hesabın var mı? giriş yap

  • "cumhurbaşkanı erdoğan, taşınmaz satışı karşılığı vatandaşlık verilmesi uygulamasının genişletilmesine karar verdi.

    artık arsa alarak da türk vatandaşlığı edinilebilecek. uygulamanın şartı ise arsada kat mülkiyeti veya kat irtifakı olması ya da arsa üzerinde yapı bulunması olacak." görsel
    link

    edit: gazeteci bora erdin:
    “türk vatandaşlığı verilmesine ilişkin taşınmazlar arasına 400.000 dolar niteliğindeki kat irtifakı ve üzerinde taşınmaz bulunan arsalar da dahil edildi.
    mücavir alanda bulunan köylerdeki arsalar da vatandaşlığa uygun hale geliyor.”

    bir ülke işgal ediliyor. torunlarımız bize lanet okuyacak. yazıklar olsun!

  • öncelikle ekşi şeyler'de de yayınlanan (bkz: #88604310) numaralı girdimi koyayım. o zaman latifundiyalardan bahsederken encomiendaları nasıl sınıflandıracağımı bilememiştim. çeviri yaparken tımar desem yanlış anlaşılacak, büyük toprak desem tam anlamını karşılamayacaktı. dirlik olarak karşılanabilir aslında ve isabel moctezuma ile ilgili bir girdi yazarken 'dirlik' olarak kullanmayı tercih etmiştim. yukarıda verdiğim girdimi tekrar okurken yine aklıma takıldı ve biden tam olarak nasıl karşılanabileceği kafama dank etti (bkz: kafaya dank etmek): bildiğin yurtluk buralar. ya da ingilizcesi ile fief.

    tabii ki her kültürün kendine has bir gelişimi ve işleyişi var. örneğin; her ne kadar latifundiyalar tam olarak tımar sistemine karşılık gelmiyorsa da tımar sistemi esasında roma imparatorluğundaki latifundiyaların türk yahut osmanlı coğrafyasına uyarlanmış halidir. arjantin'de estancia olur, brezilya'da fazenda. dolayısıyla ispanya imparatorluğunun uyguladığı encomienda sistemi de ta selçuklu'dan beri uygulanan yurtluk ile aynı mantığa sahiptir.

    ispanyollar yeni dünyayı fethe başladıkları zaman, bu yeni topraklarda kendilerine bağlı oluşumlar olmasını istiyorlardı. bu sebeple askeri ve ticari zümrenin kendi kafalarına göre hareket etmelerini önlemek, fethedilen yerlerdeki yerli nüfusu kontrol altında tutabilmek, düzenli bir gelir elde edebilmek, muntazaman kolonileşebilmek ve üretimin devamlılığını sağlamak üzere çeşitli kişilere 'yurtluk' vermeye başladılar. bu toprak parçaları öyle 'büyük arazi' diyerek geçiştirilebilecek yerler değildir. (bkz: #97336862) numaralı girdimde de değindiğim üzere zaman zaman yerli liderlere de isyanların önüne geçmek ve asimilasyonu hızlandırmak için toprak dağıtırlardı. latifundiyalar bu toprakların yanında 'bahçeli müstakil ev' gibi kalırdı.

    tıpkı avrupa'daki feodal beylerin toprakları gibi bu topraklar da miras olarak devredilebiliyordu ama özünde krala aitti. ancak avrupa'dakinden farklı olarak köle çalıştırılabiliyordu. her ne kadar feodal beylere bağlı olan plebler köleden hallice olsalar bile hukuken köle değillerdi. encomiendalarda çalışan insanlar köle olmak zorunda değillerdi ama işgücü ihtiyacı hasıl olduğunda bal gibi de köle yapılmışlardır.

