• belki kendim de karanlık öykülere ve senaryo işlerine kafa yoran biri olduğumdan, afişteki isimlerle değil senaryosuyla öne çıkmaya çalışan, düşük bütçeli ve farklı olduğunu savunan hafif amatörümsü korku filmlerini ayrı bir severim. bu kulvarda türkiye'de yeterince iş çıkmadığından kırk yılın başında önümüze gelen bu filmleri ayrı bir gözle ve hatta pozitif önyargıyla izlemeye çalışırım. baskın karabasan'ın başına otururken de aynı pozitif duygulara sahip olduğumu söylemek istiyorum başlamadan önce.

    şu anda kafam epey dağınık olduğundan madde madde gitmeyi deneyeceğim. aksi halde toparlamam zor. spoiler ibaresi ekleyip çıkarmakla uğraşmayacağım için buradan manüel olarak uyarımı da yapayım; filmde öyle twistlik bir durum yok ama takıntısı olan aşağılara bakmasa da olur.

    -iki nokta üst üsteli film adı ekolü-
    belki de her şeyden önce filmin isminin filme artı değil, eksi yönde etki ettiğini belirterek başlamak lazım. iki nokta üst üsteyle ayrılan bu çift isimli eser ekolünü oldum olası sevmem. "kurtlar vadisi: ırak", "muhteşem yüzyıl: yarak hasan" gibi uyduruk işleri hatırlatıyor bana. telife takıldığı için mi böyle oldu, yoksa planlı programlı bir şekilde mi seçildi bilmiyorum ama bir insan özene bözene yaptığı, belki hayatının projesi olacak bir işe neden filmin havasıyla uymayan, dikkat çekmeyen, hatta neredeyse hiçbir şey çağrıştırmayan bu iki ismi seçer, seçtiği de yetmezmiş gibi uç uca ekler anlamadım. fazlasıyla itici bir isim olduğu konusunda herkes hemfikirdir diye tahmin ediyorum.

    -film adı öncesi vurucu sekans-
    yeterince korku/gerilim izlediyseniz, bir filmin adı sanı ekranda belirmeden önce zart diye başlaması, az sonra vurucu bir saniyeyle bitecek kısa ve şaşırtıcı bir sekans izleyeceğiniz anlamına gelir. filmimiz de bu yolu seçmiş olacak ki bize küçük bir çocuğun gözünden izlediğimiz minik bir kuple sunarak başlıyor. ama açıkçası o beklenen şaşırtma etkisinden hayli uzak, karıncalı televizyon ekranı klişesiyle izleyiciyi daha baştan kaşındıran sönük bir sekans olmuş. koridordan uzanan el de aynı şekilde eğreti olmaktan kurtulamıyor. ama filmi henüz adı bile ekrana düşmemişken "vardır bir hikmeti" diyerek devam ediyoruz.

    -besmeleli kesim, helal besin-
    filmin asıl olarak başladıktan sonraki ilk yarım saate yakın bölümü yukarıda birkaç kişinin de yazdığı üzere doyurucu ve umut vaat ediyor. beş polis tip olarak da, kendilerine yazılan karakterler ve diyaloglar açısından da fazlasıyla gerçekçi. anadolu kırsalının sakil ve depresif ortamı, tabelası adeta bir mates otel karizmasıyla yanıp sönen yeşilvadi restoranıyla gayet iyi verilmiş. kovayla gelen etin kesilip pişirilmesi bizleri diken üstünde tutuyor ve belanın yolda olduğunu müjdeliyor. hayvan sikme gibi şehir çocukları için bir mitten ibaret olan anadolu gerçeğinin hiç mırın kırın etmeden sansürsüz verilmesi ayrıca artı puan kazandırıyor. bu dakikalar filmimizin kesinlikle en dişe dokunur ve olgun anları olmuş. tüm film o restoranda geçse gıkımı çıkarmadan oturur izlerdim diyebilirim.

