hesabın var mı? giriş yap

  • bilim yuvası olan bir yerde o iki saatlik geçmek bilmeyecek süre için aylarca gecesini gündüzüne katarak çalışan çiçeği burnunda akademisyen adaylarının bir de bunu yapmak zorunda kalmasının savunulabilir bir tarafı yok. dünyanın her yerinde böyle diyerek argüman üreten yazarları da şaşkınlık içerisinde okuyorum. yanlış dünyanın her yerinde de yanlıştır.

    akademi bilgi üretim fabrikasıdır ve ciddi bir yerdir. kısırdı, pastaydı, kurabiyeydi bunların pazarlığını yaparak oraya gelen jüriden de memlekete bir fayda gelmez. o kadar ezilmiş, baskılanmışız ki adamlar gelmiş burada "benimki ramazan ayına denk geldi ya ehe eheh" diye komiklik yapmağa çalışıyor. boş boş şaklabanlık yapacağına sesini çıkart da belki senden sonra gelecek olan insanlara bir yararın dokunur.

    böylesine ciddi bir konuda * işi pasta,kek,kola vb. gibi cıvıklıklara sürükleyen akademisyenler kadar buna sesini çıkartmayan, sorgulamayan öğrencileri de bir o kadar kınamak gerekiyor. sunum arifesindeki bir kişinin bu geceyi ikram teleşına ayırmak zorunda bırakılması başlı başına akademi için, bilim için, bilgi için bir utançtır. gelenek-görenek diyelenlere de yazıklar olsun.

    ivedilik ile bitmesi diliyorum bu rezilliğin.

  • sinemada da brecht epiği yapılabileceğini gösteren film. tiyatro oyunu gibi akar. anlatıcımız mahkemeye çıkarılmış olan feyzo'dur. anlatır anlatır... bütün bu anlatının arasında ekrandan sloganlar izleriz. "işçiler kardeş patron kalleş", "kahrolsun faşizm" gibi. sonunda da feyzo ağalık düzenini hakime şikayet eder. son bölümde "sen devletsin, sen bilirsin, sen söyle babam, suç kimde?" dediği anda, hakimin biz olduğumuzu, bir yargıya varmamız gerektiğini, bu yargı ışığında kendi hayatımızda bu tür sorunlar gördüğümüzde müdahale etmemiz gerektiğini anlarız. brecht mumla arasa kendi teoremini özetleyebilecek ancak bu kadar güzel bir film bulabilirdi.

    bu film 88'lere kadar yasaklıydı. o tarihlere kadar aynen şimdiki gibi kemal sunal'ın filmlerine ezber olan bizler, 88 senesinde (yanılmıyosam) bu filmin yasağının kaldırılmasıyla, yepyeni bir film gibi izlemiştik. ancak filmin yasağının kaldırılması benim hep canımı sıkmıştı. çünkü 80'lerden beri süren apolitikleştirme sürecinin tamamlandığını, artık tam anlamıyla apolitikleştiğimizi, bu filmin artık "zararsız" hale gelmesi suratlarımıza çarpmıştı. sonuç? filmin zamanında yasaklanmasına neden olan tüm bu göndermeleri ve laf sokmaları, dürtmeleri "gülerek" izlemiş, ağzımızın kenarından sızan "apolitik" salyaları silmiş, yaşantımıza aynen devam etmiştik. zararsızdık artık. ne güzeldi...

  • 36 saat nedir ki be gülüm !!

    uni yıllarında çıktığım sonrasında beni terk eden hatun aradan 20 sene sonra facebook dan msj atıp,

    eeeee daha daha nasılsın bi tenem..

    yazdı.

    o an lokantada bol limonlu ve sarımsaklı kelle paça çorbası içiyordum.
    mesajı silip içmeye devam ettim.

    kendisi evlenmiş, boşanmış, iki tane boyum kadar oğlu olmuş ve bana " bi tenem" yazmış şivesini s.ktiğimin karısı.

  • sadece bende mi var emin değilim ama çok büyük bir ruh hastalığı belirtisi olabilir bu. lan ne zaman elektrik kesilse kitaptı dergiydi bir şeyler okumak, çılgıncasına edebiyatla yoğrulmak istiyorum. öpesim geliyor o koca koca ciltleri, klasikleri. mum ışığında ya da aynı zamanda radyo da çalan pilli büyük ışıldağın ışığı altında kitap okumak... aman yarabbim. sanki bir dostoyevski oluyorum, romalı perihan oluyorum.

    mum ışığı ve o ışıkta yazıp okuma çabasında olan ben.... elektirik kesilmeden önce de bir şeyler okuyor olsam neyse de... kesintiden önce hep öküz gibi meheheheh diye diye camış keyfiyle en güzel dizileri, üst bitmesine dua ettiğim la liga maçlarını seyrediyor olmam ilginç. ama elektrik kesildi mi... mum ışığı ve edebiyat... o ince stabilo kalemle kitabın altını çizmeler, akla gelen şiirler "yalnızlık vurdu bu akşam kapımı sözsüz soluğunun gri rüzgarlarında" derken elektriğin gelmesi ve ayı gibi mumu üfleyip tv'ye koşmak "anaa malaga üçüncüyü de yemiş la" şeklindeki isyanım. az önce proust olmuştum oysa ki, balzac'tım goriot baba'yı yeniden yazan...

    bizim ailede bir sorun olabilir gerçi. normal tv izleyen aile elektrik kesilince adams ailesi gibi oluyor. annenin duygulanıp "yıllar geçiyor, ömür de geçiyor be" diye iç çekmeleri, babanın "televizyonun fişini çekin de elektirik gider gelir yanmasın alet" hassasiyeti, kardeşin içe kapanıp dertli dertli şarkı söylemesi... ve mum ışığında ben ve edebiyat... ama yine de elektiriksizlik kötü be.

    not: bu entry'imi elektrik kesintisinde evde olduğu zamanlarda sürekli "elektriksiz yaşamak mı zor susuz yaşamak mı?" isimli söylev ve demeçlerini bizlerle paylaşan dayıma ithaf ediyorum. ve yıllardır içimde bir volkan gibi büyüyen şu cevabı veriyorum buradan ona: bence susuzluk. ama elektrik de ekmek su gibi artık çağımızda.

  • hay senin vizyonuna:) çaycı değil baristayım dersin. alırsın bir cim bali makinesi, espresso, ristretto,espresso macchiatto, cappucinao, latte ,americano, caffe mocha vs yapıyorum aslında ama kültürümüzde çayın ayrı bir yeri olduğu için çay da satıyorum dersin. ordan da bir kaç egzotik çay ismi sıralarsın snow band, gong mei,song yang vs çaylarım da var ama en çok tutan kaçak çay* dersin. işler çok yoğun talep çok fazla, beşiktaş'a da şube açmayı düşünüyorum dersin. markalaşma yoluna gidersin.her şeyi de biz mi söyleyelim?*

    ben havaya girdim bile. kesinlikle çaycılık. zaten ne varsa bu kafada var.*

    merhaba ben mert baristayım;)