    yalnız encomiendaların ömrü çok uzun olmadı. bir kere çok uzaktaydılar ve çok büyüktüler. merkezdeki asiller durumdan rahatsız oluyorlardı zira bizim fatih, kaşif deyip durduğumuz insanlar ya kılıç artığı, çapulcu yahut serkeş kaçkınlardı çoğunlukla. ve birdenbire zengin oluyor, kontrol edilmeleri güçleşiyordu zaman içerisinde. asiller merkezi terk edemiyorlardı zira malları mülkleri, gelecekleri, kariyerleri merkezde kalmaya bağlıydı. ayrıca köleleştirilen yerliler sürekli isyan ediyor, yerel liderler de kendi insanlarına bu zulmü reva görmedikleri için tam bir itaat içinde olmuyordu. yukarıda adı geçen isabel moctezuma encominda sisteminin 1542 gibi erken bir vakitte kaldırılmasının öncülerindendir (hatta sebebidir diyebiliriz). ölürken de bütün kölelerini serbest bırakmıştır (kendisi köleleştirmemişti, toprakla birlikte kendisine verilmişti köleler).

    ama bu sistemin terk edilmesi ile beraber angarya/zorla çalıştırma için yeni bir sistem geliştirildi: repartimiento. onu da başka bir yazıda anlatırım. sözün özü, çeviri yaparken aklınızda olsun; encomiendaları dirlik ama en güzeli yurtluk olarak türkçeleştirebilirsiniz. yani, galiba!.. *

    tema: (bkz: latin amerika tarihi)

  • birgün'ün haberine göre çevre ve şehircilik bakanlığı'nın elazığ ve malatya'daki depremin ardından enkaz kaldırma çalışmalarının fotoğraflanması için 60 günlük hizmet karşılığı 415 bin lira ödemesi durumu. iki şirketin davet edildiği ihalede teklifi geçerli olan tek şirketin akp ankara il başkan yardımcısının şirketi olması ise gerçekten büyük bir sürpriz.

    https://twitter.com/…tatus/1266217702823063554?s=19

    her şeyi rant olarak görebileceklerini biliyorduk da bu nedir artık arkadaş. bir kişi gelsin şunu savunsun, çevre bakanlığında fotoğraf makinesi ve fotoğraf çekebilecek memur mu yok? yazık günah ya.

  • bir dolu tanimadiginiz adamla ( ben diyim 20 siz diyin 50) bir kogu$a sokulursunuz, ustunuze giymeniz icin bir pijama vermi$lerdir ki eger minyon bir tipseniz 2 beden buyuk, car$aflar temiz gibi gorunsede ya $ilte... bir de ustune ustluk kogu$un pencereden uzak bir ko$esinde alt ranzaya du$tuyseniz...saat daha 8.30 ya da 9.00 dur. "ulan bu saatte yatilir mi" diye du$unmeyin, sabah erken kalkacaksinizdir. kogu$ta sigara icmek yasak. osuruk seslerine, ayak ve ter kokularina daha ali$mami$siniz.
    sevgilinizi du$unursunuz. onun $efkat, sevgi dolu kucagini. beyoglu' nu, kadikoy'u du$unursunuz, insanlar geceye hazirlik yapiyordur $u saatlerde, diye. cevrenize bakarsiniz, "insanlar her yerde, her yerde, her yerde, yalnizlik her yerde". burnunuzun diregi sizlar, "napiyosun lan burda aglanir mi?" diye kendinize gelirsiniz. "korkuyorum anne, al beni icine" diye telefon edesiniz gelir ama telefon yasak. her turlu bete sokan $arki, $iir, ani film $eridi gibi gozunuzden gecer, bir ara sizar kalirsiniz, gozlugunuzu bile cikaramadan.

  • evet chp başkanlarını sevmiyorum (ne tunç ne cemil), tunçtan sonra belediyecilik can çekişti bu da doğru.

    fakat merkezi hükümetten metro için 3000 tl ödenek verildiğini de biliyorum. çiğli tramvayı aylarca sadece 1 adet imza bekledi ankarada. 1 tane imza ya. rapor falan değil imza. evet süreci takip ettim. o süreçte dolar uçtu gitti maliyetler rekor seviyeye geldi. yapılacak işler maliyet uçuşundan dolayı aksadı. kalitesi düştü.
    bu ayrıştırıcı akpye oy vermeyecek kadar memleketimi seviyorum. öyle gün boyu sırıtan aday çıkarmakla olmuyor o işler.