    -kaza geliyorum dedi-
    filmi kaza öncesi ve sonrası olarak kabaca ikiye ayırsak elimizde biri 8/10'luk, biri 3/10'luk iki filmin kalacağından eminim. aslında ilk "eyvah gidiyor film" düşüncesi radyodan türkü çığırıp oynadıkları ve ihbarı aldıktan sonra gittikleri yerle ilgili sarf edilen "oraya giden geri dönemez" ekolü (bitsin artık be!) cümlelerle kafada beliriyor. ama özellikle kaza sonrasında karşılaştıkları ve "geçiş işlevi gören" köylülerle olan sahneler (aşırı anti-insan toplulukların olduğu korkularda daima insanla anti-insanlar arasında bir geçiş formu olur. bunlar da ekseriyetle ne ayak oldukları belli olmayan bölge sakinleridir) filmin sifonunun çekildiği anlara rast geliyor. frankenstein monster benzeri cast seçimi, küçük kızın -öylesine- bilinmeyen bir dilde konuşması da ucuz numaralar olmuş.

    -el fenerinin icadı-
    filmin bilhassa metruk binaya girildikten sonra freni boşalmış kamyon gibi yokuş aşağı indiğini söylesem abartmış olmam sanırım. yine biz korku/gerilim meraklıları için çok bilindik bir görsel olan "kafayı ritmik bir yavaşlıkla duvara vuran deli" mi ararsın, telsizlerin telefonların hikmetinden sual olunmaz bir şekilde şebeke dışı kalması mı ararsın, bu dakikalarda ne ararsak var. adeta birinci sınıf sinema öğrencilerine "işte bunları yapmıyoruz arkadaşlar" der gibi bir kolaj olmuş. ama beni en çok deli eden el feneri ışığında odaları gezme faslının sakız gibi uzatılması oldu. tamam, korku ve hatta crime fiction'ın şanındandır ama on beş dakika boyunca eblek eblek el feneriyle oda gezen polis görmek bir zaman sonra kurdeşen döktürdü. yönetmen adeta emlakçının ev gezdirmesi gibi set gezdirdi bize. "işte buraya da pastırma gibi asılmış etler koyduk", "şuraya zincirler astık, sırf bu odaya 12 bin harcadık ha!", "şurada da duvarlarda resimler var, bizim tuğçe çizdi çok kafa kızdır" cümlelerini kulaklarımda duydum adeta. bitmedi, bitemedi bu bölüm.

    -doğal seleksiyon başlasın-
    dakikalar elliyi gösterirken korku sineması mekanikleri tıkır tıkır işliyor ve en salaklar yavaştan aramızdan ayrılıyor. bir kurbağanın peşinden mal gibi yürüyüp heba olan hayatlar, pekmez akıtma sahnesi ve giderek yükselen bağırış çağırışla birlikte "sessizlik öncesi piki" yaşanıyor ve film bu noktada (kötü anlamda) adeta vites yükseltiyor. o ana dek durumlar karşısında hayli gerçekçi refleksler vererek gönlümüzü kazanan polislerimizin nedense bir grup yapay teenslasher tiplemesine dönüşmesini görmek üzücü. eldeki en büyük artı da böylece heba olup gidiyor.

    -arda'nın tırt dünyası-
    protagonistimiz arda çocukken tam olarak ne yaşadı, başkanla yaptığı konuşmalar ne anlama geliyor, filmin girişindeki sekansın ana hikayedeki yeri ne derken kafalar ergen odası gibi darmadağın oluyor. arda en basit tabirle ölü insanlar mı görüyor, tüm tatava bunun için mi halen anlamış değilim ama o flashbackler izleyiciyi filmden fazlasıyla soğutuyor. duygusal bir etkileyiciliği olmadığı gibi korkunç ya da merak uyandırıcı da değil, anlamsız boş gözlerle izleyip bitmesini bekliyoruz sadece.

    -abi gotik diye bir şey buldum süper-
    filmin son bölümünün geçtiği o odaya geldikten ve cüce kel liderimiz ortaya çıktıktan sonra artık ortalık iyiden iyiye yangın yerine dönüyor. bir grup amatör sinema sevdalısının kafalarındaki gotik ve gore fantezileri peş peşe izlemeye başlıyoruz. ucuz bir black metal klibiyle aynı bayağılıkta ne kadar grotesk/satanist görseli varsa yönetmen üzerimize kusuyor. yerlerde sürünen neo-punkçı tipler, cübbeli kambur yaver, korkunç tipine rağmen istanbul beyefendisi gibi konuşan kel lider, oda oda değil adeta korku tüneli. vampir, kurt adam, gulyabani, chucky falan da koysaydınız bence, onlar eksik kalmış.

