hesabın var mı? giriş yap

  • abd'de, california eyaletinin güney doğusunda imperial county sınırları içinde bulunan sonora çölü'nün ve salvation mountain'ın kıyısında, meksika sınırına 50 km mesafedeki ıssız ve kurak bir bölgede yer alan yerleşim yeri. sloganı ' abd'deki son özgür yer ' . özellikle meraklıların ve motorcuların gelmesiyle yaz nüfusunun 3 bin civarında olduğu tahmin ediliyor. yaz-kış devamlı kalan ise yaklaşık 200-250 kişilik bir grup. çöl iklimi olduğu için yazın sıcaklık gündüz 45-50 derecelerde, akşam ise 0-5 derecelerde seyrediyor. herhangi bir resmiyeti olmadığı için doğal olarak imar izni bulunmuyor ve sakinleri çadırlarda, karavanlarda ve derme çatma prefabrik evlerde kalıyor. henüz olmasa da yakın bir zamanda hükümetin buraya bir el atacağı ve kamulaştıracağı kesin gibi.

    toplumun dayattığı kurallardan bıkan ve alternatif bir yaşam hayal edenlerin yaşadığı ve kendi içinde kendi kurallarının olduğu bir yer. the beach'teki yerleşimin çöldeki versiyonu diyelim. elektrik, su, kanalizyon, çöp toplama gibi hizmetler olmadığı için yaşayanlar kendi imkanlarıyla bunları hallediyor. elektrik için jeneratörler ve güneş panelleri, su için yeraltı suları ve taşıma sular kullanılıyor. banyo için küçük göletler ve taşıma sularla doldurulan küvetler kullanılıyor. keza tuvalet için de ortak kullanımda olan kabinler olsa da herkesin kendi çöpünü temizlemesi şart ! çeşitli suçlara karşı kendi güvenlik birimleri var ve yaşayanların verilen cezalara uyacaklarını baştan taahhüt etmeleri zorunlu. gün içinde doğa yürüyüşleri yaparak, müzik dinleyerek, kitap okuyarak, çeşitli hobilerinizle ilgilenerek, meditasyon ve yoga yaparak vakit geçirebileceğiniz gibi, akşamları da çeşitli grupların sahne aldığı eğlencelere katılabilirsiniz.

    `grand theft auto v'te stab city olarak adlandırılmıştı bu yer. the lost mc'nin mekanı olarak grand senora çölünde alamo gölünün hemen kıyısında yer alıyordu. ayrıca çeşitli belgesellere ve filmlere de konu olan bir yerdir.

    into the wild;

    https://www.youtube.com/watch?v=g4bw2yknqky

    https://www.youtube.com/watch?v=7ysetduhow8

    https://www.youtube.com/watch?v=5rehikn5krq

    2015 yapımı bir belgesel ;

    escape from slab city

    2012 yapımı bir belgesel ;

    welcome to slab city

    2010 yapımı bir belgesel ;

    americana slab city

    daha fazla kaynak için ;

    https://en.wikipedia.org/…iki/slab_city,_california

    http://www.milliyet.com.tr/…580--yasasiz-tek-sehir/

    https://www.facebook.com/slabcitywebsite

  • görme engelli oğlunu evde dört duvar arasına sıkıştırmayıp, hayatın içine katarak gerekirse stadyuma bile gideriz seninle diyen muhterem bir baba.

  • recep tayyip erdoğan karakterine çok yakışmış, ancak bir cumhurbaşkanına hiç mi hiç yakışmamıştır..

  • kendi kendine pedikür yapıyor olabilmesi ihtimali yanında pedikür yapacak alet edevat alamayacak kadar dar gelirli olabilir, türkiye'de yasayan milyonlarcası gibi pedikürü düşünemeyecek kadar yorucu imkansızlık dolu bir hayatı olabilir ve hatta pedikür nedir onu bile bilmeyebilir. günde 18 saat çalışıyor olabilir, gündelikçilik yapan 5 çocuk annesi olabilir, 14 yaşında daha hayata dair birşey öğrenemeden bir adamın 2. karısı olmuş olabilir, ilkokulu bile bitirmemiş olabilir ve hatta okumayı bile bilmeyebilir. çok mu abarttım sizce? o zaman siz de yaşadığınız ülkeye gözlerinizi kapatmış bir hayal dünyasında yaşıyor olabilirsiniz...