  • buraları okuyorsa çoktan facebook statusunu "herkesin derdi ben olmuşum, demek ki zamanında iyi koymuşum" olarak değiştirmiştir.

  • "ben bir şey yaptım, hatasını çekiyorum. bedelini de ödeyeceğim. ne kadar özür dilesem de affı yok. anlık bir şeydi, olabilir. her erkeğin başına gelebilir. hiç tanımazsın birini, yarım saat sonra teknende olur, bir şey yaparsın onunla, sonra da iner gidersin, o arada bu olur. ancak yorumlar çok can acıtıcı. midemin ağrısından duramıyorum, kesin kanser oldum. öyle üzülüyorum ki" demiş.

    de abi sen bu gevşeklikle grip bile olmazsın.

  • dostoyevski kumar alışkanlığından ötürü aşırı derecede borçlanmıştır. o sırada ortaya stellovski adında bir yayıncı çıkar. dostoyevski’ye şunları söyler: “bak senin bütün borçlarını kapatacağım. sana iki yıl yetecek kadar da para vereceğim. fakat bir sözleşme imzalaman gerek.

    senden bir kısa roman istiyorum. bu kısa romanı bana bu sözleşmeyi imzaladıktan tam 24 ay sonra vermeyi kabul edeceksin. istediğim sürede bitirip bana teslim edersen sorun çıkmayacak. fakat eseri bir gün bile geç verecek olursan bundan önce yayımladığın ve bundan sonra yayımlayacağın bütün eserlerin hakları benim olacak.” çok fazla borcu olan dostoyevski sözleşmeyi mecburen imzalar.

    aradan 23 ay geçer fakat tek bir cümle bile karalamamıştır. durumdan haberdar olan fransız yazar stendhal, dostoyevski’ye “ben ‘parma manastırı’ romanımı dikte ettirerek (söyleyerek yazdırmak) yazdırdım, sen neden denemiyorsun?” der. başka çaresi olmayan dostoyevski kabul eder.

    o zamanlar rusya’da bir dikte etme okulu vardır. okulun en yetenekli öğrencisi grigoryevna snitkin adında isveç asıllı genç bir kızdır. kız bu görevi yapmaktan gurur duyacağını söyler ve dostoyevski ile eseri yazmaya başlarlar.

    eseri son gün bitiren dostoyesvki hemen stellovski’nin yanına gider. dostoyevski’nin yazma sürecini baştan sona takip eden uyanık yayıncı stellovski dostoyevski eseri teslim edemesin diye ofisini kapatıp gitmiştir. o zamanlar rusya’da noter yoktur. noter görevini polis karakolundaki memurlar yapıyordur. dostoyevski eserini polis karakolundaki memurlara onaylatır. daha sonra bu olaydan dolayı yayıncı ile davalık olsalar da davayı dostoyevski kazanır.

    her rus gibi dostoyevski de zaferi kutlamak için bol votkalı bir davet verir. davete bütün dostları ile birlikte romanı dikte ettirdiği genç kız grigoryevna snitkin’i de çağırır.

    gecenin ilerleyen saatlerinde dostoyevski genç kıza “senden bir konuda fikir almak istiyorum “der.

    bu durum genç kızın gururunu okşamıştır.

    “memnuniyetle, ben size nasıl bir fikir verebilirim merak ettim” diye karşılık verir.

    dostoyevski şöyle der: “ben bir roman yazmaya çalışıyorum. romanın başkarakteri korkunç biri… sara nöbetleri geçiren, kumar bağımlısı, düşman kazanmaktan çekinmeyen bir adam. bu adam kendinden genç bir kıza aşık oluyor. sence bir evlenme teklifi kaleme alacak olsam bu gerçekçi olur mu?”

    kız ise şöyle der: “evlenme teklifinizi kabul ediyorum bay mihayloviç.''

    o kız dostoyevski’nin ikinci eşi anna grigoryevna snitkin’dir. yazdıkları eser ise ünlü roman “kumarbaz”dır.

    kaynak: dostoyevski'nin hatıraları - anna grigoriyevna dostoyevski