    -patron çıldırdı: katharsis 5 lira-
    öykünün en başından beri ağzı en bozuk, en kötü kalpli, en yoz karakter olarak sunulan yavuz'a, restoran sahnesinde yaptığı seks muhabbetlerine atıfta bulunarak şeytan boynuzlu emekleyen bir kadını siktirme fikri ilk kimin aklına geldi bilmiyorum ama arkadaşın bir daha herhangi bir sinema projesine fikir üretmesi yasaklanmalı. gerçi öte yandan iyi bir amaca da hizmet etmiş. son birkaç dakikadır gülmekle filmi kapatmak arasında gidip gelen izleyiciyi "dur bakalım daha ne kadar saçma şey izleyeceğim?" sorusuyla ters manada da olsa filmde tutuyor. kadının daha sonra bir leğene eraserhead bebeği doğurması ve yavuz'un ağzından örümcek çıkması bir metaforsa da ben o metaforu öğrenmek istemiyorum.

    -hikmet karaman'ın görkemli ölümü ve enaktar-
    başkan lakaplı yufka yürekli dayının kendini feda etmesinden sonra restorana dönüş ve cüce liderin kafasına anahtar sokulması adeta bir holy mountain havasına soktu beni. belki de filmin az sonra biteceğini bildiğimden sinirlenemedim bile."olur yahu o da olur" pişkinliğiyle öylece izledim geçti. sorgulamak dahi istemiyorum. alegorisi batsın.

    -arda sen hayırdır-
    cüce yere yığıldıktan sonra arda'nın bir cinnet haliyle üstüne oturup kafasını vura vura ezme girişimi, bunu yaparken bağırması, yükselen şekilli final müziği, yüzüne sıçrayan kanlar, yavaş çekimler bir çırpıda sayabileceğim beş altı filimi birden hatırlattı ama final olduğu için saygı duyuyorum. bir eserin yaratıcısına en haz veren yeri çoğu zaman finalidir, eminim yönetmenin çok hoşuna gitmiştir. içinde kalmamış işte ne güzel, "delirmeli kafa ezme sahnesi de çekmedim" demez artık.

    -hah, şimdi tam oldu-
    görsel ve kurgusal açıdan aşureye dönen filmimizin üzerine, arda'nın binadan çıkıp yola atlaması ve kaza sahnesinin tekrarlanmasıyla o meşhur tüy de dikilmiş oluyor. biz yeni nesil o kadar çok şekilli film izledik ki etkisinden kurtulamıyoruz anasını satayım. illa bir açıklama yapmak gerekirse belki sisifos'un ya da prometheus'un cezasıyla ilişkilendirilebilir ve kahramanın sonsuz bir döngünün içine düştüğü söylenebilir ama gerçekten ne gereği vardı ki? az önce film göbek atıyordu, zombilere ayin yaptırıp şeytan boynuzlu kadın domaltıyordunuz, bu sözüm ona "kafa bulandırıcı akıllı son" çabası nereden çıktı şimdi? at penisi ve kelebek ilişkisi diyor ve susuyorum.

    sonuç olarak, kabaca özetlemek gerekirse bu gecemi yılda taş çatlasa 2-3 tanesine ayırdığım yerli sinemanın kötü bir örneğiyle geçirmiş oldum. korku filmi çekmenin zorluğunu anlayabiliyorum. imdb'de komediler, dramlar, aksiyonlar için 8-9 puanlar havada uçuşurken koskoca bir sinema dalının 7'yi geçebilen bu kadar az örneğinin olması bu zorluğu ispat ediyor zaten. korku izleyicisi acımasızdır ve açık arar. tahammül eşiği diğer türlere göre çok daha düşüktür, gördüğü ilk kötü anda notu verir ve filmi eğlenip aşağılamak için izler. bu gece benim için olmasa da baskın: karabasan için hayırlı olan şey, filmi tek başıma izlemiş olmamdı. yanımda birileri olsa eminim ki ilk yarım saatten sonra filmi rocky horror pictur show gibi izleyebilirdim. kim bilir, belki de daha çok eğlenirdim. bilemedim.
  • şişirildiği kadar olmayan filmdir. acaba bende mi bir sorun var diye filme ait incelemeleri üşenmedim okudum. derli toplu filmi açıklayabilen bir inceleme görmedim. herifler anlamadıkları filmi deli gibi övüyorlar.

