hesabın var mı? giriş yap

  • lan borsa kaplani.

    deprem olmus binlerce insan olmus. hala siyaset pesindesin.

    sen ne karaktersiz bir insanlin lan boyle. onurlu olun lan biraz.

    olenlere sayginiz olsun.

  • son senelerde hostile architecture adıyla anınan türkiye'de henüz adı konmamış, insanların da pek ilgilenmedikleri mesele.

    aslında mesele basit ve insanlarımız gündelik hayatta bununla ilgileniyorlar ama isimlerini bilmiyorlar.

    düşman mimari, kamusal bir alanın ya da özel olmasına rağmen kamu ile bağlantısı olan bir yapının düşmanca öğelerle bezenmesidir.

    mesela parklarda banklar evsizlerin onun üstünde uyumasına engel olacak şekilde yapılıyorsa. binaların girişlerine kuşlar konmasın diye yukarıya çiviler konuyorsa, ya da kamu alanlarında ahşap ve rahat banklar yerine taştan, buz gibi olan ve rahatsız banklar konuyorsa bunlar kamusal olana ve doğaya düşman mimaridir.

    bunun bir çok örneği bulunuyor.

  • öğle yemeği tabi verilir temizlik tam günse ama sabah kahvaltısı yapmadan da gelinmez. biz işyerine gidince kahvaltı veren var mı? bi zahmet evde yesinler ya da yanlarında getirsinler.

    tam 1 saat kahvaltı faslı sürüyor yardımcıların. kahvaltı yaptınız mı diye nezaketen soruyorum, bir kere de evet yaptım diyen olmadı. e aç mı çalışsın mecbur hazırlıyosun misafire hazırlar gibi, sonra hayat hikayesi anlatma kısmı başlıyo. bir tane de dertsiz eşiyle sorunu olmayan görmedim. benim derdim bana yeter bide bir saat dert dinliyorum. sonra bir saat kahvaltı yapma, yarım saat kahve içme derken, saatim doldu şunlar yetişmedi diye kaçıyorlar.

    almıyorum artık yardımcı filan kafam rahat.

    edit: mesele asla bir kap yemek meselesi değil. herkes verir paylaşır ne varsa ama yarım saatte bir 10dk kahve sigara telefon molası, bir saat kahvaltı molası, bir saat öğle yemeği molası. bi de arkadaş oturmasına gelmiş gibi yayıla yayıla yavaş yavaş yeme olayı var. yahu işimiz var işte ye de kalkalım hayat hikayeni neden dinliyorum? e kaç saat duruyosun ki zaten? ben bu kadına habire yemek hazırlayıp bulaşıkla mı uğraşayım, yoksa temizliğin ucundan köşesinden yardım mı edeyim? -o çalışırken oturamıyorum- sonra o gittikten sonra bir bakıyosun her şey yarım yamalak yapılmış ve resmen kaçmış evden. bu noktada da kendini enayi gibi hissediyosun bide misafir gibi ağırlama salaklığı yapıp kalan işleri gene kendin yapıyosun. ee aç doyurmak mıydı amaç sadece? aman neyse işini hakkıyla yapan bana denk gelmedi size başarılar..

  • yaşlı bir amca tarafından onay gören gençlik. otobüste bizzat başıma gelmiştir.
    ankara'da yaşayanlar bilir. 65 yaş üstü, egolara ücretsiz biner ve otobüs güruhunun (mesai saatleri dışında) % 50 sini bu topluluk oluşturur. yine yorgun argın dersten çıkıp eve gitmek için otobüse bindiğim bir gün, amcanın biri bindi ulustan (yanında 10-15 tane daha amca var tabi) önümdeki genç yer vermek için doğruldu, amca gel şöyle otur diye. amca gencin omzuna bastırarak hayır evladim dedi. siz oturun. biz ücretsiz diye ekmek almaya bile otobüse binip,ulusa geliyoruz. orada vakit geçiriyoruz işte.. siz akşama kadar ders işleyip kafa patlatıyorsunuz, akşam gidip gece yarılarına kadar ders çalışıyorsunuz. sizin hakkınız oturmak. bizim değil..

  • ata binip yukarlara çıkma, uyduları ikiye bölme gibi şeylere muhtemelen kimse inanmayacaktı.

    vaazlar kayıt altında olacağından bazı sonradan gelen hikayeler olmayacaktı. elimizde pür-i pak bozulmamış bir kitap olacaktı.

    konuyu üstü kapalı bu kadar anlatabildim. akit kızıyor.

  • "allah kimseye bilmediği memlekette minibüs şoförüne ineceği yeri söyledikten sonra "ulan şoför unutmasa bari beni" gerginliği yaşatmasın"

    haklı şimdi ama.

  • atatürk’ün övgüyle andığı türk’ün ulu kağanı.

    "söyleyin bana, vıı. yüzyılda dünyanın neresinde hangi hükümdar devlet idaresi ve halk sevgisi anlayışını bizim bilge kağanımız veya kül-tekinimiz gibi güzel ve akıcı bir dille ifade edebilirdi?"

    (yakup kadri karaosmanoğlu’nun “atatürk’ün türkçülüğü” adlı yazısındaki türk alfabesine ilişkin hatırası - prof. dr. zeynep korkmaz, atatürk ve türk dili: belgeler, ankara, 1992, s.148)