemeye benzer şekilde kasılıyor.
    teselli olur mu bilmiyorum, uzmanlar, genel olarak, bu schadenfreude yani acı hazzı halini çok "insanca" buluyor. gerçekten insanca mı, yoksa bu hoşgörü bizi insanlığımızdan mı uzaklaştırıyor?
    tolstoy'un bir sözünü hatırladım; "insan acı duyabiliyorsa canlıdır. başkasının acısını duyabiliyorsa insandır." *
  • boşanmak üzere olan bir çiftin anlattıklarından sonra eşine daha sıkı sarılıp 'çok şükür, biz çok mutluyuz' diyen kişinin; çocuğunu bırakıp başka bir adamla kaçan kadının arkasından 'ne anneler var, ben çok şükür böyle bir anne değilim' deyip evladına daha sıkı sarılan annenin, kötü bir çocukluk geçirmiş birini duyduğunda 'ben çok şanslıyım, ben çok iyi bir ailede yetiştim' diye gizliden üstünlük hissedip gurur duyan insanların sevgilerini samimi bulmuyorum. hatta öyle yalan, öyle çıkarcı, öyle göstermelik ki, görmeye katlanamıyorum. belki hayatta kalmanın şartı budur, belki insan olmanın bir şartıdır bu, belki hepimiz böyle yapıyoruz ama bunu yüksek sesle söyleyebilme aymazlığı çok şaşırtıcı. böyle bir insan olunca kafadan başkalarına ait şahsiyetsiz bir hayatı yaşadığını kabul etmiş oluyorsun. iş mutlu olduğunun farkındalığıyla yaşayabilmekte değil mi? başkalarının mutsuzluğunu gördükten sonra 'aaa ben mutluyum, mutluymuşum bak' demek ne büyük zayıflık, tahayyül edilemez bir hüzün, major kere major depresyon, görülebilecek en dibe vurmuşluk. başkalarının mutsuzluğundan mutluluk çıkarıp yaşayabilenler kağıt üzerinde umut veren bir görünümde olsalar da; pratikte depremden sonra enkazlara girip kalan eşyaları çalıp yağmalayan fırsatçılardan bir farkları yok.
  • bir de bunların kötü zamanında yardımına koşan, elinden geleni yapan, ama ondan daha iyi duruma geldiğinde bozulan çeşitleri vardır. iyi ol, ama benden iyi olma hesabı.
  • genelde şirketlerde müdür pozisyonuna getirilirler. üç kuruşluk neşenizi bile kıskanabilecek insanlardır, evet.
  • (bkz: çilingir)
  • "insanın yüreği kesinlikle içi kan dolu, üstü kapalı bir çukurdur ve açıldığı zaman; hep çevremizde toplanıp havayı karartan, avutulması olanaksız bütün susamış gölgeler, içip canlanmak için ona koşarlar. yüreğimizin kanını içmek için koşarlar, çünkü başka bir canlanma yolu olmadığını bilirler."*

    (zorba'dan)
  • akademik camiada fink atarlar.

    sevmedigi/diger hocanin projesi olmasin diye gun sayarlar; onun ogrencisine saldirirlar vs. bu sadece bizde degil, diger ulkelerde de boyle vuku bulur*.
hesabın var mı? giriş yap