  • normalde pazartesi sabahi sendromu, cuma aksami mutlulugu olan biri degilim ama pazar gunleri uyandigimda gune mutlu baslarim hep.

    karsi apartmanin tam benimki hizasindaki dairede bir teyze yasiyordu. iki yil boyunca her pazar sabahi bu bayragi asiyordu, bugun oldugu gibi:

    http://i.hizliresim.com/e39avb.jpg

    yurt disinda yasadigimiz icin nadiren karsilasilan boyle seyler hosuna gidiyor insanin. iki yillik komsuyuz fakat neden sadece pazar gunleri bunu yaptigini merak ediyordum. ayni apartmanda olsak belki kapisini calar, kahvesini icerdim de, durum bu sekilde olunca sadece pazar sabahlarina mutlu uyanmakla yetindim uzun zaman.

    yaslica biriydi. ara ara balkona ciktiginda gorurdum. babanne minnoslugu vardir ya hani. aynisi iste. bundan bir ay kadar once teyze yine biraz rahatsizlanmis olacak ki, ayda bir eksik olmayan ambulans yeniden gelmis goturmustu fakat bu defa diger gun getirmedi. bir hafta oldu, bir ay oldu getirmedi.

    bir aydir pazarlarim bayraksiz geciyordu. yokluguna alismasi zor oldu. bugun uyandigimda bir baktim ki bayrak yeniden asilmis. cok mutlu oldum. iyilesmis teyze dedim. durumu facebook sayfamda anlatinca, arkadaslarim "gitsene ziyaretine oglum yaa" dedi hep bir agizdan. cesaretimi toplayip nasil becerdiysem kendimi karsi apatmanda buldum hasta ziyareti edecegim resmen.

    kapiyi bir adam acti, ogluymus. durumu basindan anlattim ayakustu, boyle boyle dedim iste en sonunda geldim. iceri buyur etti sagolsun, esi ve cocuklari da vardi ama teyzeyi goremedim salonda. herhalde icerde yatakta dinleniyordur dedim kendi kendime cunku bayrak var disarida. sonra basimdan asagi kaynar sular dokuldu "gectigimiz pazar kaybettik annemi" deyince.

    "ama bayrak disarida?" dedim, "hep o asardi pazar gunleri."

    anlatmaya basladi: "annem buraya kirk sene once, daha yirmi yasinda bile degilken gelmis istemeye istemeye. ondan sonra evlenmis, biz olmusuz, duzen kurulmus, is-guc derken bir daha mumkun olmamis ve geri donememis. annemler turkiye'den ciktiktiklarinda bir pazar gunuymus. icine dert olmus geri donus yapamamak ve neredeyse on yildir her pazar gunu bu bayragi asip gecmisi yad ederdi. ataturk'u, turkiye'yi hep cok sevdi. hepimize asiladi. simdi gelenek haline getirdigi bu bayrak gorevi bize gecti ve anisini yasatiyoruz. yine her pazar bizim tarafimizdan asilacak. cocuklarim da benden sonra asmaya devam edecek." dedi. bir yandan dinliyorum, diger taraftan dokunsalar aglayacagim gozlerin dolulugundan adami goremiyorum, kirpmaya korkuyorum. "hic komsum yok" diye mizmizlik ediyormus. "keske onceden gelseydin buraya ve tanissaydiniz" dedi. daha kotu oldum.

    "bilseydim gelmez miydim hic?" diyebildim sadece. teyze ile tanisamamak hayatimin sonuna kadar icimde yara kalacak sanirim.

  • işçiler sendika değiştirdi diye işten at, bebek mamasına çaktırmadan gdo'lu tahıl kat, farkedilince de "biz zaten toplattık o iki parti malı" diye kırk takla at! sonra da "mutlu et, mutlu ol" diye kampanya yap, oldu aq.

    şu mutluluk işini bu kadar saplantı haline getirdiniz ya, olacaklardan korkuyorum: (bkz: ülker bebek mamasında kokain çıkması)

  • olum bu adam bitti denilen john travolta'yı yeniden yıldız yapmadı mı?

    pam grier bu adam sayesinde eski günlerine dönüş yapıp tekrar ünlü olmadı mı?