    filmin çok ciddi kurgu problemi var. yönetmenin geleceği parlak olabilir ancak bu kadar anlaşılmaz olmamalı. seyirciyi biraz düşündürecek, hikayeyle ilgili bir fikri olmasını sağlayacak bir şeyler vermeli. diyaloglar da daha güçlü olmalı.

    film korku türü olarak geçiyor ama korkan olmuş mudur bilmiyorum. filmin bu türde çıkması aldatıcı olmuş.

    oyunculuklar yer yer doğallıktan uzak.

    sevgili yönetmen, bizim ülkede polis dağ bayır gezmiyor. polis şehirde, jandarma kırsalda görev yapıyor. filmin geçtiği yerler pek şehre benzemiyor. en azından bu konuya ilişkin bir açıklama olabilirdi.

    boktan, cinli korku filmlerini çıkıp böyle eleştirmiyoruz ama buna gerek yok kimse deli gibi övmüyor o filmleri. biraz korkmak isteyenler gidiyor işte. bu kadar şişirilince insan da ister istemez büyük beklentiyle gidiyor.
  • keşke dazlak abiye yakışan bir dublaj olsaydı dedirten film. çünkü bu halinde cehennem zebanisi mi, mahalle psikopatı mı belli değil.
    ayrıca gore da yüklensen, sanatı da kastırsan senaryo iyi olmayınca olmuyormuş kaaardişim.
  • yakın zamanda adı duyulan can evrenol'un, artık sponsor bulunamadığından süreklilik arz edemeyen "cumartesi korku gecesi"nde izlenmiş ilk ve ne yazık ki kötü filmi.

    çokça dile getirildiği üzere islam-temelli yerli korkuya ve bu yerli korkunun alâmet-i farikası olan "zıplatarak" korkutma eğilimine karşı baştan mesafesini koyması bir artı olsa da filmin genelindeki dağınık kurgusuyla ilerledikçe dağılan, parçalara ayrılan yapım.

    korkudan ziyade "gore" denen türe yakınsasa, bununla ilgili bir sıkıntı olmasa da yapım söktüğü bağırsaklar, deştiği gözler kadar iddialı olamıyor süreklilik arz etmekte.

    --- spoiler ---

    rakibi olan islam-temelli korkuların filmin sonunda "bilal'e anlatır" gibi hikâye örgüsünü açıklamak ne kadar diğer uçtaysa, başroldeki karakterin yaşadıklarına dair müphemliğin de işin diğer ucunda olmasıyla kafa karıştırıyor. belli ki evrenol senaryosuyla biraz "gizem" yaratmaya çalışmış ancak sorulan çoğu sorunun cevabının olmamasıyla bu "ıssız adam" gizemine evrildiğinden insanı çok geçmeden soğutuyor.

    en başta sorulması gereken soru: filmdeki yaşananların hepsi yaşandı mı yoksa trafik kazasından sonra ölen herkes kendi bireysel cehennemini mi yaşadı? böyle ise, ölüm sonrası "cehennem"le paranormalle flörtleşmesi de makbul. ancak gerçekten karakol varsa, kurbağa referansı nedir? insanları sebepsizce parçalayan, kesen, doğrayan ve kaçak et işine girmeyi belli ki düşünmeyen bu "yeraltı" insanlarının motivasyonu nedir? satanist bir kült desek, şeytan'ın bile gelip "siz olayı çok yanlış anlamışsınız hacılar" diyeceği aşikârken bu da kadük kalıyor. besbelli türkiye'de pek işlenmemiş ancak birleşik devletler'den az çok bilebileceğimiz "sapkın kült" teması, yönetmen-senaristin kafası karışık olduğundan arada kaynamış ve cehennem, ölüm-sonrası, "seçilmiş şeytan dölü" teması arasında erimiş gitmiş.