    öldü denilen david carradine'ı yeniden hayata döndürmedi mi?

    e o zaman ne bekliyoruz, eski turnuvalara katılan ve şaşalı galibiyetlere imza atan o milli takımı geri getirecek tek adam quentin'dir.

    hem adam ayakçı olum, o da ayrı bir avantaj.

    değerlendirelim derim ben.

  • tgrt ekranlarında menekşe plajı ve orda denize giren insanlarla röportaj yapılmaktadır.

    sunucu - efendim burdan denize giriyorsunuz temiz mi buralar
    kadın - yok yok değil pis gibi duruyo sular
    sunucu - e teyzecim madem pis diyosun niye giriyosun o zaman suya
    kadın - e yavrum biz bilinçsiziz ya o bakımdan giriyoruz suya.
    sunucu - ?

  • hiç düşündünüz mü " osmanlı sarayları'nda her gün yüzlerce çamaşır nasıl yıkanıyordu? " diye?

    işte bu sorunun cevabıdır câmeşûyân!
    sarayda çamaşırları yıkamakla görevli olan kişilerdir.

    farsça elbise anlamına gelen câme ve yıkayan anlamına gelen şûy kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuş kelimenin çoğul hâlidir.
    zaten günümüzde kullandığımız çamaşır kelimesi de câmeşûydan gelmektedir.

    acemi oğlanlarının en istemediği görevler arasındadır.
    bu zamana kadar bu kimseler hakkında bir kaç fetva okusam da 16. yüzyıldan şöyle bir fetvayı söyleyeyim:

    çamaşırcıya verilen elbiseler çalınır ise ve çamaşırcının bu olayda kusuru bulunmakta ise elbiselerin bütün tutarı çamaşırcının maaşından kesilir.

    eğer kusuru yok ise bu sefer de yarı tutarı maaşından kesilecektir.

    bu çamaşırcıların başlarındaki kişiye çamaşırcıbaşı denilmektedir. uzun etekli bir entari giymesi zorunludur. bunun görevi çamaşırların yıkanıp kurutulması ve daha sonra ütülenip sahiplerine yahut sahiplerinin hizmetlilerine teslim edilmesi sürecinde çamaşırcıları yönetmektir.
    güğümcübaşı ile aynı rütbededir.

    saraydaki üst düzey görevlilerin her sene bazı kıyafetlerini çamaşırcıbaşıya hediye etme geleneği osmanlı imparatorluğu son bulana dek devam etmiştir.

    câmeşûylar, osmanlı saraylarının en göze görünmeyen hizmetlileridir de diyebiliriz. 19. yüzyıl ortalarına kadar sarayın bodrumunda taştan yapılmış teknelerde gün boyu çamaşır yıkayıp sonra bunları kurutup ütüleyip akşam olunca da bitkin bir şekilde yatarlar imiş.

    ikinci abdülhamid döneminde ise padişahın çamaşırcıları ayrılmıştır diğerlerinden. muhtemel sebebini ikinci abdülhamid'in yoğun şekilde yaşadığı öldürülme korkusu olduğunu düşünüyorum.
    beyaz kıyafetli çamaşırcılar ikinci abdülhamid'in kıyafetlerini bu dönemde gümüş teknelerde yıkamaya ve bahçede sadece padişaha ait çamaşır iplerinde kurutmaya başlamışlardır.

    divân-ı hümâyun üyelerinden sadece vezir-i âzâmın köşküne câmeşûyân kadrosundan çamaşırcı alma hakkı vardır.
    diğer üyeler ya kendileri evlerine hizmetçi alarak çamaşırlarını yıkatmalı ya da kendi maaşlarından kesilecek ücretlerle sarayda çamaşırcılardan yararlanabilmektedir.

    ismini bildiğim daha doğrusu adını hatırlayabildiğim tek çamaşırcıbaşı, sultan üçüncü ahmed döneminde topkapı sarayı'nda bulunan çamaşırcıbaşı yusuf ağa'dır.
    kendisi, bir defter tutmuştur ve bu defter topkapı arşivinde bulunmaktadır.

    buhur suyu diye bir çeşit dönemin parfümü diyebileceğimiz kokudan bahseder yusuf ağa.
    padişaha bunu ikram ettiğini ve padişahın bu kokuyu çok beğenerek kendisine 15 altın bahşiş verdiğini söyler.
    umarım hayrını görmüştür.