    --- spoiler ---

    genç yönetmenlerin belirli bir omurga tutturmasının zorluğu anlaşılsa da "korkutmak için her yol mübah" diye ortaya yanarlı dönerli şeytanlı korku tuzağıyla pek korkutmayan yapım.
  • --- spoiler ---

    yazılabilecek şeyler yazılmış: fena bir film değil ("türk korku sineması" başlığı altında yarıştığı filmler düşünüldüğünde gayet iyi), atmosfer harika, son yarım saati kapsayan üçüncü bölüm büyük bir doruk noktası olarak düşünülmüş ve başarılı olunmuş, yazan/yöneten kişinin "bakın türk şeyleri var küfür falan ediyorlar" tipi doğallık sağlama çabaları bile büyük hasara yol açmamış. bunların üstünde durmaya gerek yok; kel, psikopat "kült 'baba'sı" karakter ise konuşulmaya değer. filmden çıktıktan sonra aklımda en çok kalan öğe oydu çünkü, "nasıl bir makyaj", "nasıl oyunculuk" diyordum sürekli. sonra gelip baktım ki kendisi aslen mehmet cerrahoğlu adında, pendik'te kendi halinde geçimini sürdüren bir otopark görevlisiymiş. ben diyeyim pinhead, siz diyin leatherface'in psikopat babası. bu adamı korku filmi kötüsü olarak kullanmayı ilk kim düşündüyse ayrıca tebrik etmek lazım bence.

    --- spoiler ---
  • can evrenol'un ilk uzun metraj denemesi, kısa film kafası yaşayan uzun film. bir iki kısa filmini izlemiştim ve beğenmiştim. sırf bu sebeple gittim sinemaya da.

    ama uzun metrajda işlerin biraz daha farklı olması gerekliliğini atlamışlar sanki. kısa filmde seyircinin algı dünyasına yoruma açık görüntüler bırakıp, sonunda da "aaa" dedirtecek şaşırtıcı bir son koyunca keyifli oluyor. 5dk çünkü. ama 1.5 saat film izleyince insan hikayenin içinden bi' yere çıkmak istiyor. bu yönüyle her tarafından hava alan, şişen ama bir türlü patlamayan, patlayamayınca da fısssss diye sönen senaryonun çok kötü olduğunu söylemek zor değil.

    genelde korku filmlerinin senaryoları kötüdür, çünkü asıl amacı korkutmaktır ve buna odaklanır ya, sanki bu filminde öncelikleri var gibi. gore olayı belki bu önceliklerden biri olabilir. zira herkes buna dikkat çekmiş.

    senaryonun dışında görüntüleriyle, kamera yönetimiyle, seyirciyi yerinden zıplatmanın marifet olmadığının bilincinde oluşuyla, kel kafalı, zebani kılıklı karakteriyle, gore dedikleri bokun bokunu çıkarmamasıyla* ve türk korku sineması için girişmiş olduğu çabayla, hoşuma giden bir film oldu.
  • ilk defa cin teması olmadan bir türk korku filmi seyredeceğiz diye umutlandıran film. 1 ocak'ta vizyona giriyormuş. gidilmesi gereken bir film. fragmanını beğendim. bakalım filmde ne göreceğiz?
  • filmin oyuncakları da çıkmış. 'arda the cop' favorim.

    link
  • çekimleri paşamandıra köyünde yapılmıştır, adamların takılıp içtiği restaurant yine yol üzerinde gayet şirin ancak sahipleri suratsız bi mekan (yeşilvadi) hafta sonları fazlasıyla kalabalık olur, kaza yaptıkları yer yine paşamandıra yolu üzerinde ayrım olan bozhane köyünde ki köprü.

    bahsi geçen osmanlı döneminden kalma karakol olayıı için kullanılan mekanı bilmiyorum büyük olaslıkla beykoz civarında bi yer.
  • yaaeni. hani niyet ve heves anlaminda potansiyeli yuksek, ama son tahlilde vasat bir film.

    ozellikle isik olmak uzere, produksiyon, bazi sahneler, cekimler vs gereksiz yere masturbatif olmus. hani izlerken seyi hissediyoruz, yonetmen ""aha bak ole bisi de yapalim, tam bole yabanci filmler gibi olsun"" diye kasmis. ne gerek var birader, cin keranesi gibi olmus butun setler sahneler amk. bazi sekanslarda, yaraticilik dozu yuksek bir heves gorsek de, icra kisminda gene vasati asamamis cok ornek var.

    yani, hevesli ama tecrubesiz elden cikma bir is. hevesin kaynaginin ozgunlugu ise, yok denecek kadar az.
hesabın var mı? giriş yap